Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti
Download 1.77 Mb. Pdf ko'rish
|
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s
“Qu’avez-vous, mademoiselle?”
45 dedi. “Vos doigts tremblent comme la feuille, et vos foues sont rouges; mais comme des cerises!” 46 “Eğilince ateş bastı besbelli,” dedim. O resim çizmeyi sürdürdü, ben de düşünmeyi. İlk işim Grace Poole konusundaki kötü varsayımı kafamdan kovmak oldu. İğrendirmişti beni. Kendimi onunla ölçüyor, birbirimizden farklı olduğumuzu görüyordum. Bessie Leaven benim tam bir hanımefendi olduğumu söylemişti; bu sözleri pek de doğruydu: Hanımefendiydim ben. Hele şimdi Bessie ile görüştüğümüz zamankinden daha da güzelleşmiştim; çünkü yaşantıma zevk, umut katılmış olduğu için yüzüme de renk gelmiş, vücudum dolmuştu. Yaşam dolu, canlı, neşeli bir kız oluvermiştim. Pencereden dışarıya bakarak, “Akşam oluyor,” diye düşündüm. “Bugün evin içinde Mr. Rochester’ı ne gördüm, ne de duydum. Ama akşam olmadan görüşürüz sanırım. Bu sabah onunla karşılaşmaktan korkuyordum, ama şimdi bunu istiyorum; çünkü bunca saattir bekleyişimin boşa çıkması sonunda sabrımı tüketti.” Hele alacakaranlık iyice basıp da Adela, Sophie’yle oynamaya gidince, isteğim, sabırsızlığım büsbütün arttı. Aşağıdaki çıngırak çalınacak diye kulağım kirişteydi. Arada Mr. Rochester’ın ayak sesini bile duyar gibi oluyor, onun içeri girivermesini bekleyerek kapıya doğru dönüyordum, ama kapı açılmıyordu bir türlü; pencereden de yalnız karanlıklar görülüyordu. Ne var ki, iş işten geçmiş sayılmazdı henüz. Efendim çoğu kez beni saat yedilerde, sekizlerde çağırtırdı; şimdi saat altı bile olmamıştı. Bu gece, ona söyleyecek bir sürü şeyim olduğu şu sırada, onu görme umutlarım boşa çıkacak değildi ya! Grace Poole’un lafını açmak istiyordum gene. Bakalım ne diyecekti! Ona açıkça sormak istiyordum. “Dün geceki korkunç olayın Grace’in başının altından çıktığına inanıyor musunuz? İnanıyorsanız onun hainliğini neden gizli tutuyorsunuz?” Bu merakım sinirine dokunacakmış... Varsın dokunsun! Onu önce sinirlendirip sonra yumuşatmanın tadını almıştım ben. En büyük zevklerimden biriydi bu, yanılmaz bir içgüdü de çoğu kez, beni aşırı ileri gitmekten korurdu. Bir sınır vardı ki bundan öteye hiçbir zaman geçmezdim, ama tam bu sınırın üzerinde ustalığımı denemek çok hoşuma giderdi. Sırada saygıda en ufak bir kusur işlememekle birlikte hiçbir korkuya, çekinmeye de kapılmaksızın, onunla fikir tartışmalarına girişir, bir eşit olarak çatışabilirdim. Bundan o da, ben de hoşnuttuk. Derken merdivenler bir ayak sesiyle gıcırdadı, Leah göründü; ne var ki, Mrs. Fairfax’in beni çaya çağırdığını bildirdi yalnızca. Ben de Mrs. Fairfax’in odasına yollandım. Aşağıya inmekle Mr. Rochester’a hiç olmazsa biraz daha yaklaşacağımı düşünerek seviniyordum. Yanına vardığım zaman iyi yürekli, Mrs. Fairfax, “Karnın acıkmıştır, hanım kızım,” dedi. “Öğle yemeğinde o kadar az yedin ki! Bugün biraz hastasın galiba. Yüzün kızarmış, ateşli gibi bir halin var.” “Yok, iyiyim. Turp gibiyim, Tanrı’ya şükür.” “Öyleyse iştahlı yiyerek kanıtla bunu. Çaydanlığı doldurur musun, zahmet olmazsa? Ben şu şişimdeki sırayı bitirip çıkarıvereyim.” Şişini çıkarınca yerinden kalkarak perdeyi indirdi. Perdeyi şimdiye değin indirmeyişi gündüz ışığından elden geldiğince yararlanmak için olsa gerekti; oysa alacakaranlık şimdi yerini koyu bir karanlığa bırakmaktaydı. Camdan dışarı bakarak, “Bu gece yıldızlar pek parlak değil, ama hava açık,” dedi. “Mr. Rochester yolculuk için iyi bir gün seçmiş.” “Yolculuk mu? Bir yere mi gitti Mr. Rochester? Hiç bilmiyordum.” “Kahvaltıdan kalkar kalkmaz yola çıktı. Leas’e gitti, Mr. Eshton’un malikânesine. Millcote’tan on beş kilometre kadar ötede. Anladığıma göre orada kalabalık bir arkadaş toplantısı varmış: Lord Ingram, Sir George Lynne, Albay Dent, filan falan.” “Efendimiz bu gece döner mi?” “Yok, ne bu gece, ne de yarın gece dönmez artık. Bence en aşağı bir hafta, belki de daha çok kalır. Bu kibar kişiler bir araya gelince şıklıklarına, neşelerine, sefalarına, eğlencelerine, lükslerine son yoktur. Onun için birbirlerinden ayrılmakta hiç acele etmezler. Böyle toplantılarda özellikle beyler daha el üstündedir. Hele Mr. Rochester topluluk içinde öyle neşeli, öyle canlıdır ki herkesin gözbebeğidir. Hele hanımlar bayılırlar ona! Tipine bakılınca, hanımların gözdesi olabileceği belki pek umulmaz, ama üstünlüğü ve zarifliği, belki de parası, soyu sopu biraz çirkince olduğunu unutturuyor olsa gerek.” “Leas’de hanımlar da var mı?” “Birincisi, Mrs. Eshton’la üç kızı var... Hem üçü de zarif mi zarif! Sonra Ingram’ların kızları Blanche’la Mary var: Son derece güzel kızlardır doğrusu. Blanche’ı bundan altı-yedi yıl önce görmüştüm. On sekizindeydi o zaman. Buraya, Mr. Rochester’ın verdiği bir Noel balosuna gelmişti. Yemek salonunu o gece görmeliydin! Öyle şahane süslenmiş, öyle şıkır şıkır aydınlatılmıştı ki! Elli kadar çağrılı vardı sanıyorum... Hepsi de ilimizin en ileri gelen ailelerinden. Blanche Ingram da gecenin kraliçesiydi sanki.” “Onu gördüm dediniz, Mrs. Fairfax. Nasıl bir hanım?” “Evet, gördüm onu. Yemek salonunun kapıları ardına kadar açılmıştı. Noel günü olduğu için hizmetçilerin, uşakların sofada durup, hanımlarla beylerin söylediği şarkıları dinlemelerine izin verilmişti. Mr. Rochester benim salona girmemi özellikle istedi. Ben de kuytu bir köşeye oturup onları seyrettim. Ömrümde böyle şahane bir manzara görmemiştim. Hanımların kılıkları harikaydı. Çoğu –hele genç olanlar– güzel, alımlıydılar ama Blanche Ingram gecenin kraliçesiydi... Orası su götürmez!” “Nasıldı?” “Uzun boylu... Nefis bir göğsü, geniş yuvarlak omuzları vardı. Uzun, kuğu gibi bir boyun, duru esmer bir ten. Soylu yüz çizgileri, biraz Mr. Rochester’ınkiler gibi, iri, kapkara gözleri vardı. Gözleri takındığı elmaslar kadar parlaktı. Sonra saçları da öyle nefisti ki... Kuzgun siyahı. Pek de güzel bir biçim vermişti: Kalın örgüler taç gibi toplanmış, sonra yanlardan aşağı lüleler sarkıtılmış... Öylesine uzun, öylesine parıl parıl lüleler ben ömrümde görmemiştim! Tepeden tırnağa beyazlar içindeydi. Omzuna kehribar rengi bir şal sarıp göğsünün altından bağlamış, püsküllü uçlarını ta dizlerine doğru salıvermişti. Başında da gene o renk bir çiçek vardı; o kapkara bukleler arasında hemen göze çarpıyordu.” “Herkes ona hayrandı besbelli, öyle değil mi?” “Elbette! Hem de yalnız güzelliği için değil. Hünerliydi de. Şarkı söyleyen hanımlardan biri de oydu. Beylerden biri piyanoda eşlik etti ona. Sonra Mr. Rochester’la birlikte bir de düet yaptılar.” “Mr. Rochester mı? Onun sesinin güzel olduğunu bilmiyordum.” “Sahi mi? Efendimizin pek güzel bir bas sesi vardır, müzik konusunda da çok ince zevklidir.” “Ya Blanche Ingram? Onun sesi nasıldı?” “Zengin, duru bir ses. Çok güzel şarkı söylüyordu. Onu dinlemek zevkti doğrusu. Sonradan piyano da çaldı. Ben müzikten anlamam ama Mr. Rochester anlar. Onun da Blanche Ingram’ın piyano çalışını çok beğendiğini duydum.” “Bu kadar güzel, hünerli, görgülü olan bu hanımefendi... Henüz evli değil demek?” “Öyle görünüyor. Anladığıma göre ne onun, ne de kız kardeşinin fazla bir servetleri yokmuş; İhtiyar Lord Ingram her şeyi büyük oğluna bırakmış.” “Ama servet sahibi bir beyefendinin çıkıp da ona âşık olmayışına şaşarım. Mr. Rochester sözgelimi. Zengin değil mi?” “Çok zengin hem de. Ama Blanche Ingram’la aralarında epey yaş farkı var. Mr. Rochester kırk yaşına merdiven dayadı, Blanche Ingram daha yirmi beşinde.” “Ne çıkar yani? Aralarında daha bile büyük yaş farkı olan çiftlere her gün rastlanıyor.” “Doğru ama Mr. Rochester’ın aklından böyle bir şey geçirdiğini hiç sanmıyorum... Ama sen hiçbir şey yemiyorsun ya... Daha boğazından tek bir lokma geçmedi.” “O kadar susamıştım ki tıkandım adeta. Bir bardak çay daha verir misiniz?” Ben gene de Mr. Rochester’la dilber Blanche’ın evlenmeleri olasılığına değinecektim ki Adela içeriye girdi; söz başka konulara geçti. Yeniden yalnız kaldığım zaman, öğrendiğim şeyleri gözden geçirdim, gönlümün içine bakarak duygularımı, düşüncelerimi inceledim. Sonra bunların arasından, hayallerin sınırsız, yolsuz izsiz boşluklarına doğru kaçmış olanlarını disiplinin eliyle tutmaya, sağduyunun güvenilir yuvasına kapatmaya çalıştım. Kendi kurduğum mahkemede önce bellek ifade verdi; o geceden beri beslemekte olduğum umutları, dilekleri, duyguları hatta son iki haftadır içinde bulunduğum ruh durumumu açıkladı. Sonra mantık ortaya çıktı; her zamanki serinkanlılığıyla, süslenmemiş, düpedüz bir öykü anlattı: Benim gerçeklere sırt çevirip düşlere kendimi kaptırmış olduğumu da belirtti. Sonunda ben, kendi kendimin yargıcı olarak, şöyle hüküm verdim: Yeryüzünde Jane Eyre’den daha büyük bir sersem yaşamamış, kendini tatlı yalanlarla kandırıp şerbetmiş gibi ağu yutan bu derece şahane bir budala görülmemiştir! “Sen mi?” dedim kendi kendime. “Mr. Rochester’ın gözdesi sen olacaksın ha? Sen onun hoşuna gideceksin? Sen onun için önemlisin ha? Defol! Sersemliğin beni tiksindiriyor! Onun ara sıra ettiği iltifatlar, gösterdiği yakınlıklar karşısında keyiften dört köşe oldun. Oysa, bunlar yüksek aileden gelme bir salon adamının yanında çalışan birine, bir toy gence karşı gösterdiği sıradan bir alçakgönüllülükten ibaretti. Hangi cesaretle kapıldın bu umuda? Zavallı ahmak sersem! Hiç değilse kendi iyiliğin için bilemedin mi kafanı işletmesini? Bu sabah kendi kendine dün geceki sahneyi yineleyip durdun. Ört yüzünü de utan bari! O senin gözlerini öven bir şey söylemişti, değil mi? Aptal çocuk! Gözlerinin o çipil kapaklarını aç; aç da kendi yere batası sersemliğini olduğu gibi gör. Senden her bakıma çok yüksek olan, seninle evlenmeyi aklının ucundan bile geçirmesine olanak bulunmayan bir erkeğin pohpohlamaları senin ne işine yarar? Bir kadının, içinde gizli, yasak bir aşkın alevlenmesine göz yumması da çılgınlıktır; çünkü böyle bir aşk ortaya çıkmazsa, karşılık görmezse kendisini besleyen yüreği yiyip bitirir; ortaya çıkar da karşılık görürse insanı vahşi bataklıklara sürükler ki bunlardan da kurtuluş yoktur. “Şimdi de çarpıldığın cezayı dinle, ey Jane Eyre! Yarın aynayı karşına alıp tebeşirle kendi resmini olduğu gibi çizeceksin... Hiçbir kusuru yumuşatmadan, hiçbir sert çizgiyi atlamadan, hiçbir eğriliği düzeltmeden. Altına da, ‘Kimsesiz, Alımsız, Parasız Pulsuz Bir Mürebbiyenin Portresi’ diye yazacaksın. Sonra da yontulmuş bir fildişi parçası alacaksın (resim kutunda hazır var bir tane); paletinde en taze, en ince, en duru renkleri karıştıracaksın, en duyarlı, devetüyü fırçalarından birini seçeceksin, hayalinde canlandırabileceğin en güzel yüzü büyük bir dikkatle çizeceksin. En yumuşak gölgelerle, en tatlı renklerle dolduracaksın bunu; Blanche Ingram’ın Mrs. Fairfax’ten duyduğun tanımına uyarak, kapkara bukleleriyle, şark tipi gözleriyle falan. Ağlamak, sızlamak, duygularına kapılmak, yüreği yanmak gibi şeyler istemem ha! Sana anlatılan şahane, uyumlu çizgileri düşün: Eski Yunan heykellerini andıran o boyun, o göğüs, o yuvarlak kollar, o biçimli eller. Elmas yüzüklerle altın bilezikleri de unutma! Giyimini de aslına uygun olarak çiz: Bürümcük gibi danteller, ışıl ışıl satenler, şık bir şal, başında da bir gül. Bu portreye de ‘Blanche: İyi Yetişmiş, Soylu Bir Hanımefendi’ adını ver, ileride Mr. Rochester’ın seni beğendiğini sanacak olursan bu iki resmi çıkarır, karşılaştırırsın. Kendi kendine de şöyle dersin: “Mr. Rochester istese bu soylu hanımefendinin gönlünü kazanabilir. Öyleyse böyle adı sanı belirsiz, beş parasız bir kızı ciddi olarak beğenmesi olası mı?” Kendi kendime, “Peki, yapacağım!” diye azmettim, bu kararı verince de rahatlayarak uyuyakaldım. Sonra da sözümde durdum. Mum boyayla kendi portremi çizmeme bir-iki saat yetti. Düş ürünü Blance Ingram’ın fildişi minyatürünü de on-on beş günde bitirdim. Gerçekten nefis bir yüz oldu. Kendi resmimle bu resim arasındaki zıtlık da irademi bütün bütün pekiştirmeye yetecek kadar büyüktü. Çok yararı dokundu bu işin bana. Hem elimle kafamı oyaladı, hem de gönlüme silinmeyecek bir biçimde damgalamak istediğim duygulara daha bir güç, bir kalıcılık kazandırdı. Duygularımı zorla baskısı altına koyduğum bu sağlam disiplin çok geçmeden meyvelerini vermeye başladı. Bu sayededir ki ondan sonraki olayları onurlu bir dinginlikle karşılayabildim. Oysa bu olaylarla kendimi hazırlamadan karşılaşmış olsaydım, değil dingin olmasını, dingin görünmesini bile beceremezdim. Download 1.77 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling