Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti


(Fr.) Elbise değiştiriyorlar. (Y.N.) 48


Download 1.77 Mb.
Pdf ko'rish
bet20/36
Sana25.02.2023
Hajmi1.77 Mb.
#1229882
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   36
Bog'liq
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s

47. (Fr.) Elbise değiştiriyorlar. (Y.N.)
48. (Fr.) Annemin yanındayken, konuk gelince onların peşinden giderdim, salona, odalarına kadar; çoğu z aman
hiz metçilerin hanımları giydirmelerini seyrederdim. Öyle hoştu ki! İnsan böyle öğreniyor. (Y.N.)
49. (Fr.) Acıktı, matmaz el! Beş-altı saat var ki yemek yemedik. (Y.N.)


50. (Fr.) O z aman ne yaz ık olur! (Y.N.)
51. (Fr.) Bu güz el çiçeklerden bir tane alamaz mıyım, matmaz el? Sırf tuvaletimi süslemek için. (Y.N.)
52. (Fr.) Naz ik, küçük yüz . (Y.N.)
53. (Fr.) İyi günler, hanımlar. (Y.N.)
54. (Fr.) Daha iyi ya! (Y.N.)
55. Riz z io, Hepburn: David Riz z io, İskoçya Kraliçesi Mary’nin sekreteri ve büyük olasılıkla âşığıydı. Kraliçe’nin
ikinci kocası Lord Darnley onu öldürttü. Ama Darnley de, sonradan Mary’nin üçüncü kocası olacak olan
Bothwell Lordu James Hepburn’un emriyle öldürüldü. (Y.N.)
56. (İt.) Canlı, ruhlu. (Y.N.)
57. (Fr.) Sakın ha! (Y.N.)


XVIII
Thornfield Malikânesi’nde yaşam şimdi pek neşeli geçiyordu, hem
de son derece hareketli. Çatısının altında geçirdiğim dinginlik,
tekdüzelik, tenhalık dolu o ilk üç aydan nasıl da bambaşkaydı şimdi!
Artık evin havasında hiçbir üzüntü, sıkıntı kalmamıştı; sabahtan
akşama değin her yer cıvıl cıvıl yaşam kaynıyordu. Bir zamanlar çıt
çıkmayan balkonlu koridordan, içlerinde in cin top oynayan ön
odalardan ne zaman geçseniz mutlaka şık oda hizmetçileriyle ya da iki
dirhem bir çekirdek uşaklarla karşılaşıyordunuz.
Mutfak, kiler, hizmetçilerin bölüğü, sofalar da öyle, yaşam ve
hareket doluydu. Ancak güzel bahar günlerinin mavi gökleri, tatlı
güneşi içeridekileri bahçeye çektiği zaman salonlar bomboş kalıyordu.
Hava bozup da birkaç gün sürekli yağmur yağınca bile evin içindeki
neşe bulutlanmadı. Açık hava eğlencelerinin sona ermesine karşılık ev
içinde düzenlenen eğlentiler daha canlandı, çeşidi daha bollandı.
İlk akşam, yeni bir eğlence önerildiğinde, ne yapacaklarını merak
ettim. “Sessiz oyun” oynamaktan konuşuyorlardı, ama ben bunun ne
olduğunu bilmiyordum. Uşaklar çağrılıp yemek masaları yanlara çekildi,
kemerin karşısına bir yarım çember yaparak dizildi. Mr. Rochester’la
öteki beyler bu işe göz kulak olurken hanımlar da yukarı kata çıkıp
iniyor, hizmetçilerini çağırıyorlardı. Mrs. Fairfax’i de çağırdılar; evde şal,
tuvalet, örtü gibi neler bulunabileceğini sordular. Üçüncü kattaki kimi
eski dolaplar karıştırıldı, içlerindeki eskiden kalma kasnaklı, simli
içetek, saten yelek, dantel yaka gibi şeyler, oda hizmetçilerinin
kucağında, yığın yığın aşağıya taşındı. Sonra bunlardan işe yarayacak
olanlar seçilerek büyük salona alındı. Bu sırada efendimiz hanımları
yanına toplamış, kendi takımından olacakları seçiyordu.
Miss Ingram, “Benim, elbette,” dedi, sonra Eshton’ların kızlarıyla
seçti. Bir de benden yana baktı. Bir rastlantıyla yakınındaydım; çünkü
Mrs. Dent’in bileziğinin açılmış olan klipsini kapatıyordum. “Sen de
oynar mısın?” diye sordu. “Hayır” der gibi başımı salladım. O da


üstelemedi. Tutturacak diye pek korkmuştum ama her zamanki köşeme
çekilmeme izin verdi.
Efendimle takımı perdenin arkasına geçtiler. Albay Dent’in
başkanlığındaki öbür takım da hilal biçimi dizilmiş olan sandalyelere
geçip oturdular. Mr. Eshton bu arada beni görmüştü. Sanırım beni de
aralarına almalarını önerdi; ama Lady Ingram hemen buna karşı geldi.
“Yok, yok, pek aptal bir hali var; aklı ermez bu oyuna,” dediğini
duydum.
Çok geçmeden bir çıngırak çalındı, perde kalktı. Kemerin altında
Sir George Lynn’in iri yarı yapısı beyaz bir çarşafa bürünmüş olarak
duruyordu. Önündeki masada açık bir kitap vardı, yanında da, Mr.
Rochester’ın pelerinine bürünmüş, eli kitaplı, Amy Eshton görülüyordu.
Dışarıdan birisi çıngırağı neşeyle şıngırdattı, vasisinin takımına katılmak
için direnmiş olan Adela, kolundaki sepetin içinden dört bir yana
çiçekler saçarak ilerledi. Onun arkasından da Blanche Ingram’ın
beyazlar giymiş şahane endamı göründü: Başında uzun bir duvak,
alnında gülden bir çelenk. Yanında da Mr. Rochester geliyordu. Masaya
yanaştılar. Yere diz çöktüler. Beyazlar giymiş olan Mrs. Dent’le Louisa
Eshton da onların arkasında yerlerini aldılar. Dilsiz oyunu gibi bir tören
yapıldı ki bunun bir nikâh pantomimi olduğunu anlamak pek kolaydı.
Sonunda Albay Dent’le takımı bir-iki dakika fısıldayarak görüştüler.
Albay, “Gelin bu!” diye bağırdı.
Rochester eğilerek onu selamladı, perde indi. Yeniden açılıncaya
kadar epey zaman geçti.
Bu kez geçen seferkinden daha ayrıntılı hazırlanmış bir sahne
ortaya çıktı. Daha önce de söylediğim gibi, oturma salonuna yemek
odasından iki basamakla çıkılıyordu. Şimdi ikinci basamağın üzerinde,
biraz geride kocaman bir mermer tekne gözüme çarptı. Bunun
limonluktan getirildiğini anladım; çünkü hep orada, yabancı bitkiler
arasında durur, içinde mercan balıkları yüzerdi. Getirilmesi çok
zahmetli olmuş olsa gerekti; çünkü hem kocaman, hem de pek ağırdı.
Bu teknenin yanı başında, bir halının üzerine oturmuş olarak, Mr.
Rochester görülüyordu; şallara bürünmüş, başı türbanlı, o koygun
gözleri, esmer teni, bir Pagan’ı andıran yüz çizgileri, bu kostüme
bütünüyle uymuştu. Tam bir Arap sultanını andırıyordu. Derken, ortaya
Miss Ingram çıktı. O da Şark stilinde giyinmişti: belinde kırmızı kuşak,
başında işlemeli örtü. O güzel, dökme kolları çıplaktı. Bir kolunu


başında zariflikle taşıdığı testiyi tutmak için kaldırmıştı. Yapısı, yüzü,
rengi, edasıyla Tevrat’ta adı geçen İsrailoğulları prenseslerini
andırıyordu; canlandırdığı kişi de bunlardan biri olsa gerekti. Tekneye
gidip eğilerek testisini dolduruyormuş gibi yaptı, sonra gene başının
üzerine koydu. Kuyu başındaki adam şimdi onun karşısına dikilmiş bir
şeyler ister gibiydi. Kadın testisini indirerek ona biraz su verdi.
58
Adam
da bunun üzerine maşlahının koynundan bir kutu çıkarıp açtı, içindeki
nefis bileziklerle küpeleri göz önüne serdi. Kadın şaşkınlık, hayranlık
belirtti. Adam yere diz çökerek bu takıları onun ayakları dibine serdi.
Kadının yüzü, davranışları inanmazlıkla sevinç yansıtıyordu. Adam
bilezikleri onun kollarına, küpeleri kulaklarına geçirdi. Bu Eliyezer’le
Rebeka’nın canlandırılmasıydı. Sahneyi tamamlamak için bir develer
eksikti! Karşı takım gene baş başa verdi. Besbelli bu sahnenin
simgelediği sözcük ya da hecenin ne olduğunda bir anlaşmaya
varamamışlardı. Temsilcileri olarak Albay Dent “tabloyu bütünü”yle
rica etti, bunun üzerine perde gene indi.
Perdenin üçüncü açılışında salonun ancak bir bölümü göründü, geri
kalan yerler koyu renkli, kaba dokulu perdelerle örtülmüştü. Mermer
havuz görünürlerde yoktu. Onun yerinde tahta bir masayla bir iskemle
duruyordu. Bütün şamdanlar söndürülmüş, eşyaları yalnızca ölgün bir
fener ışığı aydınlatmaktaydı. Bu sefil manzaranın orta yerinde,
yumruklarını dizine dayamış, gözlerini yere dikmiş, bir adam
oturuyordu. Kir pas içindeki yüzüne, kavgada paralanmışa benzeyen
yırtık pırtık kılığıyla yüzündeki korkunç ifadeye, başındaki kaba kıllı,
fırça gibi perukaya karşın efendimi tanıdım. Yerinden kımıldayınca bir
zincir şakırdadı. Elleri kelepçeliydi.
Albay Dent, “Bridewell!”
59
diye bağırdı; bilmece de çözülmüş oldu.
Oyuncular kostümlerini çıkarıp kendi kılıklarına büründükten
sonra yemek salonuna döndüler. Mr. Rochester’la Blanche Ingram yan
yanaydılar. Blanche onun rol yapma yeteneğini övüyordu: “Biliyor
musunuz... Yarattığınız üç rolden en çok sonuncusunda beğendim sizi.
Ah, daha önceki çağlarda dünyaya gelmiş olaymışsınız ne harika bir
kibar haydut olurmuşsunuz, kim bilir!”
Efendim yüzünü Blanche’a doğru dönerek, “Yüzümdeki bütün isler
çıkmış mı?” diye sordu.
“Ne yazık ki evet! Pek de yazık olmuş! Eşkıyalık size pek yaraşmıştı
doğrusu!”


“Demek yol kesen haydutlara karşı sempatiniz var sizin?”
“Bir İtalyan haydut bulamazsam İngiliz kahramana razı olurum.
Ama Doğulu bir korsanı hepsine yeğ tutarım, doğrusu!”
“Ben ne olursam olayım, siz benim karım olduğunuzu aklınızdan
çıkarmayın. Daha bir saat önce, bütün bu tanıkların huzurunda nikâh
kıyıldı.” Blanche kıpkırmızı kesildi; kıkır kıkır bir güldü.
Mr. Rochester, “Şimdi Dent, sıra sizde,” dedi. Albay Dent’in takımı,
perde arkasına çekilirken Mr. Rochester’ın takımı da boşalan
sandalyelere yerleşti. Blanche başkanın sağına geçti, ötekiler de iki yana
dizildiler. Ben oyuncuları seyretmiyordum artık; perde açılsın diye
sabırsızlanmıyordum. Dikkatim seyircilere takılmıştı şimdi. Deminden
beri perdelerden ayrılmayan gözlerimi şimdi de sandalyelerden yana
dikmiştim. Albay Dent’le takımı ne gibi sahneler canlandırdılar, hangi
sözcükleri seçtiler... Unuttum gitti. Yalnız, her sahneden sonraki
görüşmeler hâlâ belleğimde: Mr. Rochester’ın Bianche’tan, onun da Mr.
Rochester’dan yana döndüğünü, Blanche’ın başının da Mr.
Rochester’dan yana iyice eğildiğini görür gibi oluyorum. Öyle ki saçları
onun omzuna, hatta yanaklarına değiyordu! Fısıldaşmaları kulağımda,
bakışmaları hâlâ aklımdadır; bu görüntünün içimde uyandırdığı
duyguları bile hâlâ anımsarım.
Söylemiştim size, efendimi elimde olmadan sevmeye başladığımı.
Sevmekten vazgeçmek elimde değildi artık. İstediği kadar o benim
varlığımı bile unutmuş olsun; saatler saati aynı odada bulunduğumuz
halde bana bir kez bile bakmasın. İstediği kadar bana eteğinin ucuyla
bile dokunmaktan kaçınan, beni şöyle bir görse pis bir şey
görmüşçesine hemen başını çeviren anlı şanlı bir hanımefendiye
kendini kaptırmış olsun... Onu sevmekten vazgeçmek elimde değildi.
İstediğim kadar onun bu hanımefendiyle yakında evleneceğinden emin
olayım; istediğim kadar bundan o hanımefendinin de her gün biraz
daha emin olduğunu, iyice gururlandığını bileyim; istediğim kadar
efendimin günün her saatinde bu kadına kur yaptığını göreyim... Evet,
alışılmış yollu bir kur yapmak değildi bu; çünkü efendim umursamaz
davranıyor, kendisi kızın üstüne düşeceğine, üstüne düşülmesini
bekliyordu. Ne var ki onun bu umursamazlığı, bu kendine güveni
Blanche’ı büsbütün sarar, büyüler gibiydi.
Bu durumda üzüntü, umutsuzluk yaratacak çok şey vardı, ama
sevgiyi azaltıp söndürecek hiçbir şey yoktu. Düşünürseniz kıskançlık


yaratacak çok şeyler de vardı bu durumda... Yani, benim konumumda
bir kız Blanche gibi bir kadını kıskanmak küstahlığını gösterebilirse!
Ama ben kıskanmıyordum onu; daha doğrusu, pek seyrek
kıskanıyordum. Çektiğim acının adına kıskançlık denemezdi; çünkü
Blanche’ı kıskanmaya değmezdi. Benim kıskançlığımı uyandırabilecek
düzeyde değildi o. Sözlerimin birbirini tutmayışını bağışlayın, ama
dediklerim içtendir. Blanche göz alıcı bir şeydi, ama “has” değildi.
Görünüş bakımından güzeldi, birçok parlak yetenekleri vardı; gene de
ruhu yoksul, gönlü yaradılıştan çoraktı. Gönlünün toprağında
kendiliğinden bitmiş hiçbir çiçek açmıyor, hiçbir dal zorlamadan meyve
vermiyordu. İyi yürekli olmadığı gibi gerçekten zeki de değildi;
kitaplarda okuduğu ağdalı cümleleri yineliyordu, hiçbir konuda
kendiliğinden bir görüşü yoktu. Çok duygulu olduğunu ileri sürüyor,
aslında anlayış, acıma nedir bilmiyordu. Sevecenlik, dürüstlük, bağlılık
diye bir şey yoktu onda. Zavallı Adela’ya nedense hiç kanı
kaynamamıştı, onu yok yere itelemekle duygusuzluğunu, taş
yürekliliğini çok zaman ortaya vuruyordu. Kızcağız ona sokulacak olsa
Blanche hemen kırıcı bir sözle onu itiyor, kimi kez odadan kovuyor, ona
karşı hep soğuk ve hoyrat davranıyordu. Onun kişiliğinin bu
belirtilerini benim gibi izleyen, hem de dikkatle, amansızca, hiçbir şeyi
kaçırmadan izleyen başka gözler de vardı. Evet, damat adayı Mr.
Rochester, evlenmek niyetinde olduğu kadını sürekli göz hapsinde
tutuyordu. İşte beni dinmez işkencelere boğan acı da onun bu dikkatli,
tetikte tutumundan, Blanche’ın bütün kusurlarının bilincinde
oluşundan, ona karşı en ufak bir ateşli duygu duymayışından
kaynaklanıyordu.
Görüyordum ki efendim onunla aile, mevki uğruna, belki de
unvanının hatırı için evlenecekti. Onun Blanche’a gönlünü kaptırmış
olmadığından, Blanche’ta da bu paha biçilmez hazineyi kazanabilecek
erdemler bulunmadığından emindim. İşte buydu işin püf noktası...
İnsanın kafasında düğümlenen, burgu gibi beyni oyan sorun, gitgide
yükselerek benliği saran humma ateşi buydu: Blanche Ingram, Mr.

Download 1.77 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   36




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling