T. C. KÜLTÜr ve turizm bakanliği tüRKİye küLTÜr portali projesi


Download 17.59 Kb.
Pdf ko'rish
bet7/22
Sana26.12.2017
Hajmi17.59 Kb.
#23082
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   22

Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü 
ortamda  umuma  arz  yetkisi  sınırsız  süreyle  Kültür  Turizm  Bakanlığına 
devredilmiştir.    Bakanlık  sonraki  zamanlarda  hazırlanan  içerikle  ilgili  düzeltme, 
ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir.
 
Kaynağı  Hazırlayan(Grup 
üyesi) / 
Emeği Geçen  
Konu Editörü 
Proje Yöneticisi 
Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ 
Prof.Dr. Kıymet GİRAY 
Prof. Dr. H. Hale 
KÜNÜÇEN 

 
 
 
 
3.4.9.Köprüler 
 
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, köprü 
 
Selçuklu çağının mimarlık mirası içinde en dikkat çekici yapı gruplarından biri de, bu çağda 
cisr  ya  da  kantara  da  denilen  köprülerdir.  12.yüzyılın  ortalarından  kalma  bir  Artuklu  eseri 
olan  Hasankeyf  Köprüsü  gibi,  özellikle  tek  kemer  açıklıklı  anıtsal  köprü  inşaatlarının 
kaynağında geç Roma çağının mimari geleneklerinin rol oynadığı söylenebilir. Köprünün orta 
bölümünde,  muhasara  sırasında  inip  kalkan  ahşap  bir  donatının  bulunduğu,  ayrıca  köprü 
ayaklarının  içlerine  de  odaların  yerleştirildiği  bilinmektedir.  Bu  türden  çözümlerin,  güney-
doğu  Anadolu’daki  kimi  köprülerde  de  uygulanmış  olduğu  anlaşılmaktadır.  Benzer  şekilde, 
aynı yüzyılda inşa edilmiş Silvan-Bitlis arasındaki üç bölümden oluşan Malabadi Köprüsü de, 
150 m.ye varan uzunluğu, üzerindeki kapı ve odaları ile figürlü taş süslemeleri bakımından, 
Artuklu  dönemi  mühendislik  ve  mimarlığının  en  görkemli  örneklerinden  biridir.  Cizre’de, 
aynı yüzyıldan kalma  Dicle Köprüsü ise, ayakları üzerindeki gezegen ve burçları sembolize 
ettiği düşünülen taş kabartma astral figürleriyle dikkat çekici bir örnektir.  
 
Anadolu’da, Selçuklular tarafından 1202 yılında inşa edilen ilk köprünün, Kayseri civarındaki 
Tekgöz    Köprüsü  olduğu  bilinir.  Selçuklu  çağının  diğer  örnekleri  arasında  yer  alan  1209 
tarihli Afyon-Altıgöz Köprüsü, yedi kemer gözlü bir uygulama olarak 1222 tarihli Ankara-Ak 
Köprü,  yüzyılın ortalarından kalma Kırşehir-Ankara arasında ve Kızılırmak üzerine yapılmış 
13  kemer  gözüyle  Kesik  Köprü,  Kayseri-Boğazlıyan  yolunda  ve  yine  Kızılırmak  üzerine 
yapılmış  15  kemer  gözlü  Çokgöz  Köprüsü  ile  Alanya-Antalya  yolunda  Köprüpazar  çayı 
üzerinde  yıkılmış  bir  Roma  köprüsünün  kalıntılarından  yararlanılarak  Selçuklu  Sultanı  II. 
Gıyâseddin  Keyhüsrev  tarafından  1239–40  yılında  inşa  edildiği  kanıtlanan  Köprüpazar 
(Belkıs)  Köprüsü  gibi  örnekler,  hiç  şüphe  yok  ki,  kervan  ya  da  sefer  yolları  üzerinde  ve 
ülkeler arası ticarî etkinliklere bağlı olarak inşa edilmiş yapılardı. 
 
Kitâbeler,  Kayseri-Tekgöz  Köprüsü’nün  Alişîr  bin  el-Hüseyin  el-Kayserî,  Diyarbakır-Eğil 
yolu  üzerindeki  Devegeçidi  Suyu  Köprüsü’nün  Üstâd  Cafer  bin  Mahmud  el-Halebî  ve 
Diyarbakır-Anbarçayı Köprüsü’nün Osman bin Takâk Gulâm el-Üstâd Cafer bin Mahmud el-
Halebî gibi, mimar ve mühendis kökenli ustalarca yapıldığını ortaya koymaktadır.  
 
 
Kaynak: 
Z.K.Bilici,  “Köprüpazar  (Belkıs)  Köprüsü  Kitâbesi  Üzerine”,  Adalya,  No:  V/7,  2001–2002, 
İstanbul. 2002, s.173–185 
 
C.Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara. 2002 (2) 
 
F.İlter, Osmanlılara Kadar Anadolu Türk Köprüleri, Ankara.1978 
 
G. Tunç, Taş Köprülerimiz, Ankara. 1978 
 
 
 
 
 

 
 
 
 
 
Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü 
ortamda  umuma  arz  yetkisi  sınırsız  süreyle  Kültür  Turizm  Bakanlığına 
devredilmiştir.    Bakanlık  sonraki  zamanlarda  hazırlanan  içerikle  ilgili  düzeltme, 
ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir.
 
Kaynağı  Hazırlayan(Grup 
üyesi) / 
Emeği Geçen  
Konu Editörü 
Proje Yöneticisi 
Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ 
Prof.Dr. Kıymet GİRAY 
Prof. Dr. H. Hale 
KÜNÜÇEN 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
3.4.10.Hamamlar Ve Su Yapıları 
 
Anahtar Kalimeler: Selçuklu, Hamam, Sarnıç, Çeşme 
 
Selçuklu çağı su mimarlığını temsil eden hamamlardan günümüze pek az yapı ulaşabilmiştir. 
Bunlar arasında önemlice bir grubu, tek ya da çifte hamam olarak inşa edildiği bilinen çarşı 
hamamları  oluşturmaktadır.  12.yüzyıldan  kalma  Kars-Menûçehr  Hamamı,  Kayseri-Birlik 
Hamamı  ve  Külük  Hamamı  ile  aynı  yüzyıldan  Mardin’deki  Sitti  Radviye  (Savur  Kapı) 
Hamamı,  bilinebilen  en  erken  tarihli  örneklerdir.  13.yüzyıla  ait  Kayseri-Sultan  Hamamı  ile 
Huand  Hamamı,  Konya-Sahib  Ata  Hamamı,  Beyşehir-Eşrefoğlu  Hamamı  ve  Tokat-Pervâne 
Hamamı gibi örneklerin, çifte hamam olarak inşa edildikleri bilinmektedir. 
 
Hamam mimarlığının temel mekânsal öğeleri,  soyunmalık, içinde helâ ve traşlığı barındıran 
aralık,  ılıklık,  sıcaklık  ve  halvet  hücreleri  ile  ısıtma  tesisatı,  su  deposu  ve  külhan  gibi 
birimlerdir. 
 
Selçuklu  çağı  hamamlarının  genel  plan  şemalarını  belirleyen  en  önemli  mekânsal  öğe, 
yıkanma  işlevinin  gerçekleştirildiği  sıcaklık  birimleridir.  12.  ve  13.yüzyıl  örneklerinin 
sıcaklıkları,  ortası  kubbeli  ve  aksiyal  yönlerde  yerleştirilmiş  eyvanlar  ile  köşelerde  halvet 
hücrelerinden  meydana  gelen,  haçvari  dört  eyvanlı  ve  köşe  halvetli  merkezî  bir  plan 
düzenlemesine sahiptirler. Üç eyvanlı ve üç halvet hücresiyle Kastamonu-Frenkşâh Hamamı 
ile  üç  eyvanlı  ve  iki  köşe  halvetli  kadınlar  kısmıyla  Kayseri’deki  Huand  Hamamı  ise  bu 
uygulamanın varyasyonları olarak kabul edilebilir. Tokat-Pervâne Hamamı’nın kadınlar kısmı 
ise,  tipolojik  olarak,  ortası  kubbeli,  enine  sıcaklıklı  ve  çifte  halvetli  hamam  grubunun 
temsilcisi olarak dikkati çeker. 
 
Çağın  diğer  örnekleri  arasında,  han,  saray  ve  kalelerde  karşılaşılan  özel  hamamlar  da 
bulunmaktadır.  Alara  Kalesi’ndeki  Saray  yapısının  içinde  yer  alan  hamamın,  Sultan  için 
tasarlanmış  küçük  bir  hamam  olduğu  söylenebilir.  Aynı  şekilde,  Alanya’da,  İçkale’deki 
Selçuklu Sarayı’na yakın konumda ve İçkale’nin hemen dışında inşa edilmiş sekizgen planlı 
sıcaklığı  bulunan  hamamın  da,  Selçuklu  Sultanı  için  tasarlanmış  özel  bir  hamam  olduğu 
anlaşılmaktadır.  Diğer  taraftan,  Kayseri-Sivas  yolu  üzerindeki  Tuzhisar-Sultan  Hanı  ile 
Kayseri-Malatya yolu üzerindeki Karatay Hanı’nda da, özel olarak tasarlanmış küçük boyutlu 
hamamların bulunduğu bilinmektedir. 
 
Selçuklu  çağı  su  mimarlığının  diğer  örnekleri  arasında,  termal  kaynakların  kullanılmasına 
yönelik ılıca ya da kaplıca diye de bilinen örneklere de rastlanabilmektedir. Bunlar arasında 
13.yüzyıldan  kalma  Kütahya-Yoncalı  Kaplıcası  ile  dönemin  ünlü  mimarı  Kalûyân  el-
Konevî’nin yaptığı Ilgın Kaplıcası, Selçuklu çağının dikkat çekici iki eseridir. 
 
Kentlerin  su  ihtiyacını  karşılamak  üzere,  Selçuklu  çağında  inşa  edilmiş  sarnıçlar  ve 
buzhâneler,  henüz  ayrıntılı  olarak  incelenmemiştir.  Bunlar  arasında,  Sahib  Ata  çifte 
buzhânesi, Şerafeddin Sarnıcı, Ak Sarnıç, Durunday Ana Sultan Sarnıcı ve Buzlukbaşı Sarnıcı 
(Ak  Sarnıç)  gibi  Konya’da  yoğunlaşan  bir  grup  su  yapısı  özellikle  dikkat  çekicidir.  Benzer 
şekilde, Alanya Kalesi’ndeki Mecdüddin Sarnıcı ve Tophane Sarnıcı gibi anıtsal örneklerin de 
bu çağda inşa edilmiş oldukları bilinir.  
Selçuklu  çağı  çeşmelerinden  geriye  pek  az  örnek  kalabilmiştir.  Çoğu  13.yüzyıldan  kalma 
örnekler  arasında,  özellikle,  Konya-Sahip  Ata  Camii  taçkapısının  her  iki  kenarına 
yerleştirilmiş  çeşmeler,  ayrıca  Sivas-Gök  Medrese,  Beyşehir-Eşrefoğlu  Camii,
 
Nevşehir-
Avanos  yolu  üzerindeki  Sarı  Han,  Alanya-Antalya  yolu  üzerindeki  Alara  Hanı,  Aksaray-

 
 
 
Kayseri  yolu  üzerindeki  Ağzıkara  Han,  Tokat-Pazaryolu  üzerindeki  Hatun  Hanı,  Tunceli-
Mazgirt  yolu  üzerindeki  Elti  Hatun  Hanı,  Kayseri-Sahibiye  Medresesi,  Afyon-Çay’da  Taş 
Medrese ve Afyon-Bolvadin’de Alaca Çeşme gibi su yapıları hatırlanabilir. 
 
Kaynak: 
B.Erat,  “Hamamlar”,  Anadolu  Selçukluları  ve  Beylikler  Dönemi  Uygarlığı,  Cilt  2,  Ed.: 
A.U.Peker-Z.K.Bilici, Ankara.2006, s.457–465 
 
S.Eyice, "İznik'de Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme", İÜEF 
Tarih Dergisi, XI, İstanbul. 1960, s. 99–120 
 
Y.Önge,  “Konya-Beyşehir’de  Eşrefoğlu  Süleyman  Bey  Hamamı”,  Vakıflar  Dergisi,  VII, 
Ankara. 1968, s.139–144 
 
Y.Önge, "Eski Türk Hamamlarında Su Tesisatı İle İlgili Bazı Detaylar", IUluslararası Türk-
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi Bildirileri, I, İstanbul. 1981, s. 212–223 
 
Y.Önge, Anadolu’da XII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara. 1995 
 
Y.Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları
, Ankara. 1997 
 
 
 
 
 
Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü 
ortamda  umuma  arz  yetkisi  sınırsız  süreyle  Kültür  Turizm  Bakanlığına 
devredilmiştir.    Bakanlık  sonraki  zamanlarda  hazırlanan  içerikle  ilgili  düzeltme, 
ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir.
 
Kaynağı  Hazırlayan(Grup 
üyesi) / 
Emeği Geçen  
Konu Editörü 
Proje Yöneticisi 
Doç.Dr. Z.Kenan BİLİCİ 
Prof.Dr. Kıymet GİRAY 
Prof. Dr. H. Hale 
KÜNÜÇEN 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 
 
 
T.C. 
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI 
TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ 
 
 
 
 
 
 
 
ARKEOLOJİ ve SANAT TARİHİ 
SANAT TARİHİ 
ORTAÇAĞ’DA ANADOLU: SELÇUKLU SANAT VE KÜLTÜR 
ORTAMI  
Mimari Bezeme Ve El Sanatları  
 
 
 
 
 
 
 
Doç.Dr. Z.Kenan Bilici 
 
 
 
 
 
ARALIK- 2009 
ANKARA 
 

 
 
 
 
3.5. Mimari Bezeme Ve El Sanatları   
 
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, bezeme, çini, seramik, 
 
Anadolu  Selçuklu  çağı  mimarlığında,  taş  süslemeciliğinin,  belirli  yapı  elemanlarına  bağlı 
kaldığı  bilinir.  Bezemede en önemli  yapı  elemanı  taçkapılardır.  Cephenin  bütün  tasarımsal 
gücü,  bir  eyvan  anıtsallığında  olan  taçkapılarda  yoğunlaşmış;  taş  ve  mermer  kaplamalarla 
zenginleştirilmiş  taçkapı  yüzeylerine,  anlam  yoğunluğu  taşıyan  bezemeler  işlenmiştir. 
Divriği,  Sivas,  Erzurum  ve  Konya  gibi  Selçuklu  merkezlerindeki  anıtsal  mimaride  yüksek 
kabartma taş işçiliğinin başarılı uygulamaları  görülür. Süslemenin ana elemanları  geometrik 
ve  bitkisel  kompozisyonlardır.  Ayrıca  yazı  ve  figürlü  süslemeler  de  görülür.  Konya  Kalesi, 
Cizre Köprüsü, İncir Han ya da Niğde Alâeddin Camii’nde, bazısı astrolojik anlamlar içeren, 
bazıları  da  geçmişi  Asya  şaman  geleneklerine    kadar  inebilecek  çeşitli  insan  figürleri  ile 
karşılaşılır. Diğer taraftan, arslan, tek ya da çift başlı kartal, melek, ejder, balık, geyik, tavşan, 
sfenks,  siren  ya  da  hayat  ağacı  gibi  çeşitli  semboller  içeren  mimariye  bağımlı  figürlü 
plastikler de,  dönemin sanat ortamını tanımlayan süslemeler arasında yer almaktadır.
 
 
Sonsuz  denebilecek  geometrik  bezemeler  arasında,  yıldız  sistemlerinden  oluşan  karmaşık 
kompozisyonlar,  merkezler  etrafında  toplanarak  gelişen  dinamik  bir  akışkanlık  içinde  ele 
alınmışlardır.  Çağın  revaçtaki  bitkisel  kompozisyonları,  stilize  edilmiş  çeşitlemeler  halinde 
rumî  ve  palmet  motifleridir.  Taçkapıların  mukarnas  kuruluşlarında  da,  geometrinin  soyut 
tasarımın bir aracı olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.  
 
Bu  çağın  mimarisinde  başta  taş  olmak  üzere  yerel  yapı  malzemeleri  kullanılmıştır.  İkincil 
derecede yapı malzemesi olarak, tuğlanın kullanıldığı gözlemlenir. Tuğla kullanımının coğrafî 
dağılımı, Orta Anadolu’da, başta Konya olmak üzere, Akşehir ve Aksaray’da yoğundur; daha 
kuzeyde, Sivas çevresinde ve Tokat’ta tuğla kullanılan yapı sayısının azaldığı görülmektedir.  
 
Selçuklu  mimarlığında  ahşabın,  yapı  ölçeğinde  hatıl  ya  da  Afyon  Ulu  Camii  ve  Beyşehir 
Eşrefoğlu Camii’nde olduğu gibi taşıyıcı eleman ve örtü malzemesi olarak kullanımı yanı sıra, 
minber, pencere ya da kapı kanatlarında da kullanıldığı bilinir. 
 
Mimarlıkta camın kullanıldığı örnekler kısıtlı ve belirsizdir. Günümüze ulaşabilen en önemli 
örnekler,  Konya’da  13.yüzyıldan  kalma  Hoca  Hasan  Mescidi’nde  bulunan  camlı  ve  camsız 
alçı  pencere  şebekeleri  ile  Alanya  ve  Kubadâbâd  saraylarında  sürdürülen  arkeolojik 
kazılardan elde edilmiş parçalardır. 
 
Mimaride,  alçı  malzemenin  de  yoğun  olarak  tercih  edildiği  gözlemlenir.  Kalıplama  ya  da 
oyma tekniklerinin uygulandığı örnekler, cami, mescit ve hanikâhlarda bazen çini ile birlikte 
kullanılmıştır. Aynı  şekilde, duvar kaplamaları  ya da mukarnaslı raflar gibi  yüzey bezemesi 
olarak kullanıldığı örnekler de bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Selçuklu saray ve köşklerinde 
yapılan  arkeolojik  kazılardan,  dolap  nişlerine  ait  hayli  zengin  sayılabilecek  ve  bazısı  boyalı 
alçı  parçaları  da,  çağın  sivil  mimarlık  örneklerinde  bu  tür  malzemenin  yoğun  olarak 
kullanıldığını göstermektedir.  
 
Şüphesiz, Selçuklu çağı mimarlığının en önemli bezemesel elemanı, çinidir. Mimariye bağlı 
olarak  gelişen  çini  sanatı,  Anadolu’ya  Selçuklularla  girmiş;  çeşitli  tekniklerle  en  başarılı 
örneklerini vermiştir. Dönemin minarelerinde genellikle daha dayanıklı olduğu için türkuvaz, 
patlıcan moru ya da lacivert renkli sırlı tuğlalar tercih edilirken, iç mekânlarda başta türkuvaz 

 
 
 
olmak üzere patlıcan moru ve kobalt mavisi renkli düz çini plakalar kullanılmıştır. Anadolu 
Selçuklu döneminin en önemli çini kaplama örnekleri Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadâbâd 
Saray  külliyesinde  bulunmuştur.  Diğer  taraftan,  ender  olarak  özellikle  lahitlerde  kabartmalı 
çinilerin kullanıldığı da görülür. Dönemin en tercih edilen tekniği çini mozaiktir.  
  
Çağın  dokuma  sanatı  örnekleri  sayıca  az,  fakat  önemlidir.  Dönemin  halıcılığı  konusunda 
bilinenler  yetersizdir.  Bu  çağdan  kalan  halı  örneklerinin  sekizi  Konya’da  Alâeddin 
Camii’nde,  üçü  Beyşehir-Eşrefoğlu  Camii’nde,  yedisi  ise  Eski  Kahire’de  (Fustat) 
bulunmuştur.  Dönemin  kumaş  işçiliği  konusundaki    bilgiler  de  doyurucu  olmaktan  uzaktır. 
Fransa’da  Lyon  Tekstil  Müzesi’nde  bulunan  ve  üzerinde  Selçuklu  Sultanı  I.Alâeddin 
Keykubad’ın adı yazılı kırmızı bir ipek brokarda, bir rozet içinde altınla dokunmuş sırt sırta 
duran arslan çiftlerinin yer aldığı bilinir.  
 
Günlük  kullanma  eşyalarına  ilişkin  elde  edilen  verilerin  büyük  kısmı,  Selçuklu  anıtlarında 
sürdürülen arkeolojik kazılar sırasında bulunmuştur.   
Maden  sanatına  ilişkin  sınırlı  sayıdaki  örnek,  bu  çağda  Anadolu’da  üretilmiş  tunç  ve  pirinç 
eserlerin  farklı  süsleme  teknikleri  ile  Konya  ve  Artuklu  egemenlik  alanlarındaki  gelişmiş 
atölyelerde üretilmiş olduğunu ortaya koymaktadır.  
Selçuklu  çağının  resim  sanatları  konusunda  bilinenler  de  sınırlıdır.  Dönemin  kaynaklarına 
bakılarak, 13.yüzyılda, Konya’da ve özellikle Mevlevî çevrelerde bir duvar resmi geleneğinin 
yaygınlaşmış  olduğu    sonucuna  varılabilir.  Diğer  taraftan,  bu  çağın  en  önemli  örneklerinin, 
karakteristik bir kültürel etkinlik çeşidi olarak bilimsel ve tıbba ilişkin kitapların resimlendiği 
minyatürlü  yazmalar  olduğu  söylenebilir.  Bu  kitapların  içinde,  13.yüzyılın  ortalarında 
Konya’da  Hoy’lu  ressam  Abd  el-Mümin  bin  Muhammed  tarafından  yapılmış  Varka  ve 
Gülşâh,  yüzyılın  ikinci  yarısında  Aksaray  ya  da  Kayseri’de  resimlenmiş  Daka’ik  el-haka’ik 
ile  El-Cezerî’nin kısaca Otomata diye bilinen ve Diyarbakır’ın Artuklu Emîri  için hazırlamış 
olduğu  El-Câmi  beyn  el-ilm  ve’l-amel  el-nâfî  fi  sınâ’ât  el-hiyel  (Mekanik  Aletlerin  İlmi  ve 
Yapımı için Pratik Uygulamaların El Kitabı) adlı eseri, ayrıca Ioannes Grammaticus’un Kitab 
el-Tiryâk  (Panzehirler  Kitabı)  ve  Dioskorides’in  De  Materia  Medica  kitabından  çevrilerek 
resimlenen Kitab el-Haşayiş özellikle hatırlanabilir. 
 
Kaynak: 
 
O.Aslanapa, Türk Halı Sanatının Bin Yılı, İstanbul.1987 
 
Ü.Erginsoy,  İslâm  Maden  Sanatının  Gelişmesi  :  Başlangıcından  Anadolu  Selçuklularının 
Sonuna Kadar, İstanbul. 1978 
 
S.Ögel, Anadolu Selçuklularının Taş Tezyinatı, Ankara. 1987 
 
S.Ögel, Anadolu’nun Selçuklu Çehresi, İstanbul. 1994 
 
G.Öney,  “Anadolu  Selçuklularında  Heykel  Figürlü  Kabartma  ve  Kaynakları  Hakkında 
Notlar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi,I, Ankara. 1969, s.187-197 
 

 
 
 
G.Öney, Türk Çini Sanatı, İstanbul.1976 
 
G.Öney, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları, Ankara.1978 
 
O.Pancaroğlu, “Resimli ve Tasvirli El Yazmaları”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi 
Uygarlığı, Cilt 2, Ed.:A.U.Peker-Z.K.Bilici, Ankara.2006, s.575-585 
 
Ş.Yetkin, Anadolu'da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul.1986 
 
Ş.Yetkin, Türk Halı Sanatı, Ankara. 1974 
 
 
 
 
 
 
Haklar (Rights): (Telif ve kullanım hakları ile ilgili bilgiler.) 
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca hazırlanan tüm içeriğin her türlü 
ortamda  umuma  arz  yetkisi  sınırsız  süreyle  Kültür  Turizm  Bakanlığına 
devredilmiştir.    Bakanlık  sonraki  zamanlarda  hazırlanan  içerikle  ilgili  düzeltme, 
ekleme, silme veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. 
 
Kaynağı Hazırlayan / 
Emeği Geçen 
Konu Editörü 
Proje Yöneticisi 
Doç.Dr.Z.Kenan BİLİCİ      Prof. Dr. Kıymet Giray     
Prof.Dr.Hale Küniçen 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 
T.C. 
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI 
TÜRKİYE KÜLTÜR PORTALI PROJESİ 
 
 
 
 
 
 
 
ARKEOLOJİ VE SANAT TARİHİ 
ANADOLU’DA BEYLİKLER ÇAĞI SANAT VE KÜLTÜR ORTAMI  
TARİHSEL ÇERÇEVE, TOPLUM VE KÜLTÜR
 
 
 
 
 
Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
                                                   ARALIK - 2009 
ANKARA 

 
 
4. Anadolu’da Beylikler Çağı Sanat Ve Kültür Ortamı 
 
4. 1. Tarihsel Çerçeve, Toplum Ve Kültür 
 
Anahtar Kelime: Beylikler Çağı. 
 
1308  yılında  son  Selçuklu  Sultanı  II.  Mesud  Kayseri’de  öldüğünde,  Selçuklu  politik  gücü 
fiilen  tarihe  karışmıştır.  1243’de  Moğollara  karşı  kaybedilen  Kösedağ  Savaşı  ile  birlikte 
devlet çöküş sürecine girmiş; 1277 yılında Moğollar Anadolu’nun askerî ve mülkî idaresine 
bütünüyle el koymuşlardır. Selçuklu Sultanları, varlıklarını ve geçimlerini Moğol Hanlarının 
merhametlerine  borçlu  hale  geldiği.  Bu  belirsizlik  ortamında,  Anadolu’nun  çeşitli 
bölgelerinde  irili  ufaklı  birçok  beyliğin  ortaya  çıktığı  görülür.  “Beylikler  Dönemi”  olarak 
bilinen ve yaklaşık 200 yıl süren bu kritik evre, Anadolu Türk sanatının belki de en önemli 
gelişme  halkalarından  birini  oluşturmaktadır.  Ülkenin  siyâsî  coğrafyasının  ortamı 
13.yüzyıldan farklıdır; her şeyden önce,  yeni ortaya çıkan irili-ufaklı beyliklerin sayısındaki 
artış dikkat çekicidir. Artan nüfus ve siyasal deney birikimi, daha da genişleyen bir coğrafya 
üzerinde  hâkim  olarak  genişleme  eğilimindedir.  14.yüzyıl  boyunca  ve  15.yüzyılın  ilk 
yarısında kültür ve bilim merkezi olmaya devam eden Konya, Kayseri, Niğde ve Sivas gibi 
eski  Selçuklu  kentlerine,  bu  defa  Kastamonu,  Sinop,  Kütahya,  Birgi,  Tire,  Peçin,  Ayasluğ, 
Bursa,  İznik,  Eğirdir,  Lâdik,  Kırşehir  ve  Amasya  gibi  yeni  kurulan  Beyliklerin  bazı 
başkentleri  de  eklenmiştir.  14.yüzyıl  süresince,  siyasi  kargaşa,  suikast,  hâl,  türlü  entrika  ve 
maddî yıkımlara karşılık, kültürel gelişme henüz noktalanmış değildir. Tek fark, bundan böyle 
Anadolu’ya  hâkim  olacak  politik  gücün,  yeni  bir  tarihsel  mekânda  kazandığı  deneyimler 
doğrultusunda, küçük bir kara devleti değil, fakat devlet ideali çok değişik ve ağırlık merkezi 
Batıya kaymış büyük bir İmparatorluk olmasındadır. Beylikler çağında dikkat çekici bir hıza 
kavuşan  Osmanlı  yükselişi,  Türk  politik  ve  askeri  gücünü,  önce  Bizans  ve  ardından  da 
Bizans’ı aşarak Katolik Avrupa ile yüz yüze getirecektir. 
 
Bu çağın mimarisi, her zaman olduğu gibi gelişmesini güncel siyasetin düzen ve istikrarına 
borçludur.  İnşaat  faaliyetlerinin  örgütlenmesi,  mimara,  zanaatkâra,  usta,  kalfa  ve  ameleye 
ödenecek  para,  sağlam  bir  kaynak  tarafından  uzun  süre  desteklenmek  durumundadır. 
Karmaşık  görünen  ortama  rağmen,  Beylikler  döneminde  yeni  vergi  alanları,  ham  madde 
kaynakları  ve  sanatçı  kadroları  inşaat  alanına  katılabilmiştir.  Siyasal  manzara  ile  anıtlarda 
dışa vuran heyecan verici yenilikler arasındaki çelişki, her şeye rağmen bu dönemin mimari 
üslûp bakımından asla fakir, cansız ya da tekrarlayıcı olmadığını göstermektedir. 
 
Bu bağlamda, 14.yüzyıl Anadolusu’na tanıklık eden El-Ömerî ve İbn Batuta gibi seyyahların 
notlarından  da,  ülkenin  refah  ve  bolluk  içinde  olduğu  anlaşılıyor.  Geç  Ortaçağ  Latin 
kaynakları  da,  yüzyılın  ilk  yarısında  Anadolu’nun  batı  sahillerindeki  canlı  ticarete  ilişkin 
bilgiler  vermektedir.  Örneğin  14.yüzyılın  sonunda  İsfendiyar  Beyi  Süleyman  Paşa, 
Cenevizlilerle  bakır  ticareti  yapmaktaydı.  Ülkenin  batı  ve  güney  sahillerinde  sabun,  şap, 
balmumu,  çivit,  ayrıca  safran,    susam  ve  karabiber  gibi  baharatların  ticareti  yoğun  olarak 
sürmekteydi.  Batı  dünyasının  o  çağda  tanıdığı  adla,  Turchia,  aynı  zamanda  atlarıyla  da 
ünlenmişti.  Ülke,  ayrıca  post,  deri  ve  kürk  ihraç  etmekte,  keresteleri  de  Doğu  Akdeniz’de 
tercih edilmekteydi. Toplumda, farklı iş kollarına mensup mesleklerin, kentlerin çarşılarında 
yaptıkları üretime ilişkin pek çok belge mevcuttur. 
 
Download 17.59 Kb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   22




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling