Hazirlayanlar


Tehcir Yıllarında İstanbul’da Sanat


Download 3.42 Mb.
Pdf ko'rish
bet28/41
Sana17.10.2017
Hajmi3.42 Mb.
#18082
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   41

Tehcir Yıllarında İstanbul’da Sanat

 Yıl 1915. Talat Paşa, Dâhiliye Nazırı. Harbiye Nezareti’nin başında da 

Enver Paşa var. İstanbul’da Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin hemen yanı 

başında Enver Paşa’nın önerisiyle yeni bir kurum da çalışmalara başlar. 

Merkez Ordu Sinema dairesi. Başında bir Leh Yahudisi Sigmund Weinberg 

vardır, yardımcısı da ilk Türk sinemacısı, o zaman teğmen olan Fuat Uz-

kınay. İlk konulu fi lm çekmek için gerekli izinler alınır. Arşak Benliyan’ın 

Millî Operet Kumpanyası’nda gösterilmekte olan Dikran Çuhaciyan’ın 

bestelediği, librettosunu Takvor Nalyan’ın yaptığı Leblebici Horhor Ağa 

opereti. Çoğunluğu Ermenilerden oluşan Benliyan topluluğuyla da anla-

şılır. Ancak çekimlerin ilerlediği bir aşamada baş roldeki oyunculardan 

birinin ölmesi üzerine yarım kalır. Benliyan’ın başka bir oyunu Himmet 



Ağa’nın İzdivacı çekilmeye başlanır. Bu kez oyuncuların önemli bir bölü-

mü savaş nedeniyle askere çağrılınca, 1916’da başlanan fi lm, Uzkınay ta-

rafından ancak 1918’de tamamlanır. Dikran Çuhaciyan’ın, 1875’te Rama-


399

Şule PERİNÇEK

zan ayının ilk gününde sahnelenen, o zamandan bu yana da aryaları dilden 

dile dolaşan, halk müziğinden esinlenerek bestelenmiş Leblebici Horhor 

Ağa operetini daha sonra Muhsin Ertuğrul, Ateşten Gömlek’i çektiği yıl 

Kemal Film adına ilk kez sessiz olarak 1923’te, sesli olarak da ikinci kez 

1934’te tekrar beyaz perdeye aktarmıştır. 1934 yapımı Leblebici Horhor 

Ağa fi lmi 1934 Ağustosu’nda Lido’da yapılan 2. Venedik Film Festivali’ne 

katıldı ve onur ödülü aldı. 

Muhsin Ertuğrul sahneye ilk Odeon Tiyatrosu’nda çıkmıştı. Ufak 

roller alıyor, pek de beğenilmiyordu. Bırakmak üzereydi ki, oyuncu arka-

daşlarından Vahram Papazyan’ın ısrarı üzerine Avrupa’ya gitti. O nedenle 

Papazyan’ın Muhsin Ertuğrul’un yaşamında özel bir anlamı vardır. 20 Ka-

sım 1922’de çevirdiği İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk fi lminde diğer birçok 

Ermeni sanatçının yanında ilk sahne arkadaşları Vahram Papazyan, Onnik 

Binemeciyan da oynadı. 

Çuhaciyan, Türkiye’de çok sesli müziğin önderi, geleneksel Türk 

mûsikîsi ezgilerine armoni ve Batı tekniğini uygulayan ilk besteci, Şark 

Musiki Cemiyeti adlı ilk müzik derneğinin kurucusu. İlk Türkçe opera-

nın, ilk Türkçe operet Arif’in Hilesi’nin bestecisi. Batılı kaynaklar ondan 

Türkiye’nin Verdi’si, Doğu’nun Offenbach’ı diye söz eder. Abdülhamit 

Batı kopyacılığı adına gerçi Saray’da Verdi’nin vatan sevgisini işleyen 

operalarını izliyordu, ama o kültür ve sanatın yerli üretimine karşıydı. 

Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre’sinin, Ahmet Mithat’ın Çerkes Öz-

denleri ve Çengi’sinin sahnelendiği Gedikpaşa tiyatrosunu kapatıyor; o da 

yetmiyor, iki yıl sonra da 400 belediye çavuşuyla bir gecede yıktırıp yerle 

bir ediyordu.

Çuhacıyan da Namık Kemal’lerle, Ziya Paşa’larla, Ahmet Vefi k’lerle, 

Tevfi k Fikret’lerle aynı kara listedeydi. Gerçi II. Abdülhamit için 1897’de 

Hamidiye Marşı’nı bestelemişti, ama Vatan yahut Silistre,  Zeybek Ope-

reti marşları da vardı; halkın içinden konuları, halk müziğini kullanıyor-

du.  Leblebici Horhor Ağa opereti Yunanistan’dan Mısır’a,  İngiltere’den 

Almanya’ya Romanya’ya birçok ülkede sahnelendi.

Ermenilerin Türkiye’de yalnız Batı tiyatrosunun Türkiye’ye yerleşme-

sine değil, geleneksel tiyatronun oluşmasında da katkıları olmuştur. Türk-

çe oynayan Ermeni tiyatro adamları için Metin And öylesine bizdendirler 



ki, onları Türk sayıyoruz diyor. Diğerleri zaten bir süre sonra Türkiye’den 

kopmuştur. 1870’de Türkçe oyunları oynama tekeli Sadarazam Ali Paşa’nın 

desteğiyle 10 yıllığına, yeni tiyatrolar açma, oyun sayısını artırma gibi bazı 


400

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

koşullarla Şura-yı Devlet umumî tezkeresi ve şartnamesiyle Güllü Agop’a 

verilir. Bir çeşit devlet tiyatrosu. Güllü Agop, Beyoğlu’na gitmekte zorla-

nanlar için Gedikpaşa’da ve Üsküdar’da tiyatro açmış, kadınlar için ayrı 

oyunlar düzenlemiş, kafesli localar yapmıştır. Bu localar bile Osmanlı top-

lumunda kadınların yeri konusunda büyük tartışmalara yol açmıştı. 

Aslında Ermeni kadınlarının sahneye çıkması, Ermeni toplumu içinde 

de hoş karşılanmıyordu. Ya 12-13 yaşında çocukları ya da Ermeni olmayan 

Hıristiyan kadınları oynatıyorlardı. İlk kadın oyuncu, İstepan Ekşiyan’ın 

Mühürdar’daki tiyatrosunda sahneye çıkan asıl adı Agavni Hamoyan olan 

Fanni’dir. Gönüllü oyunculardan sonra ilk profesyonel kadın tiyatro sanat-

çısı Arusyak Papazyan’dır. Türkçe’si de çok iyiydi. 

Ermeni oyuncuların telafuzlarının bozuk olması eleştiriliyordu. Namık 

Kemal ve Ali Bey, Osmanlı Tiyatrosu’nda Ermeni oyunculara ders vermiş, 

söyleyiş yanlışlarını düzeltmişlerdi. Tiyatroyu geliştirmek için kurulan ko-

mitede Namık Kemal de yer almıştır. Fasulyeciyan’ın kurduğu topluluk 

Edirne’de Vatan yahut Silistre’yi oynarken iki kadın oyuncu Hiranuş ve 

Hratçya arasında gerektiğinde vatanını kurtarmak için erkek kılığına girip 

cepheye koşacak kadar gözü pek ve vatansever Zekiye rolünü kim oyna-

yacak diye anlaşmazlık çıkar. Zekiye, halk tarafından çok tutulduğu için 

paylaşılamayan bir karakterdir. Yahudiler ve Avrupalılar Hiranuş’u, Türk-

ler diğerini tutarlar. 



Vatan yahut Silistre oyunu halkın büyük coşkusuna yol açar. Namık 

Kemal, Nuri Bey, Ebüzziya Tevfi k, Ahmet Mithat sürgüne gönderilir. İb-



ret gazetesi kapatılır. Gazetenin yöneticisi Sarafyan ve İstanbul’da oyu-

nu sahneleyen Güllü Agop tutuklanır. Bir süre sonra bırakılırlar ama artık 

İstibdat dönemi başlamıştır. Mücadele bitmez. Namık Kemal’in Zavallı 

Çocuk oyunu, onun adı yazılmadan sahnelenir. 1876’da sürgündekiler geri 

gelince mevsim yeniden Vatan yahut Silistre’yle açılır. 1877’de Osmanlı-

Rus Savaşı’nın yarattığı havayla Sohum MuzafferiyetiBir Türk Kahrama-

Plevne Vatan ŞarkısıOsmanlı Marşı gibi oyunlar ve kantolarla halkın 

vatanseverlik duygularına uygun düşen oyunlar sahnelenir.

Güllü Agop’un tekelinin dışında kalan operetler, operalar, tulûat tiyat-

roları gelişir. Oyunlarda Jön Türklerin etkisiyle vatan sevgisi, Osmanlılık, 

zulme ve sömürüye karşı başkaldırma işleniyor; erkeklerin eğlence kadın-

larına, kumara içkiye düşkünlükleri, sindirilmemiş Batılılaşma, yüzeysel-

lik, özentiler eleştiriliyordu. Güllü Agop, 1882’de Saray’a alınır, kendi 


401

Şule PERİNÇEK

isteğiyle din değiştirir. 1884’te Fasulyeciyan’ın yönetimindeki Gedikpaşa 

Tiyatrosu yıktırılır.

Bu dönemin Güllü Agop’tan başka önemli tiyatro adamlarından biri 

de Mardiros Mınakyan’dır. Güllü Agop’tan sonra, özellikle istibdat döne-

minde tek başına tiyatro çalışmalarını sürdürdüğü gibi, Meşrutiyet’in ilk 

yıllarında Türk yazarların önemli yapıtlarını sahnelemiştir. Zor dönemler-

den geçilir, oyunlar Zaptiye Nazırlığı’na gönderilir, sansür görevlilerine 

armağanlar, rüşvetler verilir. Oyunlarda tarih verilmez, olaylar Hindistan, 

Afganistan gibi yerlerde geçer, adalet, ihtiyar, burun kelimeleri çıkarılır. 

Tiyatro oyuncusu Çaprastyan bir ara Üsküdar’da bir dans okulu açar, ayak 

oyunları için izin ister. Görevli, oyunun onaylı baskısının olup olmadığı-

nı sorunca Çaprastyan görevlinin önünde dansetmeye başlar. Görevli alay 

ediliyor sanar, öfkelenir.

1908’de Hürriyetin ilânıyla yasaklanan sahne sanatları çalışmaları 

daha ilk aydan başlar. Tanzimat döneminin yasaklanan oyunları sahnele-

nir, yeni oyunlar yazılır. Ermenilerin elinde olan oyunculuğa herkes özenir, 

sahneye çıkma isteği başlar. İttihat ve Terakki’nin liderleri de bu eğilimi 

destekler. Oyunların gelirleri, yeni savaş gemisi alınması için devlete ya da 

orduya, yoksullara bağışlanır. 

Demokratikleşme her alanda kendini göstermektedir. 1909’da İttihat 

ve Terakki bir tiyatro oyunu düzenler. Oyuna kadınlar da gelmek ister ve 

kabul edilirler. Ancak gericiler ellerinde bıçaklarla tiyatroyu kuşatırlar. 

Bu süreçte yalnızca kadın seyirci değil, Müslüman kadınların sahneye 

çıkması da tartışılmaya başlandı. Türkçe’nin düzgün kullanımına özel bir 

önem veriliyordu. Halit Ziya Uşaklıgil ve İsmail Müştak’tan ders alan Eliza 

Binemeciyan ve Kınar Sıvacıyan çok düzgün Türkçe konuşuyorlar, Türk 

kadınını başarıyla canlandırıyorlardı. 1920’de Temaşa dergisinin yaptığı 

bir araştırmada Osmanlı temaşa hayatında mümessil ve mümessilelerden 



birinciliği kime verirdiniz? sorusuna gelen yanıtlarda Eliza Binemeciyan 

birinci, Raşit Rıza ikinci olmuştu. Bir oyunda Eliza Binemeciyan yurtdı-

şına gidince, yerine 1920 yılında ilk kez Afi fe Jale çıktı. Ancak kadının 

sahnede yerini alabilmesi, Cumhuriyet’ten sonra gerçekleşti. 

Yine Tehcir yıllarına bakarsak, Mınakyan Darülbedayi’de ders ve-

riyor, Tatbikat Sahnesi’nde oyunlar sahneliyordu. Madam Binemeciyan, 

Benliyan, Küçükyan, Siranuş gibi bir dizi topluluk, kumpanya faaliyetini 

sürdürüyordu.



402

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Kavim ve Dinler Arasındaki Hoşgörü Ortamı

Bütün bunları neden anlattık? Amacımız, 1915’te alınan ve uygulanan 

tehcir kararının öncesindeki durumun toplumsal ve kültürel açıdan saptan-

masıdır. En son sahne sanatlarının gelişiminde de net bir biçimde izledik. 

Tehcir öncesinde Osmanlı toplumunun sanatsal ürünlerinin tanıklığına baş 

vurduğumuzda Ermeni soyunu kırma gibi bir fi krin kırıntısına bile rastlan-

maz. Bırakın onu, Tehcir yıllarında bile Ermeni sanatçıların yapıtları, Er-

meni sanatçılarla fi lme çekiliyordu, sahneleniyordu, devletin ve ordunun 

en önemli okullarında öğretmenler ders veriyordu.

Osmanlı toplumu içinde ırk ayrımcılığı olmadığı gibi, Ermeniler sa-

nat ve kültür hayatının en etkin kesimiydi. Bu konumları, kavim ve dinler 

arasındaki hoşgörü ortamını gösteren çok önemli bir kanıttır. Bu ortamı, 

emperyalizmle işbirliği yaparak baltalayanlar da vardı kuşkusuz. Ermeni 

ayrılıkçı terörü ile dinci bağnazlık; hoşgörü koşullarını iki cepheden tahrip 

etmekle uğraşıyorlardı.

Talat Paşa; memleketimize iltica yoluyla gelen bu millet Osmanlılar-



dan iyi kabul görmüş ve kendilerine daima vatandaş muamelesi yapılmış-

tır. (…) her unsurdan daha ziyade müsterih ve mesut yaşamaktaydı diyor. 

İttihat ve Terakki’nin 1917 Kongresi’ndeki konuşmasında da şunları vur-

guluyor: 

Ermeniler asırlardan beri bu devletin bayrağı altında yaşayan bir un-

surdur. Haricî ayrılıkçı telkinlere kendilerini kaptırıncaya kadar bir me-

sai ve barış unsuru olarak devletin teveccüh ve korumasından tamamıyla 

istifade etmişlerdir. Memleketimiz hakkındaki ihtiraskâr gayelerini temin 

için Hıristiyan unsurları ayaklandırmayı alışkanlık edinmiş olan Ruslar, 

XIX. asrın ortalarında Ermenileri tahrike başlamışlar ve birtakım Er-

meni hayalperestlerini kendilerine fesat ve ihtilâl aleti olarak hazır bul-

muşlardır. (…) Zaman zaman cüret ettikleri isyanlarla devletin gailelerini 

artırdıkları gibi kendi milletlerini de felâketten felâkete sevk etmişlerdir. 

İstibdat zamanında hürriyet mücadelesi şeklinde yine aynı maksada hiz-

met etmek suretiyle çalışan Ermenileri biz Osmanlı hürriyetperverleri, 

Meşrutiyet’i tesis mücadelesinde en tabii ortak saymış, kendileriyle el 

ele vererek onları siyasî haklardan tamamıyla istifade ettirmiştik. Nüfus-

ları nazarı dikkate alınmayarak Âyan ve Mebusan heyetinde birçok üye 

bulundurdukları gibi, Şurayı Devlet üyeliği ve bütün devlet şubelerinde 

pek mühim mevkilerin kendilerine verilmesinden çekinilmemiştir. 1909 

senesi 31 Martı’nda İstanbul’da patlayan irtica memleketin her tarafını, 


403

Şule PERİNÇEK



Arnavutluk’u, Arabistan’ı, Anadolu’nun çoğu vilâyetlerini sarmış; yer yer 

vuku bulan hürriyet aleyhindeki ihtilâlleri bastırmakla meşgul olunduğu 

sırada İtalya Harbi ve Balkan hezimetleri devletin mevcudiyetini tehlikeye 

atmıştı. Hariçten ve dahilden maruz kaldığımız tecavüzlerin Meşrutiyet’i 

boğmak kastıyla yapıldığını gördükleri halde Ermeni komitecileri yine ham 

hayallere kendilerini kaptırdılar, gerçekleşmesi imkânsız ayrılık emelleri 

arkasında Avrupa’da heyetler dolaştırmaya koyuldular. Ermeni meselesi 

bu vaziyetteyken Harb-i Umumî ortaya çıktı. (…) Bu büyük badirede va-

tana hıyanete cüret edilebilmesi uzak görüldüğünden Ermeniler de diğer 

vatandaşlar gibi ordu kadrosuna alınmış ve kendilerine silâh da dağıtıl-

mıştı. Harbe müdahalemiz zamanına kadar sükûnu muhafaza eden komi-

teciler, Ruslar hududumuzu tecavüzle bazı yerlerimizi işgal altına almaya 

başlayınca sükûndan ihtilâle, sadakatten isyana geçtiler. (…) Hükümet-i 

seniye İstanbul’da Patrike ve komiteye mensup mebuslara vaziyetin vaha-

metini izah ile engelleyici tedbirler almalarını tavsiye etmiş ve neticesini 

bir buçuk ay daha beklemiştir. Ancak ordunun önünde Van ve arkasında da 

Zeytun ihtilâli vuku bulduktan sonra ordu kumandanının gösterdiği lüzum 

üzerine her tarafta aramalar başlamıştır. (…) Silâhlar, bombalar, infi lâk 

maddeleri elde edilmiş ve bunların mühim kısmı manastırlarda, kiliselerde 

bulunmuştur. Bu suretle yanları ve arkası tehdit altında bulunduğu ortaya 

çıkan ordunun selâmetini temin için harp mıntıkaları haricine nakil mua-

melesi başlamıştır. (…) Silâh elde isyan edenlere karşı kendisini müdafaa 

etmek her devletin hakkıdır. Bu hak İngiltere ve Fransa’da olduğu gibi 

bizde de mevcuttur. 

Talat Paşa, 1 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin son kongresinde 

yaptığı konuşmada tehcir konusunda geniş bir açıklama yapıyordu ve şun-

ları ekliyordu: Vukua gelen hadiselerin mesuliyeti her şeyden evvel onlara 



sebep olan tahammül edilemez hareketleri yapan unsurlara aittir. Şüphe-

siz bundan bütün Ermeniler, bütün Rumlar mesul değildir. Fakat devletin 

hayat ve mematı kararını verecek bir büyük harp esnasında ordularının 

hareket serbestisini ihlâl eden, arkada isyanlar çıkararak memleketin se-

lametini, ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere müsamaha edi-

lememesi tabii ve zaruriydi.

Nitekim, tehcir uygulaması 24 Nisan 1915’te, İngiliz ve Fransız em-

peryalistlerinin Gelibolu yarımadasına yaptığı  çıkarma harekâtından bir 

gün önce başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın konusu da bilindiği gibi 

Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist devletler arasında paylaşılmasıy-


404

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

dı. Eğer Çanakkale’de ve diğer cephelerde vatan savunulmasaydı, Kurtu-

luş Savaşı’nın başarıya ulaşma koşulları yaratılamazdı.

Buna karşılık Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin sap-

tadığı gibi amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal 



kırıklığına terk edecektiTürkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve pişmanlık 

duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır, sonradan anlaşı-

lacağı üzere bu yöntem, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü 

açısından en kesin ve en uygun yöntemdiBiz Türkiye’de gürültü çıkardı-

ğımızda, bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatlerini Ermeni konu-

suna çekeceğimizi sanıyorduk ve onları bizim lehimize aracı olmaya zor-

layacağımızı sanıyorduk. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini 

artık biliyoruz.

Ermeni tarihçi Lalayan, Türkiye Ermenilerinin ‘kurtarılması’ mesele-



si de, Taşnaksutyun’un ve diğer karşıdevrimci Ermeni örgütlerinin yardı-

mıyla, arkasında Çarizm’in kendi emperyalist tasarılarını hazırladığı ve 

uyguladığı bir paravanaydı. (...) Türkiye Ermenileri, emekçileri Sultan’ın 

baskılarına defalarca karşı  çıkmışlardı. Ancak burada da Çarlık ajanı 

Taşnaksutyun ve diğer milliyetçi Ermeni örgütler aracılığıyla, var gücüyle 

emekçi Ermeni yığınlarının ulusal kurtuluş hareketlerine gem vurmaya ve 

Türkiye’ye karşı savaşında onları kendi çıkarları için dizginlemeye çalı-

şıyordu.

Ermenilerin, Cumhuriyet Kültürünün Oluşmasına Katkıları

Kavimleri bir arada tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve bu-

nun yıkıntılarından yepyeni millî bir devletin doğumu artık kaçınılmazdı. 

Kurtuluş Savaşı boyunca adım adım kurulan, Cumhuriyet’in ilânıyla hızla 

inşa faaliyetine geçilen, yeni siyasî ve toplumsal düzen, yeni demokra-

tik kültürünü de birlikte getirdi. Mazlumlar dünyasının başarıya ulaşan bu 

ilk devriminin kültürü, aslında XIX. yüzyılların ortalarından beri Osmanlı 

toprakları içinde yaşayan bütün ileri unsurlar tarafından birlikte yaratıldı. 

Cumhuriyet kültürünün oluşmasına Ermenilerin yaptığı katkı önemlidir.

Bu büyük devrimci atılım basit bir yönetim biçimi değişikliği değildi. 

Artık ümmet değil, millet vardır. Milleti oluşturan etken ırk ve mezhep-

ler, etnik kökenler değil; siyasal bağdır, kültürdür. Ne mutlu Türküm diye-



ne bir siyasal bağımsızlığı ve onuru, ona kastedenlere baş kaldırarak dile 

405

Şule PERİNÇEK

getirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti 

denir.

Atatürk, bazen kendi el yazısıyla yazdığı, bazen dikte ettiği Medeni 



Bilgiler kitabında şöyle demektedir: Bugünkü Türk milleti siyasî ve içti-

maî camiası içinde kendilerine Kürtlük fi kri, Çerkeslik fi krî ve hatta Lazlık 

fi kri veya Boşnaklık fi kri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millet-

taşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsülü olan bu yanlış 

tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet 

ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet 

efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka, 

hukuka sahip bulunuyorlar. Ayrı ve kesretli cemiyetlere malik olduklarını 

iddia etmiş ve bu yüzden Türklerle birleşip bir millet teşkil etmemiş olan 

Araplar -hem de dinlerini kabul ettiğimiz halde- acaba bugünkü esaretle-

rinden memnun mudurlar? 

Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevî vatandaşlar mukadderat 

ve talihlerini Türk milliyetine vicdanî arzularıyla raptettikten sonra kendi-

lerine yan gözle, yabancı nazariyle bakılmak medenî Türk milletinin asil 

ahlâkından beklenebilir mi?

Atatürk daha sonra kısaca her millete uyabilecek millet tanımını ve-

rir:

a) Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,

b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi 

olan,

c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda 

iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete 

millet namı verilir.

Artık, kaderlerini Türk milletinin kaderiyle kendi arzularıyla birleşti-

ren ve ortak yaratılan mirasa sahip çıkan Ermenilerimiz de has Türk va-

tandaşlarıdır. 



Sizler Gibi Bu Vatanın Çocuğuyum

Bizim Ermenilerimiz, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı vatan 

savunmasına katılmışlardı. İstanbul’dan Anadolu’ya silâh kaçırılmasında 

önemli katkılarda bulundular.



406

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Fransız Vapur Kumpanyası müdürü iktisatçı Kalçi Efendi; Sizi haklı 

buluyorum, mücadelenizin büyüklüğünü biliyorum. Bu toprağı severim. 

Ailem burada yaşadı ve mutlu oldu. Şirketin beşi bana ait olmak üze-

re, dokuz vapuru var. Son vapur da elden çıkana kadar sizinle çalışaca-

ğım diyerek, o zamanın emperyalizme karşı özel örgütlenmesi olan MM 

Teşkilâtı’na (Mahsus-ı Millî Teşkilâtı) destek oldu. Aynı  şirkette çalışan 

Pandikyan, Terziyan ve Karabet Hogasyan M.M. Teşkilâtı’nda etken görev 

aldılar. MM’in liderlerinden Kemal Koçer 1946’da yayımlanan Kurtuluş 



Savaşlarımızda İstanbul kitabında şöyle anlatıyor: 

Terziyan çok işgüzardır. Cephaneliklerle vapur arasındaki çok güç iş-

lerde arkadaşlara refakat ederdi. Hogasyan, vapurların sevkinde değerli 

hizmetler ifa etmiştir. Papazyan, La Fransez vapur şirketinin faal ve tem-

kinli üyesidir. O en çapraşık durumlarda uzlaştırıcı bir siyaset takip ederdi. 

Birkaç dil bilir; munistir ve samimidir. Sevkiyat programlarının projelerini 

hazırlar, tetkike arz ederdi. Papazyan vapurlarda ve cephanelerdeki işlere 

kimseyi karıştırmazdı. 

Millî Mücadele’ye silâh ve cephane gönderme işini örgütleyenler ara-

sında İtilaf Devletleri baş tercümanlarından Büyükdereli Tavit Sehakkuli 

ve Anadolu Kavağı liman çavuşu Karabet Efendi de vardır. MM grubu 

silâh kaçırma işinde Tavit Efendi’nin yardımcı olabileceğini saptar. İlyas 

Sami Efendi’nin ilişkiye geçmesine karar verilir. Yapacağı işi için para tek-

lif eder. Tavit Efendi parayı ret eder. Ben her şeyimi Türklere borçluyum. 

Türk okullarında okudum, yetiştim, oralardan feyz aldım. Size yardım et-

mek benim vazifem der. Taka ve gemilerin denetimini İngilizlerden önce 

kendisi yaparak Boğaz’dan kolayca geçmesini sağlar. Bir keresinde güçlük 

çıkaran bir Türk gümrükçüye bağırır: Yazıklar olsun sana, utanmıyor mu-

sun! Vatan elden gidiyor. Sen İngilizlere hizmet ediyorsun. Ayıp!

Davutyan, uzun yıllar Ankara’da Atatürk’e hizmet eden Marizaruhi 

İstepanyan’ın eniştesi. Millî Mücadele’nin başladığı  yıllarda işgal kuv-

vetlerinin gümrük müfettişi. Bir muhbir, Davutyan’a Sadıkzadeler’in ge-

misiyle sandıkların içinde silâh kaçırıldığını iletir. O günlerde önemli bir 

haberdir. Davutyan, hemen üç askerle limana gider. Güvertedekiler telaşla 

ambara iner. O da arkalarından. Orada Ruşen Kaptan’ı, işgal kuvvetleri 

baş tercümanlarından Tavit Efendi’yi ve henüz kamufl e edilmemiş sandık-

ları görünce durumu anlar. Tam tutuklamak üzere askerleri çağıracakken 

aklına çocukluğunun Ayşe Ninesi gelir. Şehit olan Davut adlı torununun 

hasretini biraz gidermek için okul önlüğünün cebine elma, ayva koyan, 


407

Şule PERİNÇEK

onu öpüp koklayan Ayşe Nine. Babası öldüğünde yarım bıraktığı eğitimin 

tamamlaması için en iyi tarlasının yıllık gelirini onlara veren Ayşe Nine. 

Bunlar da başka Ayşe Nine’nin torunlarıydı. Yapamazdı.

Ben de sizler gibi bu vatanın çocuğuyum. Dedelerim de babam da bu 

toprakların çocuğuydu. Onlar burada doğdular. Burada yaşayıp, burada 

gömüldüler. Ben burada gömüleceğim. Her ne kadar görevim şu anda sizi 

tutuklamaksa da, görevin de fevkinde kutsal bir varlık mevcuttur ki; onun 

adına vatan diyoruz. Bu itibarla müşterek vatanımızın selameti yolunda, 

bu andan itibaren beraber çalışacağız.

Fotoğraf sanatçımız Ara Güler’in babası da Çanakkale gazisidir. Ecza-

cı er olarak katıldığı savaşta bacağından yaralanır. Onunla her zaman onur 

duymuştur. Etrafına sık sık sorar ben bu vatan için savaştım, yaralandım. 



Sen ne yaptın…

Berç Keresteciyan Mütareke günlerinde Osmanlı Bankası’nın müdü-

rü. Mustafa Kemal’le Selanik’ten tanışıyorlar. Keresteciyan, Atatürk’ün 

arkadaşı Sadettin Ferit Bey’e Paşa hazretlerine iletmek üzere önemli bilgi 

verir: Bindiği vapur Boğaz dışında bir İngiliz torpidosu tarafından batırı-

lacak. Bu bilgi üzerine alınabilecek önlemler alınır, pusulasız Bandırma 

vapuruyla kıyıdan kıyıdan giderek sağ salim Samsun’a ulaşılır. Bu durum-

da Ali Kemal mi daha Türktür, yoksa Keresteciyan mı? 

Sakarya Savaşı sırasında, topların ateşleme mekânizmalarını el altın-

dan satılan  İstanbul’dan almak için gereken para Mustafa Kemal’in bir 

ricası üzerine Keresteciyan’dan sağlanır. Bankadaki bütün parasını çeker 

verir. Kersteciyan, aynı zamanda Hilâl-i Ahmer (Kızılay) ikinci başkanıdır. 

Millî Mücadele boyunca sandık sandık ilaç ve sağlık malzemesi yanın-

da Anadolu’ya silâh dâhil, ihtiyaç olan ne varsa gönderir. Zaferden sonra 

Keresteciyan Ziraat Bankası’nda uzman olarak çalıştı. Cumhuriyet döne-

minin ilk Hıristiyan milletvekili olarak meclise girdi. Atatürk 1934’te ona 

Türker soyadını verdi. Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın komisyonunda 

da görev yaptı. Atatürk’ün Türker soyadını bir Ermeni vatanseveri için uy-

gun bulması, Türk tanımının çok özlü ve kuvvetli bir ifadesidir. Türk, bir 

ırk değil, fakat bir millettir. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olan ve yüreği 

bu millet, bu halk için çarpan herkes, Türktür.

Türkçe’nin ilk etimolojik sözlüğünü hazırlayan Osmanlı dilbilim-

ci Bedros Keresteciyan’ın (1840-1909) mirasına çocukları, torunları da 

Cumhuriyet döneminde sahip çıktı.



408

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Reşat Nuri Güntekin’in Bakanlık müfettişi sıfatıyla teftişe gittiği za-

man önünde saygıyla eğildiği, öğretmenlerin öğretmeni diye nitelendirdi-

ği dilbilimci, Türkolog, eğitimci Istepan Gurdikyan (1865-1948) ve Ke-

vork  Şimkeşyan ve  Agop Martayan (1895-1979) 1932’deki I. Türk Dil 

Kurultayı’na özel çağrılıydılar. Aslında Yunus Nadi’nin Kurultay önce-

sinde yazdığı gibi Bir vatanda oturan insanların, o vatanın efradı olarak 



müşterek bir dil etrafında toplanmaları pek tabii bir zarurettir. Bir vatanın 

ırk ve din farkı olmaksızın hukukta müsavî olan vatandaşları, vatandaş-

lığın zarurî icabı olan diğer işlerinde de müşterek sayılırlar. Bu nedenle 

Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin yayımladığı beyannameye göre, ırkan Türk 



ve dinen Müslüman olmayan vatandaşları da vatandaşlık vahtetinin en 

sağlam ifadesi olan dil işinde hak itibariyle olduğu gibi, vazife itibariyle 

de müsavi ve müşterek sayarak kadın-erkek bütün yurttaşlar cemiyetin ta-

bii azası ilân ediliyordu.

Agop Martayan, o sırada Sofya’da. Atatürk’le çok öncelerden, Kafkas-



ya cephesinden kaçmayan bir subay olarak Şam’dan tanışıyorlar. Sofya’da 

da Türk dili ve kültürü üzerine çalışmalarını sürdürüyor. Orhun Yazıtları’yla 

ilgili bir yazısı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış. Atatürk’ün özel ola-

rak onun da gelmesini istemesi üzerine bütün bürokratik engeller aşılıyor. 

İlk Kurultay’da Türk, Sumer ve Hint Dilleri Arasındaki Rabıtalar, ikinci-

sinde Türk Paleo Etimolojisi konulu tebliğ sunuyor. Ölene kadar Türk Dil 

Kurumu baş uzmanlığı görevini yaptı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih 

Fakültesi’nde Dilbilim Tarihi ve Genel Dilbilim okuttu. Türk Ansiklopedi-

si kurucularından, başdanışmanı ve başredaktörü. Dilin sadeleşmesine ve 

çağdaş kavramları karşılayacak bir bilim ve kültür dilinin yaratılmasına 

çalıştı. Atatürk ona Dilaçar soyadını verdi. Oğlu Vahe Dilaçar bütün ya-

şantımız Atatürk’ün yaşantısıyla ilgiliydi diyor, İstanbul’a gideceği zaman 

biz de taşınırdık. Eski cephane sandıklarına kitaplar konur, özel trenle gi-

derdik. Akşamları sık sık Atatürk’ün sofrasına konuk oluyor. 


Download 3.42 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   41




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling