geldiler; bir daire içinde dönüp durdular bazen, bir sürü yabancı yüzle karşılaştılar; şık giysiler,
pek şık denemeyecek daha başka giysiler, bisikletler, içinde hastalarla tekerlekli sandalyeler ve
çocuk arabaları gördüler, bir curcunadan farksız sesler işittiler, sıcak ve tozlu bir has/ayı
soludular. Sonunda bir bankta tanımadıkları insanların yanma oturdular.
Bütün bu süre iÇinde hala hanım hiç durmadan konuşmuştu; derken göğüs geçirip sevecen
bir gülümsemeyle Hans'a baktı; eh, artık çikolatasını yiyebileceğini söyledi ama Hans yemek
istemiyordu.
"Aman Tanrım, utanıyor
musun yoksa? Ye haydi ye!"
Hans çikolatayı cebinden çıkardı, jelatinini açmak için bir süre uğraştı, sonunda ufak bir
parça kopardı ucundan. Çikolatayı sevmiyordu işte ama bunu halasına söylemeye de sıkılıyordu.
Ağzına attığı parçayı emip güçbela yutmaya çalışırken, kalabalık içinde tanıdık birini gören
halası yerinden fırladığı gibi koştu. "Sen buradan bir yere ayrılma, ben şimdi
dönerim!"
Rahat bir nefes aldı Hans, fırsattan yararlanarak elindeki çikolatayı çimenlerin uzak bir
köşesine fırlattı. Oturduğu yerde ayaklarını hafifçe ileri geri sallamaya, çevresindeki insanları
incelemeye koyuldu, bir mutsuzluk çöktü üstüne. Kuraldışı fiilleri bir kez daha aklından
geçirmeye çalıştı ama neredeyse tümünü unuttuğunu görerek fena halde korktu. Hepsi de
düpedüz çıkıp gitmişti belleğinden! Oysa yarın sınava girecekti.
Hala hanım dönüp geldi sonunda; bu yıl yüz on sekiz adayın sınava gireceğini öğrenmişti
ama içlerinden yalnızca otuz altısı alınacaktı okula.
Bunu işiten Hans'm morali iyice bozuldu, eve dönerlerken yol boyunca tek söz çıkmadı
ağzından. Evde başına bir ağrı yapıştı, yemeğe yine el sürmek istemedi; öylesine kolu
kanadı kırılmış bir hali vardı ki, babası tarafından bir güzel paylandı, hatta halası da onun
Do'stlaringiz bilan baham: |