Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
32
BİR TÜCCARIN DERTLERİ Bahçe kapısına bağlı çıngırak şıngırdaymca Osman alışkanlıkla saatine baktı, altıyı yalnızca çeyrek geçtiğini gördü. Umduğundan önce eve döndüğünü anlayarak sevindi. Bahçeyi acele acele geçti. Gelişini kimseye duyurmadan evdekileri küçük bir baskınla yakalamak istediği zaman yaptığı gibi, kapıyı anahtarıyla açtı, aynaya gözucuyla baktı, merdivenleri çıktı, evin içindeki sessizliği farketti: Saatin tıkırtısı duyuluyordu. Oturma odasında kimse yoktu: Arka bahçede çay içiyor olmalıydılar. Merdivenlerin eşiğinde bahçeden gelen Emine Hanım'ı gördü. Hizmetçi, Osman'ı görünce: "Ah, geldiniz mi beyefendi?" dedi. Suratını astı. "Arka bahçedeler. Misafir var." Misafirin kendisi için yalnızca fazla fincan, tabak ve zahmet anlamına geldiğini göstermek istiyormuş gibi burnunun ucuyla elindeki tepsiyi işaret etti: "Leylâ Hanım ile Dildade Hanım geldiler!" Osman söylenenleri duyduğunu, anladığını göstermek için başını sallayarak merdivenleri çıktı. Orta katta, tıkırtılı duvar saatinin altındaki masanın üzerine tütüncüden aldığı gazeteleri bırakırken, kenarda duran iki mektubu gördü, birincisini el yazısından tanıdı: Refik'tendi. İkincisinin köşesindeki adı görünce canı sıkıldı: Amcaoğlu Ziya'dandı. Mektupları gazetelerle birlikte sonra okumaya karar vererek yukarı çıktı. Odasına girdi. Ceketini çıkardı. Pencereden gözucuyla arka bahçeye, ağacın altında oturan kadınlara baktı. Ellerini ve yüzünü yıkamak için banyoya girdi. İşten eve geldikten sonra, her zaman yaptığı ilk iş ellerini yıkamak oluyordu. Ellerini uzun uzun sabunlayarak temizle dikten sonra, yüzünü de bol suyla yıkıyordu. Bunları yaptıktan ve banyodan çıktıktan sonra günün geri kalan kısmını neşeyle karşılamak için yeterli gücü ve ruh sağlığını kendisinde ko- .304 laycacık buluyordu. Yazıhanede çalışırken canı sıkıldığı, in sanlarla boğazlaşmak zorunda olduğunu anladığı, para kazan manın ve hayatın kirine bulandığı zamanlarda akşam eve dö neceğini, ellerini bol suyla, uzun uzun, tadını çıkarıp sabun layarak yıkayacağını düşünürdü. Günün iş saatleriyle, aile içinde geçirilen dinlenme saatlerini birbirinden ayıran bu temizlik sırasında o gün yaptığı işleri gözden geçirirdi. Musluğu çevirdi, su akmaya başladı. Bugün yazıhanede iki şeyle uğraşmıştı. Birincisi fazla önemli değildi: Bir Alman boya şirketine kataloglarda gösterilen fiyatlarda kendi yararına ya pılabilecek indirimler hakkında bir mektup yazmış, Türkiye'deki pazar genişliğine ilişkin bilgi vermişti. İkinci iş çok önemliydi: Almanya'dan gelen bir inşaat malzemesi şirketinin temsilcisiyle görüşmüştü. Türkiye'ye musluk, boru ve banyo malzemesi satan Alman şirketi temsilcisi, aynı alanda Türkiye'de kendisinden daha güçlü olan bir İngiliz şirketinden daha ucuz fiyatlarda mal satmaya hazır olduklarını, her türlü ödeme kolaylığını da sağ layacaklarını söylüyordu. Bu şirketle Türkiye temsilciliği için anlaşabilirse, son yıllarda, özellikle rahmetli Cevdet Bey'in son yıllarında büyümesi yavaşlayan şirketi büyük kârlarla genişle tebileceğim ve hayalindeki güçlü şirketi kurabileceğini düşü nüyordu. Sabunu avucunun içinde köpürte köpürte çeviriyordu. "Ama belki de Almanca bilmediğim, Fransızcam da çok iyi olmadığı için adamla anlaşamayacağım!" diye düşündü ve cam sıkıldı. Başını kaldırıp aynaya baktı. Kendini yaşlı, yıpranmış ve cansız buldu. Otuziki yaşındaydı, ama ellisine merdiven dayamış bir küçük memur gibi çökmüştü; gözleri parlaklığım kaybetmiş, saçlarına ak düşmüş, az da olsa kamburu çıkmıştı. Bazı yaşıtları yardı ki hâlâ gençlik denen çağdaydılar. Elini suyun altına bir daha sokarken, "Çünkü ben çok çalışıyorum!" diye düşündü. "Çünkü babam sağken çok çalıştım. O öldükten sonra daha da çok çalışmaya başladım. Ailenin bütün yükü benim omuzlarımda!" Refik gittikten sonra işler daha da çoğalmış, sıkıntıları daha da artmıştı. Şirketten Cevdet Bey'in son yıllarında kaybettiği zamanı kazanmak istiyor, hayatının tek amacının babasının kurduğu bu ticarethaneyi genişletmek, büyütmek olduğunu hissediyordu. Elini ikinci defa sabunlamaya karar 305 vererek suyun altından çekti. Bugün yaptığı bir başka şeyi, şirketten mal alan bir Kayserili tüccarla yediği öğle yemeğini hatırlayarak neşelendi. Tüccar yılda bir-iki kere geldiği İstan bul'un bir cennet, bir eğlence merkezi olduğunu, yaptığı çap kınlıkları da ekleyerek anlatmıştı. Elini yıkadıktan sonra yüzüne bol bol su vurdu. "Acaba Refik ne yazdı?" diye düşündü ve neşesi kaçtı. "Tam da işlerin sıkıştığı zamanda çekip gitti! " diye öfkeyle mırıldandı. Sonra kardeşinin ne zaman döneceğini endişeyle düşünmeye koyuldu. Birden, "Almani yemeğe çağırayım!" diye mırıldandı. Yüzünü sabunluyordu. Almanin ve evdekilerin bu çağrıyı nasıl karşılayacaklarını düşündü. Rahmetli Cevdet Bey eve, yakın dostlarından başka hiçbir iş arkadaşını getirmemişti. Buna sıkıldı. Ama Almanin eve geleceğini, neşeleneceğini, kendisine yakınlık duyup bir anlaşmaya varacağını hayâl edince sevindi. Bu davette özellikle karısının yıldızının parlayacağından, Almanin ona hayran olacağından emindi. Nermin'in salonlarda, kalabalık içinde çok rahat hareket ettiğini, benzeri kadınların tersine, herkesle, özellikle erkeklerle çok rahat konuşabildiğini gururla aklından geçirdi. Sonra Alman'la konuşurken yaptığı Fransızca hatalarını hatırlayarak kızardı. Liseyi Galatasaray'da okumuştu, ama Fransızcası kötüydü. Suratına son bir kere su vururken, "Çünkü ticaretten okumaya vaktim olmadı benim!" diye düşündü. Liseyi bitirdikten hemen sonra babasının yanma girmişti. "Çekirdekten yetişme tüccarım!" Bu "çekirdekten yetişine" sözü gene Kayserili tüccarı aklına getirdi. "Çekirdekten çapkın" olduğunu söyleyen tüccar üstü kapalı bir dille ona birlikte zamparalık yapmalarım önermiş, Osman da tabii, onu soğuk bir tavırla geri çevirmişti. Suratını havluyla kurularken, "Zamparalık!" diye mırıldandı. Bu gülünç bir kelimeymiş gibi gülümsedi. Kapıyı açıp dışarı çıktı. "Keriman!" diye mırıldandı. Haftada bir kere gördüğü metresini tam düşünmeye başlayacaktı ki kendini tuttu. Yıkanıp temizlenmişti; ellerinde yüzünde tatlı bir serinlik hissetti. Odasına gidip balkona doğru yürüdü: Açık pencereden içeri hoş bir ıhlamur kokusu giriyordu. Kendini sağlıklı ve güçlü bularak, neşeyle balkona çıkıp korkuluğa yaslandı. Aşağıdan, bahçeden, ağaçların altında oturan kadınların sesi 306 geliyordu. Uzakta, ağaçların, kiremitlerin üstünde kırlangıçlar uçuyordu. Bir sclvi ağacına bir çaylak konmuştu. Mayısın sonuydu. Osman günün bu en güzel zamanının tadını çıkaracağını hisse diyordu. Gökte, taa uzakta, bütün gün bahçeyi pişiren güneşin kızarttığı iki bulııl vardı. Güneş birazdan Harbiye tarafındaki apartmanların arkasından kaybolacaktı, ama misafirler hâlâ kalkmamışlardı. Osman konuşmalarım duyuyordu onların. Yumuşak ve ince bir ses: "Ben bütün bu kış dört sobayı da yaktırdım!" diyordu. "İnsan yaşlandıkça daha çok üşüyor..." Bu Dildade Hanım'dı. Genç ve neşeli bir ses kaloriferli dairelerin rahatlığını anla tıyordu. Bu da Fuat Bey'in karısı Leylâ Hanım'dı. Sonra Nigân Hanını: "Apartman denen şeye hiç alışamam herhalde!" diyerek iç çekti. Sanki kendisini apartmanda oturtmaya zorlayan biri varmış gibi sıkıntılı ve şikâyetçi bir sesle söylemişti bunu. —Söze Nermin karıştı. Yaz hazırlıklarından, damı akan Hey- beliada'dakı evden sözetti. Osman onu ağaçların arasında gö rebilmek için yerini değiştirdi. Perihan'ı gördü. Perihan onda her zamanki gibi küçük bir çocuk izlenimi uyandırdı. Sohbete katılmıyor, elindeki fincana çocuk gibi bakarak oyalanıyordu. Osman çayını bahçede kadınlarla değil, çalışma odasında mektupları ve gazeteleri okurken içmeye karar verdi, ama ye rinden kıpırdamadı. Bahçeyi ve kadınları dinliyor, kendini sağlıklı buluyordu. Orada, aşağıda beş ev kadını vardı. Onları düşündükçe Os man'ın aklına ruh sağlığı, dinlenme, neşe gibi şeyler geliyordu. Aşağıdaki kadınları, annesini, karısını, Perihan'ı, iki konuğu teker teker düşündü. Ayşe'yi sıkıntıyla, küçük kızını da neşeyle ha tırladı. Birden gene, "Keriman!" diye mırıldandı, ama bu sefer onu aklından uzaklaştıramadı. Refik gitmeden önce, kurban bayramının arifesinde, Nermin onun farkına varmış, aralarında bir kavga çıkmış, sonra Osman yeminler ederek onu bir daha görmeyeceğini söylemiş, karısı da inanmıştı. Dildade Hanım'a birşeyler anlatan Nennin'e bakarak düşünüyordu: Yeminine nasıl bu kadar kolay inanmıştı? Bu konuyu her hatırlayışında yaptığı gibi, "Çünkü ona ilk defa yalan söylüyordum!" diye düşündü 307 ve korkuluğun tahtaları üzerinde trampet çalmaya başladı. "Peki inanmasaydı ne olacaktı? Ya da gene onunla buluştuğunu anlarsa? Anlayamaz, çünkü bütün rahatlığına rağmen zayıf bir kadın o!" Sonra, biraz sıkıntı ve gururla hatırladı: "Ama babam anlardı. Zaten onun sağlığında böyle bir şeye cesaret edemezdim... Babam çok..." Birden bahçeden kendisine seslendiklerini farketti. "Niye aşağıya gelmiyorsun, aşağı gelsene!" diyordu Nigân Hanım. Osman aşağıdan, yaprakların, dalların arasından kendisini görmek için güvercin gibi başlarını aşağı yukarı oynatan kadınlara neşeli, ama yorgun ve düşünceli bir tavırla selâm verdi. "Şimdi geldim!" dedi. Birşeyler söyleyen Leylâ Hanimin sesine doğru, "Hoşgeldiniz!" diye seslendi. "Biraz işim var, sonra iniyo rum." Kendisini gören konukların az sonra gideceğini düşünerek içeri girdi. Orta kata indi. Gazetelerle mektupları aldı. Çayını yukarı getirmeleri için aşağıya seslendi. Çalışma odasındaki masaya oturdu. Üzerine bir Mecidiye tutuşturulmuş kitap açacağı ile zarfları açtı ve okudu: Refik mektubunda gene her zamanki gibi birkaç ay daha gecikeceğini yazıyor, orada "tasarılarım," dediği bazı tuhaf ve belirsiz şeylerle uğraştığını anlatıyor, herkese selâm söylüyor, yarım ağızla da Osman'a şirketin durumunu soruyordu. Osman mektubu öfkeyle bir kenara attı. Sonra Zi- ya'nın mektubunu, içinde ne olduğunu bilmesine rağmen, is teklerine ve küstahlıklarına bir yenisini ekleyip eklemediğini merak ederek okudu, ama yeni bir şeye rastlayamadı. Üç-dört ayda bir Ankara'daki asker böyle bir mektup yazıyor, hakkı olan parayı alacağını belirtiyor, ama bu gülünç isteğini gerçekleştirmek için de bir harekete geçiniyordu. Bu mektubu tam yutacakken annesine göstermeye karar verdi. Sonra öfkesini yatıştırmak için gazeteleri açtı. Bütün gazetelerin başlıklarında yer alan tek bir haber vardı: Hatay davası. Osman bu davanın son yıllarda gösterdiği gelişmeleri izlememişti, ne olup bittiği hakkında kesin bir düşüncesi yoktu. Oysa herkesin orada burada sözünü ettiği komisyonlardan, gözlemcilerden, heyetlerden kendisi de sö- zedebilir, bu konuda başkalarına dikkatle dinleteceği kendine özgü düşünceleri de olabilirdi. Birden "Bütün bunlar çok çalışmak . 3 0 8 yüzünden. Dünyada ne olduğunu izlemeye bile doğru dürüst vaktim yok!" diye düşündü ve gazeteleri dikkatle okumaya başladı: "Hariciye vekilimizin nutku: Doktor Aras dün Kamu- tay'da Hatay meselesini izah etti. Hatay'da zulmün itiraz götürmez vesikası..." Bunları okurken birden her haberden sonra şöyle düşündüğünü anladı: "Hatay'ın bizim olmasının benim ticaretime ne yararı olabilir? Hatay'a ne satabiliriz? Orası da sonunda bir pazardır ve bize katılması çok iyidir." Bu düşüncelerden utandı ve gazeteyi başka şey düşünmemeye çalışarak dikkatle okudu: "Hatay'daki bir Türkün feryadı... Hakkımızı mutlak alırız!.." Tam bu sırada kapı açıldı ve Emine Hanım geciktiği için özür dileyerek çayı getirdi. Onun arkasından içeri Lâle girdi. Osman gazeteden başını kaldırıp on yaşındaki kızına baktı ve ona işten dönen ve kızını seven bir baba gibi sevgiyle gülümsedi. "Ee, bugün ne yaptın bakalım?" dedi ve yeniden gözünü gazeteye çevirdi. Lâle: "Hiç!" dedi. Osman kızını sevip okşamadığını hatırladı. İçinden onu yanma çağırmak, öpmek geldi. Emine Hanım: "Küçük hanım dersinden pekiyi almış!" dedi. Dışarı çıkmamış, kapının eşiğinde, baba kız arasındaki duygulu sahneyi seyretmek için, elinde tepsi ve yüzünde başkalarının mutluluğuna tanık olmanın sevinciyle dikiliyordu. Osman kızına: "Niye söylemiyorsun? Hangi dersten bakalım?" diye sordu. Resimden olduğunu öğrenince kaşlarını çatarak: "Resim önemli, ama matematik daha önemli!" dedi. "Hesap her şeyin başıdır. Matematikten kaç aldın?" Sonra gazeteye bakarken bugün aritmetik dersi olmadığını öğrendi. Kızına Cemil'in nerede olduğunu sordu. Odasında olduğunu öğrendi. Misafirlerin gidip gitmediğini sordu, ama bunun cevabını biliyordu, çünkü pen cerenin altından vedalaşma sesleri geliyordu. Gazeteye bakarken başka şeyler de sordu ve tek heceli cevaplar aldı. Birden, "Şu Almani mutlaka yemeğe çağırayım!" diye düşündü. Sonra kapıdan çıkan kızına Ayşe halasını sordu. Gene gazeteye bakarken Lâle'nin "Yukarıda odasında ağlıyor!" dediğini duydu ve canı sıkıldı. Gazetesine bakıyor, kapıdan bir türlü çıkamayan misafirlerin şıngırdattığı çıngırağı dinliyor, kızkardeşinin neden ağladığını Download 1.5 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling