Anadolu Sohbet Gelenekleri ve Yaren Bildiriler


Download 0.85 Mb.
Pdf ko'rish
bet15/32
Sana03.08.2017
Hajmi0.85 Mb.
#12601
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   32

 
Kırşehir Köy Odaları 
Köy  odalarının  son  tanıkları,  bir  zamanlar  devam  ettikleri  bu 
mekânları şu sözlerle tanıttılar: 
“Köy odaları; güzel ahlakın mayalandığı, adam olmanın öğretildiği, 
edep  dersinin  uygulandığı,  saygı,  sevgi,  yardımlaşmanın  yaşandığı  bir 
halk mektebiydi” (KŞ-13). 
“Köy  odalarında  güzel  sohbetler  olurdu.  Kaynaşma,  dayanışma, 
yardımlaşma  o  günlere  mahsustu.  Misafire  hürmette  kusur  edilmezdi” 
(KŞ-7). 
“Köy odalarının vazifesinin son bulmasıyla yatılı misafirlik de bitti. 
Misafirlere ettiğim hizmetteki tadı hiçbir şeyde bulamıyorum. O günler 
ne güzel günlerdi” (KŞ-6). 
“Köy odasının yemeklerini yaptım, bulaşıklarını yıkadım. Kirlenen 
yatak  yorganları  sık  sık  yıkardım.  Misafire  hizmet etmeyi  ibadet  kabul 
ederdim” (KŞ-8). 
 
Molla Musa’nın Konağı  
2013  yılında  yayımlanan  bir  çalışmamızda,  1960’lı  yıllarda 
Kırşehir  ilinin  Yağmurlu  Büyük  Oba  köyünde  bir  asra  yakın  hizmet 
veren  bir  köy  odası  ile  ilgili  gözlemlerimizi  şöyle  aktarmıştık:  Molla 
Musa’nın Köy Odası”, alt katı ahır, üst katı oda olan görkemli, büyük ve 
güzel bir konak. Yüksek tavanlı, geniş ve ferah odaya girildiğinde, göze 
ilk  takılan  sağ  tarafta  bir  buçuk  metre  yüksekliğinde,  iki  metre 
genişliğinde iki tarafı duvarlara dayanan, her tarafı tahtayla kaplanmış, 
üstü örtük, altı küçük bir kapı genişliğinde açık, “tahtabaşı” denilen bir 
yer  olur.  Bu  tahtabaşının  iç  kısmına  köy  odasında  yakıt  olarak 
kullanılacak tezek ve odun konur. Bazen tahtabaşı başka amaçlar için de 
kullanılır.  Odanın  yaşlılarından  biri  buranın  üzerine  bir  kaç  çocuk 
çıkarır  şiir  okuma  veya  hatiplik  yarışması  düzenlenir”  (Eraslan,  2013: 
105). 

155
 
 
“Tahtabaşının  tam  karşısında  ise  yarım  metre  yüksekliğinde,  iki 
metrekare genişliğinde, etrafı ağaç işlemeli parmaklıklarla çevrili “cağ” 
diye  tabir  edilen  beton  bir  zemin  var.  Burası  genelde  lavabo  vazifesi 
görür. Bazen de ihtiyaç anında misafirlerin kullanıldığı bir banyo. Cağda 
içi  su  dolu  güğümler  ve  testiler  bulunur.  Oda  girişinin  sağında,  duvara 
gömülü  iki  dolap  var.  İki  dolap  arası  iki,  iki  buçuk  metre  kadardır. 
Yerden  yaklaşık  bir  metre  yüksekliğindeki  dolabın  ahşap  kapakları 
geometrik  şekillerle  işlenmiş.  Dolapların  sanatkârı,  bu  kapakları 
yaparken  sanki  sevgisini  katmıştı  onlara.  Ne  zaman  dolaplara  baksam 
gözümü  okşayan  bu  görüntünün  gönlüme  ferahlık  verdiğini 
hissederdim. Köy odası, tahminen on on iki metre uzunluğunda, altı yedi 
metre  genişliğinde,  üç,  üç  buçuk  metre  yüksekliğinde  geniş,  sade  bir 
konak.  Odanın  zemini  rabıtalı  tahta  kaplamalı.  İnsanların  rahatça 
oturabilmesi  için  odanın  üç  tarafı  tahta  sedirle  çevriliydi.  Tahta  sedir, 
zeminden  kırk  santim  yüksekliğinde,  bir  buçuk  metre  genişliğindeydi. 
Peykenin üzeri boydan boya kilimler döşeliydi. Onun üzerinde de köylü 
kadınların  göz  nuru  döktüğü,  ince  motiflerle  işlenmiş,  el  emeği  halı 
yastık ve minderler var. Oda gayet zarif ve sadeydi. Bu mekânda insanın 
içi  rahatlar.  Duvarda  devamlı  bir  gaz  lambası  aslı  durur.  Kalın  kerpiç 
duvar içine gömülmüş derin ve geniş iki pencere. Pencerede saksı içinde 
güller.  Ve  tam  ortada  duran  bir  mangal  var.  Aksakallılar  odanın  üst 
tarafına otururlar, diğer yerleri de gençler doldurdu. Çocukların oturma 
yeri  ise  en  alt  tarafı  cağın  yanı  idi.  Uzayan  sohbetler,  gece  yarılarına 
kadar  devam  ederdi.  Köy  halkı  yatmak  üzere  evlerine  gidince  odada 
yatılı misafirler kalırdı” (Eraslan, 2013: 105, 106). 
Köy  odalarında  misafir  olanlar  devlet  görevlileri  (tahsildar,  aşar 
memuru),  çerçiler,  dilenciler,  gezgin  dervişler,  seyyar  berberler, 
kalaycılar,  sıcak  demirciler,  bıçak  bileyiciler,  civar  köylerden  taziye 
yahut  düğüne  gelen  köylüler…  velhasıl,  kapısını  çalan  herkesti.  1960’lı 
yılların  başında,  Kırşehir’in  Yağmurlu  Büyük  Oba  köyünde  bu  şekilde 
birçok  köy  odası  vardı.  Televizyonun  ne  olduğunun  bilinmediği, 
telefonun olmadığı, motorlu taşıtların yaz günleri hafta başlarında bazen 
göründüğü,  radyonun  350  hanelik  köyde  bir  elin  parmaklarının  sayısı 
kadar belki olduğu, elektriğin olmadığı, şebeke suyunun bulunmadığı bir 
zamandan bahsediyoruz. Köy odasında, dilencilerin günlerce, çerçilerin 
de  haftalarca  kaldıkları  olurdu  da  kimse  darlanmazdı.  Hâneberduş, 
meczup  Hacı Hasan ve akli ve ruhi dengesi bozuk olan  Hararetli Yaşar 
aylarca dedem Molla Musa’nın köy odasında kalırdı (Eraslan, 2013: 56). 
Köy odalarının kapısı her gün açık olurdu, ancak en canlı dönemi, 
kış aylarıdır. Köy odaları kış gecelerinde çocuklar, gençler, yaşlılar, civar 

156
 
 
belde ve köylerden gelen misafirlerle dolu olurdu. Odanın müdavimleri 
erkeklerdi.  Kış  aylarında  tarla,  bağ,  bahçe  işi  olmadığından  erkekler 
kadınlara  göre  daha  şanslıydı.  Hem  dinlenir,  hem  de  köy  odalarında 
hoşça  vakit  geçirirlerdi. Kışın  kadınlar  ev  işleri, hayvanların  bakımı ile 
uğraşırdı. Her evde bir halı kilim tezgâhı olur, gece geç vakitlere kadar 
halı kilim dokurlardı (Eraslan, 2013: 57). 
Cuma  günleri  namazdan  sonra  civar  köylerden  gelen  misafirlere 
yakın  akrabaları  ve  oda  sahipleri  ikram  ve  izzette  bulunurdu.  Yemek 
yemeden kimse bir yere gönderilmezdi (Eraslan, 2013: 57). 
 Dinî  bayram  günlerinde  namazdan  sonra  cami  içinde  ve 
avlusunda  bayramlaşmalar  olur.  Dışarıdan  namaz  kılmaya  gelen 
insanlara köy odalarında özel ziyafetler verilir. Yemekten sonra herkes 
yaş  durumuna  göre  odadaki  yerlerini  alır,  ikram  edilen  kahveler  içilir. 
Sohbetler edilir (Eraslan, 2013: 66). Nişan, düğün gibi törenlerin de icra 
edildiği  köy  odaları,  otantik,  folklorik  ve  orijinal  bir  yapıya  sahiptir 
(Eraslan, 2013: 67). 
 Köy 
odası 
hizmetlerinde 
bulunan 
fakat 
görünmeyen 
kahramanları  kadınlardır.  Her  gün  gelen  misafirlere  üç  öğün 
yemeklerinin hazırlanması ciddi fedakârlık isteyen bir iştir. Hayvanların 
bakımı, tarla, bağ bahçede çalışma, çocuklarla ilgilenme, temizlik işleri, 
çamaşır, bulaşık, derken kadınlar erkeklerden çok fazla çalışırlar. Bazen 
bir gece yarısı oda sahibinin kapısı çalınır. Uykunun en tatlı zamanında 
kalkılır  çıra  yakılır.  Gelen  misafirlerin  yatması  için  evden  odaya  yatak 
yorgan  götürülür.  Misafirlerin  hayvanları  ahıra  çekilir  yemleri  verilir, 
yemek  pişirilir.  Kaplara  doldurulan  yemekler  siniyle  misafirlere  ikram 
edilir.  Misafire  ikram  hususunda  gece  de  olsa  yüksünmeden  hizmet 
ederler (Eraslan, 2013: 118, 119). 
 
Bir Batılı Araştırmacının Gözüyle Köy Odası  
J.  E.  Pierce,  ünlü  seyyah  İbn-i  Battuta’nın  seyahatleri  gibi 
araştırma  için  Anadolu’nun  bazı  illeri  ve  köylerini  gezer.  İbn-i 
Battuta’dan  629  yıl  sonra,  1962  yılındaki  Anadolu  insanın  Ahilik 
ruhundan gelen misafirperverliğiyle karşılaşır (Demir, 2000: 250).  
“J.  Pierce  bilimsel  araştırmasını,  ‘Life  in  a  Turkish  Village’ 
adındaki eserinde toplamıştır. Ankara’da, Georgetown Üniversitesi lisan 
okulunda görev yaptığı bir sırada Antalya, Bursa, Denizli, Isparta, Geyve, 
Bilecik, İznik, Bolu, Eskişehir, Çankırı, Kastamonu, Sivas ve Erzurum gibi 
şehirleri  ve  buralardaki  bazı  köyleri  dolaşmış.  Daha  sonra  Konya, 

157
 
 
Kayseri, Kırşehir, Kırıkkale, Çorum ve yöresinde bulunan köyleri gezmiş, 
buradaki  araştırmaları,  yazdığı  eserin  kaynağını  oluşturmuştur. 
Görüldüğü  gibi  Pierce,  Battuta’nın,  Anadolu’da  1333  yılında  dolaştığı 
şehirlerin, birçoğunu gezmiştir.  
Pierce  dolaştığı  köylerde,  gördüklerini  ifade  ederken,  O  da  İbn-i 
Battuta gibi, örf, adet ve görenek açısından köyler arsında önemli farklar 
görmemiştir.  Pierce  de  araştırma  konusu  olan  köyleri  bizzat  gezerek, 
gördüklerini  aktarmaya  çalışmıştır.  Bunun  için  Pierce,  kitabın  giriş 
bölümünde,  Türk  kültürünü,  batılıların  ön  yargılı  bakış  açısıyla  değil, 
Türk kültürünü gerçek yüzüyle vermek ümidinde olduğunu belirtmiştir” 
(Demir, 2000: 251). 
Seçtiği köy Anadolu’nun tam ortasında, Ankara’ya 140, Kırşehir’e 
50 km mesafede, Kırşehir ili Kaman ilçesine bağlı, Demirciler (eski adı 
Hacıpınar) köyüdür. Pierce, antropolojik ve etnografik araştırmasını bu 
köyde yapar. Sünnet merasimi, ev inşa etme,  evlenme ve nişan, yemek 
pişirme,  askere  gitme,  kurban  ve  ramazan  bayramı,  doğum,  ölüm 
adetleri,  Türk  dili,  sosyal  hayat,  İslâmi  hayat  tarzı,  eğitim,  folklor  gibi 
konuları,  Demirciler  köyünde  misafir  kaldığı  süre  içerisinde  tetkik  ve 
tespit eder. Bu bilimsel araştırma, Anadolu’da sosyal-antropoloji dalında 
yapılan  ilk  çalışmalardan  biridir.  Pierce,  bu  önemli  tespitleri  yanında 
misafir  kaldığı  Demirciler  köyünde  halkın  geçim  kaynakları,  üretim 
çeşidi,  arazinin  tarıma  elverişlilik  durumu,  kullandıkları  alet  ve 
edevatları,  ev  yapımında  kullanılan  malzeme,  evin  yerleşim  alanındaki 
konumu,  ev  eşyası,  yaşlı  genç,  kadın  ve  erkek  fertlerin  toplumdaki 
statüsü  dâhil,  akla  gelecek  her  konuda  bilgi  vermektedir.  Pierce, 
tetkiklerini, 
eserinde 
tarafsız, 
objektif 
bir 
bakış 
açısıyla 
değerlendirmiştir.  Pierce  Osmanlı  devrinden  bahsetmese  de,  o  devrin 
kültürel  yapısının  günümüze  ne  ölçüde  yansıdığına  dair  bilgi  verir. 
Yöreler  arasında,  kültür  benzerliklerinin  tanımlanmasına  yardım  eder. 
Pierce, eserinde adı geçen Mahmut’un evinde, kendisine verilen ziyafete 
yabancı  olmasına  rağmen  başköşeye  oturtulduğunu,  tüm  ikramların 
önce kendisine ve eşine yapıldığını anlatarak onların misafirperverliğini 
dile getirir. Mahmut’un köyündeki ihtiyarlar, köylerinde eskiden iki tane 
köy  konuk  odası  bulunduğunu,  bu  konuk  odalarında  yabancıların, 
yolcuların misafir edilerek onlara yemek ikram edildiğini, hayvanlarına 
da  yem  verildiğini,  köydeki  kaynak  kişilerden  aldığı  bilgileri  aynen 
aktarır.  Bu  köy  konuk  odaları,  Ahi  konuk  evlerinin  son  senelere  kadar 
işlevini sürdürdüğünü göstermiştir. Hâlen Anadolu’da bazı köylerimizde 
mevcut  bulunan  bu  köy  konuk  evleri,  Anadolu  insanı  üzerinde  Ahi 

158
 
 
kültürünün,  değişime  uğrayarak  da  olsa,  devam  ettiğini  etkilerinin 
sürdüğünü gösterir (Demir, 2000: 250, 251, 253). 
 
Hanedan Odaları 
2014  yılında  yaptığımız  bir  çalışmamızda,  Kırşehir  kent 
merkezindeki  varlıklı  ailelerin  konuklarını  ağırladıkları  mekânları 
araştırma fırsatı bulduk. Buralara “konuk odası” veya “misafirhane” adı 
verilir.  Yaz  aylarında  serin  bir  bahçede  yer  alan  bu  mekânın  adı 
“selâmlık”  olur.  Ulaşımın  yaya  veya  hayvanlarla  yapıldığı  yıllarda 
Kırşehir’in  merkezinde,  şehrin  hayırsever  yerli  insanlarının  kendi 
imkânlarıyla  yaptırdığı  evlerinin  hemen  bitişiğine  büyükçe  bir  oda 
olurdu.  Bu  oda  evle  irtibatı  olmayan,  misafirleri  ağırlamak  amacıyla 
yapılan  müstakil  bir  yerdir.  Odaya  münhasır  ahır  ve  samanlık  da 
bulunur.  Bu  odalar,  şehir  dışından,  civar  köylerden  gelenlerin,  hiçbir 
maddi  beklentiye  girmeden,  sırf  Allah  rızası  için  bir  veya  birkaç 
geceliğine  yatılı  misafir  olarak  ağırlandığı,  varsa  hayvanlarının 
yemlendiği yerlerdi. 
Bu odalar, Kırşehir’in cömert, hayırsever, güzel ahlaklı, onurlu ve 
yerli  sakinlerinin  ihdas  ettikleri  bir  hayır  kurumu  olduğu  için 
çalışmamızda  “hanedan  odası”  adını  verdik.  Bu  sözü  dinlenir  oda 
sahiplerinin tutumları, fikirleri ve aldıkları kararlar insanlar tarafından 
saygıyla  karşılanır.  Oda  sahipleri,  yoksullara  ve  dertlilere  şefkat  ve 
muhabbetle  davranmalarıyla  herkesin  gönlüne  giren  melek  misali 
insanlardır (Eraslan, 2014: 17). 
 
Tanıkların Dilinden Hanedan Odaları 
Yukarıda  değindiğimiz  çalışmamıza  materyal  olmak  üzere  yaşı 
altmışın üzerinde, Kırşehir’de doğup büyümüş yaşlı kişilerin tanıklığına 
başvurduk. Kırşehir’in asil ailelerinin bir zamanlar yaşattıkları hanedan 
odaları  günlerini  görmüş  son  tanıkları  duygularını  şöyle  anlattılar: 
“Kendi  atımıza  eşeğimize  ne  veriyorsak  misafirlerin  hayvanlarına  da 
aynısını  verirdik.  Rahmetli  babamın  hayvan  bakıcısına  ve  bana  yaptığı 
şu  tembih  hâlâ  kulağımda  çınlar:  ‘Misafirlerin  hayvanlarının  arpasını 
samanını sakın az vermeyin!’. Misafirlerin hayvanlarına bir akşam vakti 
bir  de  gece  geç  vakitte  yem  verilirdi.  Misafirlerin  hayvanlarına  bile 
hizmette  kusur  edilmezdi.  Kendi  atlarımızı  nasıl  tımar  ediyorsam 
misafirlerin  atlarını  da  aynı  özenle  tımar  ederdim.  Ramazan  ayının 
girmesiyle  bizim  oda  bir  başka  güzelleşirdi.  Çocukluk  yıllarımda 

159
 
 
mahallemizde  cami  yoktu.  En  yakın  cami  500-600  metre  mesafedeydi. 
Odaya  ücretle  imam  tutulduğunu  duyan  mahalle  komşularımız  akşam 
namazından  sonra  odayı  doldururlardı.  35-40  kişi  olurdu,  oda  tıklım 
tıklım dolardı. Ramazan’da mahallenin fakirleri davet edilir, iftar ziyafeti 
olurdu. Ramazan ayının ilk gününden son gününe kadar mahallede en az 
on fakire günlük iftar yemeği verilirdi. Çoğu zaman bir sofra almaz ikinci 
sofra kurulurdu” (KŞ-9). 
“Savcılı  köylülerinden  biri  şehre  gelir.  Akşam  olunca  gider  bir 
handa yatar. Dedem de bunu duyar ve çok üzülür. Günlerden bir gün bu 
kişiyle karşılaşınca, ‘Oğlum, bizim odamız handan da mı kötüydü? Neden 
gidip de orada  kaldın?’ diye sitem eder. Sonra oda sahipleri cömert ve 
hayırseverdi.  Mahalledeki  yoksullara  muhakkak  yardım  edilirdi. 
Herhangi  bir  mahallenin  oda  sahibi  bir  fakire  yardım  etmez  veya 
yardımda kusur ederse bu hoş karşılanmazdı. ‘Falan mahalledeki fakire 
yardım  edilmemiş.’  veya  ‘Oda  sahibinin  durumu  iyi  değilmiş.’  gibi 
lâfların sağda solda dolaşması, fukaraya yardım etmeyen veya yardımda 
kusur  eden  oda  sahibi  için  onur  kırıcı,  ağır  bir  hadise  olurdu.  Durum 
böyle olunca da hanedan oda sahipleri, kendi şerefini muhafaza etmek 
için  maiyetindeki  fakir  fukaraya  muhakkak  yardımda  bulunurdu. 
Bundan  dolayı  her  mahalledeki  fakiri  o  mahallenin  oda  sahibi  kollar 
gözetirdi.  O  yıllarda  yolları  nafıa(kara  yolları)  yapmazdı.  Eskiden 
mahallenin yolları, köprüleri, çeşmeleri, camileri mahallenin zenginleri 
kendi  imkânlarıyla  yapardı.  Her  hâli  vakti  yerinde  olanın  hayrına 
yaptırdığı en az bir çeşmesi olurdu. Eskiden hayır işleri günümüze göre 
daha  fazla  yapılırdı.  O  hayırsever,  cömert  insanlar,  övünmeyi  hiç 
sevmezlerdi.  Eliyle  verdiğini  gözüyle  görmek  istemezlerdi.  Hatta 
yaptıkları hayırlara ismini dahi vermezlerdi. Allah rızası için yaparlardı. 
O  yıllarda  anne  ve  babaya  saygı  çoktu.  Mesela  ben  babamın  ağzından 
çıkanı Allah’ın emri gibi telakki ederdim” (KŞ-11). 
 “Doğup  büyüdüğüm  iki  konak  ve  iki  mahalle,  Yenice  Mahalle  ve 
Dinekbağı ile gençlik yıllarım geldi aklıma. İki dedemin de misafir odası 
vardı.  Biri,  Hacı  Mahmut  dedemin  Kümbetaltı’ndaki  konağı,  diğeri 
Dinekbağı’ndaki  Ahmet  (Mahmutoğlu)  dedemin  konağı.  İkisinin  de 
büyük  misafir  odaları  vardı.  Köylerden  gelip  yatılı  kalan  misafirlerin 
kimler  olduklarını  pek  hatırlamıyorum.  Ancak  Mahmut  dedemin 
Dalakçı,  Bahçecik,  Gümüşkümbet,  Seyfe  köylerinden  gelen,  Ahmet 
dedemin Irmak bucağı köylerinden gelen ahbaplarının bu odalarda yatılı 
kaldıklarını  biliyorum.  Burada  gönül  sohbetleri  yapılır,  güzel  öğütler 
verilirdi.  Misafirlerin  ağırlanması,  edep  dersleriyle  hanedan  odaları 
uhrevi bir mekândı bence. Oda sahibi Mahmut dedem, ‘Cömert ol dâima, 

160
 
 
bu güzel haslet/ Seni cehennemden kurtarır elbet’ diyen şairin sözleriyle 
vasıflanmış cömert biriydi. Ahmet dedem her yönden mahallenin önderi 
idi.  Bu  odalarda  çok  bulunduğumdan  olsa  gerek,  milli  ve  manevi 
değerler  onlardan  bizlere  miras  kaldı.  Çanakkale  kahramanlıklarını, 
İstiklâl  Harbi  hatıralarını,  Kore’yi,  Dersim  Harekâtı’nı  orada  canlı 
tanıkların ağızlarından dinledim” (KŞ-16). 
“Misafirler  genellikle  gün  batımı,  akşama  yakın  gelirlerdi.  Fakat 
gecenin  ilerleyen  vakitlerinde  gelen  misafirler  de  olurdu.  Her  gelene 
muhakkak  yemek  verilirdi.  Gecenin  bir  vaktinde  gelen  misafire 
babaannem  özene  bezene,  şikâyet  etmeden,  yemekler  yapardı. 
Babaannem  aslında  hasta  biriydi.  Hiçbir  zaman  hastalığını  bahane 
etmez, hasta hasta yemek hazırlardı” (KŞ-3). 
“Odalarda  Peygamber  Efendimizin  hayatını  anlatan  kitaplar  da 
okunurdu. Zaten odalarda anlatılanların yüzde seksen beşi, din imandı” 
(KŞ-4). 
 “Hanedan  odaları  hayra  ve  yardıma  matuf  olarak  kurulan  güzel 
bir kurumdu”(KŞ-5). 
“Hanedan  odalarında  küsler  barıştırılır,  edep  dersleri 
öğretilirdi”(KŞ-12). 
“Odada  gece  başlayan  sohbet  geç  vakte  kadar  devam  etti.  Beni 
şiddetli bir uyku bastırdı. Ama sohbet de çok hoşuma gidiyordu. Ya uyku 
ya da sohbet. İkisinden birini tercih etmem gerekiyordu. Bana uykudan 
daha  tatlı  gelen  sohbeti  dinlemeyi  tercih  ettim.  Ayağa  kalktım,  odanın 
“cağ”  kısmında  yüzümü  yıkadım  ve  sohbeti  dinlemeye  devam  ettim” 
(KŞ-1). 
“Çocukluk  yıllarımda  bizim  mahallede  cami  yoktu.  Rahmetli 
babam  her  Ramazan  ayında  kendi  kesesinden  ücretli  bir  imam  tutar, 
odada  mahalleli  namaz  kılarlardı.  Teravih  namazını  kılmak  için  gelen 
kadınlar da ayrı bir odada imama uyarlardı” (KŞ-2). 
“Odanın  en  altında  oturur,  gözümü  fal  taşı  gibi  açıp  kim  su 
isteyecek, ne buyuracak diye tetikte beklerdim. Hizmette, hürmette asla 
kusur  etmezdim.  O  yıllarda  çocuktum.  Büyüklerin  yanında  sesimiz 
çıkmazdı. Terbiyeyi, edebi buralarda öğrendim” (KŞ-10). 
“Geceleri 
hoşsohbet 
yaşlıların, 
yürekleri 
yumuşatan 
konuşmalarıyla, bir rahatlama, bir huzur ufkuna doğru kayardı insanın 
ruhu. Daralanların ve bunalanların teselli kaynağı bu  sohbetlerdi” (KŞ-
15). 

161
 
 
“Rahmetli  babam  Ramazan  ayında  cami  imamlarına  odada  iftar 
ziyafetinde  bulunurdu.  Odamızda  çok  hoş  ramazan  sohbetlerinin 
yapıldığını hatırlıyorum” (KŞ-14). 
 
Sonuç 
Ekonomik  ve  kültürel  hayatımızdaki  değişiklikler,  motorlu 
taşıtların  çoğalması,  karayollarının  gelişmesi  gibi  gelişmeler  sayesinde 
ulaşım  kolaylaştı  ve  konaklama  seçenekleri  arttı.  Haberleşmenin 
kulaktan  kulağa,  eğlencenin  köye  gelen  ozanlar  sayesinde  sözden  saza 
aktarıldığı  devirler  sona  erdi.  Telefonun  lüks  olmaktan  çıkması, 
televizyonun  aileleri  oturma  odalarına  hapsetmesiyle  aile  sohbetleri 
sona erdi. Böylece kültürel mirasımızın bir parçası olan köylerdeki “köy 
odaları” ve şehirlerdeki “hanedan odaları” da mazide kaldı.  
Köy ve hanedan odası kültürüyle yoğrulan insanların ikbali, idbarı, 
dertleri,  acıları,  misafirperverlikleri  ve ibret dolu, unutulmaz  hatıraları 
yıllarca  dilden  dile  anlatılırdı.
 
Çoğu  zaman  güçlünün  zayıfı  ezdiği, 
düşenin  elinden  tutan  bulunmadığı,  kimsenin  kimseyi  tanımadığı 
günümüz dünyasına inat; mazinin hatır, gönül, sevgi, saygı, edep, güzel 
ahlâk,  erdem,  fazilet  ve  imece  gibi  kavramları  bu  odalarda  öğrenilir, 
buralarda  aynı  eğitimi  almış  insanlar  tarafından  nesilden  nesle 
yaşatılırdı.  Aslında  nereden  nereye  geldiğimizin  hatırlanması  için, 
yaşadığımız  bugünü,  geçmişimizle  kıyas  etmek  için,  zaman  zaman 
maziye  yolculuklar  yapmakta  fayda  vardır.  Çünkü  bu  bizi  başka 
milletlerden ayıran insani hasletlerimiz ve öz kültürümüzdür. Bir ağacın 
köklerinin gövdeyi  beslemesi gibi, bu  kültür de geçmişimizden gelerek 
geleceğimizi hazırlayacaktır. Şehirlerdeki hanedan odaları ile köylerdeki 
köy odaları ve buralarda gerçekleştirilen yaren sohbetleri Türk milletine 
yön veren Ahilik kültürünün birer devamıdır. Bu kültürün, bizi bin yıllar 
öncesine  götüren  kültürel  değerler  silsilesi  olarak  araştırmaya, 
yaşamaya  ve  yaşatmaya  değer  olduğunu  düşünüyoruz.  Bu  ve  benzeri 
hayır  kurumlarının  unutulup  gitmemesi  için  anlatılanların  kayıt  altına 
alınmasının,  diğer  yitik  kültür  miraslarımızın  da  araştırılması  için  bir 
başlangıç olacağı kanısındayız. 
 
Kaynakça 
ALBAYRAK,  Nurettin  (2009),  Türkiye  Türkçesinde  Atasözleri, 
İstanbul: Kapı Yayınları. 

162
 
 
BIYIKLI,  Yaşar  (2000),  Ahilik,  Trabzon:  Trabzon  Esnaf  ve 
Sanatkârlar Odalar Birliği. 
CEYLAN, Kazım (2012), Ahilik: Türk-İslâm Medeniyetinde Dünyevî 
ve Uhrevî Sistem, Kırşehir: Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kültür Yayınları. 
ÇAĞATAY,  Neşet  (1997),  Bir  Türk  Kurumu  Olan  Ahilik,  Ankara: 
TTK Yayınları. 
DEMİR,  Galip  (2000),  Osmanlı  Devleti’nin  Kuruluşu  ve  Ahilik
İstanbul: Ahi Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı Yayınları. 
EKİNCİ, Yusuf (2008), Ahilik, Ankara: Özgün Matbaacılık. 
ERASLAN, İsmail (2013), Bir Ahilik Geleneği Köy Odası Hatıraları
Kayseri: Kırşehir Belediyesi Kültür-Tarih Yayınları. 
ERASLAN, İsmail (2014), Bir Ahilik Geleneği Kırşehir’deki Hanedan 
Odaları, Ankara: Gürler Matbaacılık. 
ERGİN,  Muharrem  (2009),  Dede  Korkut  Kitabı  –  1,  Ankara:  TDK 
Yayınları. 
ERKOÇ,  Ethem  (2008),  Anadolu’da  Bir  Köy  Odası  -  Hatışoğlu 
Konağı, Çorum: Çorum Hâkimiyet Gazetesi Kültür Serisi. 
GÜNEY, Eflatun Cem (1983), Köy Odası, İstanbul: MEB Yayınları. 
İBN-İ BATTUTA (t.y.), Büyük Dünya Seyahatnamesi (çev. Ali Murat 
Güven), İstanbul: Yeni Şafak Kültür Armağanı. 
İslâm Ansiklopedisi (1988 -2005), c.1-30, İstanbul: Türkiye Diyanet 
Vakfı. 
KÖKSAL,  M.  Fatih  (2008),  Ahi  Evran  ve  Ahilik,  Kırşehir:  Kırşehir 
Valiliği Kültür Hizmetleri. 
KÖKSAL, Mustafa (2007), Ahilik Kültürünün Dünü Bugünü, Ankara: 
Işık Eğitim Kültür Hizmetleri. 
KUŞEYRΠ (2009),  Kuşeyrî  Risalesi  (çev.  Dilaver  Selvi),  İstanbul: 
Semerkand Yayınları. 
MUALLİM  CEVDET  (2008),  İslâm  Fütüvveti  ve  Türk  Ahiliği  –  İbni 
Battuta’ya Zeyl (çev. Cezair Yarar), İstanbul: İşaret Yayınları. 
ÖZÖN,  Mustafa  Nihat  (1956),  Türk  Atasözleri,  İstanbul:  İnkılâp 
Kitabevi. 
Rehber Ansiklopedisi (1993), İstanbul: İhlâs Gazetecilik. 

163
 
 
SCHMİEDE, H. Achmed (2009), Kitab-ı Dedem Korkut, Ankara: TDV 
Yayınları. 
TANPINAR, Ahmet Hamdi (1972), Beş Şehir, İstanbul: Milli Eğitim 
Basımevi. 
Download 0.85 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   32




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling