Islomiddin xolmurodov dinleme metinleri
Download 212.19 Kb.
|
dinleme
5B - (s. 89)
Her bölümü günlerce televizyon izleyicisinin gündemini meşgul eden “Süper Baba” ve “İkinci Bahar”ın senaryosunu o yazdı. Ama yazar ve senarist Sulhi Dölek, ne Hanım ne de Ali Haydar kadar tanınıyor! -- “İkinci Bahar”ın bütün hikâyesinin giriş, gelişme ve hatta sonuç olarak en baştan belli olduğu doğru mu? --Evet, kesinlikle. 30 bölüm olarak planlandı, ekonomik kriz baş gösterip reklamlar kesilince böyle pahalı bir dizinin yayınlanması durduruldu tabii. Tam bir yıl sonra tekrar başladı ve en son 37 bölümü tamamladık. -- Baştan sorayım da içimiz rahat etsin. Beklenen sonu öğrenme ihtimalimiz var mı? --Söylemem, gazetecilere güvenmiyorum. --İlginin azalması ihtimalini düşünerek mi insanlar doymadan dizi bitiriliyor? --Devam edebilir. Çok daha az gerilimli bir noktadan başlayıp yıllarca süren diziler var isterseniz. Ayrıca çok özenli bir yapım; oyuncular iyi, her satırına dikkatle eğiliyoruz. Yani isteseydik sürerdi. Ama birincisi baştan öyle planlandı, ikincisi uzarsa zorlamalar başlayacak, tekrarlar olacaktı. Ayrıca bitmesi de kimseyi üzmemeli. Çünkü “Süper Baba” bitti, taklitleri başladı. “İkinci Bahar”ın da taklitleri olacaktır. Seyirci, değer yargılarını sağlamlaştırmadıkça bunlar hep olacaktır. -- Siz “İkinci Bahar”ın böyle fenomen hâline geleceğini biliyor muydunuz? Bu işlerde kesinlik yok. “Süper Baba”-ya başladığımızda ilk 13 bölüm kimse bizi fark etmedi. Hata ikinci on üçün sözleşmesi bile imzalanmayacaktı. Her şey zamanla oldu. Televizyon büyük bir curcuna. --Kendi senaryonuzdan izleyici gibi etkilendiğiniz oluyor mu? --Evet, geçen gün karıma ve çocuklarıma da söyledim. Gülmek daha kolay. Eskiden beri komik bir şey yazarken bilgisayarın başında deli gibi gülerim. Ama bu dizide ilk defa yazarken hüzünlendiğimi hissettim. 5C - (s. 94) Kentten haberler veren bir dergi, “Eski bahçe sinemaları geri geldi.” diye bir başlık atmış, birkaç görüntü ile süslemişti yazıyı. Rahat koltuklar, modern bir perde, süslü bir bahçe, açıkça görülüyordu fotoğrafta. Belli ki hizmet de kusursuzdu bu güzel ortamda. Ne var ki bu değildi benim yazlık bahçe sinemalarım.Yaşlı birisine makyaj yapmışlardı, güzelleşsin diye. Oysaki unutmuşlardı yaşlılığın da bir güzellik olduğunu. Keşke anılarda, eski fotoğraflarda bı-raksalardı bir zamanların kuru yüzlü, iskemleli, buruşuk perdeli eski dostunu. Bilgisayarsız, televizyonsuz o yılların tek seçeneği ve düş makinesiydi sinema. “Gezmeye gitmek” kavramı dı-şında yaşayan canlı bir yanı, bir kişiliği vardı sanki sinemanın. Tüm İstanbul’un millî bir park gibi olduğu, pırıl pırıl denizi, yemyeşil gezi yerleri, az nüfusu ile tadına doyulmadığı devirlerde çoğu kez, tramvayla, vapurla yapılan sakin çevre gezilerinden tatlı bir yorgunlukla dönülürdü evlere. Ancak keyifle yenen bir akşam yeme-ğinden sonra, ailenin bir büyüğünden gelen “Alın minderlerinizi sinemaya gidiyoruz!” cümlesi sihirli bir değnekle silerdi gün boyu yapılan gezinin yorgunluğunu. Kış boyunca kapalı salonlarda gösterilen filmler, yazın gelmesi ile bahçe sinemalarına taşınır, oralarda başlardı oynamaya. 50’li yıllarda gözde olan yazlık sinemalar 60’lı yıllarda fazlala-şarak hemen hemen her semtte görülmeye başlamış ancak 70’li yıllarda televizyon denen büyülü oyuncağın evlerimize girmesiyle kaybolup gitmişti. Babamın kucağında seyrettiğim “Avare” isimli müzikal Hint filmi o yaza damgasını vurmuştu müziği ile. Radyoda, gazinoda, sinemada, sokakta hep o söylenip çalınıyordu coşkuyla. O yılların elit tabakasının toplandığı Caddebostan semtindeki bahçe sinemasına, arka yollardaki bahçeli evlerin ve köşklerin arasından kestirmeden çıkılarak biraz da erken gidilirdi aceleyle. Büyük çınarın altındaki tahta iskemlelere yerleşilipfilm başlayana dek çevreyi izlemek büyükler için ayrı bir sinema öncesi zevkiydi. Zaman zaman izlenen filmdeki, o zamanki çocukluk deyimimizle “esas oğlan” yani filmin kahramanı kötü adama dersini verdiği zaman şaka ile karışık bir alkış, ıslık kıyamet tüm sinemayı kaplardı. Kimi korku filmlerinde gerilim doruktayken sırf bu anı bekleyen arka sıralardaki muziplerin çıkardığı bir garip ses, yine sinemayı dalgalandırır, sinirler boşanır, gülenler, kızanlar birbirlerine karışır, komediye dönerdi seyredilen korku filmi.Tüm bu yıllar geçip delikanlılık yıllarına geldiğimizde televizyon girmeye başlamıştı yaşamımıza. Bunun etkisi bahçe sinemalarında görülmüş, bu eski dost yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı çevremizden. Sonra bahçe sinemaları da betona, değişen kent yapısına yenik düşerek kaybolup gitti zamanın uçsuz bucaksız tünelinde. Şimdi görkemli otellerin bakımlı bahçelerinde, üstlerine ciciler biciler giydirilip makyaj yaparak oturtuyorlar geçmiş yılların bu vefakâr dostlarını. Download 212.19 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling