Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
“Kanun böyle, hemşire; burada yasalar söz konusu,” dedi Rahman, sesine vahim, kendini
önemseyen bir ton vererek. “Benim vazifemse düzeni sağlamak.” Içinde bulunduğu berbat duruma karşın, Leyla az kaldı kahkahayı basıyordu. Mücahit fraksiyonların yaptığı bunca şey ortadayken, adamın bu sözcüğü kullanabilmesi, akıl alır gibi değildi -cinayetler, yağmalar, tecavüzler, işkenceler, infazlar, bombalamalar; çapraz ateşte ölen bütün o masum insanlara şu kadarcık aldırmaksızın, birbirlerine yağdırdıkları on binlerce roket. Düzen’miş. Ama kendini tuttu. “Bizi geri gönderirseniz,” dedi onun yerine, yavaşça, “bize ne yapacağını söylememe gerek yok.” Adamın gözlerini kaçırmamak için harcadığı çabayı görebiliyordu. “Bir erkeğin evinde ne yapıp yapmadığı bir tek kendisini ilgilendirir.” “Peki, o zaman kanun ne olacak, Memur Rahman?” O ke yaşları gözlerini yakıyordu. “Düzeni sağlamak için orada olacak mısın?” “Prensip olarak, özel aile meselelerine karışmıyoruz, hemşire.” “Karışmazsınız tabii. Erkeğin çıkarı söz konusuysa, karışmazsınız. Bu da, dediğiniz gibi ‘özel aile meselesi’ değil mi? Öyle değil mi?” Adam iskemlesini geriye itip kalktı, ceketini düzeltti. “Bence bu görüşme sona erdi. Şunu belirtmeliyim ki, hemşire, kendini hiç de iyi savunamadın. Hem de hiç. Şimdi, dışarıda beklemeni istiyorum, biraz da şeyle konuşayım... senin... artık her neyinse.” Leyla direndi, karşı çıktı, sonra bağırmaya başladı; Rahman onu odasından attırmak için iki adamını çağırmak zorunda kaldı. Meryem’in sorgusu yalnızca birkaç dakika sürdü. Dışarı çıktığında, sarsılmış görünüyordu. “Oyle çok soru sordu ki,” dedi. “Ozür dilerim, Leyla co. Ben senin gibi zeki değilim. Sorular peş peşe geldi, cevap veremedim. Özür dilerim.” “Senin suçun değil, Meryem,” dedi Leyla cılız bir sesle. “Suç bende. Hepsi benim suçum. Bütün hata bende.” *** Polis arabası evin önünde durduğunda, saat altıyı geçmişti. Leyla’yla Meryem’i arabada, arka koltukta beklettiler, başlarına da bir Mücahit asker diktiler. Sürücü arabadan indi, kapıya vurdu, Raşit’le konuştu. Sonra onlara dönüp gelmelerini işaret etti. “Yuvanıza hoş geldiniz,” dedi, ön koltukta oturan adam, bir sigara yakarken. *** “Sen,” dedi Meryem’e. “Burada bekle.” Meryem hiç sesini çıkarmadan kanepeye oturdu. “Siz ikiniz, yukarı!” Leyla’nın dirseğini yakaladı, merdivene doğru sürükledi. Ayağında hâlâ, işe giderken giydiği ayakkabılar vardı, çıkarıp terliklerini giymemişti; saatini, hatta ceketini bile çıkarmamıştı. Leyla onun bir saat, hatta dakikalar önceki halini gözünün önüne getirebiliyordu; odadan odaya koşuyor, kapıları çarpıyor, ö keden gözü dönmüş, olanlara inanamaz, mırıl mırıl sövüyor. Merdivenin başında, Leyla ona döndü. “Meryem istemedi,” dedi. “Onu zorladım. Gitmek istemedi...” Yumruğun gelişini göremedi. Bir an konuşurken, bir an sonra yerde, dizlerinin, ellerinin üzerindeydi; gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına açılmış, yüzü kıpkırmızı kesilmiş, soluk almaya çalışıyordu. Sanki bir araba son sürat çarpmıştı ona; iman tahtasıyla göbek deliği arasındaki o hassas bölgeye. Kucağındaki Azize’yi düşürdüğünü, çocuğun avaz avaz ağladığını ayrımsadı. Yeniden soluk almaya çalıştı, ağzından boğuk bir hırıltılı çıktı. Dudağının kenarından salya sızıyordu. Sonra, bir el saçma yapıştı, sürüklemeye başladı. Azize’nin kaldırıldığını, sandaletlerinin düştüğünü, minik ayaklarının havayı tekmelediğini gördü. Saçlarının kökünden koparıldığını, acıdan gözlerinin yaşardığını hissetti. Meryem’in oda kapısının bir tekmede açıldığını, Azize’nin yatağa doğru uçtuğunu gördü. Sonra Raşit Leyla’nın saçını bıraktı, ayakkabısının burnunu onun sol kalçasına gömdü. Leyla acıyla böğürürken, kapının çarpılarak kapandığını duydu. Kilitte dönen anahtar şıngırdadı. Azize hâlâ ağlıyordu. Leyla yerde iki büklüm yatıyor, soluk almaya çalışıyordu. Ellerinin üzerinde doğruldu, Azize’nin yattığı yatağa doğru süründü. Kızına uzandı. Aşağıda, dayak başladı. Kulağına gelenler, bildik, yöntemli bir uygulama sırasında çıkan tekdüze seslerdi. Sövüp sayma yok, çığlık yok, yalvarma yok, şaşkın, kesik iniltiler yok; yalnızca sistemli bir dövme ve dövülme işlemi; ete defalarca inen, sert bir şeyin tonk tonkları; duvara güm diye çarpan bir şey, biri; yırtılan kumaş. Zaman zaman, Leyla koşan ayak sesleri, sessiz bir kovalamaca duyuyordu; devrilen eşyalar, kırılan cam, sonra yine o boğuk tonklama. Azize’yi kollarının arasına aldı. Elbisesinin ön kısmına bir ılıklık yayılınca, çocuğun mesanesinin boşaldığını anladı. Aşağıdaki koşma kovalama nihayet kesilmişti. Şimdi, tahta bir tokacın bir ete üst üste, defalarca inerken çıkardığı sesi andıran bir ses geliyordu. Leyla, gürültü kesilinceye kadar Azize’yi salladı; sonra, sokak kapısının gıcırdayarak açıldığını, kırılırcasına kapandığını duyunca, kızı yere bıraktı, camdan dışarıya baktı. Raşit ensesinden yakaladığı Meryem’i bahçede sürüklüyordu. Meryem yalınayaktı, iki büklümdü. Adamın ellerinde kan vardı; Meryem’in de yüzünde, saçında, boynunda ve sırtında. Gömleğinin ön kısmı boydan boya yırtılmıştı. “Çok üzgünüm, Meryem, özür dilerim,” diye haykırdı Leyla cama. Adamın Meryem’i alet kulübesine iteklediğini gördü. Kendisi de girdi, çıktığında elinde bir çekiçle bir deste ince uzun, tahta parçası vardı. Kulübenin iki kanatlı kapısını çekti, cebinden bir anahtar çıkardı, asma kilidi vurdu. Kapıyı denedi, sonra kulübenin arkasına dolandı, bir merdivenle geri döndü. Birkaç dakika sonra, yüzü Leyla’nın penceresindeydi; ağzının bir köşesinde, bir tutam çivi. Saçları darmadağınık. Alnında, orak biçiminde bir kan lekesi. Onu görünce Azize bir çığlık attı, yüzünü Leyla’nın koltuk altına gömdü. Raşit tahtaları pencereye çakmaya koyuldu. *** Karanlık mutlaktı; zi iri, nüfuz edilemez; katmansız, dokusuz. Raşit tahtaların arasındaki yarıkları bir şeyle doldurmuş, kapının önüne de geniş, kalın bir şey koymuştu ki, altından ışık sızmasın. Anahtar deliğine bile bir şey sokulmuştu. Leyla zamanın geçişini gözleriyle izleyemeyeceğini anlayınca, kulaklarını, sağlam kulağını kullandı. Ezan sesi ve horoz ötüşleri, sabaha işaretti. Alt kattan, mutfaktan gelen tabak çanak şangırtısı, çalan radyo, akşam demekti. Ilk gün, karanlıkta sürünerek, el yordamıyla birbirlerini buldular. Leyla Azize’nin ağladığını, emeklediğini göremiyordu. “Mamma,” diye mızıldandı Azize. “Mamma.” “Yakında.” Leyla kızını öptü; alnını hede lemiş, onun yerine başının tepesini bulmuştu. “Yakında süt içeceğiz. Azıcık sabırlı ol, yeter. Anneciğinin hatırına uslu, sabırlı bir kız ol; o da sana mama bulsun.” Leyla ona birkaç şarkı söyledi. Ezan ikinci kez yankılandı, Raşit onlara yine yiyecek bir şey, daha da kötüsü su vermedi. O gün tepelerine kalın, boğucu bir sıcak çöktü. Oda bir düdüklü tencereye dönüştü. Leyla kuru dilini dudaklarından geçiriyor, bahçedeki kuyuyu, soğuk, taze suyu düşünüyordu. Azize sürekli ağlıyordu; Leyla eliyle onun yanaklarını silip de elinin ıslanmadığını ayrımsayınca, paniğe kapıldı. Azize’yi soydu, yelpazeleyecek bir şey arandı, bulamayınca da ü lemeye başladı; ta ki nefesi tükenip başı dönünceye kadar. O gün, defalarca duvarları yumrukladı, kalan enerjisini de, komşulardan biri duyar umuduyla, haykırarak, imdat isteyerek harcadı. Ama kimse gelmedi, tiz çığlıkları Azize’yi korkuttu; kız cılız, kurbağa vraklamasını andıran bir sesle, yeniden ağlamaya başladı. Leyla kendini yere bıraktı. Büyük bir suçlulukla Meryem’i düşündü; kan revan içinde, bu sıcakta küçücük kulübeye hapsolmuş olan kadını. Bir ara içi geçti; vücudu sıcaktan alev alev yanıyordu. Rüyasında Azize’yle birlikte, Tarık’a rastladıklarını gördü. Kalabalık bir caddede, yolun karşı tarafındaydı, bir terzinin tentesinin altında. Yere oturmuş, bir sandıktan aldığı incirleri yiyordu. Bu senin baban, dedi Leyla. Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling