Hercai hercai


Download 1.36 Mb.
Pdf ko'rish
bet49/66
Sana05.01.2022
Hajmi1.36 Mb.
#215141
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   66
Bog'liq
Sümeyye Koç - Hercai

Yüreğinde bir ölünün ayak izlerini taşıyordu.
Bakışlarını  dışarı  çevirdi.  Karanlık  yolları  aydınlatan  tek  şey  sokak
lambaları  ve  araba  farlarıydı.  Gökyüzü  mütemadiyen  karanlıktı.  Tıpkı  içleri
gibi.  Kendi  karanlıklarında  boğulan  insanları,  hiçbir  karanlık  korkutamazdı.
Derin bir iç çekti. Sonra düşündü. “Varsın geçmesin,” dedi. “Varsın geçmesin
ayaz,  dinmesin  yağmurlar,  hiç  gelmesin  yaz.  Nasıl  olsa,  herkes  kaderine
tutsak değil mi biraz?”
Sanki kurtulması mümkünmüş gibi koşa koşa çıktığı eve geri geldiklerinde,


Miran  kapıyı  çarparak  indi  arabadan.  Birazdan  yanına  gelip  bir  paçavra  gibi
kendisini  çekiştirmesin  diye  Reyyan  da  ardından  indi.  Miran’ın  bakışları
felaket habercisi gibiydi, gözlerine bakamıyordu. Kaçmasına neden bu kadar
öfkelenmişti ki? Zaten ilk fırsatta gideceğini bilmiyor muydu?
Reyyan  evden  çıkarken  kapıda  olmayan  Ali  şimdi  yerindeydi.  Miran’ın
gözü, şu an kendisini görmüyordu. Ali’nin üzerine doğru yürüyüp gömleğinin
yakalarından tuttuğunda Reyyan kaçacak bir delik aradı korkusundan.
“Sen bu kapıdan ayrılırken, kimden izin aldın?”
Genç  adam  fazlasıyla  mahcup  görünüyordu.  “Sadece  yarım  saat,”  dedi
yakasını  kurtarmaya  çalışırken.  Normal  şartlarda  Miran’la  arkadaş  gibilerdi.
Miran hiçbir çalışanına tepeden bakmaz, hor görmezdi. Fakat şu an haddinden
fazla  öfkeliydi.  Reyyan’ı  kaybedebilirdi,  sıradan  bir  ihmalkârlık  yüzünden.
“Sadece yarım saatliğine ayrıldım. Siz zaten evdeydiniz.”
“Evde değildim ben! Çıkıp gittiğimi nasıl görmezsin?”
Olan  olmuştu,  daha  fazla  kurcalamaya  gerek  yoktu.  Reyyan  daha  fazla
dayanamayarak  araya  girdi.  Miran’ın  önüne  geçip  gözlerini  gözlerine  dikti.
“Benim yüzümden suçsuz insanlardan çıkarma hırsını!” Miran’ın öfkesinden
böylesine  korkarken,  hâlâ  ona  meydan  okuyabiliyordu  ya,  aklını  yitirmiş
olmalıydı.
“Sen karışma!” diye bağırdı Miran. “Eve gir hemen!”
Reyyan ardına bile bakmadan eve doğru yürüdü. Perişan bir haldeydi zaten.
Sırılsıklam  kıyafetleri  onu  hasta  etmezse  iyiydi.  Kendisine  ait  tek  şey
üzerindeki kıyafetlerdi ve bugünkü yağmur onları harap etmişti. Kapısı aralık
olan evden içeriye girdiğinde titriyordu resmen. Merdivenleri hızlı hızlı çıktı,
odaya  kendisini  zor  attı.  Kapıyı  örter  örtmez,  ardından  kilitledi.  Önce
üzerindeki ıslak kıyafetlerden kurtuldu. Ardından dolaptan gelişigüzel seçtiği
giysilerle  birlikte  banyoya  girdi.  Her  türlü  önlemini  alıyordu,  banyonun  da
kapısını  kilitledi.  İliklerine  kadar  işlemişti  soğuk.  Sıcak  bir  duş  almak  iyi
gelmişti.  Çok  geçmeden  işlerini  bitirip  çıktı  banyodan.  Saçlarını  kurutmuş,
ardından da taramıştı.
Şimdi  bulunduğu  bu  odadan  çıkması  gerekiyor  muydu  bilmiyordu.  Miran
neden  gelmiyor,  onu  da  bilmiyordu.  Gerçi  gelmesini  de  istemiyordu  zaten.
Yorgun bedenini yatağa bıraktı. Bu evde Reyyan’a ait tek bir eşya bile yoktu.
Telefonuna  ve  cüzdanına  Miran  el  koymuştu.  Çantasını  bankta  bırakmış,
kıyafetlerini yağmur mahvetmişti.
Şimdi tam da Miran’ın istediği konumdaydı. Ona muhtaç. Bir köle gibi.


Reyyan tam uykuya dalmak üzereyken çaldı kapısı. Miran’ın konuşmak için
münasebetsiz anlar kollamasına şaşmıyordu artık. İstemeye istemeye kalktığı
yatağından  sarsak  adımlarla  yürüdü  kapıya.  Kapıyı  açtığında  Miran’ı  elinde
yemek  tepsisiyle  gördü.  Tabii  buna  yemek  denirse.  Dondurulmuş  hazır
yiyecekleri fırında ısıtıp ısıtıp getiriyordu önüne.
Sakinleşmiş  görünüyordu.  Az  önceki  öfkeli  adamdan  ve  korkunç
bakışlarından  eser  yoktu.  Reyyan  arkasını  dönüp  yatağına  geri  otururken
Miran  her  zamanki  gibi  komodinin  üzerine  bıraktı  tepsiyi.  Bir  çocuk  gibi
uysal,  bir  anne  kadar  sevecen  görünüyordu.  “Ben  yemek  yapmasını
bilmiyorum,”  dedi  ifadesiz  bir  sesle.  Sevda  yüklü  bakışlarını  Reyyan’ın
üzerinde  hasretle  gezdirdi.  “Mutfakta  aradığın  her  şey  var,  ne  istiyorsan  onu
hazırlayabilirsin.”
Reyyan hoyrat bakışlarını Miran’ın soğuk mavilerine dikti. “İstemiyorum,”
dedi kızgınca. “Senin olan hiçbir şeyi istemiyorum. Hiçbir şey olmamış gibi
davranmayacağım bu evde. Bu ev, benim evim değil.”
“Bu ev, senin evin.”
Her söylediğinin, inatla tam tersini söylemesi Reyyan’ı çıldırtıyordu. “Eğer
başarabilseydim bugün kurtulacaktım senden. Hâlâ anlamıyor musun?”
Miran  işaret  parmağını  onaylamıyormuş  gibi,  ileri  geri  salladı.
“Anlamıyorum, anlamayı da reddediyorum.”
Reyyan,  Miran’a  bir  süre  bomboş  baktıktan  sonra,  yorganı  hafifçe  üzerine
çekti. “Cüzdanımı ve telefonumu geri ver.”
Miran  kollarını  birbirine  kenetlemişti.  Sakince  dinliyordu  Reyyan’ı.  “Sen
aklını başına toplayana kadar, öyle bir şey yapmayacağım.”
“Şunu  aklına  kazı  o  zaman,”  diyerek  ayağa  kalktı  Reyyan.  Miran’ın  bir
adım  gerisinde  durup  ona  baktı.  Gözlerindeki  azmi  Miran  görsün  istiyordu.
Ancak  bunu  her  kanıtlamak  istediğinde  kendi  kuyusunu  kazmış  oluyordu.
Kalbine  yenik  düşüyordu  istemsizce.  “Ne  yaparsan  yap,  beni  burada
tutamayacaksın.”
O  an  Miran,  Reyyan’ın  gözlerine  öyle  bir  baktı  ki,  Reyyan’ın  içine  tarifi
imkânsız  bir  sancı  peyda  oldu.  Şaşkınca  aralandı  dudakları.  “Neden  öyle
bakıyorsun bana?”
“Düşünüyorum,”  dedi  Miran.  Dudakları  yana  kıvrıldı,  tıpkı  acıyla  inleyen
bir hastanın yüz ifadesi gibi. “Beni çok seven Reyyan’ı düşünüyorum.” Elleri
istemsizce havalanıp Reyyan’ın saçlarına dokundu. “O Reyyan öldü mü?”


Gözleri Miran’ın ellerine kaydı. Bu işkenceyi neden yapıyordu ona? Neden
böyle  zulmediyordu  kalbine?  “O  Reyyan,  ihanete  uğradığı  gün  öldü.  Hiç
bilmediği  bir  yerde,  yabancısı  olduğu  bir  evde  acımasızca  terk  edildiğinde
yok oldu. Onu sen öldürdün.”
“Peki,  sen  kimsin?”  diye  sordu  Miran.  Elleri  daha  fazla  hareketlenmiş,
şefkatle okşar olmuştu o saçları. “Ben seni tanıyamıyorum.”
Reyyan  gülümsedi.  Güçlü  görünmeye  çalışmak  ne  kadar  zordu.  Özellikle
böylesi  bir  anda,  Miran  onu  bu  dokunuşlarla  yaralarken.  Başarabildiğine  de
emin  değildi.  “Maskesi  düşen,  sadece  sen  değilsin.  Bu  da  benim  gerçek
yüzüm,”  dedikten  sonra  kapıyı  gösterdi.  Daha  fazla  güçlü  kalamayacaktı.
Ağlamaktan  çok  korkuyordu.  Bu  adamın  karşısında  ağlamak  onun  için,  olsa
olsa acizlik olurdu.
“Git, yüzünü görmek istemiyorum.”
Miran tepkisiz durup yerinden kıpırdamazken Reyyan saçlarındaki eli çekip
omuzlarından  ittirdi  Miranı.  “Git  diyorum  git!  Duymuyor  musun  sen  beni!”
Bir kez daha ittirdi. “Git!” Ellerini kafasına bastırıp bağırmıştı, aynı zamanda
gözkapakları  isyanla  devrildi.  O  an  olan  oldu.  Reyyan  gözlerini,  bacaklarına
dokunan ellerle araladı. Şaşkınca eğdi kafasını. Miran dizleri üzerine çökmüş,
Reyyan’ın bacaklarından tutarken kafasını karnına yaslıyordu.
Bir bebek, babasıyla ilk defa buluşuyordu.
“Canımı  yakıyorsun,”  dedi  Miran  kısık  ve  ağlamaklı  bir  ses  tonuyla.  “Ve
ben buna dayanamıyorum… Sen benim, sığınabileceğim tek limansın.” Öyle
bir yangındı ki bu, adam cayır cayır yanıyordu.
Daha  bugün  yemin  ediyordu  Reyyan.  Daha  bugün  sözler  veriyordu
kendisine. Miran’ın canını yakacaktı sözde! Çektiği kadar çektirecek, hıncını
çıkaracaktı. Birlikte çekildikleri ilk fotoğrafı ağlaya ağlaya yakmasının acısını
ödetecekti… Yine neden canı yanan o oluyordu ki? Neden bu adamın bir diz
çöküşüyle  Reyyan’ın  bütün  duvarları  yıkılıyordu?  Lanet  etti  kendisine,  onu
bu denli seven yüreğine!
Neden Miran’ı üzgün görmek, canını böyle çok yakıyordu?
“Sen o limanı yaktın,” dedi sesi titrerken. “Sen gittin, bıraktın beni gittin!”
Az  önce  bağıran  Reyyan’a  nazaran  bu  Reyyan  başkaydı.  Gardı  düşmüş,
omuzları çökmüş, gururu tarafından terk edilmiş bir Reyyan. Daha fazla güçlü
kalamayacaktı.
“Bir gece rahat bir uyku uyuyamadım ben şu sol yanımdaki acıdan! Kalbim
bin  parçaya  bölündü,  senin  hiç  mi  vicdanın  sızlamadı  be?”  Ona  sımsıkı


sarılan  adama  bakarken  gözyaşları  yeniden  süzülüp  gidiyordu.  “Bana  yalan
söylerken, beni kandırırken, bırakıp giderken hiç mi acımadın sen bana? Oysa
ben,  babamdan  çok  sevmiştim  seni…”  Sarsıla  sarsıla  ağlıyordu.  “Sana
söyledim, o günü unutmayacağım dedim. Sana da unutturmayacağım dedim!”
Şimdi  ağlayan  sadece  Reyyan  değildi.  Miran  da  ağlıyordu.  Hem  de  hiç
utanmadan. Reyyan ise paramparça oluyordu. Bir erkeğin ağlaması, bir kadını
ancak bu kadar perişan edebilirdi. Çok sevilen bir romanın, mutsuz biten son
sayfası gibi, yürek dağlayan bir filmin, yıllar geçse de asla unutulmaması gibi.
Ayağa  kalkmadan  önce  sildi  gözlerini  Miran.  Asla  düşmem  dediği  bir
durumun  içinde  cebelleşirken  ilk  defa  diz  çöküyor  olmanın  sevinci  vardı
içinde.  Değerdi.  Böyle  hislere,  böyle  aşka,  böylesi  kara  sevdaya  değerdi.
Reyyan…  Adı  gibi,  acısı  bile  güzeldi.  Parmaklarıyla  Reyyan’ın  boynundan
tuttu  ve  alnını  alnına  yasladı.  “Pişmanım  ben,  çok  pişmanım.  Bana  helal
kılınan bu aşkın değerini bilemedim. Ciğerim söküldü, yemin ederim!”
Bu temaslar Reyyan’ı uçuruma sürüklüyordu. Kendisine böyle yakın olsun,
dokunsun  istemiyordu.  Miran’ın  ellerini  boynundan  çekerek  arkasını
döndüğünde olduğu yerde kaldı. Bu sefer de ellerini hapsetmişti avuç içlerine.
Gitmesine izin vermiyordu işte, uzaklaşmasına müsaade etmiyordu. Sanki az
yakmış  gibi  canını,  daha  da  yakmaya  devam  ediyordu.  Beline  sardığı
kollarının ardından çenesini boynundaki boşluğa bastırdı. Dudaklarına değen
saçları  uzun  uzun  öptü  ve  kokusunu  çekti  içine.  “İzin  ver  yanında  olmama,
izin  ver.  Yaralarını  sarmama  izin  ver.  Söz  veriyorum,  bir  daha  canın
yanmayacak, sana söz!”
Reyyan  kafasını  öbür  tarafa  çevirdi.  Onu  duymak,  hissetmek  istemiyordu.
Kokusunu  duyumsamak,  verdiği  sözlere  anında  ihanet  etmesine  sebep
olabilirdi.  Yine  sıyrıldı  Miran’ın  sınırlarından.  Birkaç  adım  uzaklaştı.  “Bitti
mi?”
“İntikam  bitti!”  dedi  Miran  boğuk  sesiyle.  “Geriye  koca  bir  aşk  kaldı.
Senden gelecek ıstıraba bile razıyım ben…”
Elini dudaklarına bastırdı Reyyan. Kalbi kanıyordu. Her şey giderek daha da
içinden  çıkılamaz  bir  hal  alıyordu.  Oysa  Reyyan,  Miran’ın  onu  sevmediğine
öyle  çok  inandırmıştı  ki  kendisini…  Bu  şekilde  ayakta  tutuyordu  nefretini.
Ama  olmuyordu…  Canı  cananı,  bütün  kalbi  bu  adamdı.  Hâlâ  böylesine
severken  onu,  affetmek  neden  bu  kadar  imkânsızdı  ki?  Öylesine  kırgındı  ki
hayata. Olmuyordu işte, mümkün olmuyordu. Aşk her şeyi affetmiyordu!
“Susma, bir şey söyle,” dedi Miran. “Kus içindeki nefreti.” Islak ıslak bakan
mavi gözleri, dağılmış siyah saçları, titreyen dudakları şahitti acısına. Hiçbir


sözün, bu sükûnet kadar yaralamayacağını düşündü.
“Söyleyecek  bir  söz  kalmadı  bende…”  Acıların  haritası  olan  yüzü,
gözyaşlarıyla sırılsıklam oluyordu. “Tıpkı ömrüm gibi, dilim de tükendi. Seni
affedemem, neden biliyor musun?”
Miran  ona  bomboş  baktığında,  yutkunarak  devam  etti  Reyyan.  “Dünyada
hâlâ  bir  yerlerde,  benim  gibi  aynı  yerinden  kırılmış,  onlarca  kadın  var.
Hepsinin  kanayan  yürekleri,  geceye  sisli  harflerle  kazıdıkları,  utançlarından
dillendiremedikleri  ortak  acılarımız  var.”  Parmağını  kaldırıp  yukarıyı  işaret
etti. “Bunun adı ihanet olur…”
Yapamam  dercesine  salladı  kafasını,  titriyordu  dudakları.  “Sana  tek
söyleyeceğim  ne,  biliyor  musun?”  Miran  parçalayıcı  bir  merakla  gözlerini
katlettiğinde, usulca gözleri kapandı Reyyan’ın.

Download 1.36 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling