Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti


(Fr.) Genç daha. (Y.N.) 96


Download 1.77 Mb.
Pdf ko'rish
bet36/36
Sana25.02.2023
Hajmi1.77 Mb.
#1229882
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36
Bog'liq
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s

95. (Fr.) Genç daha. (Y.N.)
96. Tanrıça Venüs’ün kör ve topal kocası, ateş tanrısı Vulcanus. (Y.N.)


XXXVIII
Sevgili okurum, evlendim onunla. Sessiz sedasız evlendik. Nikâhta
ikimizden, bir de papazla yazmandan başka kimse yoktu. Kiliseden
dönünce çiftlik evinin mutfağına girdim. Mary yemek pişirmekte, John
da bıçakları temizlemekteydi.
“Mary, bu sabah Mr. Rochester’la ben evlendik,” dedim.
Kâhya kadınla kocası, efendiden olmakla birlikte, heyecansız,
durgun kişilerdi; onlara tutup en şaşılacak haberi de verseniz çığlıklarla
kulağınızın zarını delmeleri, sizi bir sürü lafa boğmaları gibi bir tehlike
yoktu. Gene de benim bu haberim üzerine Mary başını kaldırıp aval
aval yüzüme bakmadı değil. Elindeki kepçe uzun bir süre havada asıldı
kaldı. Gene o süre boyunca John da bıçakları parlatma işine ara verdi.
Sonra, Mary gene pişirdiği piliçlerin üzerine eğilerek,“Öyle mi,
Küçükhanım? Bak hele!” dedi. Birkaç dakika sonra da, “Efendiyle
çıktığınızı gördüm, ama kiliseye, evlenmeye gittiğinizi bilmedim,”
diyerek yemeğini pişirmesini sürdürdü.
Baktım, John, otuz iki dişini göstererek sırıtıyordu:
“Mary’ye demiştim ben, işin buraya varacağını! Mr. Edward’ın
kafasından geçeni biliyordum. Çok beklemeyeceğini de biliyordum.
Bana kalırsa pek de iyi etti. Dilerim mutlu olursunuz, efendim!”
Nezaket gereği olarak, alnındaki perçemi şöyle bir çekiştirdi.
“Eksik olma, John. Mr. Rochester seninle Mary’ye şunu gönderdi.”
John’un eline beş sterlinlik bir kâğıt para tutuşturdum, karşılık
beklemeden dışarı çıktım.
Bir süre sonra gene mutfak kapısının önünden geçerken şu sözler
kulağıma çarptı: “Bu kız ona tanıdığı bütün o kibar hanımefendi
takımından daha uygun. Belki ahım şahım güzel değil, ama çirkin hiç
değil. Pek de iyi bir hanım. Sonra, Beyefendinin gözünde bir içim su
olduğu da belli... Bu kadarını kim olsa görebilir!..”
Kır Evi’ne, Cambridge’e de hemen birer mektup yazarak haberi
verdim. Diana ile Mary beni candan kutladılar. Diana bana balayının


sonuna kadar vakit tanıdığını, sonra beni görmeye geleceğini yazıyordu.
Mektubu kendisine okuduğum zaman kocam, “O zamana kadar
beklemese iyi olur, Jane,” dedi. “Yoksa çok geç kalabilir; çünkü bizim
balayımız ömür boyunca sürecek; ancak senin ya da benim mezarımız
başında sona erecek.”
St. John haberi nasıl karşıladı, bilemeyeceğim. Evlendiğimi
bildirdiğim mektuba karşılık vermedi. Altı ay sonra ondan bir mektup
aldım: Kocamın adından, evlenmiş olmamdan hiç söz etmiyordu. İfadesi
soğukkanlı, çok ciddi olmakla birlikte iyilik doluydu. O günden sonra,
çok sık yazmadıysa da, mektubunu hiç eksik etmedi. Hep benim
mutluluğumu diliyor, “Umarım salt dünyevi şeyleri önemseyerek
Tanrısız yaşayanlardan biri olup çıkmazsın,” diye dileklerde bulunuyor.
Küçük Adela’yı unutmuş değilsiniz ya? Ben unutmamıştım:
Evlendikten az sonra okuluna gidip onu görebilmek için kocamdan izin
istedim. Kızcağızın beni görünce kapıldığı çılgın sevinç gözlerimi
yaşarttı. Solgun, zayıf görünüyor, okulda mutlu olmadığını söylüyordu.
Okulun kurallarını, derslerinin o yaştaki bir çocuk için aşırı ağır
olduğunu gördüm ve onu yanıma alıp eve getirdim. Niyetim ona gene
mürebbiyelik etmekti, ama bunun kolay yürümeyeceğini çok geçmeden
anladım. Artık bütün zamanımla özenimi kocama vermek
zorundaydım; bunlara o muhtaçtı. Ben de Adela için daha az sıkı, bize
daha yakın bir okul buldum. Adela’yı orada sık sık gidip görebilecek,
ara sıra alıp eve getirebilecektim. Hiçbir şeyinin eksik olmaması için
elimden gelen özeni gösterdim, o da az zamanda yeni okulunu iyice
benimsedi, sevdi, çok mutlu oldu. Derslerinde de güzel ilerliyordu. Yaşı
büyüdükçe, aldığı bu sağlam İngiliz terbiyesi sayesinde Fransız
hoppalıklarının çoğundan vazgeçti, okulu bitirince de benim için
sevimli, cana yakın bir arkadaş olup çıktı. İyi huylu terbiyeli, uysaldı.
Kendisine ufacık bir iyiliğim dokunmuşsa, Adela bana karşı gösterdiği
minnet dolu sevgiyle bunu çoktan ödedi sayılır.
Öyküm sonuna yaklaşıyor. Evlilik yaşantımdaki deneyimlerime,
adları bu öykümde en sık geçenlerin durumuna bir göz atayım, tamam.
Şu sırada on yıllık evliyim. Dünyada en çok sevdiği varlık için
yaşamanın, onunla birlikte yaşamanın ne olduğunu biliyorum. Kendimi
Tanrı’nın en mutlu –sözle anlatamayacak kadar mutlu– bir kulu
sayıyorum; çünkü kocam nasıl benim hayatımsa ben de kocamın bütün
hayatıyım. Dünyada eşiyle benim kadar kaynaşmış, onun etinin eti,


kanının kanı olmuş bir kadın daha bulunamaz. Ne ben Edward’la ne de
Edward’ım benimle birlikte olmaktan hiç usanmıyoruz. Bunun sonucu
olarak da hep bir aradayız. Bizim için bir arada olmak hem yalnızlığın
özgürlüğünü hem de beraberliğin neşesini bulmak demektir. Bütün gün
çene çalıyoruz desem yeri var. Birbirimizle konuşmak yalnızca yüksek
sesle düşünmek gibi geliyor bize. İçimden bütün geçenleri ben ona
anlatıyorum; o da bütün içindekileri bana anlatıyor. Yaradılış
bakımından birbirimize iyice dengiz; bunun sonucu da tam bir anlaşma
oluyor.
Evliliğimizin ilk iki yılını Edward kör olarak geçirdi. Bizi
birbirimize bu derece yaklaştırıp kaynaştıran belki de bu oldu. Çünkü
ben kocamın hem gözü, hem de sağ koluydum. Sözün tam anlamıyla.
Bana çok zaman, “Gözümün nuru,” derdi, bu deyimde bir abartma da
yoktu. Kocam doğayı, kitapları benim gözümle görüyordu artık. Ben de
onun hesabına bakmaktan, gördüğüm tarlaları, ağaçları, kasabaları,
ırmakları, bulutları, ışıkları sözle anlatmaktan hiç bıkıp usanmıyor,
gözlerinin görmediği şeyleri, kulakları yoluyla ona vermeye
çalışıyordum. Ona kitap okumaktan hiç bıkmıyordum. Onu gitmek
istediği yere götürmekten, yapmak istediğini onun yerine yapmaktan
bir an olsun usanç getirmiyordum. Bu gördüğüm hizmetlerde üzgünlük
payının yanı sıra dolu dolu, pek nefis bir tat da vardı; çünkü kocam bu
hizmetleri benden utanıp acı çekmeden, kendini küçük görmeden
isteyebiliyordu. Beni o derece gerçekten seviyordu ki benim
yardımımdan yararlanmak ona ağır gelmiyordu; çünkü biliyordu ki ben
de onu deli gibi seviyordum, yardımımı kabul etmesi beni en büyük
muradıma kavuşturmak demekti.
Evliliğimizin ikinci yılını doldurduğu sırada bir sabah Edward bana
bir mektup yazdırıyordu. Bir ara yanıma gelip üzerime doğru eğildi,
“Jane, boynunda parlak bir şey var mı?” diye sordu.
Altın bir saat zinciri takmıştım.
“Evet,” dedim.
“Sırtında da uçuk mavi bir elbise var, değil mi?”
Öyleydi. O zaman kocam, çoktandır bir gözündeki perdenin
hafiflediğini sandığını, şimdi artık bundan emin olduğunu söyledi.
Londra’ya gittik. Edward orada ünlü bir göz doktoruna göründü;
zamanla bir gözü görüş gücünü yeniden kazandı. İyice açık olarak
göremiyor elbette. Pek uzun okuyup yazamıyor ama artık yedilmeden


gezebiliyor. Gökyüzü onun için bir boşluk, yeryüzü karanlık bir bulut
değil artık. İlk çocuğunu kucağına verdikleri zaman oğlunun kendi
gözlerini almış olduğunu görebildi... İri, siyah, parıl parıl gözler.
Tanrı’nın, cezası kadar merhametinin de yaman olduğunu o gün bir kez
daha, yüreği dolup taşarak kabul etti.
İşte böyle, Edward’ımla ben mutluyuz. Sevdiklerimizin de
bizceleyin mutlu olması bizi büsbütün sevindiriyor. Diana da, Mary de
evlendiler. Bir yıl biz onları görmeye gidiyoruz, öbür yıl onlar bize
geliyorlar. Diana’nın kocası bir deniz yüzbaşısı... Filinta gibi, ateş gibi
bir subay, çok da iyi bir insan. Mary’nin kocası da, St. John’un
üniversiteden arkadaşı olan, kişilik bakımından da, mevki bakımından
da karısına layık bir papaz. Yüzbaşı Fitzjames de, Rahip Wharton da
karılarını çok seviyorlar, karıları da onları çok seviyor.
St. John Rivers’a gelince, İngiltere’den ayrıldı. Hindistan’a gitti,
kendine çizdiği yolda hâlâ ilerliyor. Ondan daha korkusuz, yılmaz bir
ülkü adamı düşünülemez! Kararlı, vefalı, azim ve hayat, heyecan dolu
olarak yürekten, candan çalışıyor, insanlığa hizmet etmek için elinden
geleni yapıyor. Belki hâlâ serttir, amansızdır, hırslıdır, ama her yaptığını
Tanrı aşkı için yapıyor. “İzimden yürüyecek olanlar kendi nefislerinden
vazgeçsin, kendi çarmıhını sırtlayıp peşime düşsün,” derken yalnızca İsa
adına konuşan havarinin buyruğunu dile getirir o. Onun hırsı dünyadan
kurtarılanların ilk safında yer almayı amaçlayan, Tanrı’nın tahtı önünde
hiç suçsuz ve hatasız duran çağırılmış, seçilmiş, vefalı Yüce Ruh’un
hırsıdır.
St. John evlenmedi. Daha da evlenmez. Şimdiye kadar kan ter
içinde çalışmakla yetindi. Yalnız, görevi artık sona eriyor. Yaşamının
şahane güneşi hızla günbatısına doğru inmekte. Ondan aldığım son
mektup gözlerimden insanca yaşlar boşandırdı ama yüreğimi ilahî bir
sevinçle doldurdu: St. John Tanrı’nın ödülüne kavuşacağı, has altından
tacını giyeceği günü bekliyormuş artık.
Biliyorum ki bundan sonra aldığım mektup bir yabancı eliyle
yazılmış olacak, bana Tanrı’nın en sonunda, bu vefalı, çalışkan kulunu
Cennet’e çağırmış olduğunu bildirecek. Bunun için ağlamak niye? St.
John’un son saatini ölüm korkusu karartmayacak... İçi rahat, huzuru
derin, yüreği pek, umudu parlak, inancı sağlam olacak. Kendi sözleri
bunu daha şimdiden belirtiyor:
“Yüce Efendimden haber geldi. Hemen her gün daha açık olarak:


‘Üzülme, çok yakında geliyorum,’ diye bildiriyor bana. Her geçen saat
de ben daha büyük bir sevinçle: ‘Amin!’ diyorum. ‘Gecikmeden gel,
Yüce İsa!’”

Document Outline

  • I
  • II
  • III
  • IV
  • V
  • VI
  • VII
  • VIII
  • IX
  • X
  • XI
  • XII
  • XIII
  • XIV
  • XV
  • XVI
  • XVII
  • XVIII
  • XIX
  • XX
  • XXI
  • XXII
  • XXIII
  • XXIV
  • XXV
  • XXVI
  • XXVII
  • XXVIII
  • XXIX
  • XXX
  • XXXI
  • XXXII
  • XXXIII
  • XXXIV
  • XXXV
  • XXXVI
  • XXXVII
  • XXXVIII

Download 1.77 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling