1- İnsandan Kaynaklanan Nedenler - Psikolojik nedenler
- Sosyolojik nedenler
- Zihniyet Biçimleri ve Değerler Sisteminin Oluşumu
İslâm Toplumundan Kaynaklanan Nedenler İslâm Toplumundan Kaynaklanan Nedenler a- Kur’an’ın Anlaşılması - Zahire bağlı kalmak
- Müteşabih ayetlerin anlaşılması
- Kur’an’a bütüncül yaklaşılmaması
-
b- Hz. Peygamber’in Mezhepçiliğe Alet Edilmesi c-Asabiyet-Fanatizm d-Siyasî Çekişmeler
3- Dış Nedenler 3- Dış Nedenler a- Yabancı Kültürlerle Temas b- Felsefî Eserlerin Tercüme Edilmesi c- Nifak Hareketleri
Psikolojik nedenler: - Psikolojik nedenler:
- İnsana doğuştan verilen “ben” duygusu, zeka, şuur gibi bazı fıtrî kabiliyetler, karşılaştıkları problemleri algılama, anlama ve çözme sürecinde karşımıza çıkan etken faktörlerdir.
- Farklı zekalarda, değişik huy ve mizaçlar içinde yaratılan insanların çeşitli meselelere karşı farklı tepki vermelerinden daha tabiî bir şey olamaz.
- İnsanın gelişme çağı boyunca formel ve informal eğitim sürecinde gerek fıtrî kabiliyetlerine bağlı tavırlar, gerekse karşılaştığı olaylara karşı verdiği sevinç, neşe, acı, keder, şüphe gibi psikolojik tepkiler büyük ölçüde inanç dünyasına yansır.
- Tepkisel/şiddet yanlısı, akılcı, gelenekçi, sezgici-tecrübeci, radikal ve uzlaşmacı, karizmatik gibi bireysel karakter farklılıkları din anlayışlarına da doğrudan etki edecektir.
- Kısaca insanın ruh alemi ve bunun dışa yansıyan boyutları onların dinî hayatlarını oluşturma süreçlerinde önemli rol oynar.
Sosyolojik nedenler - Sosyolojik nedenler
- Toplumların eğitim düzeyleri, meslek grupları, bu gruplar arasındaki sosyal denge dikey ve yatay farklılaşmalarda; bunlar da dinî inançların şekillenmesinde önemli rol oynar. Bu bağlamda toplum yada fertlerin bedevî-hazerî, göçebe-yarı göçebe-yerleşik olmaları onların dinin asıl kaynaklarını anlama ve algılama süreçlerini etkiler ve farklılaşmalara yol açar.
- Bu farklılaşmalar din kurucusu veya tebliğcisinden, ana kaynaklardan uzaklaşıldıkça –diğer tesirlerinde beraberinde- önemli boyutlara ulaşır ve sosyolojide dinî ikaz ve protesto hareketleri denilen mezhep ve benzeri olguları doğurur. Bu süreçte bazen cemiyet halinde örgütlü sosyal gruplara tesadüf edileceği gibi cemaat tipi sosyal gruplara da rastlanır.
Zihniyet Biçimleri ve Değerler Sisteminin Oluşumu Zihniyet Biçimleri ve Değerler Sisteminin Oluşumu Zihniyet: Olguların, hadiselerin, şeylerin belli bir biçimde görülmesini, dolayısıyla bu anlayışla uyumlu tepkiler ve davranışlar gösterilmesini mümkün kılan şey olarak tanımlanabilir. Değer ise; süjenin olana, olguya yüklediği takdir niteliğidir. Bu nitelik eşyanın kendinden (nesnel) olabileceği gibi ona niteliği yükleyenden (göreceli) de kaynaklanabilir. Değerler bir bakıma bizim hayatımızın gayeleridir, sadece kendi hayatımızın değil, başkalarının hayatları içinde gaye olmasını istediğimiz şeylerdir. Bu nedenle bilimsel, siyasi, sosyal, ekonomik, dini-ahlaki, estetik gibi çeşitli değer kodları birbirlerini etkiler ve birbirleriyle ilişkilidir. İslam toplumları, çeşitli dönemlerde her biri olayları farklı biçimde gören gruplardan, zümrelerden, mezheplerden oluşmaktadır. İslam düşüncesi, her biri olayları farklı biçimlerde gören ve yorumlayan dini-politik ekollerle şekillenmektedir. Mezhepleri dini-politik topluluklar şeklinde nitelersek, onların her birinin olaylara ve olgulara karşı kendilerine has bir bakış açılarından ve buna uygun tepkilerinden, yani zihniyet veya düşünce biçimlerinden bahsedebiliriz.
Farklı Zihniyet Biçimleri Farklı Zihniyet Biçimleri Son dönem modern Mezhepler Tarihi metodolojisinde mezheplerin zihniyet biçimine göre yapılan tasniflerine rastlanmaktadır. Buna göre - Akılcı dini zihniyetler
- Lafızcı/Şekilci dini zihniyetler
- Hadari dini zihniyetler
- Bedevi dini zihniyetler
- Karizmatik lidere dayalı dini zihniyetler
- gibi tasnif biçimlerine rastlanır.
2. Müslümanlardan Kaynaklanan Nedenler 2. Müslümanlardan Kaynaklanan Nedenler Zahire bağlı kalmak - Müteşabih ayetlerin anlaşılması
- Kur’an’a bütüncül yaklaşılmaması
Kur’an’ın Anlaşılması Kur’an’ın Anlaşılması Müslümanların kendi görüşlerini üzerine bina ettikleri ve delil getirmek için baş vurdukları ilk kaynak Kur’an’dır. Ancak ne ilginçtir ki, İslâm tarihinde hepsi Kur’an’a dayanmasına rağmen –bazen birbirlerini küfürle itham eden- pek çok farklı fırka, mezhep, cemaat ve dinî grup teşekkül etmiştir. Acaba Kur’an ayrılığın bizzat sebebi midir?, Kur’an tefrikaya yol açacak bir anlatıma mı sahiptir? Kur’an’ın bizzat kendisi, insanları tefrikaya sürükleyecek ne muhtevaya ne de anlam kümesine sahiptir. Tevhidi, insanların birlik ve beraberliğini, kardeşliğini, toplumsal barışı emreden ayetleri muhtevî Kur’an’ın ayrılık nedeni olması söz konusu bile değildir. Ancak burada problem onu okuyup, anlamaya ve yorumlamaya çalışan insanlardan kaynaklanmaktadır. İnsanların sahip olduklara psikolojik haller, eğitim seviyesi, dünyevî tutum ve davranışları, yaşadıkları toplumun içinde oluşan şartlar ve süreç Kur’an’ı okuyup anlama, algılama süreçlerini etkilemekte farklı çıkarımlara yol açmaktadır. Çoğu samimi ve ihlaslı olmayan kötü niyet sahipleri pek çok zorlama tevil ve yorumlara başvurarak, kendilerine uygun gelecek şekilde ayetleri kullanma yoluna gitmişlerdir.
Zahire bağlı kalmak Zahire bağlı kalmak Okunmak ve anlaşılmak için indirilen ilahî bir metin olan olarak Kur’an şüphesiz herkesin rahatlıkla ulaşabileceği ve kullanılabileceği bir Kitap’tır. Ancak gerek Kur’an’ın icâzı, gerekse Arap dilinin yapısından kaynaklanan bazı kullanımlar, Kur’an’ın anlaşılmasında dikkat ve titizliği gerektirmektedir. Bu hassasiyetin gösterilmemesi, ayetlerin siyak ve sibakının dikkate alınmaması, kelimelerin ifade ettiği anlamların ve hükümlerin idrak edilmemesi, doğrudan metnin zahirine, lafza bağlı kalarak onu anlamaya ve ondan hükümler çıkarmaya çalışılması, kişileri bazen yanlış sonuçlara götürebilmektedir.
Müteşabih ayetlerin anlaşılması Müteşabih ayetlerin anlaşılması “Sana Kitab’ı indiren O’dur. Kitab’ın bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde ruhsat sahibi olanlar ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” KK, Âli İmran 2/7.
Kur’an’a bütüncül yaklaşılmaması: Kur’an’a bütüncül yaklaşılmaması: Kur’an’a bütüncül yaklaşılmaması çoğu kere Müslümanların düştükleri önemli hatalardan birisidir. Bu tavır genellikle kişilerin Kur’an’a yaklaşımlarındaki acelecilikten, eksik bilgiden veya kasıttan kaynaklanmaktadır. Her hangi bir meselede Kur’an’ın bir pasajının alınıp, ilgili görüş için delil olarak kullanılması örneğine sıkça rastlanmaktadır. Oysa; - konuyla ilgili diğer ayetlerinde gözden geçirilmesi,
- ilgili metnin sure konteksine bakılması
- Ayetlerin konu bütünlüğü içinde ele alınması
- sağlıklı değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir.
Çünkü Kur’an Hz. Peygamber’in ifadesiyle içinde çelişkiler bulunan bir Kitap değil, kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gereken bir Kitaptır. “Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı içinde bir çok tutarsızlık bulunurdu” Nisa 82
Hz. Peygamber’in Mezhepçiliğe Alet Edilmesi Hz. Peygamber’in Mezhepçiliğe Alet Edilmesi Esasen akâid konularında mütevatir haber dışında, sünnet kesin delil değildir. Bununla birlikte kelam alimleri çeşitli meselelerdeki görüşlerini açıklarken önce Kitabî ve aklî delilleri sıralamışlar, daha sonra bunları destekleyen nebevî haberlere de yer vermişlerdir. Yani, mütevatir haber dışında, âhad haberleri, hatta zayıf ve mevzû rivayetleri bile kullanmışlardır. Bu şekliyle nebevî haberler inanç ayrılıklarına doğrudan mesnet teşkil etmezler. Ancak bu nevî haberlerin üretimi ve kullanımı insanların ilgili rivayetlere konu olan olgularla ilgili tavrını belirlemiştir. Yani, mezhep fanatizmi, bazen mezhep sahiplerinin birbirleri aleyhine haberler nakletmelerini ve bu nakledilenler ışığında mezheplere karşı tavır belirlemelerini sağlamıştır. Dahası bu nevî rivayetler, kimi zaman güvenilir kabul edilen hadis literatürüne girerek, âdeta doğruymuş gibi algılanmıştır.
Konuyla İlgili Temel Prensipler Konuyla İlgili Temel Prensipler 1. Gaybi Allah’tan başkası bilmez. En’am 6/59; Hûd 11/31; Ahkâf 46/9. Hz. Peygamberin gaybla ilgili bilgisi vahiyle, yani Kur’an ile sınırlıdır. Dolayısıyla Hz. Peygambere isnad edilen gaybi haberler anakronizm içerir. Bilgi değeri yoktur. 2. Bu bağlamda dinî terim olarak sonradan üretilen kavramların Hz. Peygamber’e isnad edilerek dillendirilmesi de anakronizmdir. Bilgi değeri yoktur. 3. Kitab’da ve sahih sünnette Hz. Peygamber’den sonra imamete, hilafete, devlet reisliğine geçecek şahıs veya şahıslarla ilgili bir belirleme yapılmamıştır. 4. Çeşitli mezhep veya dini grupları hedef alan, fırka mensupları veya liderlerinin medh veya zemm edildiği rivayetlerin tamamına yakını uydurmadır. 5. Bazı sahih hadisler, söylendiği ortam ve şartlar dikkate alınarak değerlendirilmeli, maksat dışında kullanılarak anlamları çarptırılmamalıdır.
Osman b. Affan yaşadığı sürece kılıcı kınında bırakacaktır. Eğer Osman b. Affan öldürülürse kıyamet gününe kadar kılıç kınına girmeyecektir. Osman b. Affan yaşadığı sürece kılıcı kınında bırakacaktır. Eğer Osman b. Affan öldürülürse kıyamet gününe kadar kılıç kınına girmeyecektir.
Fitne ve ihtilaf olduğu zaman Osman ve arkadaşları hidayet üzerine olacaktır.
Rasulüllah müminlerin annelerinden bazılarının harbe çıkacaklarını söyledi. Ayşe bu söze gülünce, Rasulüllah şöyle dedi: Bak ey Hümeyra! O sen olmayasın. Sonra Ali’ye dönerek şöyle dedi ki, bu hususta onunla bir işin olursa ona şefkatle muamele et.
Ey Ammar! Azgın bir cemaat seni katledecek
“Ali benim vasîm, kardeşim ve benden sonraki halifemdir, onun sözlerini dinleyiniz ve itaat ediniz”. “Ali benim vasîm, kardeşim ve benden sonraki halifemdir, onun sözlerini dinleyiniz ve itaat ediniz”. “Her ümmetin bir Fir’avn’ı vardır, bu ümmetin Fir’avn’ı da Muaviye’dir”. “Dünya semalarında seksen bin melek vardır ki, bunlar Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’i sevenlerin affı için dua ederler. İkinci kat semadaki seksen bin melek de onları sevmeyenlere lanet ederler.” “Abbas benim vasîm ve varisimdir.” “İmamlar Kureyş’tendir.”
Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra (ısırıcı) saltanat başlayacaktır. Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra (ısırıcı) saltanat başlayacaktır. Kim zamanın imamına biat etmeden ölürse, cahiliyye adeti üzere ölmüştür.
Benim ve benden sonra gelecek hulefa-i raşidun’un sünnetine uyunuz! Ona sımsıkı bağlanınız! Sünnete ittiba ediniz ve bidatlerden kaçınınız, çünkü her bid’at dalalettir. Mehdiyle ilgili hadislerin bir kısmı zayıf hadistir. Hemen tamamı cerh edilmiştir. Çoğunluğu ise uydurmadır. Rivayetler arasında tenakuzlar vardır. Rivayetler sünnet mantığına da uygun değildir. Gerçekten de nakledilen hadislerde tasvir edilen mehdî, kendisine mahsus alametleriyle zuhur edecek, Peygamber ailesinden, ismi Peygamber (sav)’in ismine uyan, dinî ayakta tutacak, adaleti temin edecek, zulmü kaldıracaktır. Bazı rivayetlerde Hz. İsa ona tabi olacaktır; bazısında ise İsa ile mehdî aynı kişidir. Deccal ile savaşıp onu yenecektir.
“Her ümmetin mecûsî olanları vardır. Benim ümmetimin mecûsî olanları da “kader yoktur” diyenlerdir. Eğer hasta olurlarsa onları ziyaret etmeyin, Ölürlerse onlara şehadette bulunmayın.” “Her ümmetin mecûsî olanları vardır. Benim ümmetimin mecûsî olanları da “kader yoktur” diyenlerdir. Eğer hasta olurlarsa onları ziyaret etmeyin, Ölürlerse onlara şehadette bulunmayın.” “Ahirette sünnet ve cemaati ihya edecek Muhammed b. Kerrâm adlı bir kimse gelecektir. Benim Mekke’den Medine’ye hicretim gibi, o da Horasan’dan Beytu’l-Mukaddes’e hicret edecektir.” “Sizden öyle bir kavm gelecek ki sizler, kendi namazlarınızı onların namazları, kendi oruçlarınızı onların oruçları yanında azımsayacaksınız. Onlar Kur’an okurlar, fakat iman onların boyunlarından aşağıya inmez; onlar okun yaydan fırladığı gibi dinden çıkacaklardır.” Ali’ye buğzetmeyin. Ona buğz eden bana buğz etmiş gibidir.
İslâm’ın tebliğ edildiği Arap toplumu kabile esasına dayalı bir sosyal yapıya sahipti. Bu kabile yapısı beraberinde ciddi bir asabiyet olgusunu taşımaktaydı. Kabile içindeki sosyal dayanışmanın temini büyük ölçüde bu olguya dayanıyordu. İslâm’la birlikte bu olgunun temelleri sarsıldı. Çünkü İslâm inananların eşitliklerini ve birlikteliklerini vurguluyor, kula kulluğu reddediyor ve insana sadece Allah önünde eğilmeyi emrederek ona gereken saygınlığı ve hürriyeti temin ediyordu. İslâm’a göre kimse kimsenin yükünü yüklenemezdi ve herkes yaptığından sorumluydu. Peygamberin vefatını müteakip geleneklerin hakim olduğu Arap toplumunda kabile taassubu hortladı, bazı kabileler Kureyş’in peygamberi yerine kendi kabilelerinden peygamberler çıkardılar. Ancak burada asabiyetin, kavmiyetçilik anlamına gelmediğini de belirtmeliyiz. Çünkü bu iki kavramı çoğu kere birbirine karıştıranlar, “İslâm’da kavmiyetçilik yoktur, İslâm milliyetçiliğe karşıdır” gibi söylemler geliştirmektedirler. Halbuki millet farklılaşması, Kur’an’ın bizzat kabul ettiği tabiî bir sosyal grup farklılığıdır. İslâm’ın ret ettiği, tabiî grup üyelerinin kendi gruplarına bağlılıklarında ifrata, taassuba ulaşmalarıdır ki bugün buna “fanatizm” diyoruz.
3- Dış Nedenler 3- Dış Nedenler a- Yabancı Kültürlerle Temas b- Felsefî Eserlerin Tercüme Edilmesi c- Nifak Hareketleri
a- Yabancı Kültürlerle Temas a- Yabancı Kültürlerle Temas Bilhassa Hz. Ömer ve takip eden dönemlerde fetih hareketleriyle İslâm coğrafyasının genişlemesi, devletin tâbileri arasında pek çok gayr-i müslim unsurun hayatlarını idame etmeleri yabancı kültürlerle teması kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu kültür mübadelesinde öncelikle ihtida hareketlerinin mezheplerin doğuşunda önemli rolü olduğunu belirtmek gerekir. Onların İslamlaşma süreçleri çoğu kere geçmiş din ve kültürlerinden pek çok unsuru yeni dinlerine taşımalarına ve geleneklerini dinleştirmelerine yol açmıştır. Kültürel etkileşimin ikinci önemli ayağında ehl-i kitap kaynaklı mühtediler; gerek Kur’an ve gerekse hadislerde yeterince açık olmadığı kabul edilen bazı konularda isrâîliyât dediğimiz pek çok haberi İslâm’a ithal etmekte bir beis görmemişler, zamanla bu haberler Kitap ve Sünnette vurgulanmak istenen mesajın önüne geçip, insanların boş, lüzumsuz ve hurafe yoğun bir bilgi ortamında kalmalarına yol açmıştır. Mehdi ve mesih ile ilgili rivayetler bu cümledendir. Değişen sosyal şartlara bağlı olarak yeni sosyal kurumların oluşması, ülke içinde gayr-i müslimlerin sayılarını artırmış, bunlar İslâm hukuku içinde kendilerine tanınan haklardan istifade ile hayatlarını idame ettirmişlerdir. Kimileri devlet görevi almış, kimileri, esnaf ve sanatkarlık, ticaret vb. iş sahalarında varlıklarını sürdürmüştür. İşte onların Müslümanlarla içli dışlı yaşayışları karşılıklı ilişkileri, fikir alışverişlerini, kültürel değişimi artırmış, bu etkileşim çeşitli fırkaların doğmasına zemin hazırlamıştır.
Felsefî Eserlerin Tercüme Edilmesi Felsefî Eserlerin Tercüme Edilmesi Kültürel mübadelenin en tipik yansımalarından birisi H.II. yy’ın ikinci çeyreğinden itibaren başlayan felsefî eserlerin çeviri çabalarıdır. Abbasî hükümetiyle birlikte bu çaba daha gelişmiş ve bazen resmî desteğe mazhar olmuştur. Böylece İslâm dünyası Eski Yunan felsefesiyle karşılaşırken, felsefenin temel problemlerine bağlı olarak kendi inanç doktrinlerini de yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissetmişlerdir. Felsefî eserlerin tercümesi, bir taraftan Müslümanlara has orijinal bir felsefî hareketin oluşmasını temin ederken; diğer taraftan nasları da göz önüne alarak problemleri farklı boyutlarda ele alan kelam ilminin kurulmasına yol açmıştır. Bununla birlikte tercüme faaliyetleri beraberinde başta eski Yunan Felsefesine ait olmak üzere eski İran, Mezopotamya ve Hint kültüründen pek çok yabancı unsurun İslâm kültürüne girmesine ve Kitâbî tevhid anlayışını zedeleyecek yorum ve inançların geliştirilip kabulüne yol açmıştır. Felsefî eserlerin tercüme edilmesi ilahiyat bahislerinin, Allah’ın varlığı, birliği, zatî ve fiilî sıfatlarıyla ilgili konuların ve irade hürriyetiyle ilgili tartışmaların daha felsefî bir zemine çekilmesini sağlamış; diğer bir ifadeyle bu konulardaki metodolojinin değiştirilmesini gerektirmiştir.
c- Nifak Hareketleri c- Nifak Hareketleri Müslüman toplumunda daha Hz. Peygamber’in zamanında, onun işaretiyle bilinen münafıklık faaliyetleri, onun irtihalini müteakip de devam etmiştir. Özellikle son peygamber’in kendilerinden çıkmamasını hazmedemeyen Yahudiler, Arapların kendilerine galip gelmeleri ve devletlerini yıkmalarını sindiremeyen İranlılar, bu nifak faaliyetlerini giderek artan dozda sürdürmeye devam etmişlerdir. Onlar Müslümanların savaş meydanında alt edilemeyeceğini fark edince sinsice teşebbüslerle Müslüman gibi görünerek Müslüman devletinin yıkılması için her türlü muhalefet hareketi içine girmekten çekinmemişler, devlete yönelik en küçük tepkileri kışkırtmaktan geri durmamışlardır. İranlıların Ehl-i Beyt ailesi etrafında oluşan siyasî muhalefete etkin olarak katılmaları, zamanla yeni fırkaların oluşmasına yol açmıştır. Bağdadî’nin “İslâm’a Nispet Edilen Fakat İslâm’dan Sayılmayan Fırkalar” başlığında ele aldığı Ğalî fırkaların hemen çoğu bu çizgide İslâm coğrafyasında oluşan fırkalardır. Nifak faaliyetlerinin bir uzantısı olan H.II-IV.asırdaki zındıklık hareketlerinin önemli bir boyutunu Batınî hareketleri teşkil eder.
Do'stlaringiz bilan baham: |