Anadolu Sohbet Gelenekleri ve Yaren Bildiriler


ÇANKIRI MERKEZ VE KÖYLERDEKİ YÂRAN UYGULAMALARININ


Download 0.85 Mb.
Pdf ko'rish
bet14/32
Sana03.08.2017
Hajmi0.85 Mb.
#12601
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   32

ÇANKIRI MERKEZ VE KÖYLERDEKİ YÂRAN UYGULAMALARININ 
KARŞILAŞTIRILMASI

 
 
Gökhan EKİM

 
 
Öz 
Çankırı  Merkez’de  ve  Çankırı’nın  ilçe  ve  köylerinde  gerçekleştirilmekte 
olan  Yâran  Toplantıları’na  baktığımızda,  geleneği  incelemek  üzere  kurgulamış 
olduğumuz motif yapısına göre mukayese yapmamız mümkündür. Toplantı için 
Çankırı  Merkez’de,  ilçe  ve  köylerde  aynı  anlama  gelecek  şekilde  Yâran  veya 
Yaren  sözcükleri  kullanılmaktadır.  Toplantı,  hem  Merkez’de  hem  de  ilçe  ve 
köylerde  kış  aylarında  haftada  bir  kez,  hafta  sonuna  denk  gelen  bir  günde 
gerçekleşmektedir.  Merkez’de  “Yâran”  adı  verilen  topluluk  üyelerine,  ilçe  ve 
köylerde  “Yâran”  veya  “Yaren”  adıyla  birlikte,  beldelere  göre  farklılaşacak 
şekilde,  “Erat”,  “Uşak”,  “Efrad”  isimleri  de  verilir.  Toplantıların  kültürel 
kökenleri ile ilgili olarak Merkez, ilçe ve köylerde ahilik geleneği ile bağlantılar 
kurulmaktadır.  Ancak  yapmış  olduğumuz  araştırmalara  göre,  beldelerdeki 
uygulamalar daha çok “delikanlı teşkilatı” uygulamalarının günümüzdeki şekli 
niteliğindedir.  Merkez’de  ve  beldelerde  sonbaharda  bir  araya  gelinerek 
toplantının  yapılmasına  karar  verilir.  Merkez’de  gençler,  orta  yaşlılar  ve 
yaşlılardan oluşan topluluk üyelerinin beldelerde de aynı şekilde oluşturulduğu 
görülmekle  birlikte,  bazı  köylerde  gençlerin  ve  yaşlıların  ayrı  topluluklar 
oluşturarak toplantı düzenlemelerine de rastlanabilmektedir. 
 
Çankırı’da  Yâran  veya  Yaren  adıyla  anılan,  Anadolu’da  ve  diğer 
Türk toplulukları arasında da geniş bir coğrafyada yaygın olan ve bizim 
”Sohbet”  adı  altında  değerlendirmeyi  uygun  bulduğumuz  toplantıların, 
ortak  tarihsel  kökene  sahip  oldukları  çeşitli  araştırmacılar  tarafından 
ortaya koyulmuştur. Çankırı Merkez’de gerçekleştirilen uygulamalarda, 
Ahilik ve Orta Asya Türk içtimai yaşamından izlerin görüldüğü, konunun 
ilgililerinin malumudur. İlçe ve köylerdeki toplantılardaki yapılanmanın 
izini  sürdüğümüzde  ise  farklı  tarihsel  yapıların  da  geleneğin 
oluşumunda etkin rolü olduğunu görmekteyiz. 
                                                           

 
Bu  bildirinin  hazırlanmasında  2009  yılında  tamamlamış  olduğumuz  “Çankırı  Yâran 
Geleneğinin  Tarihî  Kültürel  Kökenleri  ve  Müzik  Uygulamaları”  başlıklı  yayımlanmamış 
doktora tezinden (Ekim, 2009) yararlanılmıştır.
 

 
Doç.  Dr.,  Ege  Üniversitesi,  Türk  Musikisi  Devlet  Konsevatuvarı,  Temel  Bilimler 
Bölümü.
 

144
 
 
Her  ne  kadar  Orta  Asya’dan  Anadolu’ya  göçün  devamında 
Anadolu’da  yerleşme,  tutunma  ve  Türkleştirme  başlıkları  altında 
tanımlayabileceğimiz  safhalarda,  Ahi  Teşkilatı’nın  ve  zaviyelerinin 
köylere  kadar  yayılmış  olduğu  bilinse  de,  ilçe  ve  köylerdeki 
uygulamaların,  köylerde  yakın  döneme  kadar  asayiş,  dayanışma  ve 
düğün  gibi  organizasyonlarda  işleyişi  sağlayıp  düzenleme  gibi 
işlevleriyle  etkin  olmuş  ve  “Delikanlı  Teşkilatı”,  “Gençlik  Teşkilatı 
(ocağı)”  (Balaman,  1993:  76-80)  gibi  adlarla  anılmış  olan  örgütün 
uzantısında şekillenmiş oldukları akla yakın gelmektedir. 
Büyük  Selçuklu  Devleti’nin  Anadolu’yu  ele  geçirdikten  sonra 
uygulamaya  koyduğu  sosyal  ve  idari  yapılanmanın  içerisinde  köylerde 
vücut bulmuş gençlik teşkilatından bahsedecek olursak, köy gençlerinin, 
bağlı oldukları “köy kethüdası”nın idaresinde “gençlik ocağı” adı altında 
teşkilatlandıkları,  köyün  yaşça  büyük  ve  saygın  bir  şahsiyeti  olan 
kethüdanın  belirlediği  “yiğitbaşı”nın  da,  gençlerin  içinden  seçilmiş  bir 
yönetici  olarak  gençlik  teşkilatının  başına  geçtiği,  köyün  güvenliği, 
düzenin  sağlanması  ve  korunmasında  etkin  bir  birlik  olarak  karşımıza 
çıkmaktadır. Gençlik teşkilatının da, başlarında bulunan yiğitbaşı, onun 
üzerindeki kethüda ve onun da bağlı bulunduğu bir ilin bütün köylerini 
temsil  eden  “ilbaşı”  vasıtasıyla  merkezi  hükümete  bağlı  bir  oluşum 
olduğu  kaydedilmiştir  (Akdağ,  1959:  16-17).  Çankırı’nın  köylerinde  de 
aynı  teşkilatın  uzantısındaki  yapılanmaların  bulunduğu  bilinmektedir 
(Kazmaz, 1985). 
Çankırı  Merkez’de  ve  Çankırı’nın  ilçe  ve  köylerinde 
gerçekleştirilmekte  olan  Yâran  Toplantıları’na  baktığımızda,  geleneği 
incelemek  üzere  kurgulamış  olduğumuz  motif  yapısına  göre,  aşağıdaki 
şekilde mukayese yapmamız mümkündür: 
Toplantı  için  Çankırı  Merkez’de,  ilçe  ve  köylerde  aynı  anlama 
gelecek şekilde Yâran veya Yaren sözcükleri kullanılmaktadır.  
Merkez’de “Yâran” adı verilen topluluk üyelerine, ilçe ve köylerde 
“Yâran” veya “Yaren” adıyla birlikte, beldelere göre farklılaşacak şekilde, 
“Erat”, “Uşak”, “Efrad” isimleri de verilir.  
Toplantı Merkez’de, ilçe ve köylerde kış aylarında haftada bir kez, 
hafta  sonuna  denk  gelen  bir  günde  gerçekleşmektedir.  Toplantıya 
başlangıç  saati  olarak  da  genelde  “yatsı  namazı  sonrası”  ibaresi 
kullanılmaktadır. 
Toplantıların  kültürel  kökenleri  ile  ilgili,  Merkez’de,  ilçe  ve 
köylerde  Ahilik  geleneği  ile  ilgili  bağlantılar  kurulmaktadır.  Ancak 

145
 
 
yapmış  olduğumuz  araştırmalara  göre  beldelerdeki  uygulamalar  daha 
çok  “Delikanlı  Teşkilatı”nın  uzantısındaki  uygulamaların  günümüzdeki 
şekli niteliğindedir.  
Merkez’de  ve  beldelerde  sonbaharda  bir  araya  gelinerek 
toplantının  yapılmasına  karar  verilir.  Toplantı  mevsimi  başlamadan 
önce,  adına  istişare  toplantısı  da  diyebileceğimiz,  Merkez’deki  adıyla 
Erfene,  beldelerde  de  rastlanılabilen  ortak  özelliklerdendir.  Merkez’de 
gençler,  orta  yaşlılar  ve  yaşlılardan  oluşan  topluluk  üyelerinin 
beldelerde  de  aynı  şekilde  oluşturulduğu;  ancak  Bakırlı  köyünde 
görüldüğü  gibi  gençlerin  ve  yaşlıların  ayrı  topluluklar  oluşturarak 
toplantı düzenledikleri de görülmektedir. 
Topluluğu  oluşturan  üye  sayısına  bakıldığında  ise  Merkez’de, 
titizlikle  uygulanan  yirmi  dört  kişi  kuralının  Bakırlı,  Ünür,  Ildızım, 
Yeniceköy,  Çivi  gibi  köylerde  de  uygulandığı;  ayrıca  Eldivan’da  olduğu 
gibi  mahallenin  bütün  üyelerinin  dahil  olabildiği,  Yapraklı’da  ise 
topluluğa üye olacak kişi sayısı ile ilgili otuz altı üst sınırının uygulandığı 
görülür.  
Toplantının  masrafı  Merkez’de  ve  beldelerde  üyelerce  ortaklaşa 
karşılanır.  Farklılık  sadece  ortaklaşa  masrafı  karşılayan  kişi 
sayısındadır. 
Topluluğu yöneten kişiler Merkez’de Büyük Başağa, Küçük Başağa 
ve  Reis  adı  verilen  yöneticilerden  oluşurken,  beldelerde  genellikle 
Büyük  Başağa  ve  Küçük  Başağa’dan  oluşan  ikili  yapılanma  görülür. 
Yapraklı’da  ve  Ünür,  Çivi  köyleri  gibi  Merkez’deki  uygulamaları  model 
olarak  esas  alan  yerlerde  üçüncü  yönetici  olan  Reis  de  vardır. 
Yöneticilerin  tespiti  de  Merkez’deki  gibi  ya  sonbaharda  topluluğu 
oluştururken  yapılan  istişare  veya  seçimle  ya  da  gerçekleştirilen  ilk 
toplantıda  yapılan seçimle  belirlenir.  Hizmeti  sağlamakla  görevli çavuş 
ya da bazı köylerde kahya adıyla anılabilen kişinin belirlenmesi de aynı 
yöneticilerdeki seçim sürecine uygun bir şekilde olur. 
Çankırı  Merkez’de  Valilik  ve  Belediye  tarafından  topluluklara 
tahsis edilmiş olan Yâran Evleri’nde gerçekleşen toplantılar, beldelerde 
köy  odalarında  gerçekleşmektedir.  Mekânların  ortak  özellikleri  de 
sedirler  ve  üzerindeki  minderler,  halı  yastıklar,  duvarlardaki  halılarla 
beraber Yâran geleneği ile ilgili klişeleşmiş sözlerin yer aldığı afişlerdir. 
Beldelerde  katılımcı  sayısının  daha  fazla  veya  mekanın  daha  küçük 
olmasından  dolayı,  çift  sıralı  sedirlerin  kullanıldığı  da  görülür. 
Merkez’deki  mekanlarda  sembolik  eşya  veya  bölüm  olarak 
adlandırabileceğimiz ocak ve şamdan ile şahnişin denilen müzisyenlerin 

146
 
 
oturdukları  bölümlere  beldelerde  genelde  rastlanmaz.  Eldivan 
Yeniceköy,  Ünür  gibi  bazı  beldelerde  müzisyenlerin  oturdukları 
bölümün ayrı olduğu görülebilir; ocak hususiyeti ile ilgili de, Yapraklı’da 
geçmiş  dönemlerde  ocağı  bulunan  mekânlarda  Yâran  uygulamalarının 
gerçekleştirildiği kaynaklarda yer almaktadır. 
Toplantılarda  giyilen  kıyafetlere  baktığımızda  da  Çivi,  Ünür, 
Ildızım  gibi  köylerde  Merkez’deki  uygulamayla  aynı  şekilde  tek  tip 
kıyafet  giyildiği  görülür.  Gözlemlediğimiz  diğer  beldelerde  gündelik 
kıyafetlerle toplantılara gelindiği tespit edilmiştir.  
Toplantılarda  yer  alan  müzisyenlerin  temini  beldelerde  büyük 
çoğunlukla,  ücret  karşılığında  bu  hizmetin  alınması  şeklindedir. 
Dolayısıyla  da,  müzisyenler  Yâran  topluluğunun  dışında  olarak  kabul 
edilirler.  Bunun  yanında  Eldivan’da  katıldığımız  toplantıdaki 
müzisyenin  aynı  zamanda  Büyük  Başağa’nın  oğlu  olması,  Merkez’deki 
bazı  topluluklarda  müzisyenlerin  topluluğun  içinde  kabul  edilmesiyle 
benzerlik gösterir.
1
 
Topluluk  üyelerinin  toplantının  gerçekleştirileceği  mekana 
girişleri  ve  bu  esnadaki  selamlaşmaları  da  Merkez’de  ve  beldelerde 
benzerlikler  göstermektedir.  Merkez’de  Küçük  Başağa’nın  sırayla 
Yâranları  karşılaması  ve  bütün  topluluk  üyelerinin  girişte  topluca 
oturduktan sonra da tek tek selamlaşmaları şeklinde görülen uygulama, 
beldelerde,  içeri  ilk  giren  üye  veya  üyelerin  selamlaması  ya  da 
oturduktan sonra ikinci bir selamlaşma olmaması, selamlaşma sırasında 
selama  ek  olarak  “muhabbetiniz  şen  ve  daim  olsun”  gibi  sözlerin 
söylenmesi  yönleriyle  birbirinden  ayrılırlar.  Bunların  yanında,  Eldivan 
gibi  formel  selamlaşma  kalıplarının  uygulanmadığı  toplantılar  da 
bulunmaktadır. 
Merkez’de  ve  beldelerde  oturuş  düzeninde  belirleyici  olan,  yaşa 
göre  yapılan  sıralanmadır.  Farklı  olarak,  Eldivan  Yeniceköy,  Ildızım, 
Maruf  gibi  gözlemleyebildiğimiz  bazı  beldelerdeki  toplantılarda 
başağalar üçlü sedirin ortasındaki sedirin ortasında yan yana otururlar. 
Topluluk  üyelerinin  oturuş  biçimi  de  Merkez’de  ve  beldelerde  Büyük 
Başağanın oturuşuyla aynı olmak zorundadır. 
Merkez’deki  Yâran  toplantılarında  görülen  başlangıçtaki  dua, 
kahve,  ikram  ve  şamdanların  üzerindeki  mumların  yakılması  gibi 
kalıplaşmış motifler beldelerde yapılan uygulamalarda yoktur.  
                                                           
1
 Eldivan ilçesinde 21.02.2005 tarihinde gerçekleştirilmiş alan çalışması. 

147
 
 
Merkez’de  ve  beldelerde,  toplantılara  misafirler  de  katılır. 
Başağaların  ve  ocak  sahiplerinin  davet  edebileceği  misafirlerin 
gelişlerinde  kalıplaşmış  selamlaşma  ve  karşılama  uygulamalarının 
yapılması ortak bir özellik olmakla birlikte, farklılık uygulamadaki şekle 
yöneliktir.  Merkez’de  ve  beldelerde  misafirler  uğurlanırken  “dikkat” 
çekilir ve “Cezayir Havası” eşliğinde misafirler uğurlanırlar.  
Son  yirmi  yıllık  dönemde  merkez  Yâranını  model  olarak  kabul 
edip uygulayan beldelerde gerçekleştirilen toplantıların dışında, Merkez 
ve  beldelerdeki  Yâran  toplantılarında  görülebilen  en  büyük  farklılık 
müzik  uygulamalarındadır.  Merkez’de  repertuarın  büyük  bir 
çoğunluğunun mahalli türkü ve oyun havalarından oluşmasına karşılık, 
beldelerde  “Cezayir  Havası”  ve  “Yıldız  Oyun  Havası”  haricinde  hiçbir 
ortak ezgi çalınıp söylenmemektedir. 
Merkez’de  ve  beldelerde,  sözlü  gelenek  ürünlerinden  mani, 
bilmece,  tekerleme  gibi  türler  seyirlik  oyunların  içerisinde 
örneklenmektedir. 
Merkez’de  ve  beldelerde  gerçekleştirilen  toplantılarda  mahalli 
oyunların  oynanması  ile  ilgili  uygulamalar  farklılık  göstermektedir. 
Merkez’de  halka  şeklinde  ve  zeybek  figürlerini  andırır  tarzda  oynanan 
oyunlar  beldelerde  görülmez.  Beldelerde  zil,  kâşık  gibi  enstrümanların 
oynama  esnasında  oyuncular  tarafından  çalınmaları  çok  yaygın  bir 
gelenektir.  
Toplantıların sonuna doğru yemek yenilmesi de görülebilen ortak 
uygulamalardandır. Farklılık yemeklerin çeşidindedir.  
Kural dışı bir harekette bulunmuş topluluk üyelerinin muhakeme 
edilmeleri  görülebilen  ortak  uygulamalardandır.  Mahkeme  sırasında 
istişare  yapılarak  karar  verilmesi  de  bir  gelenek  olarak  görülmekle 
birlikte, Merkez’deki maddî cezalara karşın, beldelerde daha çok bedenî 
cezalar verilmektedir. 
Bir  sonraki  hafta  toplantıya  ev  sahipliği  yapacak  kişilere 
kalıplaşmış  bir  uygulamayla  devir-teslim  yapılması,  Merkez  Yâranını 
model  olarak  kabul  edip  uygulayan  köylerin  topluluklarının  dışında 
sadece  Yapraklı’da  gerçekleştirilen  toplantılarda  görülmektedir. 
Yapraklı’da  yapılan  törende  söylenen  dörtlükler  Merkez  Yarânından 
farklı olup “Arap Verme” adıyla anılan zilli maşa ve defin alınıp verilmesi 
uygulaması da görülmez. 
Toplantılarda uyulması gereken kurallar, genelde görgü  kuralları 
başlığı  altında  düşünülebilecek  kurallar  olup,  Merkez  ve  beldelerdeki 

148
 
 
toplantılarda  oturuş  düzeni  ve  biçimiyle  ilgili  kurallar  titizlikle  takip 
edilir.  Bunların  yanında  toplantıya  içkili  gelmek,  Yâran  topluluğundan 
atılmayı  gerektirecek  bir  yasak  ve  dolayısıyla  uyulması  gereken  kural 
olarak karşımıza çıkmaktadır.  
Toplantı mekân ve zamanı dışında da yine toplumsal ahlaka ters 
düşecek  hareketlerde  bulunmak,  Merkez  ve  beldelerdeki  topluluklarca 
cezalandırılan eylemlerdendir. 
Merkez  ve  beldelerde  yöneticiler  kendi  ocaklarını  tek  başlarına 
yakmaktadırlar  ve  bu  toplantılar  diğerlerine  göre  daha  görkemli  olur. 
Reis, Küçük Başağa ve Büyük Başağa’nın ocaklarında Reis’ten başlamak 
üzere  yemek  çeşitlerinde  ve  odaların  tefrişatında  çeşitlerin  artırıldığı 
görülür. 
Merkez  Yâranı’nda  görülen  ve  günümüzdeki  adıyla  “Çay  Ocağı” 
denilen  Çarşamba  günü  yapılan  toplantılar  beldelerde  yapılmaz. 
Merkez’de ve beldelerde toplantı döneminin sonunda, mesire yerlerine 
ya da tarihi turistik beldelere geziler yapılır. 
Üyelerin 
düğün, 
cenaze 
gibi 
önemli 
günlerine 
ve 
organizasyonlarına topluluk üyeleri gerek Merkez’de gerekse beldelerde 
topluca katılır ve organizasyonun yükünü taşırlar. 
Yâran toplantılarının işlevlerine bakacak olursak, “Folklorun Dört 
İşlevi”  başlığı  altında  sayabileceğimiz  işlevlerin  yanı  sıra,  beldelerde 
Merkez’den farklı olarak, imece usulü köyün ortak kullanım alanlarının 
onarılması ya da yapılmasına da ön ayak olunduğu görülmektedir. 
 
Kaynakça
 
AKDAĞ,  Mustafa  (1959),  Türkiye’nin  İktisadî  ve  İçtimaî  Tarihi
Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları. 
BALAMAN,  Ali  Rıza  (1993),  Gelenekler  Töre  ve  Törenler,  İzmir: 
Betim Yayınları. 
EKİM,  Gökhan  (2009),  Çankırı  Yâran  Geleneğinin  Tarihî  Kültürel 
Kökenleri ve Müzik Uygulamaları, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal 
Bilimler Enstitüsü, İzmir. 
KAZMAZ,  Süleyman  (1985),  “Milli  Hukuk  ve  Folklor”,  Türk  Halk 
Edebiyatı  ve  Folklorunda  Yeni  Görüşler  (haz.  Feyzi  Halıcı),  s.102-119, 
Ankara: Konya Kültür ve Turizm Derneği Yayınları. 

149
 
 
AHİLİKTEN KAYNAKLANAN BİR GELENEK: KÖY ODALARI VE 
HANEDAN ODALARI 
 
İsmail ERASLAN

 
 
 Öz 
Ahilik,  13.  yüzyılda  kurulan,  Türk  milletine  özgü,  sosyo-kültürel  bir 
kurumdur.  Çağındaki  iktisadi  hayatın  yanı  sıra,  mensuplarının  sosyal 
yaşamlarını  da  düzene  koyar,  zaviyelerde  akşamları  yapılan  sohbet  ve 
eğlencelerle çalışanları moral olarak desteklerdi. Bu bağlamda Ahiliğin yayıldığı 
yerlerde  kendine  özgü  bir  sohbet  geleneği  oluşmuştur.  Ahiliğin  merkezi 
Kırşehir’de,  bu  sosyo-kültürel  oluşumlar  çeşitli  biçimlerde  gelişmiştir. 
Bunlardan  biri  de  “Köy  ve  Hanedan  Odası”  sohbetleridir.  Buralar  millî  ve 
manevi  değerlerin  verildiği  bir  halk  mektebi,  problemlerin  tartışılıp 
çözümlendiği  danışma/görüşme  meclisi,  yardımlaşma  ve  dayanışmanın 
planlandığı  mekânlardı.  Günümüze  gelindiğinde  bu  odaların  kentleşmenin, 
ulaşımın  ve  teknolojik  alandaki  hızlı  değişimlerin  neticesinde  işlevini 
tamamladığı görülür. 
Bu  çalışmada,  kaynaklar  tarandı  ve  sahada  kaynak  kişilerle  görüşme 
metodu  kullanıldı.  Türk-İslâm  değerleriyle  şekillenen  bu  kurumların  Ahilikle 
ilişkisi  irdelendi.  Yüklendiği  kültürel  değerlerin,  unutulmaması  ve  gelecek 
nesillere intikali için kayıt altına alınması amaçlandı. Yalnız bireysel yetişmede 
değil,  toplumsal  inşa  sürecinde  de  önemli  bir  kurum  olan  bu  geleneğin 
bilinmesi, gelecek nesillerin yetiştirilmesinde toplum hayatına müspet manada 
etki yapacaktır.
 
 
Giriş 
Ahilik,  İslâm  inancı  ile  Türk  örf  ve  adetlerini  kaynaştıran  bir 
düşünce  sistemidir.  Ahilikte  insan,  sistemin  ortasına  oturtulmuş  olup 
her şey onun dünya ve ahiret mutluluğu esas alınarak şekillendirilmiştir 
(Ekinci,  2008:  19).  Ahilik,  Türk-İslâm  medeniyetinin  bir  ürünü  olarak 
Anadolu’da ortaya çıkmıştır (Ceylan, 2012: 13). Anadolu’da hızla yayılan 
Ahilik  teşkilatı,  şehirlerde  olduğu  gibi  köylerde  ve  uç  bölgelerde  de 
büyük  nüfuza  sahip  olmuştur  (TDVİA,  1988:  540).  Ahilik  Anadolu 
Selçukluları  Devleti’nde  ve  Osmanlı  Devleti’nin  kuruluş  ve  yükselme 
devrinde yüklendiği sosyal, ahlakî, siyasî görevlerle Anadolu’nun birlik 
                                                           

 Araştırmacı – Yazar, Kırşehir. 

150
 
 
ve  beraberlik  harcına  katkı  sağlamıştır.  Ahilik  ilk  ilhamını  ve  ruhunu 
İslâm  halifesi  Nasır  Lî-dinillah’ın  temellerini  attığı  Fütüvvet 
teşkilatından alır. 
Fütüvvet,  Kur’an  ayetleri  ve  Hz.  Peygamber  (s.a.v.)’in  hadislerini 
kendisine  dayanak  yapar.  Kelime  “gençlik,  kahramanlık,  cömertlik” 
anlamlarına gelmekle beraber, diğer bir deyişle, “dilencinin veya yardım 
isteyenlerin  geldiğini  görünce  kaçmamak”tır  (TDVİA,  1996:  259). 
Fütüvvet  diğerkâmlık,  kendinden  feragat  etmek  demektir.  Zira 
“Fütüvvetin  aslı,  kulun,  sürekli  olarak  başkalarının  hizmetinde 
olmasıdır.  Hz.  Peygamber  (s.a.v.)  ‘Kul  Müslüman  kardeşinin  ihtiyacını 
gidermeye devam ettikçe, Allah da onun ihtiyacını göndermekte devam 
eder’  buyurmaktadır”  (Cevdet,  2008:  48).  İslâm  felsefesinin  Ahilik 
prensibi olan fütüvvet, sadece kendi dininin mensuplarına kucak açmaz, 
fütüvvet ehli gayrimüslime de hoşgörüyle yaklaşır; elini ve gönlünü ona 
da açar.  Kuşeyri bu  durumu şöyle ifade eder: “Sofrasında yemek yiyen 
Müslüman  kâfir  arasında  ayrım  gözetilmemesi  fütüvvetin  gereğidir” 
(Kuşeyri, 2009: 443). 
Fütüvvet  teşkilatına,  hatta  İslâm’a  girmeden  önce  de,  tarih 
boyunca  Türkler  misafirlere  hürmette  kusur  etmemişlerdir.  Bu  töre 
asırlarca  devam  etmiştir.  Dede  Korkut  hikâyelerinin  hemen  başında 
Türklerin  misafire  verdiği  değer  ve  misafir  gelmeyen  ev  “Oğul,  atadan 
görmeyince  sofra  çekmez”,  “Konuğu  gelmeyen  kara  evler  yıkılsa  yeğ” 
sözleriyle  tasvir  edilir  (Schmiede,  2009:  17).  Yine  Dede  Korkut 
hikâyelerinde dileği olanlar, bir ağzı dualının duasını alabilmek için “Aç 
görse doyurur, yalıncak görse giydirir”, “tepe gibi et yığdırıp, göl gibi kımız 
sağdırır”  (Ergin,  2009:  78,  81).  Atasözlerimize  de  giren  bu  konu  şu 
sözlerle  değerlendirilir:  “Misafir  on  kısmetle  gelir  birini  yer  dokuzunu 
bırakır”,  “Misafirin  ayağı  uğurludur”,  “Misafirin  gönlü  naziktir”  (Özön, 
1956:  224,  225),  “Aç  doyuran,  aç  kalmaz”,  “Ev  sahibi,  misafirin 
hizmetkârıdır”  “Konuğa  hürmet  eyle,  eğerçi  kâfir  de  olsa”  (Albayrak, 
2009:  90,442,  656).  Bu  sözleri  vicdanında  hisseden  ev  sahipleri 
misafirlerine ikramda kusur etmezler. Türk milleti konukseverdir; Türk 
evine  gelen  misafir  güler  yüzle  karşılanır,  dualar,  övgüler  ve  güzel 
öğütlerle uğurlanır. Bundan dolayı evlerimizin en güzel odasına, “misafir 
odası” denir. 
Kendi  nefsini  köreltip,  ahlâk  ve  adaleti  yaşayıp  yaşatmak  için 
çalışan  Ahiler,  fütüvvetle  mayalanmış  kişileridir.  Ahiler  de 
konukseverdir.  Ahilerin  konukseverliğini  en  güzel  anlatan  İbn-i 
Battuta’dır.  O,  İslâm  dünyasının  meşhur  seyyahı  ve  aynı  zamanda 
dünyanın  ilk  antropoloğudur  (TDVİA,  1999:  362).  On  dördüncü  yüzyıl 

151
 
 
manzaralarını  günümüze  kadar  taşıyan  Battuta,  gezip  gördüğü  yerleri 
seyahatnamesinde akıcı üslubu ve canlı tasvirleriyle tarafsız bir şekilde 
anlatır.  Seyahatnamenin tam  adı  “Tuhfetü’n-Nuzzar  fi  Garaibil  Emsal 
ve’l  Acaibül  Esfar”dır  (Acayip  Seferler  ve  Garip  Misaller  Görenlerin 
Armağanı). Eser ülkemizde “İbni Battuta Seyahatnamesi” veya kısaca 
er-Rıhle olarak tanınmıştır. 
İbn-i  Battuta  Seyahatnamesi  o  zamanki  İslâm  dünyasının  ve 
Anadolu’nun  durumunu,  Ahi  zaviyelerinin  işleyişini,  kardeşlik  anlayışı 
içinde  nasıl  çalışıp  birlik  ve  beraberliklerini  güçlü  kıldıklarını  gözler 
önüne  serer.  Anadolu  topraklarına  ayak  bastığında  Ahilerin 
misafirperverliğiyle  karşılaşan  İbn-i  Battuta,  bu  samimi  ilgiden 
büyülenir.  Bu  zaviyelerde  karşılıksız  vermek,  düşküne,  muhtaca, 
yolcuya,  garibe,  kimsesize  yardımcı  olmak;  yedirip  içirmek,  giydirmek 
gibi  Ahilik  prensiplerini  gözlemleyen  Battuta  Ahileri  gönülden  sever. 
Bundan  dolayı  her  gittiği  beldede  Ahi  zaviyelerini  arar  ve  oralarda 
konaklar.  Hemen  hemen  misafir  olduğu  her  yerde  ayrılacağı  sırada 
üzüntü  gözyaşları  döken  Anadolu  Ahilerini  unutamaz  (TDVİA,  1999: 
362, 364). 
İbn-i Battuta, ünlü seyahatnamesinde Ahileri tanıtıp toplumla ilgili 
misyonlarını  izah  ederken,  "Ahî”nin  “kardeşim”  demek  olduğunu 
belirtir.  Bunların,  Anadolu'ya  yerleşmiş  bulunan  Türkmenlerin 
yaşadıkları her yerde, şehir kasaba ve köylerde bulunduğunu; bunların 
memleketlerine  geleni  yabancıları  karşılama,  onlarla  ilgilenme, 
yiyeceklerini,  içeceklerini,  yatacaklarını  sağlama,  onları  uğursuz  ve 
edepsizlerin  ellerinden  kurtarma,  şu  veya  bu  sebeple  bu  yaramazlara 
katılanları  yeryüzünden  temizleme  gibi  mevzularda  bunların  eş  ve 
emsallerine  dünyanın  hiçbir  yerinde  rastlamak  mümkün  olmadığını 
belirtmektedir (Cevdet, 2008: 149). 
Ahiliğin,  bekâr  ve  sanat  sahibi  olsun  olmasın,  toplumdan  tecrit 
edilmiş  olan  gençlerin  kendi  aralarında  meydana  getirdikleri  bir 
topluluk  olduğunu;  bu  topluluğa  önder  olan  kimsenin  bir  tekke 
yaptırarak  burasını  halı,  kilim,  kandil  ve  benzeri  gerekli  eşyalarla 
donattığını belirtir. Gençlerin gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazancı 
elde  etmek  üzere  çalıştıklarını  ve  ikindiden  sonra,  o  gün  kazandıkları 
parayla  zaviyenin  ihtiyaçlarının  karşılandığını,  gerekli  yiyecek  ve 
meyvelerin  satın  alındığını;  eğer  o  gün  kente  bir  yolcu  gelmişse,  onu 
tekkede  misafir  ettiklerini,  ona  alınan  yiyeceklerden  ikram  edip, 
yolcunun ayrılışına kadar bu tutumun sürdüğünü ifade eder. Bir misafir 
olmasa bile yemek zamanında yine hepsi bir araya gelip topluca yemek 
yediklerini,  yemekten  sonra  tatlı  ve  meyve  ikram  edildiğini,  Kur’an 

152
 
 
okuduklarını, daha sonra ya şarkı söyleyip raks ettiklerini veya ve ertesi 
gün işlerine gitmek için oradan ayrıldıklarını anlatır (Cevdet, 2008: 149, 
151). 
 Ahilerden  gördüğü  sıcak  ilgiden  dolayı  Battuta  onlara  şöyle  dua 
eder: “Ben İbn-i Battuta, dünyada bunlardan daha güzel ve daha hayırlı 
işler  yapan  kimseler  görmedim.  Cenab-ı  Hak,  cömert  ve  hamiyet  sahibi 
olan, yabancılara şefkat ve merhameti esirgemeyen, misafirlerine iyilikle 
muamele  ederek  muhabbet  gösteren  şu  taifeyi  daima  hayırla 
mükâfatlandırsın.  Allah  bütün  ahilerden  razı  olsun.  Bilinmelidir  ki 
onlardan  her  hangi  birinin  zaviyesine  adım  atan  bir  yabancı,  en  sevdiği 
yakının yanına gelmiş gibi mutlu ve huzurlu olur” (İbn-i Battuta: 231). 
İbn-i Battuta’nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata 
bitiremediği  Ahi  zaviyeleri  yalnız  şehir  ve  kasabalardaki  esnaf  ve 
sanatkârları  eğitip  yetiştirmekle  kalmamış  Anadolu’nun  en  ücra 
köşelerine  kadar  uzanmıştı.  Hatta  Osmanlı  coğrafyasının  ulaştığı 
Balkanlar,  Azerbaycan  ve  Kırım’a  kadar  yayılmıştı.  Köylerdeki  konuk 
odaları  da  Ahiliğin  kentlerdeki  mekânı  olan  zaviyelerinin  bir  uzantısı 
olarak vazife görüyordu (Çağatay, 1997: 142). 
Köy odaları ve hanedan odaları geleneğinin temelini asırlar önce 
Ahiler  atar.  Çünkü  köy/hanedan  odası  sahipleri,  “Kalbinizi  Allah’a 
kapınızı yetmiş iki millete açın” diyen Ahi Evran’ın prensibini kendilerine 
ilke  edinmişlerdir  (Köksal,  2007:  22).  Anadolu  Selçukluları  zamanında 
Ahi  Evran-ı  Veli’nin  öncülüğünü  yaptığı  Ahilik  teşkilatı,  kendisinden 
izler taşıyan köy ve hanedan odalarına ilham vererek bu kurumları canlı 
tutar.  Ulaşımın  yaya  veya  hayvanlarla  olduğu,  doğru  dürüst  yolların 
olmadığı ve motorlu araçların bulunmadığı yıllarda, bu odalar özellikle 
misafir ağırlamada  önemli görevler yüklenirdi. Anadolu köylerinin pek 
çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar ‘yaran odası’ ve ‘misafir odası’ adı 
altında misafirhaneler vardı (Bıyıklı, 2000: 23). 
Konuk  odalarının  her  türlü  ihtiyacı  ekonomik  durumu  iyi  olan 
aileler  tarafından  gönüllü  olarak  karşılanırdı.  Köye  gelen  misafirlerin 
yeme,  içme,  konaklama,  vb.  her  türlü  hizmetleri  buralarda  ücretsiz  bir 
şekilde  görülürdü.  Ulaşım  ve  haberleşme  imkânlarının  kısıtlı  olduğu 
dönemlerde,  meslekleri  gereği  seyahat  etmek  zorunda  olanlar  için  bu 
odaların  önemi  büyüktür.  Yaran  odaları  da,  tıpkı  ahi  zaviyeleri  gibi 
eğitimin  gelişmesine  ve  insanlar  arasında  yardımlaşma  ve  dayanışma 
duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır. Yaran odalarında, 
özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda köyün ve köylünün 
sorunları  konuşulduğu  gibi,  dinî  ve  millî  kitaplar  okunur,  meslekî  ve 

153
 
 
ahlâkî  konuda  sohbetler  edilirdi.  Okula  gidecek  öğrencinin,  askere 
gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu odada masaya yatırılır 
ve çözülürdü. Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve 
herkes tarafından sevilip saygı duyulan ‘yaran  başı’ adı verilen kişiler 
tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekâlet edecek 
bir de ‘odabaşı’ bulunurdu (Bıyıklı, 2000: 24). 
Köy odaları, Ahi zaviyelerinin köylerde bulunan birer nüveleridir. 
İlhamını  Ahiliğin  fütüvvet  ruhundan  alan  köy  odaları  yalnızların, 
gariplerin,  yoksulların,  dilencilerin,  çerçilerin  hâsılı  her  kesimden 
insanın bir veya birkaç geceliğine kaldıkları sıcak bir yer, oda sahibinin 
misafirlere  nefis  ikramları  ve  tükenmek  bilmeyen  saygı  ve  sevgisiyle 
taçlanan  bir  mekân,  uzun  geceleri  gönül  sohbetleriyle  aydınlatan 
bahtiyarların uğrak yeridir (Eraslan, 2013: 13). Bu odaların sahipleri de 
tıpkı Ahiler gibi eli, kapsısı, sofrası açık insanlardır. Odası herkese açık 
insanlara  hane  sahibi  denirdi.  Odaya  her  yerden  misafir  gelir, 
konaklardı.  Gereken  her  şey  ücretsiz  yapılırdı.  Hane  sahibinin 
misafirlerden beklediği, sadece bir hayır dua idi. Bütün çabası insanlara 
hizmet, beklentisi de Allah rızası idi (Erkoç, 2008: 30). Hak rızası için bu 
mekânları  inşa  ve  idame  eden  oda  sahipleri  ile  Ahilerin  yıllar  önce 
yaptıkları arasında çok da fark yoktur. 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı eserinde eski  yolculukları 
anlatır:  “Hanlar,  kervansaraylar…  İşte  eski  yolculukların  sihrini  yapan 
şeyler…  Bir  kervana  katılmak,  bir  handa  gecelemek…  Bir  gece  için 
tanışmak,  ertesi  sabah  ayrılmak,  hayatına  bir  şey  katmak  şartıyla 
görmek…  Bin  Bir  Gece’den  Gil  Blas’a  kadar,  eski  hikâyeler  bu  cins 
tesadüflerle  doludur.  Onların  yolculuğu  zengin  bir  tecrübe  haline 
getirirdi.”  sözleriyle  yolculukta  uğrak  yerleri  olan  han  ve 
kervansaraylara dikkat çeker (Tanpınar, 1972: 61, 62). Köy odalarında 
ise misafirin kim olduğuna, nerden gelip nereye gittiğine bakılmaksızın 
kaldığı sürece gönlü hoş tutulmaya çalışılır. Odaya binek hayvanlarıyla 
gelen  misafirlerin  hayvanları  ahıra  çekilir,  yemi,  suyu  verilir.  Bu 
hizmetler maddi bir beklentiye girmeden Allah rızası için yapılır. 
Köy  odalarında  sadece  konaklama  olmaz;  hatıralar  anlatılır, 
sohbetler  edilir,  Hz.  Ali,  Battal  Gazi  cenkleri  okunur.  Aksakallılar  ilim, 
irfan,  hikmet,  edep  dersleri  vererek  insanları  aydınlatır.  Köyün  ve 
köylünün problemleri bu odada görüşülür. Folklor araştırmacısı Eflatun 
Cem Güney de aynı tespiti şöyle dile getirir: “Köyün hali, ahvali burada 
görüşülüyor;  tarla,  toprak  işleri  burada  konuşuluyor”  (Güney,  1983:  4). 
Bu  yönüyle  köy  odaları,  sorunların  halledildiği  bir  meclistir.  Köy 
odalarına devam edenler, bilgi ve görgü kurallarını artırarak olgun insan 

154
 
 
vasıflarına  sahip  olur.  Böyle  kişilere  medeni  birey  gözüyle  bakılır  ve 
“meclis adamı” namı verilir. Köylünün toplanma mekânları olan camiye 
ve  köy  odalarına  gitmeyenler,  köylü  tarafından  hoş  karşılanmaz  ve 
dışlanır.  
Download 0.85 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   32




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling