Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
Tıpkı şu an bize olduğun gibi. Meryem söylenmemiş sözcüklerin, Hatice’nin dudaklarından
dökülüşünü görebiliyordu neredeyse; soğuk bir günde ağızdan çıkan buhar gibi. Kabil’i düşündü; Herat’ın altı yüz elli kilometre doğusunda olduğunu Celil’den öğrendiği o büyük, yabancı, kalabalık kenti. Altı yüz elli kilometre. Bugüne kadar kulübe’den en çok uzaklaştığı mesafe, buraya, Celil’in evine yaptığı iki kilometrelik yürüyüştü. Kabil’deki halini gözünün önüne getirmeye çalıştı; bu tahayyül edilemez mesafenin öteki ucunda, bir yabancının evinde, onun key ine, dayattığı taleplere göre yaşarken. Raşit adındaki bu adam için temizlik yapacak, yemek pişirecek, çamaşır yıkayacaktı. Başka görevleri de olacaktı tabii - kocaların karılarına ne yaptığını Nana anlatmıştı. İşte, onu dehşete düşüren, ter içinde bırakan da, özellikle işin bu mahrem yanı, gözünde acı verici, sapkın eylemler olarak canlandırdığı kısmıydı. Yeniden Celil’e döndü. “Söyle onlara. Buna izin vermeyeceğini söyle.” “Işin aslı, baban Raşit’le cevabını verdi bile,” diye atıldı Efsun. “Raşit burada, Herat’ta; ta Kabil’den kalkıp geldi. Nikâh yarın sabah kıyılacak; öğlen Kabil’e kalkan bir otobüs var.” “Söylesene!” diye haykırdı Meryem. Bunun üzerine kadınlar sustular. Meryem onların da erkeği gözlediğini sezdi. Bekliyorlardı. Odaya derin bir sessizlik çöktü. Celil yüzünde ezik, çaresiz bir anlam, parmağındaki alyansı çevirip duruyordu. Dolabın içindeki saatin tik takları hiç kesilmiyordu. Sonunda, kadınlardan biri dayanamadı: “Celil co?” Celil gözlerini ağır ağır kaldırdı, Meryem’inkilere dikti; bir an sonra yeniden indirdi. Ağzını açtı, ama yalnızca tek, acılı bir inilti çıktı. “Bir şey söyle,” dedi Meryem. O zaman Celil boğuk, ölgün bir sesle konuştu. “Allah kahretsin, Meryem; bana bunu yapma,” dedi, bir şeyler yapılan kişi kendisiymiş gibi. Aynı anda Meryem, salondaki gerginliğin dağılıverdiğini hissetti. Celil’in karıları yeni -ve çok daha ateşli- bir ikna turuna başlarken, Meryem gözlerini masadan ayırmadı. Bakışları masanın kaygan, cilalı ayaklarında, köşelerdeki yılankavi kıvrımlarda, bir ayna kadar yansıtıcı, koyu kahve yüzeyinde gezindi. Soluğunu her bırakışında, yüzeyin buğulandığını, kendi yüzünün babasının masasından silinip gittiğini ayrımsadı. Efsun ona yukarıya, odasına kadar eşlik etti. Sonra, kadın kapıyı çekince, Meryem kilitte dönen anahtarın şakırtısını duydu. 8 Sabah, Meryem’e beyaz, pamuklu pantolonun üzerine giymesi için uzun kollu, koyu yeşil bir elbise verdiler. Efsun yeşil bir hicapla, aynı renk sandaletler getirdi. Yine uzun, kahverengi masalı odaya götürüldü, ama bu kez masanın ortasında badem şekeriyle dolu bir kâse, bir Kuran, yeşil bir duvak, bir de ayna duruyordu. Meryem’in daha önce hiç görmediği (ve nikâh şahitleri olduğunu tahmin ettiği) iki erkekle, tanımadığı bir molla masadaki yerlerini çoktan almışlardı. Celil oturması için bir iskemle çekti. Açık kahverengi bir takım elbise giymiş, kırmızı kravat takmıştı. Saçları yıkanmıştı. Iskemleyi çekerken, cesaret verircesine gülümsemeye çalıştı. Hatice’yle Efsun bugün masanın bu tarafında, Meryem’in yanındaydılar. Molla duvağı gösterdi, Nergis de yerine oturmadan önce alıp Meryem’in başına yerleştirdi. Meryem gözlerini önüne, ellerine dikti. “İçeriye çağırabilirsiniz artık,” dedi Celil birine. Meryem onu görmeden önce kokusunu aldı. Sigara kokusu, bir de ağır, baygın bir tıraş losyonu; Celil’inki gibi ha if değil. Rayihası duvağın kenarından girip Meryem’in burun deliklerine doldu. Duvağın gerisinden, gözünün ucuyla, başını eğmiş kapıdan geçmekte olan, uzun boylu bir erkek gördü; koca göbekli, geniş omuzluydu. Adamın iri cüssesi, soluğunu keser gibi oldu; yüreği deli gibi atmaya başladı, çabucak gözlerini indiriverdi. Adam kısacık bir an kapının eşiğinde ovalandı. Sonra, yavaş ama güçlü, gümbür gümbür adımlarla odayı geçti. Adımları, masadaki şeker kâsesini şıngırdattı. Boğuk bir hırıltıyla, kendini Meryem’in yanındaki iskemleye bıraktı. Sesli sesli soluk alıp veriyordu. Molla onları selamladı. Bunun geleneksel bir nikâh olmayacağını söyledi. “Anladığım kadarıyla Raşit Ağa’nın, yakında hareket edecek olan Kabil otobüsüne bileti varmış. Dolayısıyla, vakit darlığı nedeniyle, bazı ananevi usulleri atlayacak, töreni hızlandıracağız.” Bir iki dua okudu, evliliğin önemi hakkında birkaç kelime etti. Celil’e, bu birleşmeye bir itirazı olup olmadığını sordu, Celil başını yok anlamında salladı. Molla, Raşit’le döndü, Meryem’le nikâhlanmayı gerçekten isteyip istemediğini sordu. Raşit, “Evet,” dedi. Sert, gıcırtılı sesi Meryem’e kuru güz yapraklarının ezilirken çıkardığı sesi anımsatmıştı. “Peki sen, Meryem can, bu erkeği kocalığa kabul ediyor musun?” Meryem sesini çıkarmadı. Genizler temizlendi. “Ediyor,” dedi, masanın ucundan bir kadın sesi. “Aslında,” dedi molla, “soruyu kendisi yanıtlamalı. Yanıtlamadan önce de, benim üç kez sormamı beklemeli. Çünkü teklifte bulunan kişi, erkek; kız değil.” Soruyu iki kere daha yineledi. Meryem’den yanıt gelmeyince, bir daha sordu; bu kez biraz daha bastırarak. Meryem yanında oturan Celil’in kıpırdandığını, masanın altındaki bacaklarını üst üste atıp sonra yine indirdiğini hissedebiliyordu. Birileri yine genzini temizledi. Küçük, beyaz bir el uzandı, masadaki bir toz zerresine bir fiske vurdu. “Meryem,” diye fısıldadı Celil. “Evet,” dedi kız, titrek bir sesle. Duvağın altına bir ayna uzatıldı. Meryem aynada önce kendi yüzünü gördü; kavissiz, biçimsiz kaşlarını, düz saçlarını, neşesiz, yeşil gözlerini; gözleri birbirine öyle yakındı ki, insan onu şaşı sanabilirdi. Cildi kalındı, donuk, lekeli görünüyordu. Alnını çok geniş, çenesini çok dar, dudaklarını çok ince buldu. Genel olarak, uzun bir yüz izlenimi bırakıyordu; üçgen bir surat, biraz tazımsı. Ote yandan, tuhaftı ama, bütün bu silik, albenisiz parçaların bir araya gelince güzel olmasa da, gözü hiç mi hiç rahatsız etmeyen bir çehre oluşturduğunu görebiliyordu. Aynada, Raşit’in yüzünü de ilk kez gördü: iri, köşeli, sağlıklı ve pembe yüzü; kanca burnu; mahcup bir sevinci dışa vuran, kızarmış yanakları; sulu, kanlı gözleri; öndeki ikisi, sivri tepeli bir çatı gibi üst üste binmiş olan, sıkışık dişleri; gür kaşların neredeyse iki parmak üstünden başlayan, inanılmayacak kadar alçak saç çizgisini; sık, sert, kır düşmüş saçları. Gözleri aynada bir anlığına buluştu, sonra çabucak sıvıştı. Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling