Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
sessizce katlandığımızın.
14 Çektiği acı Meryem’i şaşırtıyordu. Olanca şiddetiyle saldırması için, kulübedeki yarım kalmış beşiği ya da Raşit’in dolabındaki süet gocuğu düşünmesi yetiyordu. O zaman bebek canlanıyor, Meryem onu duyabiliyordu; acıktığını belirten homurdanmalarını, gurultularını, anlaşılmaz mırıltılarını. Göğüslerini kokladığını hissediyordu. Acı Meryem’i bir dalga gibi kaplıyor, tutup havaya kaldırıyor, tepe üstü yere fırlatıyordu. Yüzünü bile görmediği bir varlığı böyle üzüntüden katılıp kalacak kadar özleyebilmesi, Meryem’i hayretler içinde bırakıyordu. Neyse ki kederin Meryem’e o kadar da gaddar davranmadığı günler oluyordu. Eski yaşam akışına, eski düzenine dönmenin o kadar da yıpratıcı görünmediği, yataktan çıkmanın, namaz kılmanın, çamaşır yıkayıp Raşit’e yemek pişirmenin insanüstü bir çaba gerektirmediği günler. Meryem’in en nefret ettiği şey, dışarıya çıkmaktı. Birdenbire komşu kadınları, sahip oldukları çocuk bolluğunu kıskanır olmuştu. Kimisinin yedi sekiz çocuğu vardı, ama ne kadar şanslı olduklarının, rahimlerinde büyüttükleri bebekleri sağ salim doğurup kucağına almanın, emzirmenin ne büyük bir lütuf olduğunun farkında bile değillerdi. Onların bebekleri sabunlu suyla, yabancıların bedensel kirleriyle birlikte, bir hamamın kanalizasyonuna akıtılmamıştı. Meryem haylaz oğlanlardan, tembel kızlardan yakındıklarını duydukça, nefret ediyordu bu kadınlardan. Kafasının içindeki bir ses, iyi niyetli ama aldatıcı tesellilerle onu avutmaya çalışıyordu. Başka çocukların olur. İnşallah. Çok gençsin. Karşına daha bir sürü fırsat çıkacaktır. Oysa Meryem’in ıstırabının bir kaynağı, belirgin bir hede i vardı. O bu çocuğun yasını tutuyordu; onu belli bir süre böylesine mutlu eden, bu bebeğin. Bazı günler, bebeğin zaten hak etmediği bir nimet olduğuna, Nana’ya yaptığı şey yüzünden cezalandırıldığına inanıyordu. O ilmeği annesinin boynuna kendi elleriyle geçirmiş sayılmaz mıydı? Hain, nankör bir kız evlat, anne olmayı hak etmezdi, cezasını da işte böyle bulurdu. Kötü rüyalarla boğuşuyor, Nana’nın cin’inin geceleri gizlice odasına süzüldüğünü, pençelerini onun rahmine geçirdiğini, bebeğini çaldığını görüyordu. Bu rüyalarda Nana keyi le, oh oldu dercesine kıkırdıyordu. Kimi günler, müthiş bir ö keye kapılıyordu. Bu düşüğün suçlusu, Raşit’ti. Bebeğin cinsiyetine dair o mantıksız, delice inancı. Bebeğin adını şimdiden koyması. Tanrı’nın iradesini elde bir sayması. Evet, suç Raşit’teydi. Meryem’i hamama gönderen de o değil miydi? Oradaki bir şey, belki buhar, belki kirli su, ya da sabun, bir şey neden olmuştu buna. Hayır. Raşit değil. Suçlanması gereken, kendisiydi. Yanlış pozisyonda yattığı, fazla baharatlı yemekler yediği, yeterince meyve yemediği, çok fazla çay içtiği için. Kendine kızıyor, yüklendikçe yükleniyordu. Hayır, Tanrı’nın suçuydu; Meryem’le resmen alay etmişti işte. Bir sürü kadına bahşettiği şeyi Meryem’den esirgemişti. Onünde sallamış, gösterip vermemişti; kıza dünyanın en büyük mutluluğunu getirecek olan şeyi uzatır gibi yapmış, sonra da çekivermişti. Ancak bütün bu suç biçmeler, kafasının içinde tepinip duran bütün bu ithamlar hiçbir işe yaramadı. Böyle şeyler düşünmek küfür’lü, günahtı. Allah kinci değildi, kin gütmezdi. Basit hesaplarla uğraşan bir Tanrı değildi o. Molla Feyzullah’ın sözleri beyninde uğuldadı: O ki, her şeyde kadir olan, her şeyi yöneten yüce Yaradandır; ölümü ve hayatı yaratmıştır ki, seni sınayabilsin. Vicdan azabıyla kıvranan Meryem diz çöker, bu düşünceler yüzünden bağışlanmak için dua ederdi. *** Bu arada, hamamdaki olaydan sonra Raşit’te de büyük bir değişiklik oldu. Çoğu akşam, eve gelince ağzını bıçak açmıyordu. Karnını doyuruyor, sigara içiyor, gidip yatıyordu, bazı geceler, geç vakit, kısa, son zamanlarda oldukça sertleşen bir birleşme için Meryem’in odasına geliyordu. Yüzü çok daha çabuk asılır olmuştu; yemeklere kusur buluyor, bahçedeki dağınıklıktan yakınıyor, evde temiz bulmadığı en ufak yeri hemen gösteriyordu. Arada bir, cuma günleri, eskiden olduğu gibi kızı gezmeye götürüyor, ama kaldırımda hızlı adımlarla, ondan mutlaka birkaç adım önde, hiç konuşmadan yürüyor, ona yetişmek için bazen koşmak zorunda kalan Meryem’e hiç aldırmıyordu. Bu gezmelerde yüzü hiç gülmüyordu artık. Kıza tatlı ya da armağan almıyor, eskiden olduğu gibi durup bazı yerlerin adlarını söylemiyordu. Meryem’in sorularıysa sinirini bozar gibiydi. Bir gece, oturma odasında radyo dinliyorlardı. Kış sona ermek üzereydi. Insanın yüzüne kar yapıştıran, gözleri sulandıran inatçı rüzgârlar dinmişti. Uzun karaağaçların dallarına tutunan, tüy ha i liğindeki, gümüşsü karlar erimeye yüz tutmuştu, birkaç haftaya kadar yerlerini tıknaz, uçuk yeşil tomurcuklar alacaktı. Raşit radyodan yayılan Hamahang şarkısındaki tabla ritmine uyarak, dalgın dalgın ayağını sallıyordu; sigarasının dumanına karşı gözlerini kısmıştı. “Bana kızgın mısın?” diye sordu Meryem. Raşit sesini çıkarmadı. Şarkı bitti, haberler başladı. Bir kadın sesi, Cumhurbaşkanı Davut Han’ın, Sovyet danışmanlardan oluşan bir ekibi daha, Kremlin’in olası hoşnutsuzluğunu dikkate almaksızın, Moskova’ya geri gönderdiğini duyurdu. “Bana kızgın olduğunu hissediyor, endişeleniyorum.” Raşit iç geçirdi. “Kızgın mısın?” Gözleri Meryem’e çevrildi. “Neden kızgın olayım ki?” “Bilmiyorum, ama bebeğin...” “Benim öyle erkeklerden olduğumu mu sanıyorsun... senin için yaptığım onca şeyden sonra?” “Hayır. Tabii ki değil.” “Öyleyse başımın etini yemeyi kes!” “Özür dilerim. Bebakiş, Raşit. Affedersin.” Erkek sigarasını söndürdü, yenisini yaktı. Radyonun sesini açtı. “Ama düşünüyordum da...” dedi Meryem, müziği bastırmak için sesini biraz yükselterek. Raşit bir kez daha, asabice içini çekti, radyonun sesini kıstı. Bezgin bezgin alnını ovuşturdu. “Şimdi ne var?” “Düşünüyordum da, belki doğru düzgün bir cenaze yapmalıyız. Bebek için, yani. Sadece biz, birkaç dua, hepsi o kadar.” Meryem bunu bir süredir düşünmekteydi. Bu bebeğin unutulup gitmesini istemiyordu. Bu kaybın şöyle ya da böyle kalıcı bir hatırası olmalıydı. “Neye yarayacak ki? Aptalca bir fikir.” “Kendimi daha iyi hissetmemi sağlar belki.” “Oyleyse sen yap,” diye yapıştırdı adam. “Ben zaten bir oğul gömdüm. Bir tane daha gömmeyeceğim. Şimdi, izin verirsen, radyo dinlemeye çalışıyorum.” Sesi yeniden açtı, başını geriye yasladı, gözlerini kapadı. O hafta, güneşli bir sabah, Meryem bahçede bir yer saptadı, bir çukur kazdı. “Allah adına ve Allah’la birlikte ve Allah’ın elçisi adına, dualar ve Allah’ın rahmeti üzerine olsun,” diye mırıldanarak, küreği toprağa daldırdı. Raşit’in bebek için aldığı süet paltoyu çukura yerleştirdi, üzerine toprak attı. “Gecenin gündüze dönmesini, günün geceye devrilmesini sağlayan sensin, ölümden dirim hasıl eden, canlıdan ölüm çıkaran sensin; senin her şeye gücün yeter; bağışladığın dayanma gücüyle kuluna destek olan sensin.” Küreğin tersiyle toprağı düzeltti. Küçük yığının önüne diz çöktü, gözlerini kapadı. Dayanma gücü ver, Allahım. Bana sabır ver. |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling