Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti
partout au salon et à leurs chambres; souvent je regardais les femmes
Download 1.77 Mb. Pdf ko'rish
|
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s
suivais partout au salon et à leurs chambres; souvent je regardais les femmes
de chambre coiffer et habiller les dames, et c’était si amusant: Comme cela on apprend.” 48 “Karnın acıkmadı mı, Adela?” “Mais oui, mademoiselle. Voilà cinq ou six heueres que nous n’avons pas mangé.” 49 “Şimdi herkes odasındayken ben bir koşu aşağıya inip yiyecek bir şeyler alabilirim.” Sığınağımdan sakına sakına dışarı çıktım, dosdoğru mutfağa inen bir arka merdiven seçtim. Mutfak dünyasında her şey ateşten, telaştan oluşmaydı. Çorbayla balık hemen hemen hazır durumdaydı; tencerelerinin başında dört dönen aşçı kadın da ha patladı, ha patlayacak gibiydi! Hizmetçilerin odasındaki ocağın başında iki arabacıyla üç uşak vardı. Oda hizmetçileri yukarıda hanımların yanında olsalar gerekti. Millcote’tan tutulmuş olan yeni hizmetçiler de, çevrede dört dönüyorlardı. Bu karmaşanın arasında kendime bir yol açarak sonunda kilere vardım. Buradan bir söğüş piliç, bir francala, birkaç pasta, tabak, çatal, bıçak aldım. Bu ganimetlerle çarçabuk geri döndüm. Tam yukarıdaki balkonlu koridora varmış, arka merdivenin kapısını kapamak üzereydim ki gitgide yükselen bir mırıltı bana hanım konukların odalarından çıktıklarını bildirdi. Dersliğe ulaşabilmem için mutlaka onların kapılarının önünden geçip, elimde yiyeceklerle yakalanmam kaçınılmazdı. Bu yüzden, merdiven başında duraladım. Penceresiz olduğu için loştu burası... Hele güneş battığı, alacakaranlık basmaya başladığı için adamakıllı loştu. Şimdi odalar, içlerindeki güzel varlıkları birer birer dışarı vermeye başlamışlardı. Hepsi de alacakaranlıkta ışıl ışıl yanıp sönen elbiseleriyle uçar gibi, şen şakrak dışarı çıktılar. Bir an neşeli, tatlı, alçak seslerle konuşarak koridorun başında, hep bir arada durdular. Sonra, hemen hemen bir dağ yamacından aşağı kayan pırıltılı bir sis kadar sessiz, merdivenden indiler. Onları böyle hep bir arada görünce, ömrümde ilk kez gözümün önünde, soyluluk, zariflik dünyasına bakan bir pencere açılmış gibi oldu. Adela’yı aralık bıraktığı derslik kapısından dışarısını gözetlerken buldum. İngilizce olarak, “Ne güzel hanımlar!” diye bağırdı. “Ah, onların yanma gidebilsem! Acaba Mr. Rochester yemekten sonra bizi çağırtır mı dersiniz?” “Çağırtacağını hiç sanmıyorum. Mr. Rochester’ın şimdi bizi düşünecek zamanı yok. Bu gece konuk hanımları unut sen artık. Belki yarın görebilirsin. Şimdi yemeğini ye.” Karnı çok acıkmıştı. Piliçle pastalar bir süre onun dikkatini kendi üzerlerine topladılar. İyi ki mutfağa inip bu yağmayı yapmışım, yoksa Adela da, ben de, yemeğimizi paylaşan Sophie de aç kalacakmışız; çünkü aşağıdakiler o kadar meşguldüler ki bizi unutmuşlardı! Beylerle hanımların tatlılarına ancak saat dokuzdan sonra sıra geldi. Saat onda bile uşaklar hâlâ tepsilerle, kahve fincanlarıyla koşuşup duruyorlardı. Adela’nın her zamandan daha geç saate kadar oturmasına izin verdim; çünkü aşağıda kapılar açılıp kapanır, koşuşmalar, girip çıkmalar olurken gözüne uyku girmeyeceğini söylüyordu. Hem sonra, tam o soyunmuşken Mr. Rochester’dan çağrı gelmesi olasılığını da unutmuyor, “Et alors quel donimage!” 50 diyordu. Sabrı tükeninceye kadar masal anlattım ona. Sonra, bir değişiklik olsun diye, koridora çıkardım. Sofadaki avize yakılmıştı, tırabzandan aşağı sarkarak uşakların gelip geçmesini seyretmek onu pek eğlendiriyordu. Geç saatte salondan müzik sesi taşmaya başladı. (Piyanomuz salona götürülmüştü.) Şarkıları dinlemek için merdivenin en üst basamağına oturduk. Biraz sonra çalgının zengin notalarına bir şarkı sesi karıştı. Şarkıyı söyleyen bir hanımdı, sesi de pek güzeldi. Bu solodan sonra bir düet başladı; sonra da salondakiler hep bir ağızdan neşeli bir şarkı söylediler. Şarkıların arasını gülüşlü konuşmalar dolduruyordu. Uzun zaman dinledim bu şarkıları, sonra birden algıladım ki aklım, fikrim salondan taşan sesleri incelemekte, bu karmakarışık ezgilerin arasından Mr. Rochester’ın sesini seçip çıkarmaktaydı. Bunu başardığım zaman da, uzaktan uzağa, onun söylediği heceleri birbirine ekleyerek sözlerini anlamaya çalışıyordum. Saat on biri vurdu. Başını omzuma dayamış oturan Adela’ya baktım: Gözkapakları ağırlaşmıştı. Bunun üzerine, onu kucağıma aldım, götürüp yatırdım... Konuklar yatak odalarına çekildikleri zaman saat bire geliyordu. Ertesi gün de hava güzeldi; konuklar o dolaylardaki güzel manzaralı bir yere gezmeye gittiler. Kimi atla, kimi arabayla, öğleden hemen sonra yola çıktılar. Onların hem gidişini, hem dönüşünü seyrettim. Blanche Ingram gene at binmiş tek kadındı; Mr. Rochester da atını gene onun yanında sürüyordu. Bu ikisi ötekilerden biraz ayrı gidiyorlardı. Bu durumu, benimle birlikte pencereden bakmakta olan Mrs. Fairfax’e gösterdim. “Mr. Rochester’ın onunla evlenmeyi düşünmediğini söylemiştiniz,” dedim. “Ama görüyorsunuz ya, onu öteki hanımlardan ayırdığı gün gibi ortada.” “Öyle olsa gerek. Blanche’ı çok beğendiği kuşku götürmez.” “O da onu beğeniyor besbelli,” dedim. “Bakın, nasıl başını ona yaklaştırıyor, gizli gizli bir şeyler konuşur gibi. Ah, bir de yüzünü görebilseydim! Görmek nasip olmadı daha.” Mrs. Fairfax, “Bu gece görebileceksin,” dedi. “Adela’ nın hanımlarla tanıştırılmayı ne kadar dilediğini Mr. Rochester’a, laf arasında söylemiştim. ‘Yemekten sonra salona gelsin öyleyse; Jane Eyre de onun yanında bulunsun,’ dedi.” “Nezaket olsun, diye söylemiştir. Benim gitmeme gerek yok sanırım.” “Ben senin kalabalığa pek alışık olmadığını, bir sürü yabancı içine çıkmayı belki de istemeyeceğini belirttim, ama o, her zamanki kesinliğiyle, hemen, ‘Saçma! İtiraz ederse benim bunu özellikle istediğimi söylersiniz. Daha da direnirse benim gelip onu zorla getireceğimi bildirin!’ dedi.” “Onu bu derece zahmete sokmam,” diye gülümsedim. “Başka çare yoksa giderim ama hiç canım istemiyor. Siz orada bulunacak mısınız, Mrs. Fairfax?” “Yok, ben gelmeyeyim diye rica ettim: Beyefendi de ricamı kabul etti. Bence bu işin en tatsız yönü o kadar insanın gözü önünde içeriye girmektir; ben sana bundan nasıl kaçınabileceğini öğreteyim. Salona daha boşken, konuklar masadayken girersin. Şöyle ayakaltı olmayan, kuytu bir köşe seçersin kendine. Beyler şaraplarını bitirip hanımların yanına geldikten sonra pek kalmasan da olur... Canın istemiyorsa. Mr. Rochester senin orada olduğunu görsün, sonra usulca kaçar gidersin. Kimsecikler farkına varmaz.” “Bu insanlar burada uzun zaman kalacaklar mı dersiniz?” “Bilemedin iki-üç hafta. Daha uzun kalmazlar. Sir George Lynn geçenlerde Millcote’ta milletvekili seçildi. Paskalya tatilinden sonra parlamentoya gidecek. Mr. Rochester da onunla gider, sanırım. Zaten bu kez böylesi uzun kalışına şaşıyorum.” Öğrencimle birlikte salona gideceğimiz saat yaklaştıkça biraz heyecana kapılmaktan kendimi alamıyordum. O akşam konuk hanımlarla tanışacağını öğrendikten sonra Adela bütün gün sevincinden uçmuştu; ancak giyinme töreni başlayınca duruldu. Bu işin önemi onu hemen ağırlaştırdı. Lüleleri yapılıp pembe saten elbisesinin kuşağı bağlandığı, parmaksız dantel eldivenleri eline geçirildiği zaman artık küçükhanımın ciddilikten yanına varılmıyordu. Ona, “Elbiseni bozma!” diye uyarıda bulunmaya gerek mi var? Hazırlanma bitince, eteği buruşmasın diye elbisesini kaldırarak sandalyesinin üzerine dikkatle tünedi, ben hazırlanıncaya değin de yerinden kımıldamayacağını bildirdi. Benim hazırlanmam da işten bile değildi! Miss Temple’ın düğünü için yapmış olduğum, sonra hiç giymediğim lame elbisemi sırtıma geçirerek tek süs eşyam olan inci iğnemi takmak çok kısa sürdü. Sonra aşağı indik. Neyse ki salona giden tek yol yemek odasından geçmiyordu; yan kapıdan girdik. Salonu bomboş bulduk. Mermerli şöminede alevli bir ateş sessiz sessiz yanmakta, masaları süsleyen nefis çiçeklerin yanı sıra şamdanlar yapayalnız bir görkemle parlamaktaydı. Kemerin perdeleri indirilmişti. Gerçi bu incecik bir duvar oluşturuyordu, gene de masa başındakiler öyle usul seslerle konuşuyorlardı ki sözleri ayırt edilemiyor, ancak huzur verici bir mırıltı kulağa çarpıyordu. Hâlâ ciddiliğinden hiçbir şey yitirmemiş olan Adela, gösterdiğim iskemleye hiç ses çıkarmadan oturdu. Ben de masalardan birinin üzerinden bir kitap alarak pencerenin içine gidip oturdum. Kitabı okumaya çalıştım. Adela iskemlesini alıp geldi, ayağımın dibine oturdu. Çok geçmeden dizimi dürttüğünü duydum. “Ne var, Adela?” Download 1.77 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling