Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
Daha çok küçüksün, biliyorum, ama bunu şimdiden anlamanı ve iyice öğrenmeni
istiyorum, demişti. Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. Sen çok, çok zeki bir kızsın. Gerçekten öylesin, istediğin her şey olabilirsin, Leyla. Seni tanıyorum. Ayrıca, bu savaş bittikten sonra Afganistan’ın erkekler kadar, belki daha da çok, sizlere gereksineceğini biliyorum. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur, Leyla. Hiç yoktur. Ama Leyla, Babi’nin bu sözlerini Hasena’ya aktarmadı; onun gibi bir babası olduğuna ne kadar sevindiğini, Leyla’ya ilişkin görüşlerinin, koltuklarını nasıl kabarttığını, zaten kendisinin de, eğitimini sonuna kadar, inatla sürdürmeye kararlı olduğunu da. Leyla son iki yıldır eval numre belgesini kazanıyordu; her yıl sınıfın en başarılı öğrencisine verilen takdirnameyi. Bunlardan Hasena’ya hiç söz etmedi, zira onun babası huysuz, aksi bir taksi şoförüydü ve kızını üç yıla kalmadan baş göz edeceği kesindi. Hasena çok nadir görülen, ciddi anlarından birinde, Leyla’ya, ondan yirmi yaş büyük olan ve Lahor’da bir otomobil galerisi bulunan kuzeniyle evlenmesinin kararlaştırıldığını anlatmıştı. Onu iki kez gördüm, demişti. Her ikisinde de, ağzını aça aça yemek yedi. “Evet, kızlar, kuru fasulye,” diye yineledi Hasena. “Bunu aklınızda tutun. Tabii eğer” - şeytanca sırıttı, dirseğiyle Leyla’yı dürttü- “kapıyı çalan kişi genç, yakışıklı, tek bacaklı prensiniz değilse. O zaman...” Leyla onun dirseğini itti. Tarık hakkında bunları söyleyen bir başkası olsaydı, çok bozulurdu. Ama Hasena’nın fesat, kötü niyetli olmadığını biliyordu. Sadece takılır, alay ederdi, üstelik alaylarından herkes nasibini alırdı; en çok da kendisi. “O insanlar hakkında böyle konuşmamalısın!” dedi Çiti. “Hangi insanlarmış bunlar?” “Savaş yüzünden yaralanan insanlar,” dedi Çiti içtenlikle, Hasena’nın dalga geçtiğinden habersiz. “Galiba Molla Citi’miz Tarık’a âşık olmuş. Anlamıştım! Hah! Ama o sözlü sayılır, kızım, bilmiyor muydun? Öyle değil mi, Leyla?” “Âşık filan değilim. Hiç kimseye!” Leyla’dan ayrıldılar, hâlâ tartışarak, köşeyi döndüler. Leyla son üç sokağı tek başına geçti. Kendi sokaklarına girince, mavi Benz’in hâlâ orada, Raşit’le Meryem’in evinin önünde durduğunu gördü. Kahverengi takım elbiseli, yaşlıca erkek şimdi dışarıda, arabanın önündeydi, bastonuna dayanmış, eve bakıyordu. Tam o sırada, arkasından gelen bir ses, “Hey. Sarı Saçlı. Buraya bak,” dedi. Leyla arkasını döndü ve bir tabancanın namlusuyla burun buruna geldi. 17 Tabanca kırmızıydı, horozu parlak yeşil. Silahın gerisinde Kadim’in sırıtan yüzü. Kadim on bir yaşındaydı; Tarık’la yaşıt. Kilolu, uzun boyluydu; göze batacak kadar çıkık, sivri bir çenesi vardı. Babası Deh-Mazang’da kasaptı; Kadim’in ara ara, yoldan geçenlere sakatat, bağırsak parçaları fırlattığı bilinirdi. Bazen, Tarık yakınlarda değilse, Leyla’yı okulun avlusunda bir köşeye kıstırır, baygın baygın bakıp inlemeyi andıran sesler çıkarırdı. Bir keresinde kızın omzuna vurmuş, Ne kadar da güzelsin, Sarı Saçlı. Seninle evlenmek istiyorum, demişti. Elindeki silahı salladı. “Merak etme,” dedi. “Belli olmaz. Senin saçında yani.” “Sakın yapma! Seni uyarıyorum.” “Ne yaparsın yani?” dedi oğlan. “Topalını üstüme mi salarsın? Ah, Tarık can. Ah, yanıma gel de beni şu bedmey’ten kurtar!’ Leyla geri geri çekildi, ama Kadim tetiği pompalamaya başlamıştı bile. Ince, ılık su fıskiyeleri peş peşe, kızın saçlarına, yüzünü korumak için kaldırdığı avucuna fışkırdı. Aynı anda, öteki oğlanlar da saklandıkları yerden çıktılar; gülmekten yerlere yatıyorlardı. Sokakta duyduğu bir küfür Leyla’nın dilinin ucuna geldi. Anlamını tam olarak bilmiyor, buradaki uygulamayı gözünün önüne getiremiyordu, fakat sözcüklerde öyle ateşli bir güç vardı ki, savurmanın tam sırasıydı. “Anan çük yiyor!” “Hiç olmazsa seninki gibi çatlak değil,” diye yapıştırdı Kadim, sakince. “Babam da hanım evladı değil! Bu arada, neden evlerini koklamıyorsun?” Öteki oğlanlar bir ağızdan çığrıştı: “Kokla! Kokla!” Leyla kokladı, ama daha koklamadan anlamıştı; oğlanın, saçlarında belli olmaz, derken ne kastettiğini de. Tiz, canhıraş bir çığlık attı. Bunu duyan oğlanlar daha da azıttılar, yuhalamaya başladılar. Leyla döndü, avaz avaz bağırarak eve koştu. *** Kuyudan su çekti, banyodaki leğene doldurdu, giysilerini yırtarcasına çıkardı. Saçlarını sabunladı; parmaklarıyla kafatasını deli gibi ovuyor, tiksintiyle inliyordu. Bir tastan döktüğü suyla duruladı, sonra bir kez daha sabunladı. Midesi kalkıyor, kusacak gibi oluyordu. Sabunlu el bezini yüzüne defalarca, kazırcasına sürterken inildiyor, titriyordu; yüzüyle boynu kıpkırmızı kesilinceye kadar silinmeyi sürdürdü. Tarık yanımda olsaydı, bu başıma gelmezdi, diye düşündü, temiz bir gömlekle pantolon giyerken. Kadim asla cüret edemezdi. Ama tabii, Anne yapması gerekeni yapıp onu okuldan alsaydı, böyle bir şey zaten yaşanmazdı. Bazen Leyla, Anne’nin neden zahmet edip onu doğurduğunu merak ediyordu. Artık şuna inanıyordu: Bütün sevgilerini, zaten sahip oldukları çocuklara verip tüketen ana-babaların, yeni çocuk yapmalarına izin verilmemeliydi. Haksızlıktı bu. İçinde bir öfke dalgası kabardı. Odasına girdi, kendini yatağa attı. Az biraz yatışır gibi olunca koridora çıktı, annesinin yatak odasına gidip kapıyı tıklattı. Küçükken, bu kapının önünde saatlerce otururdu. Ha if ha if vurur, annesinin adını defalarca, üst üste fısıldardı; bir büyüyü bozacak, sihirli bir nakarat gibi: Annecim, Annecim, Annecim... Ama Anne kapıyı hiç açmamıştı. Şimdi de açmadı. Leyla tokmağı çevirdi, içeriye girdi. *** Bazen, kırk yılda bir, Anne iyi gününde olurdu. Yataktan parlayan gözlerle, şakacı bir tavırla fırlayıp kalkardı. Sarkık altdudağı bir gülümsemeyle kıvrılırdı. Yıkanırdı. Temiz bir elbise giyer, kirpiklerini rimellerdi. Kızına saçlarını taratır (Leyla bayılırdı buna), kulaklarına küpe takardı. Birlikte alışverişe, Manday Pazarı’na giderlerdi. Birlikte kızmabirader oynar, kocaman bir sütsüz çikolata kalıbından kestirdikleri yaprakları yerlerdi, sayısı bir ikiyi geçmeyen ortak zevklerinden biriydi. Anne’nin iyi günlerinde, Leyla’nın en sevdiği kısım, Babi’nin eve döndüğü andı; ana kız başlarını çikolata kâsesinden kaldırır, kahverengi dişleriyle ona sırıtırlardı. Odayı bir hoşnutluk esintisi yalar, Leyla bir zamanlar, bu ev kalabalıkken, gürültülü ve şenken, annesiyle babasını sımsıkı kenetleyen sevdanın, sevecenliğin tadına bir anlığına da olsa bakmış olurdu. Anne bazen, iyi günlerinde, hamur işleri yapar, komşu kadınları çaya çağırırdı. Leyla kek, kurabiye hamurundan kalanı yalar, kâseyi tertemiz ederken, Anne de incanlar, peçeteler ve iyi tabaklarla sofrayı kurardı. Daha sonra, Leyla masada, bağıra çağıra konuşan, çay içen, Anne’nin hamur işlerini öven kadınların arasındaki yerini alır, lafa karışmaya çalışırdı. Konuşma fırsatı pek bulamasa da, aralarında olmaktan, dinlemekten hoşlanırdı, çünkü bu toplantılarda nadiren tattığı bir zevki tadardı: Anne’yi, Babi hakkında sevgi dolu sözler ederken dinlemek. “Birinci sınıf bir öğretmendi,” derdi Anne. “Oğrencileri ona bayılırdı. Nedeniyse salt onlara diğer öğretmenler gibi cetvelle vurmaması değildi. Ona saygı duyarlardı, anlıyor musunuz; çünkü o da onlara saygı duyardı. Olağanüstü bir hocaydı.” Anne evlenme teklifini nasıl aldığını anlatmaya da bayılırdı. “Ben on altıydım, o on dokuz. Ailelerimiz Penşir’le kapı komşusuydu. Ah, evet, ona âşıktım, Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling