Dükkanların önünden geçti. Sokakta kimse yoktu. Yolda, karlar üzerinde turuncu renkli bir şey gördü. Oraya yaklaştı. Bu bir çift eldiven ve bir şapka idi. Turuncu eldivenleri ellerine, şapkayı başına taktı. Oradan uzaklaştı. Daha yeni, dedi. Aklına öğretmenin sözleri geldi. Bunları almak doğru muydu? Ben bunları aldım. Doğru yaptım, dedi. "Ama bunlar kimin belli değil." diye düşündü. Sonra yirmi milyonu hatırladı. "Acaba bunu düşüren de kendisi kadar mutsuz muydu?" O gün Murat'ın elleri çok üşüdü. "Birkaç gün bende kalsın. Sonra veririm." dedi. Ondan sonraki günlerde hep turuncu eldivenleri taktı. Okula onlarla gitti. Her gün arkadaşlarıyla kartopu oynadı. Bir gün bir çocuk: - Hey, o eldivenleri bana ver! Murat çok şaşırdı. Çocuk herkesin ortasında kendisine hırsız dedi. Bu söz Murat'ı çok kızdırdı. Küçük çocuğa vurdu. - Hadi yalancı. Bu eldivenleri ben yolda buldum. -Tamam, işte o eldivenler, ağabeyim Furkan'ın. Geçen gün okula geldi. Yolda kaybetti. Hadi çabuk ver onları... Murat kızgın kızgın baktı: - Vermiyorum. Çünkü bana hırsız dedin... Ben hırsız değilim. - Hırsızsın işte. Eldivenleri ver... Murat en sonunda çocukla kavga etti. Murat o çocuktan büyüktü. 'Hırsız' kelimesi onu çok kızdırdı. Birkaç gün sonra aynı çocuk yine Murat'ın yanına geldi. - Sen sözden anlamıyorsun. Eldivenlerimizi ver... Onlar ağabeyim Furkan'ın eldivenleri. Murat: - Bana gücün yetiyor değil mi? Seni ağabeyime söyleyeceğim... - Git söyle. Ama çocuk bu sözden sonra hiçbir çey söylemedi. - O çok hasta. Gelemez. Ama bekle. Bir gün mutlaka gelecek... Bu sırada ders zili çaldı. Öğrenciler sınıflara girdiler. Murat eldivenleri çocuğa vermedi. Ama daha sonra çok üzüldü. O gün ders bitti. O öğrenciyi aradı. Fakat bulamadı. Evlerine doğru yürüdü. Sokağın başına geldi. Evlerinin çatısında duman vardı. "Eyvah evimiz yanıyor galiba." dedi. Koştu. Üvey annesi:
Do'stlaringiz bilan baham: |