Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti


(Fr.) Neniz var, matmaz el? (Y.N.) 46


Download 1.77 Mb.
Pdf ko'rish
bet17/36
Sana25.02.2023
Hajmi1.77 Mb.
#1229882
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   36
Bog'liq
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s

45. (Fr.) Neniz var, matmaz el? (Y.N.)
46. (Fr.) Parmaklarınız yaprak gibi titriyor, yanaklarınız da kıpkırmız ı, ama kiraz gibi kırmız ı! (Y.N.)


XVII
Aradan bir hafta geçti; Mr. Rochester’dan hiç haber yoktu. On gün
oldu, hâlâ gelmedi. Mrs. Fairfax, “Leas’ den doğrudan doğruya
Londra’ya, oradan da Avrupa’ya gider, bir yıl görünmezse hiç şaşmam,”
diyordu. Kaç kez böyle birdenbire beklenmedik bir şekilde çıkıp gittiği
olmuş. Bunu duyunca içime bir garip ürperti, bir eziklik doldu.
Düpedüz düş kırıklığına uğramaktan kendimi alamadım. Ama sonunda
aklımı başıma devşirip, verdiğim kararları anımsayarak duygularımı
hemen hizaya getirdim, bu geçici zayıflığı yendim. Mr. Rochester’ın
yapıp ettikleri beni zerrece ilgilendirmezmiş gibi, merak duymaya
paydos ettim. Bu arada aşağılık bir köle zihniyetiyle kendimi hor
gördüğümü sanmayın. Yalnız şöyle düşündüm: “Senin Thornfield’in
efendisiyle tek ilişkin yaptığın göreve karşılık maaşını almaktan, sana
gösterdiği saygıyı, yakınlığı öpüp başına koymaktan ibarettir. Onun da,
ikinizin arasında bundan daha başka bir ilişki düşünmediğine kalıbını
basabilirsin. Bu yüzden sen sen ol da onu ince duygularının ereği
yapma. Ne mutluluk, ne de acı duy onun uğruna. Sana göre değil o. Sen
kendine göre kişiler ara bul. Gönlünün, canının bütün gücüyle
hissettiği bir aşkı böyle bir armağanı istemeyen, değerini bilmeyecek
olan birine verme... Onurlu ol.”
Gündelik işlerimi sakin sakin sürdürüyordum, gene de durup
aklımdan kimi şeyler geçiyordu. Thornfield’den ayrılmam için nedenler
olduğunu düşünüyor, elimde olmadan ilanlar tasarlıyor, bulabileceğim
yeni yerler üstüne tahminler yürütüyordum. Bu düşüncelere gem
vurmak için hiçbir neden görmedim. İsterlerse filiz sürüp meyve
verebilirlerdi.
Mr. Rochester’ın gidişinden iki hafta sonraydı; postacı Mrs. Fairfax’e
bir mektup getirdi. Hanımcağız zarfın üstüne bakınca, “Efendimizden!”
dedi. “Dönüp dönmeyeceğini şimdi öğreneceğiz.”
O, zarftaki balmumunu açıp mektubu okuya dursun, ben de
kahvemden bir yudum aldım (kahvaltıdaydık çünkü), kahve sıcaktı,


yüzümü birden basan ateş dalgasını buna yordum. Ama elim neden
titriyordu, kahvenin yarısını neden tabağa döktüm... Orasını düşünmek
artık pek işime gelmedi.
Mrs. Fairfax, mektubu hâlâ gözlüğünün önünde tutarak, “Arada
yaşantımızın pek durgun oluşundan yakınırım, ama işte civcivli bir
yaşam sürmek fırsatına kavuşuyoruz,” dedi. “Hiç olmazsa bir süre için.”
Dudaklarımdan bir soru çıkmasına izin vermeden önce Adela’nın
çözük duran önlüğünü bağladım, tabağına bir çörek daha koyup
kupasını yeniden doldurdum, ancak ondan sonra hiç oralı değilmişim
gibi, “Mr. Rochester bu yakınlarda dönmüyor ya?” dedim.
“Hem de pek yakında dönüyor. Üç güne kadar dediğine göre
önümüzdeki perşembe. Hem de yalnız gelmiyor. Leas’deki kibar
takımının çoğunu yanında getiriyormuş. En güzel yatak odalarının
hazırlanmasını, kütüphaneyle salonların düzeltilmesini söylüyor.
Millcote’taki George Hanı’ndan, daha başka bulabildiğim yerlerden
mutfak için yedek yamaklar alacakmışım. Hanım konuklar kendi oda
hizmetçilerini, beyler de uşaklarını getireceklerine göre, evimiz dolup
taşacak demektir.”
Kahvaltısını acele bitirerek, işe başlamak üzere apar topar gitti.
Bu üç gün, Mrs. Fairfax’in dediği gibi, iyice civcivli geçti. Ben
Thornfield’deki bütün odaların gıcır gıcır temiz, mum gibi derli toplu
olduğunu sanırdım; yanılmışım! Temizlik için üç kadın tutuldu.
Böylesine yer fırçalama, duvar silme, halı dövme, ayna, lamba cilalama...
Böylesine çarşaf, kuştüyü yorgan havalandırma ben ömrümde o zamana
değin görmemiştim... Ondan sonra da görmedim! Bütün bu telaş
arasında Adela deliye dönmüştü. Yapılan hazırlıkları, gelecek olan
konukları düşünmek onu sevinçten, heyecandan sarhoşa çevirmiş
gibiydi. İlle “tuvalet”lerini (elbiselerine böyle diyordu), gözden geçirsin,
modası geçmiş olanları yenilesin, giyebileceklerini havalandırsın diye
Sophie’nin başının etini yiyordu. Ama kendisi odalarda cirit atıp
yatakların üzerinde sıçramaktan, şöminelerde gürül gürül yanan
ateşlerin önünde havalansın diye serilen şiltelerin, yastıkların üzerinde
yatıp yuvarlanmaktan başka bir iş yapmıyordu. Okul ödevlerinden
kurtulmuştu; çünkü Mrs. Fairfax beni de askere almış durumdaydı.
Bütün gün kilerde aşçı kadınla ona yardım ediyor (ya da ayak bağı
oluyor); börek, çörek, pasta yapmasını, hindileri, av kuşlarını doldurup
dikmesini, tatlı tabaklarının üstünü süslemesini öğreniyordum.


Kafile perşembe günü akşamüzeri, saat altıda masaya oturmak
üzere bekleniyordu. Bu arada korkulu düş görmeye vakit bulamadım.
Adela’dan başka herkes kadar neşeli, çalışkan olduğuma inanıyordum,
ama gene de ara sıra neşemin söndüğü oluyordu; kuşku, kuruntu,
ürküntü dolu havalara kapılmaktan kendimi alamıyordum. Hele
üçüncü kat merdivenin önündeki kapının (bu kapı son zamanlar hep
kilitli duruyordu), yavaş yavaş açıldığını, Grace Poole’un dışarı çıktığını
görünce! Hanım, hanımcık başlığı, beyaz önlüğü, boynunda mendiliyle
koridor boyunca sessizce ilerliyor, arı kovanı gibi işleyen, altı üstüne
gelmiş yatak odalarından birine kafasını uzatarak işçi kadınlara, örneğin
ocak ızgaralarını ovmak, mermer temizlemek, duvar üzerindeki lekeleri
silmekle ilgili biraz öğüt veriyor, sonra gene geçip gidiyordu. Böylece,
günde bir kez mutfağa inip yemeğini yiyor, ateş başında ufak bir pipo
tüttürüyor, sonra eline şarap sürahisini alarak, o iç karartıcı üçüncü
katta başını dinlemeye gidiyordu. Yirmi dört saatin yalnız bir saatini
aşağıda arkadaşlarının arasında geçiriyordu. Ömrünün bütün geri kalan
saatleri üçüncü kattaki basık tavanlı, meşe atkılı bir odada, dikişinin
başında geçiyordu... Zindanda bir mahpus kadar yapayalnız! İşin en
acayip yönü şuydu ki evde onun gidiş gelişlerini merak edip yadırgayan
benden başka kimse yok gibiydi. Onun evdeki yerini, işini konuşan, tek
başına kapanık yaşamasına acıyan kimse yoktu. Yalnız bir kez Leah ile
temizlikçi kadınlardan birinin Grace üstüne konuştuklarını duydum.
Leah benim anlamadığım bir şey söylemişti. Temizlikçi kadın da, “Ama
dolgun maaş alıyordur, değil mi?” diye sordu.
Leah, “Evet,” dedi. “Keşke benim maaşım da o kadar dolgun olsaydı!
Yüksünlük getirmiyorum ha... Thornfield’de cimrilik yoktur ama benim
aldığım, Grace’in aldığının beşte biri etmez. O aldığının bir bölümünü
de biriktiriyor. Her dört ayda bir Millcote’taki bankaya gidiyor. Daha
şimdiden, işten ayrılsa ömrünün sonuna kadar bakımını sağlayacak
parası olmuştur sanıyorum. Ama işine alışmış olsa gerek. Daha yaşı da
kırk bile yok. Gücü kuvveti yerinde, doğrusu. İşinden ayrılmaz daha.”
Kadın, “İyi çalışıyor, sanırım,” dedi.
Leah anlaşılmaz bir ifadeyle, “Ne yapması gerektiğini biliyor...
Ondan daha iyisi bulunamaz doğrusu,” dedi. “O paraya bile, onun yerini
dolduracak insan kolay kolay bulunmaz.”
“Ha şunu bileydin! Benim şaştığım şey, Beyefendi nasıl oluyor da...”
Temizlikçi kadın sözünü sürdürecekti ya, tam o sırada Leah dönüp


beni gördü, hemen kadını dürttü.
Kadının, “Bunun haberi yok mu?” diye fısıldadığını duydum. Leah,
“hayır” gibilerden başını salladı, laf da burada kesildi. Bütün bunlardan
benim çıkarabildiğim tek sonuç şu oldu: Thornfield Malikânesi’nde bir
sır vardı, benim bu sırrı öğrenmeme de bile bile engel olunuyordu.
Perşembe günü geldi çattı. Bütün işler bir akşam önceden bitmişti.
Halılar serilmiş, yatak perdeleri açılmış, kar gibi beyaz çarşaflar serilip
tuvalet masaları hazırlanmış, eşyalar cilalanmış, vazolara yığın yığın
çiçekler konmuştu. Yatak odaları da, salonlar da insan elinden
gelebileceği kadar iç açıcı ve renkli bir duruma sokulmuştu. Sofa gıcır
gıcır temizlenmişti. Merdivenin tırabzanıyla basamakları, o koca saat,
ayna parlaklığında cilalanmıştı. Yemek odasındaki büfe, bardakların,
tabakların ışıltısıyla parıl parıldı. Salonların her köşesinde sıcak
ülkelerde yetişen çiçeklerle yüklü vazolar göz alıyordu.
Öğleden sonra oldu: Mrs. Fairfax bayramlık siyah ipeklilerini,
eldivenini giydi, altın saatini taktı. Konukları buyur edip hanımlara
odalarını göstermek falan ona düşüyordu çünkü. Adela da ille giyinip
kuşanmak sevdasındaydı. Ben onun hemen o gün konuklarla tanışmaya
fırsat bulabileceğini ummuyordum, gene de gönlü hoş olsun diye
Sophie’nin ona o kısa bol etekli elbiselerinden birini giydirmesine izin
verdim. Bana gelince, sırtımı değiştirmeye gerek yoktu; çünkü ders
odasından ayrılmama gerek olmayacaktı. Bu oda şimdi benim için
gerçek bir sığınak olmuştu. Ilık, dingin bir bahar günüydü.... Mart
sonunda ya da nisan başında, yazın habercisi gibi parıl parıl yükselen o
az bulunur günlerden biri. Şimdi gün sona ermekteydi ama hava hâlâ
ılıktı, ben de ders odasında, pencereler açık olarak çalışıyordum.
Mrs. Fairfax, etekleri hışırdayarak içeri girdi. “Geç oldu,” dedi. “İyi ki
yemeği Mr. Rochester’ın dediğinden bir saat sonrası için tasarlamıştım.
Saat şimdi altıyı geçiyor. John’u bahçe kapısına gönderdim, bakalım
yoldan bir gelen var mı? Oradan Millcote yolunun büyük bir bölümü
görülebiliyor.” Pencereye giderek, “Hah, işte John!” dedi. Sonra dışarı
eğilerek sordu: “E, John, ne haber?”
John, “Geliyorlar, efendim,” dedi. “On dakikaya kadar burada
olurlar.”
Adela hemen pencereye koştu. Ben de onun yanına gittim, ama
yanda, perdeyi siper alarak, görünmeden görebilecek bir şekilde
durmaya dikkat ettim. John’un dediği on dakika pek uzun geldi bize.


Sonunda tekerlek sesleri duyuldu; araba yolunda dört atlı belirdi,
onların ardından da iki açık araba. Arabalardan uçuşan tüller,
dalgalanan uzun şapka tüyleri taşıyordu. Atlılardan ikisi genç, yakışıklı,
parlak görünüşlü erkeklerdi. Üçüncüsü, Mesrur adındaki siyah atının
üzerinde Mr. Rochester’dı. Kılavuz onun önünden koşup duruyordu.
Yanında da gene at üstünde bir kadın vardı. İkisi en öndeydiler. Kadının
mor binici giysisinin eteği yerleri süpürür gibiydi. Şapkasının tülü
rüzgârda upuzun dalgalanıyordu; tülün kıvrımlarına karışarak aradan
ışıl ışıl taşan gür, kuzguni siyah saçları vardı. Mrs. Fairfax, “Blanche
Ingram!” diye mırıldandı, sonra aşağıya, onları karşılamaya koştu.
Kafile araba yolunun dönemecini dolanarak çok geçmeden köşeyi
döndü, gözden yitti. Adela aşağıya inmek için yalvarmaya başlamıştı,
ama ben onu dizime oturttum; ne şimdi, ne de başka bir zaman
konukların yanına gitmeyi aklına getirmemesini, çağrılmadan giderse
Mr. Rochester’ın çok kızacağını anlattım. Biraz ağlayıp sızlanmaktan
geri kalmadı ne var ki, benim kaşlarımı iyice çattığımı görünce gözlerini
silmeye razı oldu. Şimdi sofadan neşeli gidip gelme sesleri taşmaya
başlamıştı. Beylerin kalın sesleriyle hanımların billur sesleri büyük bir
uyumla birbirine karışıyor, Thornfield Malikânesi’nin efendisinin, kibar
ve güzel konuklarına hoş geldiniz diyen o derin sesi, yüksek
çıkmamakla birlikte bütün öteki seslerin arasından ayırt edilebiliyordu.
Derken, hafifçecik ayak sesleri merdiveni çıktı, balkonlu koridorda çevik
adımlarla yürüdü, alçak sesle neşeli gülüşmeler duyuldu. Kapılar açıldı,
kapandı, sonra bir süre için, sessizlik. Kulak kesilerek bütün kımıltıları
izlemiş olan Adela, “Elles changent de toilettes,
47
diye görüşünü belirtti,
şöyle bir göğüs geçirdi: “Chez maman, quand il y avait du monde, je les

Download 1.77 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   36




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling