Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
“Daal yaptım,” dedi Meryem.
“Güzel. Açlıktan ölüyorum.” Ellerini yıkaması için erkeğe aftava’dan su döktü. O havluyla kurulanırken de, önüne bir kâse dumanı tüten daal’la bir tabak, tane tane pişmiş pirinç pilavı koydu. Onun için pişirdiği ilk yemekti; keşke yaparken daha iyi durumda olsaydım, diye düşündü. Yemeği hazırlarken tandır’daki olayın sarsıntısını üstünden hâlâ atamamıştı, onun için de bütün gün daal’ın kıvamını, rengini dert edip durdu; Raşit zence ili fazla, zerdeçalı yetersiz bulursa, diye endişelendi. Adam kaşığını altın rengi daal’a daldırdı. Meryem ha ifçe sallandı. Ya umduğunu bulamazsa, ya kızarsa? Tabağını hoşnutsuzlukla iterse? “Dikkatli ol,” dedi güçlükle. “Sıcak.” Raşit dudaklarını büzdü, üfledi, sonra kaşığı ağzına götürdü. “İyi olmuş,” dedi. “Azıcık tuzsuz, ama iyi. Hatta iyiden de öte.” Rahat bir soluk alan Meryem karnını doyuran erkeği seyretti. Içini şöyle bir yalayıp geçen gurura en çok kendisi şaştı. Iyi bir iş çıkarmıştı demek -hatta iyiden de öte. Bu küçük övgüden aldığı haz gerçekten şaşırtıcıydı. Gün boyunca yaşadığı tatsızlıkların acısı azalır gibi oldu. “Yarın cuma,” dedi Raşit. “Sana etrafı gezdireyim mi, ne dersin?” “Kabil’i mi?” “Hayır, Kalküta’yı.” Meryem gözlerini kırpıştırdı. “Şaka yaptım. Tabii ki Kabil’i. Başka nereyi olacak?” Elini kesekâğıdına soktu. “Ama önce, söylemem gereken bir şey var.” Torbadan, gök mavisi bir burka çıkardı. Kaldırınca bol pilili, metrelerce kumaş, dizlerine döküldü. Burkayı katladı, kıza baktı. “Müşterilerim var, Meryem, karılarını da dükkana getiren, erkek müşteriler. Ortünmeyen, benimle doğrudan konuşan, hiç çekinmeden gözümün içine bakan kadınlar bunlar. Makyaj yapıyor, dizleri görünen etekler giyiyorlar. Bazen ayaklarını kaldırıp ölçü almam için bana uzatıyorlar, kocaları da öylece seyrediyor. Buna izin veriyorlar. Bir yabancının karılarının çıplak ayağına dokunmasına aldırmıyorlar! Kendilerini modern erkek, entelektüel sayıyorlar; aldıkları eğitim yüzünden herhalde. Kendi nang ve namuslarını, onurlarını kirlettiklerinin farkında değiller.” Başını salladı. “Çoğu, Kabil’in zengin bölgelerinde yaşıyor. Seni oralara götürürüm. Kendin görürsün. Ama burada, bizim mahallemizde de var onlardan, bu yumuşak heri lerden. Sokağın aşağısında oturan bir öğretmen var mesela, adı Hâkim; karısı Fariba’yı devamlı sokaklarda başı açık, sadece bir eşarpla dolaşırken görüyorum. Karısının dizginlerini elinden kaçırmış birini görmek, açıkçası beni utandırıyor.” Öfkeyle parlayan gözlerini Meryem’e dikti. “Ama ben farklı cins bir erkeğim, Meryem. Benim geldiğim yerde, bir yanlış bakış, bir uygunsuz söz, kan dökülmesine yeter. Geldiğim yerde, bir kadının yüzü sadece kocasını ilgilendirir. Bunu daima hatırlamanı istiyorum. Anlıyor musun?” Meryem başını evet anlamında salladı. Erkeğin uzattığı torbayı aldı. Yemek için lütfedilen iltifatın key i uçup gitmişti. Onun yerini bir büzülme, küçülme duygusu aldı. Bu erkeğin iradesi, arzusu Meryem’e, Gül Daman’ın tepesine heyula gibi dikilen Safîd-koh Dağları kadar heybetli, yerinden oynatılamaz görünüyordu. Raşit torbayı verdikten sonra, “Oyleyse anlaştık,” dedi. “Şimdi, bana şu daatdan biraz daha koy.” 11 Daha önce hiç burka giymemişti. Raşit giymesine yardım etti. Içi takviyeli başlık kısmı, kafatasında sıkı ve ağır bir şey taşıdığı duygusu uyandırıyordu; dünyayı kafesli bir perdenin gerisinden seyretmekse, garip bir işti. Odasında burka’yla yürüme alıştırmaları yaptı, ikide bir eteğin ucuna basıp tökezledi. Çevresel görüş açısını yitirmek sinir bozucuydu, pilili kumaşın soluk almasını güçleştirecek biçimde ağzına yapışıp durmasından da hiç hoşlanmamıştı. “Alışırsın,” dedi Raşit. “Hatta zamanla, her bahse varım, hoşuna bile gidecek.” Otobüse binip Raşit’in Şar-e Nev Park dediği bir yere gittiler; çocuklar salıncakta birbirini sallıyor, ağaç gövdelerine bağlanmış, yırtık pırtık ilelerin üstünden voleybol oynuyordu. Parkta dolaştılar, uçurtma uçuran çocukları seyrettiler; Raşit’in yanında yürüyen Meryem’in ayağı ara ara burkaya dolanıyor, sendeliyordu. Oğle yemeğine, Raşit onu Hacı Yakup dediği caminin yakınındaki, küçük bir kebapçıya götürdü. Zemin yağlı, içerisi dumanlıydı. Duvarlardan belli belirsiz bir çiğ et kokusu yayılıyordu; çalan müziğin (logari, demişti Raşit) sesi yüksekti. Aşçılar, bir elleriyle şişleri yelpazeleyen, ötekiyle de sinekleri kovalayan, sıska delikanlılardı. Hayatında ilk kez bir lokantaya ayak basan Meryem, bir sürü yabancıyla dolu, kalabalık bir salonda oturmayı, burkanın peçesini kaldırıp lokmaları ağzına sokmayı yadırgadı. Bir ara, tandır başında yaşadığı paniğin benzeri midesini yoklar gibi olsa da, Raşit’in varlığı az çok rahatlatıcıydı; bir süre sonra müziği, dumanı, hatta insanları o kadar da dert etmez oldu. Ayrıca çarşafın belli bir rahatlık sağladığını ayrımsayınca şaşırdı. Salt dışarıyı gösteren, tek tara lı bir pencere gibiydi. Içindeyken, o bir gözlemciydi; yabancıların araştıran, meraklı gözlerinden güzelce korunuyordu. Artık insanlar bir bakışta, yüz kızartıcı sırlarla dolu mazisini anlayıverecek diye kaygılanmasına gerek kalmamıştı. Caddelerde, Raşit bazı binaların adlarını yetkin bir sesle sıraladı; bu Amerikan Elçiliği, dedi, şu Dışişleri Bakanlığı. Arabaları gösteriyor, markalarını, nerede yapıldıklarını söylüyordu: Sovyet Volga’ları, Amerikan Chevrolet’leri, Alman Opel’leri. “En çok hangisini beğendin?” diye sordu. Meryem duraksadı, bir Volga’yı gösterdi, Raşit güldü. Kabil, Meryem’in görebildiği Herat’tan çok daha kalabalıktı. Daha az ağaç, daha az at gari’si vardı, ama otomobillerin, yüksek binaların, tra ik ışıklarının ve kaldırımlı yolların sayısı çok daha fazlaydı. Dört bir yanda, kentin kendine özgü lehçesini duyuyordu: örneğin, “sevgili”ye Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling