Hercai hercai
Download 1.36 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Hercai
Utanıyorum söylemeye, düşüyor yüzüm sebepsizce…
Aslında senden gittim gideli, gündüzler bile nasıl da gece! Nasıl bir yürekten dökülüyordu bu sözler? Anlayamıyordu Reyyan. O değil miydi bu aşka ihaneti bulaştıran? İki yakası bir araya gelmeyecek bir sevdayı, gözleri kapalı ateşlere atan? Vuslat uzaktı, kavuşmak ise yasak! Korkuyor muydu? Hem de çok! Bu sefer ellerinin arasında buruşturmadı notu. Tekrar ikiye katlayıp kapısını açtığı odadan çıktı. Merdivenleri hızlı hızlı inerken kalp atışları adeta bedenini dövüyordu. Önce salona baktı ama orada bulamadı Miran’ı. Ardından tek tek odaları gezdi ve son olarak mutfağa girdi ama Miran hiçbir yerde yoktu. Salona tekrar dönüp camdan dışarı baktı. Ne Miran vardı kapıda ne de Ali denen adam. Hiç düşünmedi Reyyan o an. Bu fırsat belki bir daha gelmezdi ayağına. Salondan çıkıp merdivenlere doğru yürüdü. Daha hızlı çıktı indiği merdivenleri. Odaya girip çantasını ve montunu kavradı. Elindeki notu bir an duraksadıktan sonra çantasına attı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu. Bu evden çıkınca nereye gideceği hakkında bir fikri de yoktu ama içinde gitmesi için onu körükleyen şeytani bir fikir vardı. Merdivenlerden nasıl indi, evden nasıl çıktı bilmiyordu. Koşar adımlar attı özgürlüğüne doğru. Kalbi paramparça olurken mantığına kulak verdi. Başka türlü nasıl iflah olurdu ki? Ruh gibi süzüldü açık kalan demir kapının arasından. Sokaklar nereye çıkar, yolun solu nereye gider bilmiyordu. Koştu, koştu… Evin olduğu sokaktan gittikçe uzaklaşırken yüreğine amansız bir acı işledi. Kurtuluyordu işte. Neyin nesiydi bu sızı? Koşmaktan tıkanan nefesi bağrını acıttığında duraksadı. Kafasını sağa sola çevirip etrafa bakındı. Herhangi bir taksinin geçmesini diledi ama yollarda sadece özel araçlar vardı. Herhangi bir otobüs ya da minibüs de geçmiyordu. Sessiz sakin bir semtti burası. Yine de yürümeye devam etti. Telefonu Miran’da olduğu için, şu anda kimseye ulaşamazdı. Bir yere yabancı olmak zor şeydi doğrusu. Sanki dönüp dolaşıp aynı yerlere geliyormuşçasına endişeye kapıldı. Aradan ne kadar zaman geçti, fikri yoktu ama epeyce geçmiş olmalıydı. Yolda gördüğü insanlara da bir şey soramıyordu ki, Miran sağ olsun, Reyyan’da güven duygusunun zerresini bırakmamıştı. Caddeye çıkacağını düşündüğü bir yolu takip etti. Evden çıkmadan önce yağmur dinmişti dinmesine ama gök yeniden gürlüyordu ve Reyyan’ın yanında şemsiyesi yoktu. Üstelik hava da kararmak üzereydi. Endişeye kapılmadan sakince düşündü. O gün, Fırat’ın arabasında unutmuş olmalıydı şemsiyesini. Cüzdanında kayıtlı numaraların bulunduğu bir not kâğıdı olmalıydı. O sırada yoldan geçen taksiyi sonradan fark edip arkasından kuvvetle bağırdı. “Dur! Dur!” Taksici Reyyan’ı fark edip geriye döndüğünde Reyyan kurtulmanın sevinciyle gülümsedi. Gidecekti buradan. Pılısını pırtısını toplayıp ayrılacaktı bu şehirden. Peşine ne Miran ne de Azat takılabilecekti. Taksiye binip araba hareket edince direkt çantasını açtı. “Nereye gidiyoruz?” diyen adama baktıktan sonra aceleyle, “Üsküdar,” dedi. Ardından mahcup gözlerle süzdü adamı. “Telefonunuzu kullanabilir miyim?” Elif’i arayacak, eşyalarını herhangi bir yere getirmesini isteyecekti. Kaybedecek vakti yoktu. Miran o eve gelmeden, işini halledip toz olmalıydı. Belki de böylesi, ikisi için de en iyisi olacaktı. Çantasını karıştırırken, cüzdanının olmadığı fark ederek duraksadı. “Kahretsin,” diye mırıldandı. “Onu da mı aldın alçak herif!” “Buyurun, telefon.” Telefonu uzatan taksiciye kafasını kaldırmadı. “Durdurun arabayı, ineceğim!” dediğinde Reyyan, taksici dikiz aynasından kaşlarını çatarak ona baktı. “Dalga mı geçiyorsun benimle!” Reyyan, Miran yüzünden aşırı öfkeli bir haldeydi. “Param pulum, hiçbir şeyim yok! Çek kenara, ineceğim!” Adam sinirle frene bastı. Araba durur durmaz kapısını açıp indi Reyyan. Çok uzaklaşamamıştı bu çevreden ve şu an sinirinden ölüyordu. Miran’ın her şeyine el koyuşu, elini kolunu bağlamıştı. Şimdi nerede olduğunu bile bilmiyordu. Sokaklar çok karışık gelmiş, nevri dönmüştü. Miran’a sıraladığı birçok hakaret dilinde dolanırken yolun karşısına geçti. Ağaçlarla çevrili yolun kenarlarında banklar vardı. Rasgele birine oturduğunda işe yaramaz çantasını sinirden yere fırlattı. Kaçamayacaktı. Ne yapacağı konusunda bir fikir yürütmeye çalıştı. Neden ezberlememişti ki Fırat’ın veya Elif’in numarasını? Artık onu ısıtmayan ince montuna daha sıkı sarılırken siyah saçları yüzünü kapatmıştı. Ağladı ağlayacaktı. Miran onu bir kez daha perişan ve çaresiz bırakmıştı. Ve ona mahkûm. Hava iyice kararırken yağmur iyiden iyiye artırdı hızını. Reyyan oturduğu bankta hiçbir çözüm üretemezken soğuk bedenini sarıp sarmalamıştı. Açtı, üşüyordu. Belki de plansız hareket etmenin cezasını çekiyordu. Tam o sırada, birisi koşarak geçti yanından. Geçerken Reyyan’ın yerde duran çantasını kapmayı da ihmal etmedi. Sanırım çantasını çaldırıp kılını dahi kıpırdatmayan bir kadın olarak birazdan tarihe geçecekti. Aval aval bakıyordu elinden giden çantasına ve kapıp kaçan serseriye. Çok sürmedi ki çantasını çalan serseri geri döndü. Reyyan ayaklarını görebiliyordu artık o kişinin ama korkmuyordu. Çalınacak bir şeyi yoktu ne de olsa. Çantası kucağına doğru fırlatıldığında dahi tepkisizdi. Yüzünü görmediği serseri, –genç veya yaşlı– tam ayakucunda durdu. “Sen de bendensin ha?” Reyyan cevap vermedi. Kafasını kaldırıp yüzüne bakmaya tenezzül etmedi. Ses tonuna bakılırsa genç bir adamdı. Çantanın açık fermuarından içeriye uzattı üşüyen parmaklarını. Miran’ın yazdığı notu alıp avucuna hapsetti. “Bu saatte sokakta parasız, yalnız ve genç bir kadın,” diye adam mırıldandı ağzının içinden. Elini Reyyan’ın yüzüne uzatıp iri parmaklarıyla çenesini kavradı. Reyyan neye uğradığını şaşırdı, bir anda serseriyle yüz yüze geldiğinde korku, dehşetle patladı içinde. “Üstelik güzel…” Adam eğleniyormuş gibi dudak kıvırdığında Reyyan hiddetle iteledi hovarda adamın pis ellerini. “Git başımdan, yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım!” Gözleri kocaman olmuştu, yüzü dehşete kapılmanın etkisiyle korkunun çizgilerini taşıyordu. “Bağır,” dedi serseri pis pis sırıtırken. “Burada kimse sana yardım etmez.” Reyyan apar topar ayağa kalktı. Karşısındaki haydut kılıklı herif pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Çantasını bankta bırakarak hızlı hızlı yürümeye başladı Reyyan. Tek serveti, parmaklarıyla avucunın arasında sıkışıp kalan kâğıt parçasıydı. Farkında değildi ama sırılsıklam olmuştu yağmur yüzünden. Gece uzun, yağmurlar ise geceye sadık gibiydi. Bu haliyle birkaç saat daha sokakta kalsa hiç şüphesiz hastanelik olurdu. Attığı her adımda, serserinin peşinden geldiğini ayak seslerinden duyabiliyordu. “Kaçışın yok güzelim,” diye seslendiğinde adam, Reyyan’ın tüyleri ürperdi. “Benimsin.” Yalnız ve çaresizdi. Bu kötülükle nasıl başa çıkacaktı? Korkudan dudaklarını ısırırken pat diye bir ses duydu. Sanki adam, yere kapaklanmış gibiydi. İstemsizce arkasını döndüğünde gördüğü manzara karşısında neredeyse sevinç çığlığı atacaktı. Miran’dan kaçıyorken onu gördüğüne mutlu olması ne kadar normaldi? Miran ensesinden yakaladığı adamı yere yapıştırmıştı. Sanki o da bu atağı bekliyormuşçasına kaldırım taşına sarılmış ve kalkamamıştı. Hareket edemeyecek kadar güzel bir kafaya sahipti şu an. Zaten kalkması yararına olmazdı. Miran onun suratını tanınmayacak bir hale getirebilirdi bu kadar öfkeliyken. Reyyan şaşkınca bir Miran’a bir yerde yığılı kalan adama bakıyordu. En sonunda görüş açısını tamamen Miran’la doldurdu. Okyanus bakışlı adam hiç iyi bakmıyordu. Fazla öfkeli görünüyordu. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Sesi tok ama bir o kadar da titrekti. Öfkesinden miydi yoksa korkusundan mı? Miran’ı çözmek neden bu kadar zordu? Reyyan ellerini iki tarafa açtı. O an anladı ki fena halde ıslanmıştı. Giysilerinin ıslaklığı tenini donduruyordu. “Senden kaçıyorum,” dedi dudakları titrerken. “Görmüyor musun?” Miran aralarındaki mesafeyi birkaç adımda kapatıp Reyyan’ı kolundan tuttu. Birkaç metre uzağındaki arabaya sürüklercesine götürürken içindeki iyi niyetli adamdan eser yoktu. Sadece on dakikalığına markete gitmişti ve döndüğünde Reyyan’ı bulamamıştı. Onu aradığı bir saat, korkudan ölmesine yetti. Bir de hayli öfkelenmesine. Reyyan ne çekiştirile çekiştirile götürülürken ne de bir eşya gibi arabaya fırlatılırken sesini çıkardı. Öyle hissizdi, öyle de halsiz. Ne karşı koyabiliyordu ne de bunu yapabilecek bir güç buluyordu içinde. Miran arabayı çalıştırdı. Direksiyonu parçalayacakmış gibi sıkarken, “Seni uyardım,” diye bağırdı. Gecenin karanlığına meydan okuyan mavileri, Reyyan’ın yüreğini parçaladı. “Canımı sıkmaman gerektiğini söyledim ama beni dinlemiyorsun!” Reyyan susmakta ısrar ederken Miran onu dağıtmaya kararlıydı. “Ne istiyorsun anlamıyorum! Derdin ne senin?” Bakışlarını yoldan çekip Reyyan’a odakladı. “Tek derdin benden kurtulmak mı? Eğer benden bu kadar nefret ediyorsan seni kendi ellerimle Azat’a veririm!” Sözleri blöften öte değildi. Reyyan’ın tepkisini merak ediyordu sadece. Yine de düşüncesi dahi korkunçtu. Dili yandı sarf ettiği sözlerden ötürü, kalbi dağlandı. Miran’ın, Reyyan’ı Azat’a vermesi, güneşin batıdan doğması kadar imkânsızdı. Reyyan kafasını hafifçe oynattı. Gözleri Miran’ı bulduğunda, “Ver,” diye mırıldandı. “Hatta vermezsen, adam değilsin!” Böyle bir ihtimalden ölesiye korktuğu halde meydan okuyordu Miran’a. Bir anda frene bastı Miran. Araba sallanarak durduğunda Reyyan’a döndü yüzünü. “Öyle mi?” Miran’ın sesi arabayı inletirken, Reyyan kulaklarını kapatmak istiyordu. “Bundan sonra olacaklardan, ben sorumlu değilim!” Sözlerinin ardından boğucu bir sessizlik çöktü arabaya. Ne ondan ne de Reyyan’dan bir ses çıkıyordu. Zaten Reyyan’ın hiçbir şeye takati kalmamıştı. Onun tanıdığı Miran ile şu an tanıyor olduğu Miran çok farklıydı. İkisi aynı adam değildi. Reyyan, sevdiği Miran’ı öldürmüştü. Download 1.36 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling