1. BİR yaz hatirasi (летнее воспоминание)
Download 289.5 Kb.
|
Okuma ve dinleme
9. ÇAKAL (ШАКАЛ)
Çakal babasını çok severdi. Babası bir güreşçiydi. Güçlü kuvvetliydi. Her sene, ülkenin değişik yerlerinde düzenlenen yağlı güreşlere katılır, muhakkak dereceye girerdi. Omuzlar üstünde gezdirilirdi. O zamanlar "Bu benim babam! Babam!" der gururlanırdı. Hatırlardı. Babası her gün spor yapardı; koşardı, ağırlıklar kaldırırdı, bazen hızını alamaz herkesle güreşirdi. Güreş yaptığı, şakalaştığı bir kişi de kendisiydi. Herkesi yıkan, tuş eden bu adam, Çakal karşısında birden küçülür ve sırt üstü yere yatardı. O da üstüne çıkar "Tuş! Tuş! Yıktım!" diye bağırırdı. Çakal babasını çok severdi. Çok hareketli çocuktu. Yerinde duramazdı. Arkadaşları arasında misket oynarken kurnazlığıyla dikkat çekerdi. Konu komşu "Cin gibi çocuk." derlerdi onun için. Kimileri haylazlıklarından şikâyet ederdi. Babası onunla daima övünürdü. "Benim oğlum uyanık olacak. Onu kimse aldatamayacak." Sürekli onunla şakalaşır, kendisiyle güreş yapardı. Bile bile tuş olurdu. Oğlunun yaptığı her oyun için "Seni gidi çakal seni..." derdi. Herkes ayıplarken, babası takdir eder, karşısına alır arkadaş gibi konuşur "Çakalım" derdi. Bir müddet sonra asıl adı unutulmuş, Çakal denmeye başlamıştı. Küçük kardeşi Baki ise sakin bir çocuktu. Okumayı çok severdi. Oyunlara pek katılmaz, bir kenarda otururdu. Çakal onun bu sessiz hâlinden çoğu kez rahatsızlık duyardı. Ama kardeşini severdi. Çünkü o; zararsız biriydi. Mahallede onu korumayı da kendine şeref kabul ederdi. Çakal, mahallede "Güreşçinin oğlu" diye bilinirdi. Çakal bununla da gurur duyardı. Ona babasının adıyla anılmak gurur verirdi. En büyük amacı da babasına benzemekti. Bir ara babası gibi güreşçi olmayı düşündü. Meydana çıktı, akranı olan gençlerle güreşti; ama başarı gösteremedi. Her yenilgiden sonra hırsından hüngür hüngür ağladı. Babası yanına geldi, başını okşadı, teselli etti. "Bir aileye iki güreşçi fazla gelirdi zaten." dedi, onu güldürdü. Daha sonra bu istek de geçti; güreşçi olmayı unuttu. Babası okumasını çok istedi, olmadı. Kitapları sevemedi, öğretmenleriyle anlaşamadı. Arkadaşlarıyla sürekli kavga etti. Oysa küçük kardeşi Baki, okumaya istekliydi, çalışkandı. Onu, babası da takdir ederdi. Bu takdirini daha da ileriye götürdü. Çakal'ı ihmal etmeye, daha çok Baki ile ilgilenmeye, onunla övünmeye başladı. Çakal bunu anladı. İçindeki kıskançlığı engelleyemedi, günden güne hırçınlaşmaya başladı. Eskiden güreşlere babasıyla kendisi giderdi. Şimdi ise babası kendisini yanına almıyordu; hep Baki'yi götürüyordu. Her ne kadar "küçüktür" bahanesini ileri sürse de Çakal, kurnazlığı ile anlıyordu. Babasının gözünden düşmüştü. Her gün kıskançlıktan içini yiyor; kardeşine kızıyordu. Onu dövmek istiyordu; ama sabrediyordu. Bir gün sabrı taştı. Babası ve kardeşi Baki, güreşten gelmişlerdi. Babası yenilmişti, üzgündü. Odasına çekilmiş, hiç çıkmamıştı. Bilirdi, yenildiği günler babasının yanına yaklaşılmazdı. Kardeşi, babasından gördüğü ilgiden dolayı şımarmıştı. Çakal'ı kıskandırmaya çalışıyordu. O gün evde otururken bilgiçlik taslamış, sorular sormuş onu kızdırmıştı. Baki: - Sen ne anlarsın zaten. Çakal sustu. Baki: - Okumak kolay değil; zekâ ister. Çakal kardeşine kızdı; ama bir şey de söylemedi. Baki: -Söyle bakalım, Madagaskar'ın başkenti neresi? Çakal ayağa kalktı ve: - Yeter, yeter! Bu olaydan sonra soluk soluğa kalmıştı. Kardeşi gülmüştü. Sabredememiş, üzerine yürümüş, elini kaldırmış, tokatı vurmuştu suratına. Kardeşi ağlamıştı. Çığlıklar atmıştı. - Babaaa! Beni dövdüüü! Babaaa! Babasının odasına koşmuştu. Kapıyı hızlı hızlı vurmuş ağlamış, onu şikâyet etmişti. Babası öfkeyle odasından çıkmıştı. Zaten morali bozuktu. Yumruklarını sıkmış, Çakal'ın omzundan yakalamış ve Çakal'a vurmuştu. Yenilgisinin tüm hıncını ondan almıştı. Çakal o gece, odasında acılar içinde kıvrandı. Babasından ilk kez dayak yemenin acısı ise çok büyüktü. Bunu kabul edememişti. Sabaha kadar hiç uyumadan ağlamıştı. Güneş doğduğunda pencereyi açmış, dışarı bakmıştı. Bir an kuşların uçuşlarına, cıvıltılarına dalıp gitmişti. Onlar gibi kanat açıp uçmayı, çok uzaklara gitmeyi hayal etmişti. O gece karar vermişti. Evden gidecekti. Ertesi gün, eşyalarını topladı, annesinin çekmecede sakladığı paradan biraz aldı, gizlice evden kaçtı. Otobüse bindi. Uzun bir yolculuktan sonra İstanbul'a geldi. Daha 13 yaşında bir çocuktu. Çakal İstanbul'da zor günler yaşadı. Önce hemşehrilerinin yanına gitti. Onlardan ilgi göremeyince kendi başının çaresine bakmaya başladı. Bir ara simit satmak istedi, simitçiler tarafından kovuldu. İşportacılık yapmaya çalıştı, zabıtalarca kovalandı. Akşamları köprü altlarında sarhoşların arasında yaşadı. Burada eski günleri hatırladı, yine babasıyla güreş yaptı. Evini çok özledi. Babasını annesini sayıkladı, ağladı. Ama içinden bir ses "Hayır dönmeyeceğim! Dönmeyeceğim!" diyordu. Kötü arkadaşları arasında geçen yılları fazla sürmedi. Çakal'lığını kullanarak bu ortamı terk etti, mahallesini değiştirdi. Bir süre iş aradı, bulamadı. Bu arada bir adamla tanıştı. Uyanık biriydi bu adam. Hırsızlık yapıyordu. Hırsızlığın bütün hilelerini ondan öğrendi. Bu sıralarda hırsızlığı öğrendiği adam yakalandı, hapse girdi. Yalnız kaldı. Tek başına sokak sokak hırsızlık yapmak için dolaştı. Aradan yıllar geçmişti. 33 yaşındaydı. Hırsızlığa aralıksız devam ediyordu; ama bunlar büyük hırsızlıklar değildi. Eğleniyor, bol para harcıyor, elindekileri kısa zamanda bitiriyordu. Kurnazlığı ve eli çabukluğu sayesinde hiç hapse girmedi. Çakaldı o. Kolay kolay yakalanamazdı. Bir gün parasız kaldı. Kuyumcu dükkânına girmeye karar verdi. Müşteri gibi içeri girdi. Burası işlek bir çarşıydı. Bütün çakallığını göstermesi lazımdı. Kuyumcu dükkânı, müşteri ile doluydu. Dükkân sahibi ise oldukça meşguldü. Onu fark edecek durumda değildi. Müşterileri zengin görünüyordu, iyi bir alışveriş yapacaklardı. Bu yüzden Çakal'a fazla önem vermedi. Kuyumcu, Çakal'a sadece göz ucuyla bakarak: - Özür dilerim, biraz beklemen gerekecek, dedi. - Tamam, beklerim, dedi Çakal. Hemen orada bulunan sandalyeye oturdu. Altınlarını tezgâha çıkarıp müşteriye gösteren kuyumcudan gözlerini ayırmadı. Kuyumcu müşterilerine güler yüz göstererek: - Hanımefendi, bu gördüğünüz kolye çok değerlidir. Size de çok yakışacağına eminim, dedi. Kadın: - Bugün biricik kızımın mezuniyet günü. Doktor oluyor. Biraz daha genç işi yok mu, diye sordu. Kuyumcu elindeki kolyeyi, tezgâhın üzerine bıraktı, diğer kolyeleri çıkarmak için dolaba döndü. O sırada içeriye çaycı geldi: - Çaylar, diyerek müşterilere çayları dağıttı. Çakal'a bir bardak verdi. Çakal "Tam fırsatı" diye düşünerek elinde çay bardağıyla yerinden kalktı, tezgâha yaklaştı ve bardağı bilerek elinden düşürdü. Çay tezgâha döküldü. Kuyumcu sinirlendi; ama belli etmemeye çalışarak biraz kızdı. - Dikkat etsene be! Çakal, hızla cebinden mendilini çıkardı. - Affedersiniz. Ben şimdi temizlerim, diyerek tezgâhı silmeye başladı. Kuyumcunun dolabı karıştırmasını ve müşterilerin vitrine bakmasını fırsat bilerek tezgâh üzerindeki altın kolyeyi de mendiline sıkıştırdı, silmeye devam etti. - Hah işte, eskisinden daha temiz oldu, diyerek kolye bulunan mendilini cebine attı. - Anlaşılan senin işin biraz uzun sürecek. Ben daha sonra uğrarım, dedi ve kuyumcudan çıktı. Kuyumcu ardından bir an baktı, sonra dolaplara döndü. Çakal keyifli keyifli güldü. Bu iş çok kolay olmuştu. Keyiflendi. Yol boyunca çocuk gibi zıpladı, yerdeki kola kutularına ayağıyla vurdu. Sonra ara bir sokağa girdi. Sokak sakindi. Karşıdan bir adam geliyordu. Ellerini cebine sokmuş, başını önüne eymiş ve dalgındı. Keyfe geldi "Kuş... cik cik... Kuş." diye güldü. Üzerine doğru yürüdü. Yürürken cebinden sigarasını çıkardı ve çok ustaca tavırlarla ceplerinde kibrit aranır gibi yaptı. Adam tam önüne gelince seslice söylendi. - Affedersiniz, ateşiniz var mı acaba, diye sordu. Adam başını kaldırmadan dalgın bir şekilde cebini yokladı, çakmağı uzattı. - Buyrun. Çakal, çakmağı aldı, sigarasını yaktı. Aynı zamanda adama bakıyordu. Adam başını hiç kaldırmamıştı, hâlâ dalgındı. Bunu fırsat bilip, birden sendeledi, üzerine düştü, o anda ceket cebinden cüzdanı çekiverdi. - Ah, affedersiniz. Arkamda araba var zannettim de. Kusura bakmayın. Adam aldırmadı, çakmağını aldı. - Önemli değil, deyip yoluna devam etti. Çakal nerdeyse sevinçten çocuk gibi bağıracaktı. - Bu insanlar çok aptal. Aptal, diyerek, güldü. Bugünlük bu kadar yeter, diyerek evine doğru yürüdü. Kaldığı yer Beyoğlu'nun ara sokaklarında eski bir evdi. Buraya ev de denilemezdi. Yıkılmak üzere olan tarihî bir binanın çatı katıydı. Odanın giriş kapısı bile yoktu. - Hay Allah, kibriti unutmuşum, diyerek adamın önüne geçti. Girişin tam karşısında sokağa bakan, kırık camı gazeteyle kapatılmış penceresi vardı. Pencerenin hemen altında ise eski bir yatak bulunuyordu. Yatağın örtü ve yastığı kirden rengini kaybetmişti. Odanın tam ortasında eski bir masa. Masanın üzerinde de kuru ekmek parçaları, simsiyah olmuş bir çaydanlık, yıkanmamış çay bardakları ve duvarda bir fotoğraf. 20 yıl önceki siyah beyaz resim: Babası, kardeşi ve kendisi. Çaldığı cüzdanı hatırladı, cebinden çıkardı, baktı, içinde tahmininden fazla para vardı. Uzun süredir böylesine dolu bir cüzdanla karşılaşmamıştı. Heyecanla paraları çıkarıp saydı. Bu para kendisine bir ay yeter de artardı bile. Cüzdanı atarken birden dikkatini çekti. Cüzdanın içinde siyah beyaz bir resim vardı. Eğildi baktı. Bu resim duvardaki resmin aynısıydı. Şaşırdı. Ayağa kalktı, bir cüzdandaki resme bir duvardaki resme baktı. Aynısıydı. Öyleyse. Şok olmuştu. Divana oturdu, başını avuçlarının arasına aldı, geçmişe daldı. Babasını, kardeşini hatırladı. İçine bir üzüntü çöktü. Kalbi titredi. Cüzdanını çaldığı adam küçük kardeşi Baki'ydi. Nasıl tanıyamamıştı onu? Gözlerinin önüne getirmeye çalıştı. Evet, çok dalgındı. Başını kaldırmadığı için dikkatli de bakamamıştı. Aradan 20 yıl geçmişti. Bu süre zarfında hiç görmemişti onu. Gözleri doldu. Kaçmasına neden olan olayı hatırladı. Babasından tokat yemişti; ama bunu gururuna yedirememiş, evden ayrılmıştı. Buna da kardeşi sebep olmuştu. İçin için kızmaya başladı. - Beni babamdan sen ayırdın, diye fotoğrafa bakarak bağırdı. Sonra parayı cüzdana doldurdu, yanına aldı, hemen dışarı çıktı. Akşam olmuştu. Sokak lambaları yanıyordu. Beyoğlu caddesindeki kalabalık azalmıştı. Her taraf ışıl ışıldı. Çakal'ın kafası karmakarışıktı. Aklı 20 yıl öncesinde memleketinde, güreşçi babasının yanındaydı. Yıllar geçmiş, geçmişini unutmuştu. Başka biri olmuştu. Şimdi babasının değil, kentin çakalıydı. Sivil polislerin, peşinde koştukları yakalanamayan bir çakaldı. Yolda yürüyor ve düşünüyordu. Kafası karışıktı. Bu cüzdanı geri vermeliydi. Ama nasıl? Zihnini toplamaya çalıştı, olmadı. Öfkesi daha da arttı. Kardeşine kızdı, söylendi. - Hayır, cüzdanı geri vermeyeceğim. O benden babamı çaldı. Ben bugün bu hâldeysem onun yüzünden. Birden bağırdı. - Vermeyeceğim! Öfkeyle soludu. - Cezasını çeksin hain! Çeksin! Geç vakitlere kadar dışarıda gezdi. Böylelikle olanları biraz unuttu. Evine güçlükle vardı, kendini yatağa attı, uyudu. Sabah uyandığında başı ağrıyordu. Birden cüzdanı hatırladı. Adeta cüzdan, vicdanı olmuştu. Sürekli rahatsız ediyordu. Bir diken gibi batıyordu. Fırlatıp atmak istiyordu. - Vermek istesem bile, nereden bulurum onu. Nereden, diye rahatlamaya çalıştı. Evde durdukça geçmişin bütün hatıraları diriliyordu, onu boğuyordu. Duramadı, hemen giyindi, dışarı çıktı. Sokaklarda parklarda boş boş dolaştı. Eve ancak uyuyacağı zaman geliyordu. Yalnız kalmaktan geçmişle; kardeşinin ve babasının anılarıyla baş başa kalmaktan rahatsız oluyordu. Yaşadıklarını unutmak için at yarışlarına, futbol maçına ve sinemalara gitti. Dört gün boyunca böylece zaman geçirdi; ama unutamadı. Kıştı, hava çok soğuktu. Bir sabah üzerine kalın giysilerini giydi, dışarıya çıktı, dolaşmaya başladı. Bir parka girdi, tek başına yürüdü. Ceketinin yakasını kaldırdı, ellerini cebine soktu. Etrafına bakındı, oturacak bir yer aradı. Boş bir bank gördü; gidip oturdu. Bir süre yaprakları dökülmüş çınar, meşe ağaçlarına baktı. Dalgınlaştı. Az sonra başını yan tarafa çevirdi. Hemen ilerisinde bulunan bankta bir adamın paltosuna bürünüp yattığını fark etti. Adamın başının altında valizi vardı. Giyimi de öyle fakir gibi değildi. Paralı, yabancı birine benziyordu. Hem dalgınlığından kurtulmak, hem zihnini dağıtmak için valizi almayı düşündü. Eğlenceli olacaktı. Böylelikle belki her şeyi unuturdu. Yine eski çakal olurdu. Her şeyi unuturdu. Yerinden kalktı, adamın yanına vardı. Elini valize uzattı, tam çekerken birden durdu, öylece kaldı. Bu, cüzdanını çarptığı adamdı. Bu kardeşi Baki'ydi. Bir süre baktı, baktı. Yıllar çok değiştirmişti onu. Onun yüzünde çocuk Baki'yi aradı. Kaşlarında, burnunda, çenesinde yakalar gibi oldu. Duygulandı. Bu duygunun da içine acı verdiğini hissetti. İçinden gelen bir hisle uzaklaşmak istedi. Cüzdanı vermemek istedi, onu o hâlde bırakmak istedi. Buna sebep yıllardır duyduğu kindi. Uzaklaşmak için hareket ettiği zaman Baki uyandı, Çakal'ı gördü, ardından seslendi. "Hey!" Durdu; ama dönmedi. Baki banka oturdu, derince içini çekerek konuştu. "Niyetin beni soymaktı değil mi?" Baki birden sızlanmaya, hıçkırmaya başladı. Çakal inatla dönmedi. "Soymak istesen bile bir şey bulamazdın. Çünkü senden evvel uyanık biri acele davrandı, dört gün önce cüzdanımı çaldı." Çakal hiç konuşmadı, sadece dinledi. "Oysa o sadece cüzdanımı çalmadı." derken içini çekti. Çakal bu söze anlam veremedi. "Anlatsam da anlayamazsın. Zaten seni ilgilendirmez ki!" dedi Baki. İçi acıdı Çakal'ın. Elini cebine soktu, cüzdanı çıkardı. Döndü, Baki'ye uzattı. "Cüzdanın bu mu?" diye sordu. Baki, cüzdanı görünce şaşırdı, ağır ağır yanına yaklaştı. "Sen osun. O... Cüzdanımı çalan adam!" Çakal ciddileşti, "Dahası da var." derken sesi titredi "... Ben... Ben..." Cebinden babasıyla birlikte çektirdikleri siyah beyaz resmi çıkarıp gösterdi. Sinirli, intikamcı bir tavırla bağırdı: "Al bak... Bak! Tanımadın mı beni?" Baki bir resme bir Çakal'a baktı. Saf ve şaşkın hâldeydi. Çakal: "Senin cüzdanındaki resmin aynısı değil mi? Beni tanıdın değil mi?" dedi. "Evet..." "Senden intikamımı aldım böylece." "Ne intikamı?" Çakal iyice yaklaştı, gözlerinin içine baktı. "Aptal! Hâlâ tanımadın mı beni?" diye bağırdı. Baki donakaldı, şaşırdı. "Sen... Abi..." "Evet!" Bir an sustular. Birbirlerine şaşkın hâlde baktılar baktılar. Çakal sinirli bir şekilde ağlıyordu. "Yıllar önce benden çok sevdiğim, her şeyiyle kendime örnek aldığım babamı benden aldın." Bir an soluklandı, gözyaşlarını sildi. "Aslında seni böylece bırakmam gerekirdi." Baki ağlamaya başladı. "Cüzdanımı karıştırırken hiç reçete görmedin mi?" diye sordu. "Ne reçetesi?" Baki, cüzdandan reçeteyi çıkardı, gösterdi. "İşte bunu!" Sonra banka oturdu, sakin olmaya çalıştı. Çakal hâlâ ayakta ona bakıyordu. Baki ağlayarak anlattı: "Bundan bir hafta önce babam, yani babamız aniden hastalandı. Doktor geldi. Bu reçeteyi yazdı. İlaçları hemen almalısınız dedi. Yoksa..." derken elindeki reçeteyi gösterdi. "İşte bunu. Reçetede yazılı ilâçları kasabada bulamadık. Bize ancak İstanbul'da bulabileceğimizi söylediler. Kırk sekiz saat içinde ilaçları almam lazımdı. Ben de hemen buraya geldim." dedi. Ayağa fırladı, Çakal'ın gözlerinin içine bakarak öfkeyle bağırdı: "Ve senin yüzünden 4 gündür buradayım. Hâlâ ilaçları almış değilim!" Çakal irkildi, şaşırdı. Safça bakakaldı. Olduğu yerde heykel gibi kaldı. Baki ise kızıyordu. "Eğer babam ölürse katili sensin!" derken sesi titriyor, yutkunuyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "Sen!" Çakal, yıkılmıştı. Baki deli gibiydi. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemiyordu. Birden aklına geldi. Etrafına bakındı. İleride bir telefon kulübesini gördü. O tarafa koştu. Çakal yerinden hiç kımıldamadı. Hâlâ şaşkın durumdaydı. Beş dakika kadar öylece bekledi. Donmuş gibi, sessiz ve dalgın. Baki telefon kulübesine girdi. Bir süre sonra çıktı. Çıktığında yıkılmıştı, omuzları düşmüş, yüzünün rengi değişmişti. Bakışlarını Çakal'a dikmişti. Birden hareketlendi çılgın gibi bağırdı. "Katiiiil!" diye saldırdı. Çakal hiç kımıldamadı. Baki, Çakal'ın önünde birden durdu. Vurmak için elini kaldırdı; öfkeden dişlerini sıkıyor sıkıyor, ağlıyordu. Havadaki eli aşağıya indi. Hıçkırdı. Dayanamadı. Birdenbire sarıldı Çakal'a. "Abi. Abiciğim... Babam ölmüş. Ölmüş!" diye inledi. Çakal kardeşine sımsıkı sarıldı, yıllar sonra ilk kez boşalıverdi, bıraktı kendini ve ağladı. (1) 1. Çakal'ın babası ne iş yapıyor? a. Çakal'ın babası bir güreşçiydi b. Çakal'ın babası işçiydi c. Çakal'ın babası memurdu 2. Çakal evden niçin kaçtı? a. İsatnbul'u görmek istediği için b. Dayak yemeyi kabul edemediği için c. Kuyumculuk yapmak istediği için 3. Çakal'ın İstanbul'daki hayatı nasıldı? a. çok zordu b. çok eğlenceli c. çok kolaydı 4. Baki İstanbul'a niçin geldi? a. Çakal ile görüşmek için geldi b. Babasına ilaç almaya geldi c. İş bulmak için geldi 5. Çakal, kardeşine niçin kızıyor? a. Babasını ondan çaldığı için b. Aile fotoğrafını attığı için c. Babasına ilacı almadığı için (2) 1. Çakal, çok kurnaz birisidir. a.doğru b.yanlış 2. Çakal, çok iyi bir güreşçidir. a.yanlış b.doğru 3. Çakal, kardeşinin cüzdanını çalmış. a.doğru b.yanlış 4. Baki, İstanbul'a gezmek için geldi. a.yanlış b.doğru 5. Baki ile Çakal bir parkta karşılaştılar. a.doğru b.yanlış (3) 1. Herkes onu ayıplarken babası takdir eder, karşısına alır arkadaş gibi konuşur ______ derdi. 2. Çakal, mahallede _______ diye bilinir. 3. Çakal, bir ara simit satmak istedi, ______ tarafından kovuldu. ________ yapmaya çalıştı, zabıtalar tarafından kovuldu. 4. Duvardaki siyahbeyaz fotoğrafta: _______ ve kendisi vardı. 5. Çakal, İstanbul'da _______, peşinden koştukları yakalanamayan çakal olmuştu.
Download 289.5 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling