Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
Yirmimize geldiğimizde, derdi Hasena, Citi’yle ikimiz, adam başı dörder beşer çocuk
peydahlamış olacağız. Ama sen, Leyla, sen bu iki budalayı gururlandıracaksın. Sen önemli biri olacaksın. Bir gün elime bir gazete alacağım ve ön sayfada resmini göreceğim; çok iyi biliyorum. Şimdi Çiti yüzünde hülyalı, dalıp gitmiş bir anlam, Leyla’yla birlikte salatalık doğramaktaydı. Anne, sırtında parlak renkli yazlık elbisesi, ebe Vecma ve Tarık’ın annesiyle birlikte, haşlanmış yumurtaları soyuyordu. “Komutan Mesut’a, Ahmet’le Nur’un bir resmini hediye edeceğim,” dedi Vecma’ya; beriki başını salladı, ilgili ve candan görünmeye çalıştı. “Cenazeye bizzat katılmış. Mezarlarının başında dua okumuş. Bu nezaketine karşılık bir teşekkür armağanı olacak.” Katı yumurtalardan birini daha kırdı. “Düşünceli, asil biri olduğunu duydum; hoşuna gidecektir.” Çevrelerinde, kadınlar mutfağa girip çıkıyor, kurma kâseleri, masteva tabakları, ekmek somunları taşıyor, hepsini oturma odasının zeminine serilmiş olan sofra’ya yerleştiriyorlardı. Arada bir, aylak aylak gezinen Tarık görünüyordu. Şundan bir parça alıyor, bunun tadına bakıyordu. “Erkekler giremez,” dedi Çiti. “Dışarı, dışarı, dışarı,” diye bağırdı Vecma. Tarık kadınların onu böyle tatlılıkla kışkışlamasına gülümsedi. Burada istenmiyor olmaktan, bu kadınsı atmosferi yarı sırıtkan, erkeksi bıçkınlığıyla bozmaktan keyif alır gibiydi. Leyla ona bakmamak için elinden geleni yapıyordu; bu kadınlara daha fazla dedikodu malzemesi vermeye hiç niyeti yoktu. Gözlerini yerden kaldırmadı, Tarık’la hiçbir şey konuşmadı, ama birkaç gece önce gördüğü rüyayı anımsadı; ikisinin yüzleri, bir aynada, yumuşak, yeşil bir duvağın altında. Ve pirinç taneleri; erkeğin saçlarından dökülüyor, tıpır tıpır aynaya çarpıyor. Tarık patatesli tas kebabının tadına bakmak için tencereye uzandı. Çiti onun eline vurdu. “Ho baca!” Tarık yine de bir parça aşırdı, güldü. Artık Leyla’dan neredeyse bir baş uzundu. Tıraş oluyordu. Yüzü daha zayıf, daha köşeliydi. Omuzları genişlemişti. Pilili pantolon, siyah parlak mokasen ve son zamanlarda (bahçede her gün kaldırdığı bir çift, eski, paslı halter sayesinde) iyice kaslanmış kollarını gösteren, kısa kollu gömlekler giyiyordu. Yine son zamanlarda, yüzüne şakacı bir kavgacılık, diklenmeye hazır bir ifade yerleşmişti. Konuşurken, başını sıkılgan bir edayla ha ifçe yana eğiyor, gülerken tek kaşını kaldırıyordu. Saçları uzamıştı, alnına düşen perçemleri sık sık, gereksizce geriye atmak gibi bir huy edinmişti. Bu bıçkın, yarı sırıtış da yeniydi. Tarık mutfaktan son kez kovalanırken, oğlanın annesi Leyla’yı çaktırmadan ona bakarken yakaladı. Kızın yüreği hop etti, gözleri suçlu suçlu kırpıştı. Hemen önüne eğildi, doğranmış salatalıkları sürahideki sulandırılmış, tuzlu yoğurda katmaya koyuldu. Ama Tarık’ın annesinin onu izlediğini hissedebiliyordu; dudaklarında hafif, bilen, onaylayan bir tebessümle. Erkekler tabaklarını doldurdular, bahçeye götürdüler. Onlar alacağını aldıktan sonra, kadınlarla çocuklar yer sofra’sının etrafına dizilip, karınlarını doyurdular. Sofra kaldırıldıktan, bulaşıklar mutfakta üst üste yığıldıktan, kimin yeşil kimin siyah istediğini anımsamaya çalışarak çay demleme curcunası başladıktan sonra, Tarık başıyla bir işaret yaptı, kapıdan dışarıya süzüldü. Leyla beş dakika bekledi, sonra onu izledi. Delikanlıyı üç ev ileride buldu; iki komşu evin arasındaki dar ağızlı geçidin başında, duvara yaslanmıştı. Üstat Eval Mir’den, eski bir Peştun şarkısı mırıldanıyordu: Da ze ma ziba vatan, Da ze ma dada vatan. Bu bizim güzel vatanımız, Bu bizim sevgili vatanımız. Sigara içiyordu; bu yeni alışkanlığı da Leyla’nın onu son günlerde birlikte gördüğü oğlanlardan kapmıştı. Leyla onlara katlanamıyordu; Tarık’ın bu yeni arkadaşlarına. Hepsi de birörnek giyiniyordu; pilili pantolonlar, kollarını, göğüslerini meydana çıkaran, dar tişörtler. Hepsi çok fazla tıraş losyonu sürüyor, hepsi sigara içiyordu. Mahallede gruplar halinde, çalımlı çalımlı dolanır, şakalaşır, yüksek sesle güler, hatta bazen kızlara laf atarlardı; suratlarında hep o aynı, budala, kendinden hoşnut sırıtma. Bunlardan biri, Sylvester Stallone’yi şöyle böyle, son derece uzaktan andırmasına dayanarak, kendisine ısrarla Rambo dedirtiyordu. “Annen sigara içtiğini bilse, öldürür seni,” dedi Leyla; geçide girmeden önce sağı solu güzelce kolaçan ederken. “Ama bilmiyor,” dedi oğlan. Kıza yer açmak için yana kaydı. “Her an öğrenebilir tabii.” “Kim söyleyecek? Sen mi?” Leyla ayağıyla ha if ha if yere vuruyordu. “Sırrını rüzgâra fısıldarsan, ağaçlara söylediği için suçlayamazsın.” Tarık gülümsedi; tek kaşı yine havalanmıştı. “Kim demiş bunu?” “Halil Cibran.” “Hava atmaya da bayılırsın.” “Bir sigara versene.” Delikanlı başını hayır anlamında salladı, kollarını kavuşturdu. Bu duruş, poz dağarcığına yeni girmişti: sırt duvarda, kollar kavuşturulmuş, sigara ağzının bir köşesinden sarkıyor, sağlam bacağı umursamazca kıvrılmış. “Neden vermiyorsun?” “Sana dokunur,” dedi oğlan. “Ama sana dokunmaz?” “Ben kızlar için sigara içiyorum.” “Hangi kızlar?” Yılışık yılışık sırıttı. “Seksi buluyorlar.” “Değil ki.” “Ya?” “Bana güven.” “Seksi değil, yani?” “Khila görünüyorsun; geri zekâlı gibi.” “Bak bu canımı acıttı işte.” “Hangi kızlarmış bunlar?” “Kıskandın.” “Sadece merak ettim, öylesine... kayıtsızca yani.” “Ikisi birden olamazsın.” Sigarasından bir nefes daha çekti, dumanın arasından gözlerini kıstı. “Şu anda bizden bahsettiklerine her bahse varım.” Leyla’nın kafasında, Anne’nin sözleri çınladı. Avucundaki sığırcık gibi. Azıcık gevşetsen uçar Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling