Bin Muhteşem Güneş


Download 1.16 Mb.
Pdf ko'rish
bet55/76
Sana29.04.2023
Hajmi1.16 Mb.
#1400306
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   76
Bog'liq
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş

soktuğu adam bile uyuyabilir, ama aç adam, asla.
“Çocuklarım ölüp gidecek,” dedi Leyla. “Gözlerimin önünde.”
“Hayır, ölmeyecekler,” dedi Meryem. “Buna izin vermeyeceğim. Her şey düzelecek, Leyla
co. Ne yapacağımı biliyorum.”
***
Insanın derisini kavuracak kadar sıcak bir gün, Meryem üzerine burka’sını geçirdi, Raşit’le
birlikte yürüyerek Intercontinental Oteli’ne gitti. Otobüse binmek artık bütçelerinin
karşılayamayacağı bir lükstü; dik tepeyi tırmandıklarında Meryem’de de adım atacak hal
kalmamıştı. Yokuşu çıkarken pek çok kez başı donmuş, gözü kararmış, iki kez durup
geçmesini beklemek zorunda kalmıştı.
Otelin girişinde, Raşit bordo giysili, kasketli kapıcılardan biriyle selâmlaşıp kucaklaştı.
Aralarında dostça görünen bir sohbet geçti. Raşit konuşurken, elini kapıcının dirseğine
dayamıştı. Bir ara başıyla Meryem’i gösterdi, iki adam dönüp bir an ona baktılar. Meryem’in
gözü kapıcıyı bir yerden ısırır gibiydi.
Kapıcı içeriye girdi, Meryem’le Raşit durup beklediler. Bu yükseklikten bakınca, Meryem
Politeknik Enstitüsü’nü, onun ilerisinde de eski Hayırhane bölgesini ve Mezar’a giden yolu
görebiliyordu. Güneyde, ekmek fabrikasını seçti. Uzun zaman önce terk edilen silonun soluk
sarı cephesi, hedef olduğu onca bombardımandan, delik deşikti. Daha da güneyde, Darülaman
Sarayı’nın yıkıntıları, Raşit’in onu yıllar önce pikniğe götürdüğü, şimdi çukurlar içindeki bahçe


görünüyordu. O günün anısı, artık bir başkasına aitmiş gibi gelen geçmişten, kutsal bir
yadigârdı.
Meryem dikkatini binalarda, göze çarpan yapılarda yoğunlaştırdı. Zihnini özgür bıraktığı
an, bütün cesaretini yitireceğinden korkuyordu.
Birkaç dakikada bir, otelin girişine bir cip ya da taksi yanaşıyordu. Kapıcılar koşuyor,
hepsi de erkek, silahlı, sakallı, türbanlı olan, araçlardan hep aynı kendinden emin, kibirli ve
tehditkâr havayla inen yolcuları karşılıyordu. Onlar yanından hızla geçip otele dalarken,
Meryem’in kulağına bölük pörçük sözcükler çalınıyordu. Çoğunlukla Peştunca ve Farsça, ara
ara da Urduca ve Arapça.
“Işte gerçek efendilerimiz,” dedi Raşit alçak bir fısıltıyla. “Pakistanlı ve Arap Islamcılar.
Taliban yalnızca bir kukla. Asıl büyük oyuncular bunlar, Afganistan da oyun bahçeleri.”
Kulağına çalınanlar doğruysa, Taliban bunlara ülkenin her yanında gizli kamplar açma izni
vermişti; buralarda eğitilen genç adamlar intihar komandolarına ve cihat neferlerine
dönüştürülüyordu.
“Nerde kaldı bu?” diye sordu Meryem.
Raşit yere tükürdü, ayakkabısının burnuyla tükürüğün üzerine toprak attı.
Bir saat sonra, kapıcının peşinden içeriye girdiler. Ne is serinlikteki lobiden geçerken,
topukları mermer zeminde takırdadı. Meryem deri koltuklarda karşılıklı oturan iki adam
gördü; tüfeklerini aralarındaki sehpaya bırakmış, çaylarını yudumluyor, bir tabaktaki
celabilerden, üzerine pudra şekeri serpilmiş halkalardan atıştırıyorlardı. Aklına celabi’ye
bayılan Azize geldi, bakışlarını tabaktan kaçırdı.
Kapıcı onları dışarıya, bir terasa çıkardı. Cebinden küçük, siyah, kablosuz bir telefonla
üzerine bir telefon numarası yazılmış bir kâğıt parçası çıkardı. Şefimin uydu telefonu, dedi.
“Size beş dakika veriyorum,” diye ekledi. “Hepsi o kadar.”
Teşekkür,” dedi Raşit. “Bu iyiliğini unutmayacağım.”
Kapıcı başını salladı, uzaklaştı. Raşit numarayı çevirdi. Telefonu Meryem’e verdi.
Meryem cızırtılı zil sesini dinlerken, zihni gezintiye çıktı. Celil’i son gördüğü güne, on üç yıl
geriye gitti; 1987 yılının baharına. Meryem’in evinin önünde, bastonuna dayanmış duruyordu;
Herat plakalı mavi Benz’in yanında; beyaz bir şerit arabanın tavanını, motor kapağını ve
bagajı ikiye bölüyordu. Orada saatlerce dikilmiş, Meryem’i beklemişti, arada bir adım
seslenerek; tıpkı kendisinin bir keresinde, onun evinin önünde durup ona seslendiği gibi.
Meryem perdeyi yalnızca bir kez, azıcık aralamış, erkeği şöyle bir görmüştü. Yalnızca bir andı,
ama saçlarının apak kesildiğini, ha iften kamburunun çıktığını ayrımsamasına yetmişti.
Gözlük takmış, her zamanki gibi kırmızı bir kravat bağlamıştı; göğüs cebindeyse beyaz
mendilin bildik üçgeni. En çarpıcısı, Meryem’in anımsadığından daha zayıf, çok daha zayıf
olmasıydı; koyu kahve takım elbisesinin ceketi omuzlarından dökülüyordu, pantolon paçaları
bileklerine yığılmıştı.
Celil de onu görmüştü. Gözleri perdedeki ayrıktan buluşmuştu, tıpkı yıllar önce, bir başka
perdenin aralığından buluştuğu gibi. Sonra, Meryem çabucak çekip kapadı perdeyi. Yatağa
oturdu, Celil’in gitmesini bekledi.
Celil’in giderken kapıya bıraktığı mektubu anımsadı. Zarfı hiç açmadan, yıllarca yastığının
altında saklamış, arada bir çıkarmış, elinde evirip çevirmişti. Sonunda da yırtıp atmıştı.
Ve işte buradaydı; bunca yıldan sonra onu arıyordu.
Meryem sergilediği o aptalca, toy gurura şimdi pişmandı. Keşke içeriye alsaydım, diyordu.
Onu eve almanın, karşısına oturup dinlemenin, neden geldiğini öğrenmenin ne zararı olurdu


ki? Babasıydı, o. Tamam, iyi bir baba olamamıştı, ama hataları şimdi nasıl da sıradan,
bağışlanabilir görünüyordu -Raşit’in kötücüllüğüyle, ya da Meryem’in bizzat tanık olduğu,
insanın insana reva gördüğü bütün o vahşiliklerle, gaddarlıklarla karşılaştırıldığında.
Keşke mektubu yok etmeseydi.
Tam o sırada, kulağına derin bir erkek sesi doldu; Herat belediye başkanının bürosu, dedi.
Meryem boğazını temizledi. “Selam, kardeşim; ben Herat’ta yaşayan birini arıyorum. Ya da
eskiden yaşardı, yıllar önce. Adı Celil Han. Şar-e Nev’de otururdu, bir sineması vardı. Şu an
nerede olduğu hakkında bir bilgin var mı?”
Adamın sinirlendiği sesinden rahatlıkla anlaşılıyordu. “Belediye başkanının bürosunu
bunun için mi aradın?”
***
Meryem başka kimi arayacağını bilemediğini söyledi. “Kusura bakma, kardeşim. Çok daha
önemli işleriniz olduğunu biliyorum, ama bu bir hayat memat meselesi, yoksa aramazdım.”
“Kendisini tanımıyorum. Sinema yıllardır kapalı.”
“Belki orada onu tanıyan biri vardır, hakkında bir şeyler bilen biri...”
“Burada kimse yok.”
Meryem gözlerini yumdu. “Lütfen, kardeşim. Çocukların hayatı söz konusu. Küçücük
çocukların.”
Uzun bir iç çekiş.
“Belki oradaki biri...”
“Binada bir bekçi var. Yanılmıyorsam burada doğup büyümüş.”
“Evet, ona sor, lütfen.”
“Yarın tekrar ara.”
Meryem yapamayacağını söyledi. “Bu telefon sadece beş dakikalığına bende. Ben...”
Karşı uçta bir çıtırtı oldu, Meryem adamın telefonu kapadığını sandı. Ama sonra, ayak
sesleri duydu; konuşmalar, uzaktan uzağa bir araba kornası, çıtırtılarla kesilen, mekanik bir
homurtu; belki elektrikli bir vantilatör. Telefonu öteki kulağına geçirdi, gözlerini kapadı.
Gözünün önüne gülümseyen, elini cebine atan Celil geldi.
Ah. Elbette. Pekâlâ. Al bakalım. Daha fazla olay çıkarmadan...
Yaprak biçiminde bir kolye, ucundan, üzerine aylar, yıldızlar işlenmiş, minicik sikkeler
sarkıyor.
Taksana, Meryem co.
Nasıl buldun?
Bence kraliçelere benzedin.
Birkaç dakika geçti. Sonra adım sesleri, bir sürtünme sesi, bir çıtırtı. “Evet, tanıyor.”
“Öyle mi?”
“Öyle diyor.”
“Neredeymiş?” dedi Meryem. “Bu adam Celil Han’ın nerede olduğunu biliyor mu?”
Bir duraklama oldu. “Yıllar önce öldüğünü söylüyor, 1987’de.”
Meryem’in midesi kasılıverdi. Bu olasılığı aklına getirmişti elbette. Celil yaşasaydı, şimdi
yetmişli yaşlarının sonunda olurdu, ama...
1987.
Ölüyordu, demek? Ta Herat’tan, onca yolu, vedalaşmak için gelmişti.


Balkonun kenarına gitti. Buradan, otelin bir zamanlar çok ünlü olan yüzme havuzunu
görebiliyordu; şimdi boş ve pisti, sağda solda kurşun delikleri, çatlamış, çürümüş fayanslar. Ve
perişan haldeki tenis kortu; yırtık pırtık ağ, kortun ortasında gevşekçe yatıyor; bir yılanın
soyup attığı, ölü derisi gibi.
“Artık kapatmalıyım,” dedi karşı uçtaki ses.
“Sizi rahatsız ettim, özür dilerim,” dedi Meryem, sessizce hıçkırırken. Ona el sallayan Celil’i
görüyordu; taştan taşa sekerek ırmağı geçiyor, cepleri getirdiği armağanlarla tıka basa dolu.
Meryem, Allah’tan onunla daha çok vakit geçirme izni koparmak için, soluğunu tutuyor,
saniyeleri sayıyor. “Teşekkür ederim,” diye başladı, fakat adam telefonu çoktan kapamıştı.
Raşit ona bakıyordu. Meryem başını olumsuz anlamda salladı.
“Ne hayrını gördük ki zaten,” diye homurdandı Raşit, telefonu onun elinden kaparken.
“Kızına bak babasını al.”
Lobiden geçerlerken, Raşit hızlı adımlarla artık boşalmış olan sehpaya seğirtti, tabakta
kalmış olan son celabi halkasını cebine attı. Eve gidince de Zalmay’a verdi.



Download 1.16 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   76




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling