Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
Fehmidi? Anlaşıldı mı?”
Meryem’in dişleri zangırdamaya başladı. “Cevap bekliyorum.” “Evet.” “Güzel,” dedi adam. “Ne sanıyordun yani? Buranın otel olduğunu mu? Ben de otel sahibiyim, öyle mi? Eh, öyleyse... Ah. Ah. La ilahe ilallah. Ağlama konusunda sana ne demiştim ben? Meryem. Kadın zırıltısı konusunda ne söylemiştim, ha?” *** Ertesi sabah, Raşit işe gittikten sonra, Meryem bavulundaki giysileri çıkardı, şifoniyere yerleştirdi. Kuyudan bir kova su çekti, bir bezle odasının ve aşağıdaki salonun camlarını sildi. Yerleri süpürdü, tavanın köşelerinden sarkan örümcek ağlarını temizledi. Bütün pencereleri açıp evi havalandırdı. Bir tasa üç kâse mercimek ısladı, bir bıçak bulup biraz havuçla birkaç patates doğradı, onları da suya bıraktı. Una bakındı, dolapların birinde, bir dizi pis baharat kavanozunun arkasında buldu, hamur yoğurdu; Nana’nın öğrettiği gibi, dıştan içe doğru katlaya yuvarlaya. Üzerine un serpti, nemli bir beze sardı, başına bir hicap geçirip mahalle fırınına yollandı. Raşit tandır’ın yerini tarif etmişti, sokağın aşağısında, önce sola sonra hemen sağa; ama Meryem’in yapması gereken tek şey, aynı yöne akan kadın ve çocuk kalabalığını izlemek oldu. Annelerinin peşinden koşan ya da önden seğirten çocukların sırtındaki yamalı gömlekler, gözünden kaçmadı. Pantolonları ya çok bol ya da çok dardı, sandaletlerinin tiftiklenmiş bağcıkları öne arkaya uçuşuyordu. Ellerindeki değneklerle eski, atılmış bisiklet lastiklerini itiyorlardı. Anneleri üçer dörder kişilik gruplar halinde yürümekteydi; kimileri burkalıydı, kimileri değil. Meryem onların yüksek, tiz seslerini, birbirine karışan kahkahalarını duyabiliyordu. Başı önde yürürken, kulağına konuşmalar, neredeyse bütünüyle hasta çocukların ya da tembel, nankör kocaların çevresinde dönen gevezelikler çalınıyordu bölük pörçük. Yemekler kendi kendine pişiyor sanki. Vallah billah, bir an durup dinlenmek yok! Bir de kalkmış bana diyor ki, yemin ederim, hiç utanmadan diyor ki... Bu bitmek bilmez sohbet, yakınmalı ama aynı zamanda şen bir tınısı olan sesler, havada daireler çizerek uçuşup duruyordu. Hiç kesilmedi; sokağın sonuna kadar, köşeyi döndükten sonra, tandır’daki kuyrukta. Kumar oynayan kocalar. Annelerine aşırı düşkün olan, karılarına tek rupiyi çok gören kocalar. Meryem bu kadar çok kadının nasıl olup da aynı bahtsızlığa düştüğünü, hepsinin de nasıl böylesine berbat erkeklerle evlenebildiğini merak etti. Yoksa bu, evli kadınlara özgü, kendisinin bilmediği bir oyun, pirinç ıslamak ya da hamur yoğurmak gibi, gündelik bir ritüel miydi? Tandır’ın önündeki kuyrukta, yan gözle, çaktırmadan ona baktıklarını hissetti, fısıltıları duydu. Elleri terlemeye başladı. Onun bir harami olarak doğduğunu, babasına ve onun ailesine bir utanç kaynağı olduğunu biliyorlardı sanki. Hepsi de annesine sırt çevirdiğinden, kendini rezil ettiğinden haberdardı. Hicapının ucuyla dudağının üstündeki teri kuruladı, sakinleşmeye çalıştı. Birkaç dakika, her şey yolunda gitti. Sonra biri omzuna dokundu. Meryem arkasını dönünce, açık tenli, tombul, tıpkı kendisi gibi hicaplı bir kadınla karşılaştı. Kısa, siyah saçları, güleç, neredeyse kusursuz yuvarlaklıkta, toparlak bir yüzü vardı. Dudakları Meryem’inkilerden daha dolgundu, altdudağı ha if sarkıktı - dudak çizgisinin hemen altındaki iri, kara ben tarafından aşağıya çekilircesine. Iri, yeşilimsi gözleri Meryem’e cana yakın bir parıltıyla bakıyordu. “Sen Raşit can‘ın yeni karısısın, değil mi?” dedi, geniş geniş gülümseyerek. “Herat’tan gelen. Ne kadar gençsin! Meryem can, değil mi? Benim adım Fariba. Aynı sokakta oturuyoruz, soldan beşinci ev, yeşil kapılı olan. Bu, oğlum Nur.” Yanındaki oğlanın da tıpkı annesi gibi yuvarlak, mutlu bir yüzü, dik, siyah saçları vardı. Sol kulağının memesinde de bir tutam kara kıl. Gözlerinde yaramaz, cin gibi bir parıltı. Elini uzattı. “Selam, Hala can.” “Nur on yaşında. Bundan büyük bir oğlum daha var, Ahmet.” “O, on üç,” dedi Nur. “Hemen de büyümek isterler.” Fariba denen kadın güldü. “Kocamın adı Hâkim. Burada, Deh-Mazang’da öğretmen. Bir gün bana gelsene, bir fincan...” Sonra, bir anda, diğer kadınlar ondan cesaret almışçasına Fariba’yı itekleyip Meryem’in etrafına üşüştüler, korkutucu bir süratle çevresini kuşattılar. “Raşit can’ın genç eşisin demek...” “Kabil’i beğendin mi?” “Ben Herat’a gittim. Orada bir kuzenim var.” “Önce kız mı istiyorsun oğlan mı?” “Ah, o minareler! O ne güzellik! Muhteşem bir şehir!” “Erkek çocuk daha iyidir, Meryem can, onlar soyun devamıdır...” “Hadi canım! Oğlan evlenir gider. Kızlar her zaman kalır, yaşlandığında sana bakar.” “Geleceğini duymuştuk.” “En iyisi ikiz. Her birinden bir tane! Böylece herkesin gönlü olur.” Meryem geri geri çekildi. Havasız kalmıştı. Kulakları uğuldamaya başlamış, çarpıntısı tutmuştu; gözleri bir yüzden ötekine mekik dokuyordu. Bir adım daha çekildi, ama artık gidebileceği yer kalmamıştı -halkanın tam ortasındaydı. Gözüne Fariba ilişti; kızın rahatsızlığını sezmiş, yüzü asılmıştı. “Rahat bırakın!” dedi kadınlara. “Yana çekilin, rahat bırakın kızı! Korkutuyorsunuz!” Meryem hamuru göğsüne bastırdı, çevresini kuşatmış olan kalabalığı yarmaya, aralarından geçmeye çalıştı. “Nereye gidiyorsun, hemşire?” Meryem kendini iyi kötü açıklığa atıncaya kadar iteklemeyi sürdürdü, sonra sokağın yukarısına doğru koştu. Kavşağa vardıktan sonradır ki, yanlış yöne koştuğunu ayrımsadı. Döndü, başı önde, öteki tarafa doğru koşmaya başladı; bir ara tökezleyip düştü, dizi sıyrıldı, kalkıp yeniden koşmaya başladı, kadınların yanından hızla geçti. “Neyin var senin?” “Dizin kanıyor, hemşire!” Meryem bir köşeyi döndü, sonra bir başkasını. Doğru sokağı bulmuştu, ama ansızın beyni boşalmıştı, Raşit’in evini anımsayamıyordu. Sokağı bir uçtan ötekine, telaşla kat etti; soluk soluğa, gözyaşları boşandı boşanacak, kapıları rastgele denemeye koyuldu. Bazıları kilitliydi, bazıları da hiç tanımadığı bahçelere, havlayan köpeklere, ürken tavuklara açıldı. Gözünün önünde, eve dönen ve onu hâlâ yolunu ararken, kanayan diziyle, kendi sokağında kaybolmuş bir halde bulan Raşit canlandı. Bunun üzerine ağlamaya başladı. Kapıları itiyor, yaşlar yüzünü ıslatırken, panik halinde dualar mırıldanıyordu -ta ki bir kapıyı itip de karşısında apteshaneyi, kuyuyu, alet kulübesini buluncaya kadar. Kapıyı arkasından çarparak kapadı, sürgüyü çekti. Sonra duvarın dibine, ellerinin, dizlerinin üzerine çöktü, öğürmeye başladı. Işi bitince emekleyerek ilerledi, sırtını duvara verip oturdu; bacakları iki yana açılmıştı. Hayatında kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. *** O gece Raşit eve geldiğinde, elinde kahverengi bir kesekâğıdı vardı. Temiz pencereleri, süpürülmüş yerleri, yok olan örümcek ağlarını fark etmediğini gören Meryem’in canı sıkıldı. Ama oturma odasındaki temiz yer sofra‘sından, yemeğin çoktan hazır olmasından hoşlandığı belliydi. Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling