Anadolu Sohbet Gelenekleri ve Yaren Bildiriler
ÇANKIRI MERKEZ VE KÖYLERDEKİ YÂRAN UYGULAMALARININ
Download 0.85 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- Kaynakça
- AHİLİKTEN KAYNAKLANAN BİR GELENEK: KÖY ODALARI VE HANEDAN ODALARI İsmail ERASLAN Öz
- “Tuhfetü’n-Nuzzar fi Garaibil Emsal ve’l Acaibül Esfar”
ÇANKIRI MERKEZ VE KÖYLERDEKİ YÂRAN UYGULAMALARININ KARŞILAŞTIRILMASI Gökhan EKİM Öz Çankırı Merkez’de ve Çankırı’nın ilçe ve köylerinde gerçekleştirilmekte olan Yâran Toplantıları’na baktığımızda, geleneği incelemek üzere kurgulamış olduğumuz motif yapısına göre mukayese yapmamız mümkündür. Toplantı için Çankırı Merkez’de, ilçe ve köylerde aynı anlama gelecek şekilde Yâran veya Yaren sözcükleri kullanılmaktadır. Toplantı, hem Merkez’de hem de ilçe ve köylerde kış aylarında haftada bir kez, hafta sonuna denk gelen bir günde gerçekleşmektedir. Merkez’de “Yâran” adı verilen topluluk üyelerine, ilçe ve köylerde “Yâran” veya “Yaren” adıyla birlikte, beldelere göre farklılaşacak şekilde, “Erat”, “Uşak”, “Efrad” isimleri de verilir. Toplantıların kültürel kökenleri ile ilgili olarak Merkez, ilçe ve köylerde ahilik geleneği ile bağlantılar kurulmaktadır. Ancak yapmış olduğumuz araştırmalara göre, beldelerdeki uygulamalar daha çok “delikanlı teşkilatı” uygulamalarının günümüzdeki şekli niteliğindedir. Merkez’de ve beldelerde sonbaharda bir araya gelinerek toplantının yapılmasına karar verilir. Merkez’de gençler, orta yaşlılar ve yaşlılardan oluşan topluluk üyelerinin beldelerde de aynı şekilde oluşturulduğu görülmekle birlikte, bazı köylerde gençlerin ve yaşlıların ayrı topluluklar oluşturarak toplantı düzenlemelerine de rastlanabilmektedir. Çankırı’da Yâran veya Yaren adıyla anılan, Anadolu’da ve diğer Türk toplulukları arasında da geniş bir coğrafyada yaygın olan ve bizim ”Sohbet” adı altında değerlendirmeyi uygun bulduğumuz toplantıların, ortak tarihsel kökene sahip oldukları çeşitli araştırmacılar tarafından ortaya koyulmuştur. Çankırı Merkez’de gerçekleştirilen uygulamalarda, Ahilik ve Orta Asya Türk içtimai yaşamından izlerin görüldüğü, konunun ilgililerinin malumudur. İlçe ve köylerdeki toplantılardaki yapılanmanın izini sürdüğümüzde ise farklı tarihsel yapıların da geleneğin oluşumunda etkin rolü olduğunu görmekteyiz. Bu bildirinin hazırlanmasında 2009 yılında tamamlamış olduğumuz “Çankırı Yâran Geleneğinin Tarihî Kültürel Kökenleri ve Müzik Uygulamaları” başlıklı yayımlanmamış doktora tezinden (Ekim, 2009) yararlanılmıştır. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Musikisi Devlet Konsevatuvarı, Temel Bilimler Bölümü. 144 Her ne kadar Orta Asya’dan Anadolu’ya göçün devamında Anadolu’da yerleşme, tutunma ve Türkleştirme başlıkları altında tanımlayabileceğimiz safhalarda, Ahi Teşkilatı’nın ve zaviyelerinin köylere kadar yayılmış olduğu bilinse de, ilçe ve köylerdeki uygulamaların, köylerde yakın döneme kadar asayiş, dayanışma ve düğün gibi organizasyonlarda işleyişi sağlayıp düzenleme gibi işlevleriyle etkin olmuş ve “Delikanlı Teşkilatı”, “Gençlik Teşkilatı (ocağı)” (Balaman, 1993: 76-80) gibi adlarla anılmış olan örgütün uzantısında şekillenmiş oldukları akla yakın gelmektedir. Büyük Selçuklu Devleti’nin Anadolu’yu ele geçirdikten sonra uygulamaya koyduğu sosyal ve idari yapılanmanın içerisinde köylerde vücut bulmuş gençlik teşkilatından bahsedecek olursak, köy gençlerinin, bağlı oldukları “köy kethüdası”nın idaresinde “gençlik ocağı” adı altında teşkilatlandıkları, köyün yaşça büyük ve saygın bir şahsiyeti olan kethüdanın belirlediği “yiğitbaşı”nın da, gençlerin içinden seçilmiş bir yönetici olarak gençlik teşkilatının başına geçtiği, köyün güvenliği, düzenin sağlanması ve korunmasında etkin bir birlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Gençlik teşkilatının da, başlarında bulunan yiğitbaşı, onun üzerindeki kethüda ve onun da bağlı bulunduğu bir ilin bütün köylerini temsil eden “ilbaşı” vasıtasıyla merkezi hükümete bağlı bir oluşum olduğu kaydedilmiştir (Akdağ, 1959: 16-17). Çankırı’nın köylerinde de aynı teşkilatın uzantısındaki yapılanmaların bulunduğu bilinmektedir (Kazmaz, 1985). Çankırı Merkez’de ve Çankırı’nın ilçe ve köylerinde gerçekleştirilmekte olan Yâran Toplantıları’na baktığımızda, geleneği incelemek üzere kurgulamış olduğumuz motif yapısına göre, aşağıdaki şekilde mukayese yapmamız mümkündür: Toplantı için Çankırı Merkez’de, ilçe ve köylerde aynı anlama gelecek şekilde Yâran veya Yaren sözcükleri kullanılmaktadır. Merkez’de “Yâran” adı verilen topluluk üyelerine, ilçe ve köylerde “Yâran” veya “Yaren” adıyla birlikte, beldelere göre farklılaşacak şekilde, “Erat”, “Uşak”, “Efrad” isimleri de verilir. Toplantı Merkez’de, ilçe ve köylerde kış aylarında haftada bir kez, hafta sonuna denk gelen bir günde gerçekleşmektedir. Toplantıya başlangıç saati olarak da genelde “yatsı namazı sonrası” ibaresi kullanılmaktadır. Toplantıların kültürel kökenleri ile ilgili, Merkez’de, ilçe ve köylerde Ahilik geleneği ile ilgili bağlantılar kurulmaktadır. Ancak 145 yapmış olduğumuz araştırmalara göre beldelerdeki uygulamalar daha çok “Delikanlı Teşkilatı”nın uzantısındaki uygulamaların günümüzdeki şekli niteliğindedir. Merkez’de ve beldelerde sonbaharda bir araya gelinerek toplantının yapılmasına karar verilir. Toplantı mevsimi başlamadan önce, adına istişare toplantısı da diyebileceğimiz, Merkez’deki adıyla Erfene, beldelerde de rastlanılabilen ortak özelliklerdendir. Merkez’de gençler, orta yaşlılar ve yaşlılardan oluşan topluluk üyelerinin beldelerde de aynı şekilde oluşturulduğu; ancak Bakırlı köyünde görüldüğü gibi gençlerin ve yaşlıların ayrı topluluklar oluşturarak toplantı düzenledikleri de görülmektedir. Topluluğu oluşturan üye sayısına bakıldığında ise Merkez’de, titizlikle uygulanan yirmi dört kişi kuralının Bakırlı, Ünür, Ildızım, Yeniceköy, Çivi gibi köylerde de uygulandığı; ayrıca Eldivan’da olduğu gibi mahallenin bütün üyelerinin dahil olabildiği, Yapraklı’da ise topluluğa üye olacak kişi sayısı ile ilgili otuz altı üst sınırının uygulandığı görülür. Toplantının masrafı Merkez’de ve beldelerde üyelerce ortaklaşa karşılanır. Farklılık sadece ortaklaşa masrafı karşılayan kişi sayısındadır. Topluluğu yöneten kişiler Merkez’de Büyük Başağa, Küçük Başağa ve Reis adı verilen yöneticilerden oluşurken, beldelerde genellikle Büyük Başağa ve Küçük Başağa’dan oluşan ikili yapılanma görülür. Yapraklı’da ve Ünür, Çivi köyleri gibi Merkez’deki uygulamaları model olarak esas alan yerlerde üçüncü yönetici olan Reis de vardır. Yöneticilerin tespiti de Merkez’deki gibi ya sonbaharda topluluğu oluştururken yapılan istişare veya seçimle ya da gerçekleştirilen ilk toplantıda yapılan seçimle belirlenir. Hizmeti sağlamakla görevli çavuş ya da bazı köylerde kahya adıyla anılabilen kişinin belirlenmesi de aynı yöneticilerdeki seçim sürecine uygun bir şekilde olur. Çankırı Merkez’de Valilik ve Belediye tarafından topluluklara tahsis edilmiş olan Yâran Evleri’nde gerçekleşen toplantılar, beldelerde köy odalarında gerçekleşmektedir. Mekânların ortak özellikleri de sedirler ve üzerindeki minderler, halı yastıklar, duvarlardaki halılarla beraber Yâran geleneği ile ilgili klişeleşmiş sözlerin yer aldığı afişlerdir. Beldelerde katılımcı sayısının daha fazla veya mekanın daha küçük olmasından dolayı, çift sıralı sedirlerin kullanıldığı da görülür. Merkez’deki mekanlarda sembolik eşya veya bölüm olarak adlandırabileceğimiz ocak ve şamdan ile şahnişin denilen müzisyenlerin 146 oturdukları bölümlere beldelerde genelde rastlanmaz. Eldivan Yeniceköy, Ünür gibi bazı beldelerde müzisyenlerin oturdukları bölümün ayrı olduğu görülebilir; ocak hususiyeti ile ilgili de, Yapraklı’da geçmiş dönemlerde ocağı bulunan mekânlarda Yâran uygulamalarının gerçekleştirildiği kaynaklarda yer almaktadır. Toplantılarda giyilen kıyafetlere baktığımızda da Çivi, Ünür, Ildızım gibi köylerde Merkez’deki uygulamayla aynı şekilde tek tip kıyafet giyildiği görülür. Gözlemlediğimiz diğer beldelerde gündelik kıyafetlerle toplantılara gelindiği tespit edilmiştir. Toplantılarda yer alan müzisyenlerin temini beldelerde büyük çoğunlukla, ücret karşılığında bu hizmetin alınması şeklindedir. Dolayısıyla da, müzisyenler Yâran topluluğunun dışında olarak kabul edilirler. Bunun yanında Eldivan’da katıldığımız toplantıdaki müzisyenin aynı zamanda Büyük Başağa’nın oğlu olması, Merkez’deki bazı topluluklarda müzisyenlerin topluluğun içinde kabul edilmesiyle benzerlik gösterir. 1 Topluluk üyelerinin toplantının gerçekleştirileceği mekana girişleri ve bu esnadaki selamlaşmaları da Merkez’de ve beldelerde benzerlikler göstermektedir. Merkez’de Küçük Başağa’nın sırayla Yâranları karşılaması ve bütün topluluk üyelerinin girişte topluca oturduktan sonra da tek tek selamlaşmaları şeklinde görülen uygulama, beldelerde, içeri ilk giren üye veya üyelerin selamlaması ya da oturduktan sonra ikinci bir selamlaşma olmaması, selamlaşma sırasında selama ek olarak “muhabbetiniz şen ve daim olsun” gibi sözlerin söylenmesi yönleriyle birbirinden ayrılırlar. Bunların yanında, Eldivan gibi formel selamlaşma kalıplarının uygulanmadığı toplantılar da bulunmaktadır. Merkez’de ve beldelerde oturuş düzeninde belirleyici olan, yaşa göre yapılan sıralanmadır. Farklı olarak, Eldivan Yeniceköy, Ildızım, Maruf gibi gözlemleyebildiğimiz bazı beldelerdeki toplantılarda başağalar üçlü sedirin ortasındaki sedirin ortasında yan yana otururlar. Topluluk üyelerinin oturuş biçimi de Merkez’de ve beldelerde Büyük Başağanın oturuşuyla aynı olmak zorundadır. Merkez’deki Yâran toplantılarında görülen başlangıçtaki dua, kahve, ikram ve şamdanların üzerindeki mumların yakılması gibi kalıplaşmış motifler beldelerde yapılan uygulamalarda yoktur. 1 Eldivan ilçesinde 21.02.2005 tarihinde gerçekleştirilmiş alan çalışması. 147 Merkez’de ve beldelerde, toplantılara misafirler de katılır. Başağaların ve ocak sahiplerinin davet edebileceği misafirlerin gelişlerinde kalıplaşmış selamlaşma ve karşılama uygulamalarının yapılması ortak bir özellik olmakla birlikte, farklılık uygulamadaki şekle yöneliktir. Merkez’de ve beldelerde misafirler uğurlanırken “dikkat” çekilir ve “Cezayir Havası” eşliğinde misafirler uğurlanırlar. Son yirmi yıllık dönemde merkez Yâranını model olarak kabul edip uygulayan beldelerde gerçekleştirilen toplantıların dışında, Merkez ve beldelerdeki Yâran toplantılarında görülebilen en büyük farklılık müzik uygulamalarındadır. Merkez’de repertuarın büyük bir çoğunluğunun mahalli türkü ve oyun havalarından oluşmasına karşılık, beldelerde “Cezayir Havası” ve “Yıldız Oyun Havası” haricinde hiçbir ortak ezgi çalınıp söylenmemektedir. Merkez’de ve beldelerde, sözlü gelenek ürünlerinden mani, bilmece, tekerleme gibi türler seyirlik oyunların içerisinde örneklenmektedir. Merkez’de ve beldelerde gerçekleştirilen toplantılarda mahalli oyunların oynanması ile ilgili uygulamalar farklılık göstermektedir. Merkez’de halka şeklinde ve zeybek figürlerini andırır tarzda oynanan oyunlar beldelerde görülmez. Beldelerde zil, kâşık gibi enstrümanların oynama esnasında oyuncular tarafından çalınmaları çok yaygın bir gelenektir. Toplantıların sonuna doğru yemek yenilmesi de görülebilen ortak uygulamalardandır. Farklılık yemeklerin çeşidindedir. Kural dışı bir harekette bulunmuş topluluk üyelerinin muhakeme edilmeleri görülebilen ortak uygulamalardandır. Mahkeme sırasında istişare yapılarak karar verilmesi de bir gelenek olarak görülmekle birlikte, Merkez’deki maddî cezalara karşın, beldelerde daha çok bedenî cezalar verilmektedir. Bir sonraki hafta toplantıya ev sahipliği yapacak kişilere kalıplaşmış bir uygulamayla devir-teslim yapılması, Merkez Yâranını model olarak kabul edip uygulayan köylerin topluluklarının dışında sadece Yapraklı’da gerçekleştirilen toplantılarda görülmektedir. Yapraklı’da yapılan törende söylenen dörtlükler Merkez Yarânından farklı olup “Arap Verme” adıyla anılan zilli maşa ve defin alınıp verilmesi uygulaması da görülmez. Toplantılarda uyulması gereken kurallar, genelde görgü kuralları başlığı altında düşünülebilecek kurallar olup, Merkez ve beldelerdeki 148 toplantılarda oturuş düzeni ve biçimiyle ilgili kurallar titizlikle takip edilir. Bunların yanında toplantıya içkili gelmek, Yâran topluluğundan atılmayı gerektirecek bir yasak ve dolayısıyla uyulması gereken kural olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplantı mekân ve zamanı dışında da yine toplumsal ahlaka ters düşecek hareketlerde bulunmak, Merkez ve beldelerdeki topluluklarca cezalandırılan eylemlerdendir. Merkez ve beldelerde yöneticiler kendi ocaklarını tek başlarına yakmaktadırlar ve bu toplantılar diğerlerine göre daha görkemli olur. Reis, Küçük Başağa ve Büyük Başağa’nın ocaklarında Reis’ten başlamak üzere yemek çeşitlerinde ve odaların tefrişatında çeşitlerin artırıldığı görülür. Merkez Yâranı’nda görülen ve günümüzdeki adıyla “Çay Ocağı” denilen Çarşamba günü yapılan toplantılar beldelerde yapılmaz. Merkez’de ve beldelerde toplantı döneminin sonunda, mesire yerlerine ya da tarihi turistik beldelere geziler yapılır. Üyelerin düğün, cenaze gibi önemli günlerine ve organizasyonlarına topluluk üyeleri gerek Merkez’de gerekse beldelerde topluca katılır ve organizasyonun yükünü taşırlar. Yâran toplantılarının işlevlerine bakacak olursak, “Folklorun Dört İşlevi” başlığı altında sayabileceğimiz işlevlerin yanı sıra, beldelerde Merkez’den farklı olarak, imece usulü köyün ortak kullanım alanlarının onarılması ya da yapılmasına da ön ayak olunduğu görülmektedir. Kaynakça AKDAĞ, Mustafa (1959), Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları. BALAMAN, Ali Rıza (1993), Gelenekler Töre ve Törenler, İzmir: Betim Yayınları. EKİM, Gökhan (2009), Çankırı Yâran Geleneğinin Tarihî Kültürel Kökenleri ve Müzik Uygulamaları, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. KAZMAZ, Süleyman (1985), “Milli Hukuk ve Folklor”, Türk Halk Edebiyatı ve Folklorunda Yeni Görüşler (haz. Feyzi Halıcı), s.102-119, Ankara: Konya Kültür ve Turizm Derneği Yayınları. 149 AHİLİKTEN KAYNAKLANAN BİR GELENEK: KÖY ODALARI VE HANEDAN ODALARI İsmail ERASLAN Öz Ahilik, 13. yüzyılda kurulan, Türk milletine özgü, sosyo-kültürel bir kurumdur. Çağındaki iktisadi hayatın yanı sıra, mensuplarının sosyal yaşamlarını da düzene koyar, zaviyelerde akşamları yapılan sohbet ve eğlencelerle çalışanları moral olarak desteklerdi. Bu bağlamda Ahiliğin yayıldığı yerlerde kendine özgü bir sohbet geleneği oluşmuştur. Ahiliğin merkezi Kırşehir’de, bu sosyo-kültürel oluşumlar çeşitli biçimlerde gelişmiştir. Bunlardan biri de “Köy ve Hanedan Odası” sohbetleridir. Buralar millî ve manevi değerlerin verildiği bir halk mektebi, problemlerin tartışılıp çözümlendiği danışma/görüşme meclisi, yardımlaşma ve dayanışmanın planlandığı mekânlardı. Günümüze gelindiğinde bu odaların kentleşmenin, ulaşımın ve teknolojik alandaki hızlı değişimlerin neticesinde işlevini tamamladığı görülür. Bu çalışmada, kaynaklar tarandı ve sahada kaynak kişilerle görüşme metodu kullanıldı. Türk-İslâm değerleriyle şekillenen bu kurumların Ahilikle ilişkisi irdelendi. Yüklendiği kültürel değerlerin, unutulmaması ve gelecek nesillere intikali için kayıt altına alınması amaçlandı. Yalnız bireysel yetişmede değil, toplumsal inşa sürecinde de önemli bir kurum olan bu geleneğin bilinmesi, gelecek nesillerin yetiştirilmesinde toplum hayatına müspet manada etki yapacaktır. Giriş Ahilik, İslâm inancı ile Türk örf ve adetlerini kaynaştıran bir düşünce sistemidir. Ahilikte insan, sistemin ortasına oturtulmuş olup her şey onun dünya ve ahiret mutluluğu esas alınarak şekillendirilmiştir (Ekinci, 2008: 19). Ahilik, Türk-İslâm medeniyetinin bir ürünü olarak Anadolu’da ortaya çıkmıştır (Ceylan, 2012: 13). Anadolu’da hızla yayılan Ahilik teşkilatı, şehirlerde olduğu gibi köylerde ve uç bölgelerde de büyük nüfuza sahip olmuştur (TDVİA, 1988: 540). Ahilik Anadolu Selçukluları Devleti’nde ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme devrinde yüklendiği sosyal, ahlakî, siyasî görevlerle Anadolu’nun birlik Araştırmacı – Yazar, Kırşehir. 150 ve beraberlik harcına katkı sağlamıştır. Ahilik ilk ilhamını ve ruhunu İslâm halifesi Nasır Lî-dinillah’ın temellerini attığı Fütüvvet teşkilatından alır. Fütüvvet, Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerini kendisine dayanak yapar. Kelime “gençlik, kahramanlık, cömertlik” anlamlarına gelmekle beraber, diğer bir deyişle, “dilencinin veya yardım isteyenlerin geldiğini görünce kaçmamak”tır (TDVİA, 1996: 259). Fütüvvet diğerkâmlık, kendinden feragat etmek demektir. Zira “Fütüvvetin aslı, kulun, sürekli olarak başkalarının hizmetinde olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘Kul Müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermeye devam ettikçe, Allah da onun ihtiyacını göndermekte devam eder’ buyurmaktadır” (Cevdet, 2008: 48). İslâm felsefesinin Ahilik prensibi olan fütüvvet, sadece kendi dininin mensuplarına kucak açmaz, fütüvvet ehli gayrimüslime de hoşgörüyle yaklaşır; elini ve gönlünü ona da açar. Kuşeyri bu durumu şöyle ifade eder: “Sofrasında yemek yiyen Müslüman kâfir arasında ayrım gözetilmemesi fütüvvetin gereğidir” (Kuşeyri, 2009: 443). Fütüvvet teşkilatına, hatta İslâm’a girmeden önce de, tarih boyunca Türkler misafirlere hürmette kusur etmemişlerdir. Bu töre asırlarca devam etmiştir. Dede Korkut hikâyelerinin hemen başında Türklerin misafire verdiği değer ve misafir gelmeyen ev “Oğul, atadan görmeyince sofra çekmez”, “Konuğu gelmeyen kara evler yıkılsa yeğ” sözleriyle tasvir edilir (Schmiede, 2009: 17). Yine Dede Korkut hikâyelerinde dileği olanlar, bir ağzı dualının duasını alabilmek için “Aç görse doyurur, yalıncak görse giydirir”, “tepe gibi et yığdırıp, göl gibi kımız sağdırır” (Ergin, 2009: 78, 81). Atasözlerimize de giren bu konu şu sözlerle değerlendirilir: “Misafir on kısmetle gelir birini yer dokuzunu bırakır”, “Misafirin ayağı uğurludur”, “Misafirin gönlü naziktir” (Özön, 1956: 224, 225), “Aç doyuran, aç kalmaz”, “Ev sahibi, misafirin hizmetkârıdır” “Konuğa hürmet eyle, eğerçi kâfir de olsa” (Albayrak, 2009: 90,442, 656). Bu sözleri vicdanında hisseden ev sahipleri misafirlerine ikramda kusur etmezler. Türk milleti konukseverdir; Türk evine gelen misafir güler yüzle karşılanır, dualar, övgüler ve güzel öğütlerle uğurlanır. Bundan dolayı evlerimizin en güzel odasına, “misafir odası” denir. Kendi nefsini köreltip, ahlâk ve adaleti yaşayıp yaşatmak için çalışan Ahiler, fütüvvetle mayalanmış kişileridir. Ahiler de konukseverdir. Ahilerin konukseverliğini en güzel anlatan İbn-i Battuta’dır. O, İslâm dünyasının meşhur seyyahı ve aynı zamanda dünyanın ilk antropoloğudur (TDVİA, 1999: 362). On dördüncü yüzyıl 151 manzaralarını günümüze kadar taşıyan Battuta, gezip gördüğü yerleri seyahatnamesinde akıcı üslubu ve canlı tasvirleriyle tarafsız bir şekilde anlatır. Seyahatnamenin tam adı “Tuhfetü’n-Nuzzar fi Garaibil Emsal ve’l Acaibül Esfar”dır (Acayip Seferler ve Garip Misaller Görenlerin Armağanı). Eser ülkemizde “İbni Battuta Seyahatnamesi” veya kısaca er-Rıhle olarak tanınmıştır. İbn-i Battuta Seyahatnamesi o zamanki İslâm dünyasının ve Anadolu’nun durumunu, Ahi zaviyelerinin işleyişini, kardeşlik anlayışı içinde nasıl çalışıp birlik ve beraberliklerini güçlü kıldıklarını gözler önüne serer. Anadolu topraklarına ayak bastığında Ahilerin misafirperverliğiyle karşılaşan İbn-i Battuta, bu samimi ilgiden büyülenir. Bu zaviyelerde karşılıksız vermek, düşküne, muhtaca, yolcuya, garibe, kimsesize yardımcı olmak; yedirip içirmek, giydirmek gibi Ahilik prensiplerini gözlemleyen Battuta Ahileri gönülden sever. Bundan dolayı her gittiği beldede Ahi zaviyelerini arar ve oralarda konaklar. Hemen hemen misafir olduğu her yerde ayrılacağı sırada üzüntü gözyaşları döken Anadolu Ahilerini unutamaz (TDVİA, 1999: 362, 364). İbn-i Battuta, ünlü seyahatnamesinde Ahileri tanıtıp toplumla ilgili misyonlarını izah ederken, "Ahî”nin “kardeşim” demek olduğunu belirtir. Bunların, Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir kasaba ve köylerde bulunduğunu; bunların memleketlerine geleni yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi mevzularda bunların eş ve emsallerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün olmadığını belirtmektedir (Cevdet, 2008: 149). Ahiliğin, bekâr ve sanat sahibi olsun olmasın, toplumdan tecrit edilmiş olan gençlerin kendi aralarında meydana getirdikleri bir topluluk olduğunu; bu topluluğa önder olan kimsenin bir tekke yaptırarak burasını halı, kilim, kandil ve benzeri gerekli eşyalarla donattığını belirtir. Gençlerin gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazancı elde etmek üzere çalıştıklarını ve ikindiden sonra, o gün kazandıkları parayla zaviyenin ihtiyaçlarının karşılandığını, gerekli yiyecek ve meyvelerin satın alındığını; eğer o gün kente bir yolcu gelmişse, onu tekkede misafir ettiklerini, ona alınan yiyeceklerden ikram edip, yolcunun ayrılışına kadar bu tutumun sürdüğünü ifade eder. Bir misafir olmasa bile yemek zamanında yine hepsi bir araya gelip topluca yemek yediklerini, yemekten sonra tatlı ve meyve ikram edildiğini, Kur’an 152 okuduklarını, daha sonra ya şarkı söyleyip raks ettiklerini veya ve ertesi gün işlerine gitmek için oradan ayrıldıklarını anlatır (Cevdet, 2008: 149, 151). Ahilerden gördüğü sıcak ilgiden dolayı Battuta onlara şöyle dua eder: “Ben İbn-i Battuta, dünyada bunlardan daha güzel ve daha hayırlı işler yapan kimseler görmedim. Cenab-ı Hak, cömert ve hamiyet sahibi olan, yabancılara şefkat ve merhameti esirgemeyen, misafirlerine iyilikle muamele ederek muhabbet gösteren şu taifeyi daima hayırla mükâfatlandırsın. Allah bütün ahilerden razı olsun. Bilinmelidir ki onlardan her hangi birinin zaviyesine adım atan bir yabancı, en sevdiği yakının yanına gelmiş gibi mutlu ve huzurlu olur” (İbn-i Battuta: 231). İbn-i Battuta’nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata bitiremediği Ahi zaviyeleri yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkârları eğitip yetiştirmekle kalmamış Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar uzanmıştı. Hatta Osmanlı coğrafyasının ulaştığı Balkanlar, Azerbaycan ve Kırım’a kadar yayılmıştı. Köylerdeki konuk odaları da Ahiliğin kentlerdeki mekânı olan zaviyelerinin bir uzantısı olarak vazife görüyordu (Çağatay, 1997: 142). Köy odaları ve hanedan odaları geleneğinin temelini asırlar önce Ahiler atar. Çünkü köy/hanedan odası sahipleri, “Kalbinizi Allah’a kapınızı yetmiş iki millete açın” diyen Ahi Evran’ın prensibini kendilerine ilke edinmişlerdir (Köksal, 2007: 22). Anadolu Selçukluları zamanında Ahi Evran-ı Veli’nin öncülüğünü yaptığı Ahilik teşkilatı, kendisinden izler taşıyan köy ve hanedan odalarına ilham vererek bu kurumları canlı tutar. Ulaşımın yaya veya hayvanlarla olduğu, doğru dürüst yolların olmadığı ve motorlu araçların bulunmadığı yıllarda, bu odalar özellikle misafir ağırlamada önemli görevler yüklenirdi. Anadolu köylerinin pek çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar ‘yaran odası’ ve ‘misafir odası’ adı altında misafirhaneler vardı (Bıyıklı, 2000: 23). Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan aileler tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin yeme, içme, konaklama, vb. her türlü hizmetleri buralarda ücretsiz bir şekilde görülürdü. Ulaşım ve haberleşme imkânlarının kısıtlı olduğu dönemlerde, meslekleri gereği seyahat etmek zorunda olanlar için bu odaların önemi büyüktür. Yaran odaları da, tıpkı ahi zaviyeleri gibi eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır. Yaran odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda köyün ve köylünün sorunları konuşulduğu gibi, dinî ve millî kitaplar okunur, meslekî ve 153 ahlâkî konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu odada masaya yatırılır ve çözülürdü. Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve herkes tarafından sevilip saygı duyulan ‘yaran başı’ adı verilen kişiler tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekâlet edecek bir de ‘odabaşı’ bulunurdu (Bıyıklı, 2000: 24). Köy odaları, Ahi zaviyelerinin köylerde bulunan birer nüveleridir. İlhamını Ahiliğin fütüvvet ruhundan alan köy odaları yalnızların, gariplerin, yoksulların, dilencilerin, çerçilerin hâsılı her kesimden insanın bir veya birkaç geceliğine kaldıkları sıcak bir yer, oda sahibinin misafirlere nefis ikramları ve tükenmek bilmeyen saygı ve sevgisiyle taçlanan bir mekân, uzun geceleri gönül sohbetleriyle aydınlatan bahtiyarların uğrak yeridir (Eraslan, 2013: 13). Bu odaların sahipleri de tıpkı Ahiler gibi eli, kapsısı, sofrası açık insanlardır. Odası herkese açık insanlara hane sahibi denirdi. Odaya her yerden misafir gelir, konaklardı. Gereken her şey ücretsiz yapılırdı. Hane sahibinin misafirlerden beklediği, sadece bir hayır dua idi. Bütün çabası insanlara hizmet, beklentisi de Allah rızası idi (Erkoç, 2008: 30). Hak rızası için bu mekânları inşa ve idame eden oda sahipleri ile Ahilerin yıllar önce yaptıkları arasında çok da fark yoktur. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı eserinde eski yolculukları anlatır: “Hanlar, kervansaraylar… İşte eski yolculukların sihrini yapan şeyler… Bir kervana katılmak, bir handa gecelemek… Bir gece için tanışmak, ertesi sabah ayrılmak, hayatına bir şey katmak şartıyla görmek… Bin Bir Gece’den Gil Blas’a kadar, eski hikâyeler bu cins tesadüflerle doludur. Onların yolculuğu zengin bir tecrübe haline getirirdi.” sözleriyle yolculukta uğrak yerleri olan han ve kervansaraylara dikkat çeker (Tanpınar, 1972: 61, 62). Köy odalarında ise misafirin kim olduğuna, nerden gelip nereye gittiğine bakılmaksızın kaldığı sürece gönlü hoş tutulmaya çalışılır. Odaya binek hayvanlarıyla gelen misafirlerin hayvanları ahıra çekilir, yemi, suyu verilir. Bu hizmetler maddi bir beklentiye girmeden Allah rızası için yapılır. Köy odalarında sadece konaklama olmaz; hatıralar anlatılır, sohbetler edilir, Hz. Ali, Battal Gazi cenkleri okunur. Aksakallılar ilim, irfan, hikmet, edep dersleri vererek insanları aydınlatır. Köyün ve köylünün problemleri bu odada görüşülür. Folklor araştırmacısı Eflatun Cem Güney de aynı tespiti şöyle dile getirir: “Köyün hali, ahvali burada görüşülüyor; tarla, toprak işleri burada konuşuluyor” (Güney, 1983: 4). Bu yönüyle köy odaları, sorunların halledildiği bir meclistir. Köy odalarına devam edenler, bilgi ve görgü kurallarını artırarak olgun insan 154 vasıflarına sahip olur. Böyle kişilere medeni birey gözüyle bakılır ve “meclis adamı” namı verilir. Köylünün toplanma mekânları olan camiye ve köy odalarına gitmeyenler, köylü tarafından hoş karşılanmaz ve dışlanır. Download 0.85 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling