ÇAĞDAŞ TÜrk edebiyatlari-ii yazarlar
Marifetçilik Edebiyatı kavramını XIX. yy. sonlarında Özbekistan’ın genel siyasî, kül-
Download 4.7 Kb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- BİRİNCİ PERDE Bay misafirhanede oturur, Hayrullah ile Dâmulla içeri girer: - Esselâmu aleyküm. BAY
- TAŞMURAD
- DÂMULLA
Marifetçilik Edebiyatı kavramını XIX. yy. sonlarında Özbekistan’ın genel siyasî, kül- türel ortamını göz önünde tutarak açıklamaya çalışınız. Sart: kervanbaşı ve tüccar anlamlarındaki Sanskritçe kökenli bu kelime Farslar tarafından Orta Asya şehirlerinde yaşayan tüccar ve zanaatçıları tanımlamak için kullanılmıştır. Çarlık Rusya sömürgeciliği döneminde bugünkü Özbekistan sınırları içerisinde yaşayan tüm Türk halklarına Ruslar tarafından Sart adı takılmıştır. ÖТİL 3.Cilt:455 2 3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I 67 CEDİT EDEBİYATI 1900’lü yılların başlarında Özbek sosyal hayatında olduğu gibi edebî hayatta da pek çok yenilik meydana gelir. Bu devreye Cedit (yenilenme, yenilik) adı verilmesinde İsmail Gaspıralı’nın görüşleri ve faaliyetleri etkili olur. İsmail Gaspıralı 1893’te ve 1908 yılında Buhara’ya gelerek Buhara Emiri’ni ziyaret etmesiyle başlayan yenilik hareketleri hız kes- meden devam eder. İsmail Gaspıralı “Usul-i Cedit” okulunu Buharalı tüccar Nizamettin Sabitov’un evinde açtıktan sonra (1908) bu yenilikçi akım bütün Türkistan’a hızla yayılma- ya başlar. Bu hareket neticesinde Türkistan’ın çeşitli yerlerinde bu nitelikte okullar açılır. Özellikle basın-yayın alanında hızlı ilerleme kaydedilir. 1905’ten sonra onlarca gazete, dergi Özbek dilinde basılmaya başlar. Bu dönem gazetelerinin ilkinin adı “Terakkî” (1906) dir. Bu tür gazete ve dergilerde halka dil ve kültür yönünden birlik ve beraberliğe çağrı ya- pılır. Milli meseleler ve özgürlük gibi kavramlar dile getirilerek halkın manevi duyguları- nın şahlanması amaçlanır. Bu dönemde çıkan “Hurşid” (1906) adındaki gazetede meşhur Özbek ediplerinden Münevver Kârî Abduraşidhanov’un muharrirlik yaptığını görürüz. Avlânî kendi “Tercime-yi Hal’inde şöyle yazıyor: “Bu vakitte yerli halklar arasında “eski-yeni” (cedit-kadim) kavgası başlamıştı. Gazete oku- yanları mollalar “Ceditçi” derlerdi. Ben de işte o “ceditçiler” safına katıldım. 1904 yılından itibaren ceditler safında çalışmaya başladım. “Cedit Mektebi” açarak öğretmenlik yapmaya başladım. 1904 yılında Rus-Japon savaşı başladı. Bu savaş bizim de gözümüzü açtı. 1905 yılın- da Rusya’da başlayan inkılâp rüzgârı, bize de olumlu yönde tesir etti. Bizim teşkilâtımız, siyasî amaçları düşünerek ilk önce cahil halkı aydınlatmanın ve onların gözünü açmanın mücadele- sine girişti. Bu maksada erişmek için gazete çıkarmak münasip görülerek, birliğin teşebbüsü ile Özbek dilinde gazeteler çıkarıldı. 1906 yılında “Tarakkî”, “Hurşid” gazeteleri çıkarıldı. Bunlar eski hükümet tarafından kapatıldıktan sonra 1907 yılında ben, kendi editörlüğümde hem de demir yolu işçilerinin sosyal demokrat grubunun alâka ve yardımı ile “Şühret” gazetesini Sap- yorni caddesinde çıkardım.” (Avlaniy 2009, II. Cilt: 288) Bu devir toplumunda Ceditçilere karşı çıkanlar olmuştur. Özellikle bazı dinî gruplar gazete, dergi ve benzeri faaliyetlerin dinî açıdan iyi olmadığını ileri sürmüş, yayımcılara karşı çıkmışlardır. Bu kişilere gazete köşelerinden verilen cevaplarda ağır ithamlar bulun- maktadır. Ceditçilik hareketi üzerinde uzun yıllar araştırma yapan Profesör Begali Kasımov “Milli Uyanış” adlı kitabında ceditçiliği akım değil, genel bir ilerleme hareketi olarak de- ğerlendirmenin daha doğru olduğunu vurgular. O’na göre ceditçilik sadece eğitim reform- ları ile ilgilenmekle yetinmez; sosyal, siyasî ve kültürel alandaki problemleri de öne çıka- ran bir harekettir. Bu hareketin özellikleri hakkındaki görüşlerini âlim şöyle sıralar: “1) Toplumdaki tüm tabakaların ilgisini çekmiş, uyanış ideolojisi olarak hizmet etmiştir; 2) Bağımsızlık için mücadele etmiştir. Onların gayreti ve teşebbüsü ile ortaya çıkan Türkistan muhtariyeti bu yoldaki ideolojik yönelişin ilk sonucu olmuştur; 3) Eğitim ve medeniyeti, matbuatı sosyal-siyasî amaçlara uygun hale getirmiştir.” (Kasımov 2009: 3) Aynı kitapta ceditçiliğin ortaya çıkışı şu şekilde açıklanmıştır: “Türkistan’daki ceditçilik, XIX. yüzyılın 80’lı yıllarında Rusya Müslümanları arasında, özellikle, Kafkas ve Volga Boyları’nda yayı- lan ilerleme hareketinin doğrudan etkisi ve sonucu olarak doğmuştur.” Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki Özbek dil ve edebiyatında Cedit devri müstesna bir yere sahiptir. Modern Özbek dilinin temelleri ve kuruluşu bu dönemde gerçekleşmiştir. Roman, hikâye, drama, tiyatro gibi pek çok edebî tür Özbek edebiyatında bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle basın-yayın faaliyetlerinin artış göstermesi, dergilerin sürekli yayın faaliyetlerinde bulunması kalem sahiplerinin ellerini ve zihinlerini güçlendirmiştir. Bu tür faaliyetlerde kullanılan dilin millî dil olan Özbekçe olması, anlaşılma ve anlatma Çağdaş Türk Edebiyatları-II 68 noktasında önemli katkılar sağlamıştır. Millî bir dil ve milli bir edebiyattan söz etmenin mümkün olduğu yıllar Cedit devridir. Marifetçiler milli edebiyata yeni konular getirdiler ise, ceditler Özbek edebiyatını tiyatro, roman, hikâye gibi yeni türlerle zenginleştirdiler. Türkistan’daki Cedit hareketinin rehber ve öncülerinden olan Mahmudhoca Behbudî (1874–1919) ilkokulu ve medrese eğitimini Semerkant’ta alır. Medrese tahsilinden son- ra devlet mahkemesinde katip görevinde bulunur. Daha sonra devlet müftüsü olarak ta- yin edilir. Arabistan, Mısır, Türkiye, Rusya, Tataristan, Başkurdistan gibi ülkeleri gezen Behbudî o ülkelerdeki eğitimle Türkistan’daki eğtim düzeyini karşılaştırma fırsatını bulur. Türkistan’daki siyasî, iktisadî ve sosyal durumun kötü olmasının sebebi olarak eğitimsiz- liği gösterir. Bu yüzden, Semerkant’ta yeni tip okullar açar. Bu okullar için kendisi müf- redat belirler ve Tarih-i İslam, Kitabetü’l-Etfâl, Risale-i Esbab-ı Sevâd, Risale-i Coğrafya-yı Umranî gibi ders kitapları hazırlar. Bunun yanında “Semerkant” gazetesi ve “Ayna” der- gisini yayımlamaya başlar. Behbudî bu gazete, dergi ve okulları ile Türkistan’da ceditçilik hareketinin yayılmasını sağlar. Behbudî Türkistan’da yayımlanan “Tarakki”, “Vakt”, “Hur- şid”, “Şurâ” gazetelerinde de dönemin en önemli sorunları ile ilgili makaleler yayımlar. Makalelerinden birinde şöyle der: “Halk kendi faydasını anlasa milli mektep ve medreseler açsa, Avrupa üniversitelerine çocuklarını gönderirse, onlardan avukat, muharrir, zanaatçi, tüccar ve mühandis çıksa bunların her biri görevlerinin başına gelip işlerini düzene koysa halkın faydasına birşeyler yapsa ne kadar güzel olurdu.” Behbudî 1917’den sonra Sovyet müesseselerinde çalışır. Yeni okulların açılmasında ve matbuatın gelişmesinde katkıda bulundu. 1919’da Buhara emiri tarafından ayırmacı ve casus ilan edilerek ölüme hükmedilir. Semerkant’ı terk ederken Behbudî meslektaşlarıyla birlikte Özbekistan’ın Karşı şehrinde yakalanarak feci bir şekilde öldürülür. Behbudî, ilk Özbek tiyatro yazarıdır. 1911 yılında yazılmış olan Pederküş (Baba Katili) adlı dramı 1914 yılında sahnelenmiştir. Bu eser halk tarafından büyük beğeni ile karşılan- mıştır. A. Samoyloviç 1916 yılında Türkistan’a yaptığı ziyaret sonrasında edindiği izlenim- ler sonucunda şu sözü söyleme gereği duymuştur. “Türkistan’da yeni bir edebiyat tezahür etmiştir. Bunu bekliyordum... Yeni edebiyatın merkezi Semerkant’tır. Genç kalemlerin ilham kaynağı ise Behbudî Efendidir”. (Behbudî 2006: 13) Behbudî’nin Pederküş adlı eserini inceleyen bazı araştırmacılara göre yazar bu eseriyle Türkistan’ın geleceği ile ilgili kaygılarını dile getirmiştir. Kendi çocuğunun cahilliği so- nucunda öldürülen baba Türkistan’ı temsil etmektedir. Behbudî bu eseriyle Türkistan’ın geleceğinin genç kuşaklara bağlı olduğunu belirtmektedir. Eğer genç nesil cahil kalırsa Türkistan ileride tenezzüle yüz tutacaktır. Pederküş dramının yayımlanması, bütün Türkistan’da millî tiyatronun doğuşunu müj-- delemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aynı yıl, Semerkant’ta Behbudî Efendi, Taşkent’te ise Münevver Kâri ile Abdullah Avlânî, Pederküş piyesini sahneye koymak üze- re çalışmaya başlarlar. Ayna dergisinin 1913 tarihli 10. sayısındaki “Semerkant’ta Tiyatro” başlıklı haber yazısında, bu eserin sahneye konulması ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: “Semerkandnıng Özbek ve Tatar yaş ve terakkiyperverleri bir bolıb, Özbekçe “Pederküş” ve Ta- tarca “Aldaduk hem Aldanduk” eserlerini Semerkand Kıraathâne-i Islâmiyesi nef’iga 1914 yıl 15 Yanvar akşamında Semerkand’da koymakçi boldılar ve hem uşbu gayretli Özbek ve Tatarlar birleşib Hokand ve Buhara ve özge Türkistan şeherlerinde milliy tiyatrlar körsetmakçidürler ki, niyet ve gayretleri şâyân-ı şükrânedür. Idârege kelgen mektublarge karagende Hokand ve Taşkend’de hem ‘Pederküş’ fâciasını sahnede koymak üçün meşk kılmakda emişler. Egerde gay- retlik yaşlar milliy tiyatrga rivâc berseler, yene başka eserler de tertib ve neşr kılınur.” 3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I 69 Pederküş’ün yayımlanması ve hemen ardından sahneye konulması, bu haber ya- zısından da anlaşılacağı gibi, sadece Behbudî ve Semerkantlı aydınlar için değil, bütün Türkistan’ın sosyal ve kültür hayatı için önemli bir hadise olmuştur. Pederküş, ilk defa Semerkant’ta sahnelendiğinde 320 kişilik tiyatro salonuna, 50 kişilik yer ilâve edilmiş, biletlerin tamamı yüksek fiyatla önceden satılmış. Buna rağmen birkaç yüz kişi de bilet bulamadığı için tiyatrodan geri dönmek zorunda kalmış. Bazıları oyunu ayakta seyretmeye bile razı olmuş fakat bunun için de yer bulunamamıştır. Pederküş piyesi yazıldıktan bir yıl sonra Turan gazetesinde tefrika edilir ve 1913 yılında da müstakil kitap hâlinde yayımlanır. Oyunun rejisörlüğünü, bir rivayete göre Azerbaycanlı Aliasker Askerov, başka bir ri- vayete göre de Mahmudhoca Behbûdî Efendi bizzat kendisi yapmıştır. Perde aralarında, Semerkand’ın meşhur hâfız (hânende)larından Hacı Abdülaziz koşuklar okumuştur. Mahmudhoca Behbudî’nin birçok makale yazdığı bilinmektedir. Onun eserlerinde in- san hakları, hürriyet, vatan sevgisi, halkın saadeti gibi hususlar öne çıkar. Mahmuthoca BEHBUDİ, Pederküş’ten parça: BİRİNCİ PERDE Bay misafirhanede oturur, Hayrullah ile Dâmulla içeri girer: - Esselâmu aleyküm. BAY – Vealeyküm esselâm, buyursunlar (oturduğu yerden kalkarak karşılar,Dâmulla’ya yer gösterir, oturur). DÂMULLA – Bay, Allah Teâlâ zenginliğini daha da ziyade etsin (dua eder). BAY – Nefesiniz mübarek, inşallah duanız kabul olur. DÂMULLA – Evet, Cuma akşamı, duanın kabul olunduğu zamandır. BAY – Hoş geldiniz, efendi. DÂMULLA – Sağ olun, sağ olun (elini kalbine götürüp). BAY – Hayrullah! Çay ve tepsi getir. HAYRULLAH – Peki! (Çay ve tepsi getirir, çay doldurur, onlar yiyip içerler,Taşmurad selâmsız, saygısız bir tavırla içeri girer.) TAŞMURAD – Baba, eğlenmeye gideceğim, para veriniz! BAY – Oğlum kiminle gideceksin? TAŞMURAD – Tursun ağabeyimle. BAY (kesesinden para çıkarıp) – Elbette, vakitlice dönün ve fena yerlere gitmeyin. TAŞMURAD – Haydi eyvallah, çok konuşuyorsunuz. (Çıkıp gider. Dâmulla, Bay ile Taşmurad’a tiksinerek bakar, başını eğer.) BAY – Konuşunuz, efendi! DÂMULLA – Peki, peki, oğlunuz büyümüş, Allah ömürler versin, Usûl-i Cedit mektebinde mi okuyor, yoksa eski mektepte mi? BAY – İkisine de gitmiyor. DÂMULLA – Evinizde mi okutuyorsunuz? BAY – Yok, hayır. Ben oğlumu okutmayı düşünmüyorum. DÂMULLA – Hayret, sebep nedir ki okutmuyorsunuz? Hâlbuki okumak herkese borç ve ilim dünyada saygı, âhirette de fazilet sebebidir. Çağdaş Türk Edebiyatları-II 70 Şair, yazar, dramaturg, modern Özbek edebiyatının kurucularından ve ceditçilik hare- ketinin öncülerinden biri sayılan Abdurauf Fıtrat (1886-1938) Buhara’da doğdu. Babası Abdurahim ticaretle meşgul biriydi. Türkiye, İran ve Kaşgar’a sık sık gittiği ve 1903’ten sonra Kaşgar’dan geri dönmediği bilinmektedir. Bu durum karşısında Fıtrat ve iki kar- deşini annesi Mustafbibi tek başına yetiştirir. Abdurauf eski mektepte okuduktan sonra Buhara’daki “Mir Arap” medresesinde eğitimini devam ettirdi. Fıtrat 18 yaşında Hacca gider. Bu vesile ile Türkiye, Hindistan, Arabistan, Mısır gibi ülkeleri ve Kırım, Bakü, Ka- BAY – Benim düşünceme göre dünyada saygının sebebi zenginliktir. Âhirette ise, Allah’ın takdiri ne ise o olur. Çünkü hepimiz görüyoruz ki, insanlar zengine molladan daha çok saygı gösteriyorlar. Bilhassa işte, bankalar çoğaldı. Büyük zenginler ortak oluyor, herkes bu ortak- lara saygı gösteriyor. Hatta işi düşenler, bunların malını daha pahalı alıyor. Kaldı ki, bunlara iltifat etmeyenlere bankalar para vermiyor; aksi hâlde verenler itibar kaybeder, küçülür, an- ladınız mı? DÂMULLA – Bu sözleriniz bugün için doğru, fakat bu ortaklara ve zenginlere gösterilen say- gı, geçici ve halkın gözü açılıncaya kadardır. Hâlbuki onlara sadece işi düşenler saygı gösterir; mollaya ise bütün halk saygı gösterir, yani mollanın ilmine saygı gösterilir. BAY – Bizim de zenginliğimize saygı gösteriliyor; hatta sadece Müslümanlar değil, Rus ve Ermeniler de saygı gösteriyor. DÂMULLA – Saygıdan vazgeçtik, eğer oğlunuzu okutursanız defterlerinizi tutar, namazını ve Müslümanlığını iyi bilir, üstelik sizin için de sevap olur. BAY – Kâtiplik kolay, işte, Hayrullah’a ayda yedi som veriyorum; gündüzleri kâtiplik ediyor, akşamları da misafirhanenin işlerini görüyor, hatta uykum gelinceye kadar hizmetimi görü- yor, bana kitap bile okuyor. DÂMULLA – Şeriat ilmini ve dinî mecburiyetlerini bilmesi için oğlunuzu okutmanız, elbette gereklidir. BAY – Şeriat ilmini okutmayı gerekli görmüyorum; çünkü onu müftü, imam veya müezzin yapmak istemiyorum, kaldı ki zenginliğim ona yeter. DÂMULLA – Dinî mecburiyetlere ne diyorsunuz? BAY – Ben beş vakit namazı, gerekli dualarıyla birlikte biliyorum, kendim öğretirim. DÂMULLA – Okuma-yazmaya ne dersiniz? Hâlbuki okuması yazması olmayan adam, hiç- bir şeye yaramaz. BAY – Bu düşünceniz tartışılır; çünkü benim okumam-yazmam yok, fakat bununla birlikte bu şehrin büyük zenginlerindenim ve her işi biliyorum. DÂMULLA – Siz eski zamanda her nasılsa bir şekilde zengin oldunuz; fakat şimdi zengin olmak şöyle dursun, sadece yaşayabilmek için bile ilim gerek. Görüyoruz ki, yirmi-otuz yıldan beri bütün ticaret Ermeni, Yahudi ve diğer yabancıların eline geçti; bunun sebebi, bizim oku- mamış olmamızdır. Okumayan zengin çocukları, görüyoruz ki, babasının malını batırıyor ve sonunda muhtaç hâle düşüyor; bu sebeple oğlunuzu okutmanızı size tavsiye ediyorum. BAY – Ah, Dâmulla, başıma müfettiş mi kesildiniz? Oğul benim, zenginlik benim, size ne olu- yor? Okumuş birisiniz, fakat yiyecek ekmeğiniz yok; bu hâlinizle bana nasihat ediyorsunuz. Hayrullah! Misafirhaneyi kilitle, uykum geldi. (Hayrullah kabı kaçağı toplar, hazır bekler.) DÂMULLA (seyircilere bakarak) – Okumak ve molla olmak için pul gerek. Zenginlerimizin hâli bundan ibaret, bu gidişle neuzubillâh dünya ve âhirette rezil oluruz. Okumak bütün Müslümanlara, erkek veya kadın olsun, farzdır. Bu nerede kaldı? Ah, vay bizim hâlimize! (Karakaş 2001:174–177). 3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I 71 zan, Moskova gibi birçok şehirleri de gezme fırsatını bulur. 1909-1913 yılları arasında İstanbul’daki “Darü’l-Muallimin”de tahsilini devam ettirir. Türkiye’deki yenileşme hare- ketleri ve siyasi mücadeleler Fıtrat’ı da derinden etkiler. O “Münazara” (1909), “Sayha” (1911) ve “Hind Seyyahının Kıssası” (1912) adlı eserlerini İstanbul’da yayımladı. 1914 yılında Buhara’ya yenilikçi fikirlerle dönen Fıtrat, kısa sürede ceditçilik hareke- tinin önde gelen temsilcisi olarak tanındı. Edebiyatçı Begali Kasimov’un belirttiğine göre 1915 yılında ülkedeki ceditçiler arasında fikir ayrılığı ortaya çıkar: “Yurt dışında okuyup gelen gençlerin hareket alanını eğitim ve medeniyet sahasıyla sınırlı tut- maları, başlangıçta eğitim ve basın yoluyla Müslümanları insafa davet ederek amaçlarına eriş- meyi düşünenleri de tatmin etmemeye başladı. Onlar azalan yardım paraları, çiftçilerin duru- munu iyileştirmek, yöneticilerin kural tanımaz tavırlarına sınır koymak gibi siyasi taleplerde bulunmasını teklif ettiler. Bu talepler genç ceditçilerin çoğu tarafından makul karşılandı. Fakat bu talepler ceditçileri “eski” - “yeni”, “sağ” - “sol” şeklinde ikiye böldü.” (Kasimov 2009: 336-337) 1917 yılından itibaren Fıtrat “Genç Buharalılar” partisinde başkâtip görevinde çalışma- ya başladı. Buhara Emiri’nin tazyik ve işkencelerine dayanamayan parti üyeleri Buhara’yı terk etmek zorunda kalır. Fıtrat da bu nedenle 1918 yılında Taşkent’e giderek eğitim faa- liyetini başlar. Fıtrat Taşkent’te bulunduğu dönemde tarih, dil ve edebiyatı araştırmak yo- luyla halkı bilinçlendirmeyi hedefleyen aydınlarından oluşan “Çağatay Gurungi” (Çağatay Sohbetleri) topluluğunu kurar. Aralarında Çolpan, Batu, Elbek, Uygur, Kayum Ramazan, Şarasul Zunnun, Şakircan Rahimi, Gulam Zaferi, Gazi Alim Yunusov gibi şair, yazar ve bilim adamlarını bulunduran bu topluluk milli kültürle ilgili alanlarda ciddi çalışmalar yaptı. Yeni okullar için dil, tarih, edebiyat, coğrafya gibi fenlerden ders kitapları hazırladı. “Türkistan’ın orta ve güney kısımlarında özellikle Buhara’da 20. yüzyılın başlarında yenileşme ve ıslahat isteyen fikir hareketlerinde, siyasî sahnede, edebiyat ve ilim sahalarında çok verimli çalışmalar yapmıştır. Bu tür çalışmalarıyla verdiği eserleri incelediğimizde Fıtrat’a, 20. yüzyılın Ali Şir Nevaî’si diyebiliriz.” (Avcı 1997: 1) Fıtrat 1921 yılında Buhara hükümetinde Merkezî Yönetim Kurulu başkan yardımcılı- ğı, Halk Eğitim Nazırlığı, Dışişleri Halk Nazırlığı, Halk Ekonomi Birliği Nazırlığı gibi so- rumluluk gerektiren vazifelerde bulundu. 1923’te sosyalist propaganda üzerinde yeterince çalışmadığı gerekçesiyle Fıtrat Halk Eğitim Nazırlığı görevinden alınınca Moskova’ya git- meye mecbur olmuştur. Orada Doğu Dilleri Enstitüsü’nde ve Petersburg Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı (1923–1924). Bu yıllarda O’na profesörlük unvanı verildi. Fıtrat Moskova’dan dönünce, Buhara, Semerkant, Taşkent Üniversitelerinde ders verdi. Özbekistan Devlet İlmî Araştırmalar Enstitüsü’nde, Dil ve Edebiyat Enstitüsü’nde, Özbe- kistan Fenler Komitesi’nde çalıştı. Bu yıllarda birçok edebî ve ilmî eser de vermiştir. Fakat Fıtrat’ın milliyetçiliği Bolşevikler ve Sovyet hükümetinin çıkarları yönünde değildi. O’nu Çolpan Abdullah Kadirî, Osman Nasır’lar ile birlikte milliyetçilikle suçlamaları gittikçe artıyordu. Fıtrat’ın önemli yönelişlerinden biri de onun ilmî eserleridir. O hem yetenekli edebi- yatçı hem de güçlü bir dilciydi. “Özbek Dili Grameri” (“Sarf ve Nahv”, 1924-1930 yılları arasında on altı kere yayımlandı), “Tacik Dili Grameri” (1930) “Dilimiz” gibi dil hakkın- daki makaleleri onun büyük bir dilci olduğunu gösterir. “Dilimiz” makalesinde Özbek dilinin şidddetli bir savunucusu ve koruyucusu sıfatında karşımıza çıkmaktadır. Türk di- linin söz zenginliğinin Fars, Arap dillerine nispeten daha fazla olduğunu belirtip şöyle Çağdaş Türk Edebiyatları-II 72 demektedir: “Arap, Fars, Rus, Alman, Fransız sarf (morfolji) kitaplarını alıp baksak, gö- rürüz ki, bir hayli sözü yapmak için bir hayli yazılır, ondan sonra bu kural dışında kalan müstesna sözler diye dört-beş söz gösterilir. Türk dilinde ise böyle sözler bulunmaz. Türk dili bu gibi zenginliklerine, olgunluklarına rağmen şanssızlıktan kurtulamamıştır. “Türk dili dünyanın en bahtsız dilidir”, diyerek Arapların, Farsların egemenliğinde bu dilin kı- sıtlandığını söyleyerek, Türk dilinin Sovyet devrinde özgürce gelişemediğine işaret eder. Edebiyat sahasındaki faaliyetlerine bakarsak onun Özbek ve Fars edebiyatlarını, edebi- yat teorilerini derin bir şekilde bildiğini görürüz. Onun bu alanla ilgili “Eski Özbek Edebi- yatı Örnekleri”, “XVI. Asırdan Sonraki Özbek Edebiyatına Genel Bir Bakış”, “Çağatay Edebi- yatı”, “Edebiyat Kaideleri”, “Aruz Hakkında” ve Özbek müziği hakkındaki eserleri, Yesevi, Nevaî, Meşreb, Turdı, Furkat, Mukimî, Nadire, Ömer Hayyam, Firdevsî, Bedil hakkındaki makaleleri bulunmaktadır. Fıtrat “Temür Sağanası” (1918), “Oğuzhan” (1919), “Hind İhtilalcileri” (1921), “Eba Müs- lim” (1916), “Çın Seviş” (1920), “Abulfeyz Han” (1921), “Begican” (1916), “Rehber-i Necat” (1915), “Aile” (1916), “Arslan” (1926) gibi birçok tiyatro eserleri de yazmıştır. Bu eserler milli tiyatronun canlanmasında önemli rol oynamıştır. Fıtrat’ın “Münazara-i Buharî be yek nefar Firengî der Hindistan der bare-i Mekatib-i Cedid” (“Bir Buharalının bir Avrupalı ile Hindistan’da Yeni Okullar Hakkındaki Tartışma- sı”) adlı kitabı 1909 yılında İstanbul’da basılmıştır. Özbek edebiyatında kısaca “Münazara” olarak bilinen bu eserin Buhara’da basılmasına Emir ruhsat vermeyince eser İstanbul’da yayımlanmıştır. Farsça yazılmış olan bu eseri Hacı Muin (1883-1938) Özbekçeye çevirmiş ve Türkistan Vilayeti Gazetesi’nde bastırmıştır (1912). 1913 yılında ayrı bir kitap halinde Taşkent’te çıkan esere, Behbudî giriş sözü de yazmıştır. Fıtrat kendi eseri hakkında şöyle açıklama yapmıştır: “Hapsetmek, öldürmek, yasaklamak gündelik adetlerdendi, o zamanlarda kitap yazmanın kendisi bir kâfirlik olarak görülmekteydi. Ben bu zamanlarda ilk eserimi yazdım. Buhara’nın yönetim şeklini, eğitim sistemini, birçok resmi idareleri eleştirdim. Bu kitap Buhara’da yayıldı. Bu kitabın yayımcıları olan Buhara ceditlerini tehlikeye düşürmemek için Emir’e açıklayıcı bir giriş sözü yazdım ve bununla güya eleştirinin O’na değil memurlara olduğunu vurgula- dım. O dönemlerde Buhara’da durum bunu gerektiriyordu. Bundan dolayı benim için Buhara Emiri’nin taraftarı demek doğru değildir. Benim Buhara Emiri’ne karşı her zaman mücadele ettiğimi ve mücadele eden teşkilatlara liderlik yaptığımı bilmeyen yoktur”. Bu eserde Buharalı bir müderris ile bir Frengi’nin eski ve yeni usul mektepler hakkın- daki tartışması anltılmaktadır. Fıtrat bu eseriyle eski usul mekteplerin metod ve muhteva bakımından yetersizliğini vurgular, çağdaş bilimlerden uzak kalmasını eleştirerek çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek okulların açılmasını ve eğitimin yaygınlaşmasını öner- mektedir. “Münazara” dönemin siyasî, idarî, dini ve kültürel yapısı hakkında önemli bil- giler içeren bir eserdir. Özellikle, Buhara medreselerinin durumu, öğretmenlerin maddi ve manevi durumu, öğrencilerin yaşam şartları, müfredat ve ders kitapları hakkındaki tespitler önemlidir. 3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I 73 Abdurauf FITRAT, “Münazara”dan parça: Download 4.7 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling