Anadolu Sohbet Gelenekleri ve Yaren Bildiriler
Download 0.85 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- Bir Batılı Araştırmacının Gözüyle Köy Odası
- ‘Life in a Turkish Village’
- Tanıkların Dilinden Hanedan Odaları
- Kaynakça ALBAYRAK, Nurettin (2009)
Kırşehir Köy Odaları Köy odalarının son tanıkları, bir zamanlar devam ettikleri bu mekânları şu sözlerle tanıttılar: “Köy odaları; güzel ahlakın mayalandığı, adam olmanın öğretildiği, edep dersinin uygulandığı, saygı, sevgi, yardımlaşmanın yaşandığı bir halk mektebiydi” (KŞ-13). “Köy odalarında güzel sohbetler olurdu. Kaynaşma, dayanışma, yardımlaşma o günlere mahsustu. Misafire hürmette kusur edilmezdi” (KŞ-7). “Köy odalarının vazifesinin son bulmasıyla yatılı misafirlik de bitti. Misafirlere ettiğim hizmetteki tadı hiçbir şeyde bulamıyorum. O günler ne güzel günlerdi” (KŞ-6). “Köy odasının yemeklerini yaptım, bulaşıklarını yıkadım. Kirlenen yatak yorganları sık sık yıkardım. Misafire hizmet etmeyi ibadet kabul ederdim” (KŞ-8). Molla Musa’nın Konağı 2013 yılında yayımlanan bir çalışmamızda, 1960’lı yıllarda Kırşehir ilinin Yağmurlu Büyük Oba köyünde bir asra yakın hizmet veren bir köy odası ile ilgili gözlemlerimizi şöyle aktarmıştık: “Molla Musa’nın Köy Odası”, alt katı ahır, üst katı oda olan görkemli, büyük ve güzel bir konak. Yüksek tavanlı, geniş ve ferah odaya girildiğinde, göze ilk takılan sağ tarafta bir buçuk metre yüksekliğinde, iki metre genişliğinde iki tarafı duvarlara dayanan, her tarafı tahtayla kaplanmış, üstü örtük, altı küçük bir kapı genişliğinde açık, “tahtabaşı” denilen bir yer olur. Bu tahtabaşının iç kısmına köy odasında yakıt olarak kullanılacak tezek ve odun konur. Bazen tahtabaşı başka amaçlar için de kullanılır. Odanın yaşlılarından biri buranın üzerine bir kaç çocuk çıkarır şiir okuma veya hatiplik yarışması düzenlenir” (Eraslan, 2013: 105). 155 “Tahtabaşının tam karşısında ise yarım metre yüksekliğinde, iki metrekare genişliğinde, etrafı ağaç işlemeli parmaklıklarla çevrili “cağ” diye tabir edilen beton bir zemin var. Burası genelde lavabo vazifesi görür. Bazen de ihtiyaç anında misafirlerin kullanıldığı bir banyo. Cağda içi su dolu güğümler ve testiler bulunur. Oda girişinin sağında, duvara gömülü iki dolap var. İki dolap arası iki, iki buçuk metre kadardır. Yerden yaklaşık bir metre yüksekliğindeki dolabın ahşap kapakları geometrik şekillerle işlenmiş. Dolapların sanatkârı, bu kapakları yaparken sanki sevgisini katmıştı onlara. Ne zaman dolaplara baksam gözümü okşayan bu görüntünün gönlüme ferahlık verdiğini hissederdim. Köy odası, tahminen on on iki metre uzunluğunda, altı yedi metre genişliğinde, üç, üç buçuk metre yüksekliğinde geniş, sade bir konak. Odanın zemini rabıtalı tahta kaplamalı. İnsanların rahatça oturabilmesi için odanın üç tarafı tahta sedirle çevriliydi. Tahta sedir, zeminden kırk santim yüksekliğinde, bir buçuk metre genişliğindeydi. Peykenin üzeri boydan boya kilimler döşeliydi. Onun üzerinde de köylü kadınların göz nuru döktüğü, ince motiflerle işlenmiş, el emeği halı yastık ve minderler var. Oda gayet zarif ve sadeydi. Bu mekânda insanın içi rahatlar. Duvarda devamlı bir gaz lambası aslı durur. Kalın kerpiç duvar içine gömülmüş derin ve geniş iki pencere. Pencerede saksı içinde güller. Ve tam ortada duran bir mangal var. Aksakallılar odanın üst tarafına otururlar, diğer yerleri de gençler doldurdu. Çocukların oturma yeri ise en alt tarafı cağın yanı idi. Uzayan sohbetler, gece yarılarına kadar devam ederdi. Köy halkı yatmak üzere evlerine gidince odada yatılı misafirler kalırdı” (Eraslan, 2013: 105, 106). Köy odalarında misafir olanlar devlet görevlileri (tahsildar, aşar memuru), çerçiler, dilenciler, gezgin dervişler, seyyar berberler, kalaycılar, sıcak demirciler, bıçak bileyiciler, civar köylerden taziye yahut düğüne gelen köylüler… velhasıl, kapısını çalan herkesti. 1960’lı yılların başında, Kırşehir’in Yağmurlu Büyük Oba köyünde bu şekilde birçok köy odası vardı. Televizyonun ne olduğunun bilinmediği, telefonun olmadığı, motorlu taşıtların yaz günleri hafta başlarında bazen göründüğü, radyonun 350 hanelik köyde bir elin parmaklarının sayısı kadar belki olduğu, elektriğin olmadığı, şebeke suyunun bulunmadığı bir zamandan bahsediyoruz. Köy odasında, dilencilerin günlerce, çerçilerin de haftalarca kaldıkları olurdu da kimse darlanmazdı. Hâneberduş, meczup Hacı Hasan ve akli ve ruhi dengesi bozuk olan Hararetli Yaşar aylarca dedem Molla Musa’nın köy odasında kalırdı (Eraslan, 2013: 56). Köy odalarının kapısı her gün açık olurdu, ancak en canlı dönemi, kış aylarıdır. Köy odaları kış gecelerinde çocuklar, gençler, yaşlılar, civar 156 belde ve köylerden gelen misafirlerle dolu olurdu. Odanın müdavimleri erkeklerdi. Kış aylarında tarla, bağ, bahçe işi olmadığından erkekler kadınlara göre daha şanslıydı. Hem dinlenir, hem de köy odalarında hoşça vakit geçirirlerdi. Kışın kadınlar ev işleri, hayvanların bakımı ile uğraşırdı. Her evde bir halı kilim tezgâhı olur, gece geç vakitlere kadar halı kilim dokurlardı (Eraslan, 2013: 57). Cuma günleri namazdan sonra civar köylerden gelen misafirlere yakın akrabaları ve oda sahipleri ikram ve izzette bulunurdu. Yemek yemeden kimse bir yere gönderilmezdi (Eraslan, 2013: 57). Dinî bayram günlerinde namazdan sonra cami içinde ve avlusunda bayramlaşmalar olur. Dışarıdan namaz kılmaya gelen insanlara köy odalarında özel ziyafetler verilir. Yemekten sonra herkes yaş durumuna göre odadaki yerlerini alır, ikram edilen kahveler içilir. Sohbetler edilir (Eraslan, 2013: 66). Nişan, düğün gibi törenlerin de icra edildiği köy odaları, otantik, folklorik ve orijinal bir yapıya sahiptir (Eraslan, 2013: 67). Köy odası hizmetlerinde bulunan fakat görünmeyen kahramanları kadınlardır. Her gün gelen misafirlere üç öğün yemeklerinin hazırlanması ciddi fedakârlık isteyen bir iştir. Hayvanların bakımı, tarla, bağ bahçede çalışma, çocuklarla ilgilenme, temizlik işleri, çamaşır, bulaşık, derken kadınlar erkeklerden çok fazla çalışırlar. Bazen bir gece yarısı oda sahibinin kapısı çalınır. Uykunun en tatlı zamanında kalkılır çıra yakılır. Gelen misafirlerin yatması için evden odaya yatak yorgan götürülür. Misafirlerin hayvanları ahıra çekilir yemleri verilir, yemek pişirilir. Kaplara doldurulan yemekler siniyle misafirlere ikram edilir. Misafire ikram hususunda gece de olsa yüksünmeden hizmet ederler (Eraslan, 2013: 118, 119). Bir Batılı Araştırmacının Gözüyle Köy Odası J. E. Pierce, ünlü seyyah İbn-i Battuta’nın seyahatleri gibi araştırma için Anadolu’nun bazı illeri ve köylerini gezer. İbn-i Battuta’dan 629 yıl sonra, 1962 yılındaki Anadolu insanın Ahilik ruhundan gelen misafirperverliğiyle karşılaşır (Demir, 2000: 250). “J. Pierce bilimsel araştırmasını, ‘Life in a Turkish Village’ adındaki eserinde toplamıştır. Ankara’da, Georgetown Üniversitesi lisan okulunda görev yaptığı bir sırada Antalya, Bursa, Denizli, Isparta, Geyve, Bilecik, İznik, Bolu, Eskişehir, Çankırı, Kastamonu, Sivas ve Erzurum gibi şehirleri ve buralardaki bazı köyleri dolaşmış. Daha sonra Konya, 157 Kayseri, Kırşehir, Kırıkkale, Çorum ve yöresinde bulunan köyleri gezmiş, buradaki araştırmaları, yazdığı eserin kaynağını oluşturmuştur. Görüldüğü gibi Pierce, Battuta’nın, Anadolu’da 1333 yılında dolaştığı şehirlerin, birçoğunu gezmiştir. Pierce dolaştığı köylerde, gördüklerini ifade ederken, O da İbn-i Battuta gibi, örf, adet ve görenek açısından köyler arsında önemli farklar görmemiştir. Pierce de araştırma konusu olan köyleri bizzat gezerek, gördüklerini aktarmaya çalışmıştır. Bunun için Pierce, kitabın giriş bölümünde, Türk kültürünü, batılıların ön yargılı bakış açısıyla değil, Türk kültürünü gerçek yüzüyle vermek ümidinde olduğunu belirtmiştir” (Demir, 2000: 251). Seçtiği köy Anadolu’nun tam ortasında, Ankara’ya 140, Kırşehir’e 50 km mesafede, Kırşehir ili Kaman ilçesine bağlı, Demirciler (eski adı Hacıpınar) köyüdür. Pierce, antropolojik ve etnografik araştırmasını bu köyde yapar. Sünnet merasimi, ev inşa etme, evlenme ve nişan, yemek pişirme, askere gitme, kurban ve ramazan bayramı, doğum, ölüm adetleri, Türk dili, sosyal hayat, İslâmi hayat tarzı, eğitim, folklor gibi konuları, Demirciler köyünde misafir kaldığı süre içerisinde tetkik ve tespit eder. Bu bilimsel araştırma, Anadolu’da sosyal-antropoloji dalında yapılan ilk çalışmalardan biridir. Pierce, bu önemli tespitleri yanında misafir kaldığı Demirciler köyünde halkın geçim kaynakları, üretim çeşidi, arazinin tarıma elverişlilik durumu, kullandıkları alet ve edevatları, ev yapımında kullanılan malzeme, evin yerleşim alanındaki konumu, ev eşyası, yaşlı genç, kadın ve erkek fertlerin toplumdaki statüsü dâhil, akla gelecek her konuda bilgi vermektedir. Pierce, tetkiklerini, eserinde tarafsız, objektif bir bakış açısıyla değerlendirmiştir. Pierce Osmanlı devrinden bahsetmese de, o devrin kültürel yapısının günümüze ne ölçüde yansıdığına dair bilgi verir. Yöreler arasında, kültür benzerliklerinin tanımlanmasına yardım eder. Pierce, eserinde adı geçen Mahmut’un evinde, kendisine verilen ziyafete yabancı olmasına rağmen başköşeye oturtulduğunu, tüm ikramların önce kendisine ve eşine yapıldığını anlatarak onların misafirperverliğini dile getirir. Mahmut’un köyündeki ihtiyarlar, köylerinde eskiden iki tane köy konuk odası bulunduğunu, bu konuk odalarında yabancıların, yolcuların misafir edilerek onlara yemek ikram edildiğini, hayvanlarına da yem verildiğini, köydeki kaynak kişilerden aldığı bilgileri aynen aktarır. Bu köy konuk odaları, Ahi konuk evlerinin son senelere kadar işlevini sürdürdüğünü göstermiştir. Hâlen Anadolu’da bazı köylerimizde mevcut bulunan bu köy konuk evleri, Anadolu insanı üzerinde Ahi 158 kültürünün, değişime uğrayarak da olsa, devam ettiğini etkilerinin sürdüğünü gösterir (Demir, 2000: 250, 251, 253). Hanedan Odaları 2014 yılında yaptığımız bir çalışmamızda, Kırşehir kent merkezindeki varlıklı ailelerin konuklarını ağırladıkları mekânları araştırma fırsatı bulduk. Buralara “konuk odası” veya “misafirhane” adı verilir. Yaz aylarında serin bir bahçede yer alan bu mekânın adı “selâmlık” olur. Ulaşımın yaya veya hayvanlarla yapıldığı yıllarda Kırşehir’in merkezinde, şehrin hayırsever yerli insanlarının kendi imkânlarıyla yaptırdığı evlerinin hemen bitişiğine büyükçe bir oda olurdu. Bu oda evle irtibatı olmayan, misafirleri ağırlamak amacıyla yapılan müstakil bir yerdir. Odaya münhasır ahır ve samanlık da bulunur. Bu odalar, şehir dışından, civar köylerden gelenlerin, hiçbir maddi beklentiye girmeden, sırf Allah rızası için bir veya birkaç geceliğine yatılı misafir olarak ağırlandığı, varsa hayvanlarının yemlendiği yerlerdi. Bu odalar, Kırşehir’in cömert, hayırsever, güzel ahlaklı, onurlu ve yerli sakinlerinin ihdas ettikleri bir hayır kurumu olduğu için çalışmamızda “hanedan odası” adını verdik. Bu sözü dinlenir oda sahiplerinin tutumları, fikirleri ve aldıkları kararlar insanlar tarafından saygıyla karşılanır. Oda sahipleri, yoksullara ve dertlilere şefkat ve muhabbetle davranmalarıyla herkesin gönlüne giren melek misali insanlardır (Eraslan, 2014: 17). Tanıkların Dilinden Hanedan Odaları Yukarıda değindiğimiz çalışmamıza materyal olmak üzere yaşı altmışın üzerinde, Kırşehir’de doğup büyümüş yaşlı kişilerin tanıklığına başvurduk. Kırşehir’in asil ailelerinin bir zamanlar yaşattıkları hanedan odaları günlerini görmüş son tanıkları duygularını şöyle anlattılar: “Kendi atımıza eşeğimize ne veriyorsak misafirlerin hayvanlarına da aynısını verirdik. Rahmetli babamın hayvan bakıcısına ve bana yaptığı şu tembih hâlâ kulağımda çınlar: ‘Misafirlerin hayvanlarının arpasını samanını sakın az vermeyin!’. Misafirlerin hayvanlarına bir akşam vakti bir de gece geç vakitte yem verilirdi. Misafirlerin hayvanlarına bile hizmette kusur edilmezdi. Kendi atlarımızı nasıl tımar ediyorsam misafirlerin atlarını da aynı özenle tımar ederdim. Ramazan ayının girmesiyle bizim oda bir başka güzelleşirdi. Çocukluk yıllarımda 159 mahallemizde cami yoktu. En yakın cami 500-600 metre mesafedeydi. Odaya ücretle imam tutulduğunu duyan mahalle komşularımız akşam namazından sonra odayı doldururlardı. 35-40 kişi olurdu, oda tıklım tıklım dolardı. Ramazan’da mahallenin fakirleri davet edilir, iftar ziyafeti olurdu. Ramazan ayının ilk gününden son gününe kadar mahallede en az on fakire günlük iftar yemeği verilirdi. Çoğu zaman bir sofra almaz ikinci sofra kurulurdu” (KŞ-9). “Savcılı köylülerinden biri şehre gelir. Akşam olunca gider bir handa yatar. Dedem de bunu duyar ve çok üzülür. Günlerden bir gün bu kişiyle karşılaşınca, ‘Oğlum, bizim odamız handan da mı kötüydü? Neden gidip de orada kaldın?’ diye sitem eder. Sonra oda sahipleri cömert ve hayırseverdi. Mahalledeki yoksullara muhakkak yardım edilirdi. Herhangi bir mahallenin oda sahibi bir fakire yardım etmez veya yardımda kusur ederse bu hoş karşılanmazdı. ‘Falan mahalledeki fakire yardım edilmemiş.’ veya ‘Oda sahibinin durumu iyi değilmiş.’ gibi lâfların sağda solda dolaşması, fukaraya yardım etmeyen veya yardımda kusur eden oda sahibi için onur kırıcı, ağır bir hadise olurdu. Durum böyle olunca da hanedan oda sahipleri, kendi şerefini muhafaza etmek için maiyetindeki fakir fukaraya muhakkak yardımda bulunurdu. Bundan dolayı her mahalledeki fakiri o mahallenin oda sahibi kollar gözetirdi. O yıllarda yolları nafıa(kara yolları) yapmazdı. Eskiden mahallenin yolları, köprüleri, çeşmeleri, camileri mahallenin zenginleri kendi imkânlarıyla yapardı. Her hâli vakti yerinde olanın hayrına yaptırdığı en az bir çeşmesi olurdu. Eskiden hayır işleri günümüze göre daha fazla yapılırdı. O hayırsever, cömert insanlar, övünmeyi hiç sevmezlerdi. Eliyle verdiğini gözüyle görmek istemezlerdi. Hatta yaptıkları hayırlara ismini dahi vermezlerdi. Allah rızası için yaparlardı. O yıllarda anne ve babaya saygı çoktu. Mesela ben babamın ağzından çıkanı Allah’ın emri gibi telakki ederdim” (KŞ-11). “Doğup büyüdüğüm iki konak ve iki mahalle, Yenice Mahalle ve Dinekbağı ile gençlik yıllarım geldi aklıma. İki dedemin de misafir odası vardı. Biri, Hacı Mahmut dedemin Kümbetaltı’ndaki konağı, diğeri Dinekbağı’ndaki Ahmet (Mahmutoğlu) dedemin konağı. İkisinin de büyük misafir odaları vardı. Köylerden gelip yatılı kalan misafirlerin kimler olduklarını pek hatırlamıyorum. Ancak Mahmut dedemin Dalakçı, Bahçecik, Gümüşkümbet, Seyfe köylerinden gelen, Ahmet dedemin Irmak bucağı köylerinden gelen ahbaplarının bu odalarda yatılı kaldıklarını biliyorum. Burada gönül sohbetleri yapılır, güzel öğütler verilirdi. Misafirlerin ağırlanması, edep dersleriyle hanedan odaları uhrevi bir mekândı bence. Oda sahibi Mahmut dedem, ‘Cömert ol dâima, 160 bu güzel haslet/ Seni cehennemden kurtarır elbet’ diyen şairin sözleriyle vasıflanmış cömert biriydi. Ahmet dedem her yönden mahallenin önderi idi. Bu odalarda çok bulunduğumdan olsa gerek, milli ve manevi değerler onlardan bizlere miras kaldı. Çanakkale kahramanlıklarını, İstiklâl Harbi hatıralarını, Kore’yi, Dersim Harekâtı’nı orada canlı tanıkların ağızlarından dinledim” (KŞ-16). “Misafirler genellikle gün batımı, akşama yakın gelirlerdi. Fakat gecenin ilerleyen vakitlerinde gelen misafirler de olurdu. Her gelene muhakkak yemek verilirdi. Gecenin bir vaktinde gelen misafire babaannem özene bezene, şikâyet etmeden, yemekler yapardı. Babaannem aslında hasta biriydi. Hiçbir zaman hastalığını bahane etmez, hasta hasta yemek hazırlardı” (KŞ-3). “Odalarda Peygamber Efendimizin hayatını anlatan kitaplar da okunurdu. Zaten odalarda anlatılanların yüzde seksen beşi, din imandı” (KŞ-4). “Hanedan odaları hayra ve yardıma matuf olarak kurulan güzel bir kurumdu”(KŞ-5). “Hanedan odalarında küsler barıştırılır, edep dersleri öğretilirdi”(KŞ-12). “Odada gece başlayan sohbet geç vakte kadar devam etti. Beni şiddetli bir uyku bastırdı. Ama sohbet de çok hoşuma gidiyordu. Ya uyku ya da sohbet. İkisinden birini tercih etmem gerekiyordu. Bana uykudan daha tatlı gelen sohbeti dinlemeyi tercih ettim. Ayağa kalktım, odanın “cağ” kısmında yüzümü yıkadım ve sohbeti dinlemeye devam ettim” (KŞ-1). “Çocukluk yıllarımda bizim mahallede cami yoktu. Rahmetli babam her Ramazan ayında kendi kesesinden ücretli bir imam tutar, odada mahalleli namaz kılarlardı. Teravih namazını kılmak için gelen kadınlar da ayrı bir odada imama uyarlardı” (KŞ-2). “Odanın en altında oturur, gözümü fal taşı gibi açıp kim su isteyecek, ne buyuracak diye tetikte beklerdim. Hizmette, hürmette asla kusur etmezdim. O yıllarda çocuktum. Büyüklerin yanında sesimiz çıkmazdı. Terbiyeyi, edebi buralarda öğrendim” (KŞ-10). “Geceleri hoşsohbet yaşlıların, yürekleri yumuşatan konuşmalarıyla, bir rahatlama, bir huzur ufkuna doğru kayardı insanın ruhu. Daralanların ve bunalanların teselli kaynağı bu sohbetlerdi” (KŞ- 15). 161 “Rahmetli babam Ramazan ayında cami imamlarına odada iftar ziyafetinde bulunurdu. Odamızda çok hoş ramazan sohbetlerinin yapıldığını hatırlıyorum” (KŞ-14). Sonuç Ekonomik ve kültürel hayatımızdaki değişiklikler, motorlu taşıtların çoğalması, karayollarının gelişmesi gibi gelişmeler sayesinde ulaşım kolaylaştı ve konaklama seçenekleri arttı. Haberleşmenin kulaktan kulağa, eğlencenin köye gelen ozanlar sayesinde sözden saza aktarıldığı devirler sona erdi. Telefonun lüks olmaktan çıkması, televizyonun aileleri oturma odalarına hapsetmesiyle aile sohbetleri sona erdi. Böylece kültürel mirasımızın bir parçası olan köylerdeki “köy odaları” ve şehirlerdeki “hanedan odaları” da mazide kaldı. Köy ve hanedan odası kültürüyle yoğrulan insanların ikbali, idbarı, dertleri, acıları, misafirperverlikleri ve ibret dolu, unutulmaz hatıraları yıllarca dilden dile anlatılırdı. Çoğu zaman güçlünün zayıfı ezdiği, düşenin elinden tutan bulunmadığı, kimsenin kimseyi tanımadığı günümüz dünyasına inat; mazinin hatır, gönül, sevgi, saygı, edep, güzel ahlâk, erdem, fazilet ve imece gibi kavramları bu odalarda öğrenilir, buralarda aynı eğitimi almış insanlar tarafından nesilden nesle yaşatılırdı. Aslında nereden nereye geldiğimizin hatırlanması için, yaşadığımız bugünü, geçmişimizle kıyas etmek için, zaman zaman maziye yolculuklar yapmakta fayda vardır. Çünkü bu bizi başka milletlerden ayıran insani hasletlerimiz ve öz kültürümüzdür. Bir ağacın köklerinin gövdeyi beslemesi gibi, bu kültür de geçmişimizden gelerek geleceğimizi hazırlayacaktır. Şehirlerdeki hanedan odaları ile köylerdeki köy odaları ve buralarda gerçekleştirilen yaren sohbetleri Türk milletine yön veren Ahilik kültürünün birer devamıdır. Bu kültürün, bizi bin yıllar öncesine götüren kültürel değerler silsilesi olarak araştırmaya, yaşamaya ve yaşatmaya değer olduğunu düşünüyoruz. Bu ve benzeri hayır kurumlarının unutulup gitmemesi için anlatılanların kayıt altına alınmasının, diğer yitik kültür miraslarımızın da araştırılması için bir başlangıç olacağı kanısındayız. Kaynakça ALBAYRAK, Nurettin (2009), Türkiye Türkçesinde Atasözleri, İstanbul: Kapı Yayınları. 162 BIYIKLI, Yaşar (2000), Ahilik, Trabzon: Trabzon Esnaf ve Sanatkârlar Odalar Birliği. CEYLAN, Kazım (2012), Ahilik: Türk-İslâm Medeniyetinde Dünyevî ve Uhrevî Sistem, Kırşehir: Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kültür Yayınları. ÇAĞATAY, Neşet (1997), Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara: TTK Yayınları. DEMİR, Galip (2000), Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, İstanbul: Ahi Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı Yayınları. EKİNCİ, Yusuf (2008), Ahilik, Ankara: Özgün Matbaacılık. ERASLAN, İsmail (2013), Bir Ahilik Geleneği Köy Odası Hatıraları, Kayseri: Kırşehir Belediyesi Kültür-Tarih Yayınları. ERASLAN, İsmail (2014), Bir Ahilik Geleneği Kırşehir’deki Hanedan Odaları, Ankara: Gürler Matbaacılık. ERGİN, Muharrem (2009), Dede Korkut Kitabı – 1, Ankara: TDK Yayınları. ERKOÇ, Ethem (2008), Anadolu’da Bir Köy Odası - Hatışoğlu Konağı, Çorum: Çorum Hâkimiyet Gazetesi Kültür Serisi. GÜNEY, Eflatun Cem (1983), Köy Odası, İstanbul: MEB Yayınları. İBN-İ BATTUTA (t.y.), Büyük Dünya Seyahatnamesi (çev. Ali Murat Güven), İstanbul: Yeni Şafak Kültür Armağanı. İslâm Ansiklopedisi (1988 -2005), c.1-30, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı. KÖKSAL, M. Fatih (2008), Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir: Kırşehir Valiliği Kültür Hizmetleri. KÖKSAL, Mustafa (2007), Ahilik Kültürünün Dünü Bugünü, Ankara: Işık Eğitim Kültür Hizmetleri. KUŞEYRÎ (2009), Kuşeyrî Risalesi (çev. Dilaver Selvi), İstanbul: Semerkand Yayınları. MUALLİM CEVDET (2008), İslâm Fütüvveti ve Türk Ahiliği – İbni Battuta’ya Zeyl (çev. Cezair Yarar), İstanbul: İşaret Yayınları. ÖZÖN, Mustafa Nihat (1956), Türk Atasözleri, İstanbul: İnkılâp Kitabevi. Rehber Ansiklopedisi (1993), İstanbul: İhlâs Gazetecilik. 163 SCHMİEDE, H. Achmed (2009), Kitab-ı Dedem Korkut, Ankara: TDV Yayınları. TANPINAR, Ahmet Hamdi (1972), Beş Şehir, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Download 0.85 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling