Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
hiçbir anlamı yok mu, kuzen? Beni avutan tek şey, onların kanını emen topraklarda yürüdüğümü
bilmek. Hayır. Asla! Babi de onsuz asla ayrılmazdı buradan, Leyla biliyordu, her ne kadar Anne, Leyla’ya analık etmediği gibi, Babi’ye karılık etmeyi de kesmiş olsa da. Babi karısının hatırına, bu hayalini bir yana atıverecekti, tıpkı işten döndüğünde ceketinden silkelediği unlar gibi. Ve burada kalacaklardı. Savaşın bitmesini bekleyeceklerdi. Savaştan sonra başlarına gelecek şeyi Leyla, Anne’nin bir keresinde Babi’ye, “Inançları, davası olmayan bir erkekle evlenmişim,” dediğini duymuştu. Anne anlamıyordu. Bir aynaya baksa, karşısında erkeğin asla sarsılmayan inancını, en vazgeçilmez davasını göreceğini anlayamıyordu. *** Daha sonra, çağıltılı bir derenin kenarına oturdular, ekmek, haşlanmış yumurta ve patatesle karınlarını doyurdular; Tarık bir ağacın altında biraz kestirdi. Başını, katlayıp yastık ettiği ceketine bırakmış, ellerini göğsünde kavuşturmuştu. Taksi sürücüsü, badem almak için köye gitmişti. Babi, geniş gövdeli bir akasyanın gölgesinde, kitap okuyordu. Leyla kitabı biliyordu; babası bir keresinde ona da okumuştu. Dev bir balık yakalayan, Santiago adındaki yaşlı balıkçının öyküsüydü. Ama teknesini sağ salim limana ulaştırdığında, yakaladığı görkemli balıktan geriye hiçbir şey kalmamıştı; köpekbalıkları parçalamıştı. Leyla derenin kıyısına oturdu, ayaklarını serin suya soktu. Tepesinde sivrisinekler vızıldıyor, kavak pamukçukları uçuşuyordu. Yakınlarda bir yusufçuk pırladı. Leyla ince, uzun otların birinden kalkıp ötekine konan böceğin, güneş vurdukça parlayan kanatlarını seyretti. Mor, sonra yeşil, turuncu parıltılar. Derenin karşısında, bir grup yerel Hazara çocuk, yerden öbek öbek kurumuş inek pisliği topluyor, sırtlarına bağlanmış çuvallara dolduruyordu. Bir yerlerde bir eşek anırdı. Bir jeneratör hırıldayarak çalıştı. Leyla’nın aklına yine babasının küçük düşü geldi. Denize yakın bir yerde. Buda’nın tepesinde, Babi’ye söylemediği bir şey vardı: bir bakıma, önemli bir bakıma, gidemeyeceklerine seviniyordu. Citi’yi, o kavruk yüzlü ciddiyetini özleyecekti; kurnaz gülüşleri, bitmek bilmez şaklabanlıklarıyla Hasena’yı da. Ve tabii, Tarık. Onun Gazne’de olduğu o dört haftanın nasıl bir türlü geçmek bilmediğini Leyla gayet iyi anımsıyordu. Onsuz zamanın nasıl uzadıkça uzadığını, nasıl yolunu, dengesini yitirmişçesine oradan oraya sürüklendiğini. Onsuz bir yaşamla nasıl başa çıkardı? Belki de böyle, iki ağabeyinin birden kurşunlarla delik deşik edildiği bir ülkede birine bağlanmak, hep yanında olmayı istemek mantıksızlıktı. Ama Leyla’nın tek yapması gereken, takma bacağıyla Kadim’e saldıran Tarık’ın görüntüsünü gözünün önüne getirmekti; o zaman, dünyada hiçbir şey bundan daha mantıklı gelmiyordu ona. *** Altı ay sonra, 1988 Nisanı’nda, Babi eve büyük haberlerle geldi. “Bir barış antlaşması imzalamışlar!” dedi. “Cenevre’de. Resmi bir antlaşma! Gidiyorlar. Dokuz ay içinde Afganistan’da tek bir Sovyet kalmayacak!” Anne yatağında oturuyordu. Omuzlarını silkti. “Ama komünist rejim kalıyor,” dedi. “Necibullah, Sovyetler’in kukla başkanı. Onun bir yere gittiği yok. Hayır, savaş sürecek. Sonu gelmedi henüz.” “Necibullah fazla dayanamaz,” dedi Babi. “Gidiyorlar, Anne! Gerçekten gidiyorlar!” “Istiyorsanız, sız ikiniz kutlayın. Fakat ben Mücahitlerin tam burada, Kabil’de bir zafer resmi geçidi yaptığını görünceye kadar huzur bulmayacağım.” Sonra, yeniden uzandı, örtüyü üzerine çekti. |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling