Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
27 MERYEM “Kim olduğumu biliyor musun?” Kızın göz kapakları titreşti. “Olanları hatırlıyor musun?” Kızın dudakları titredi. Gözlerini yumdu. Yutkundu. Eli sol yanağına sürtündü. Ağzını oynattı. Meryem ona biraz daha yaklaştı. “Bu kulak,” diye soludu kız. “Duymuyor.” *** Ilk haftanın neredeyse tamamını, Raşit’in hastaneden satın aldığı pembe haplar sayesinde, uykuda geçirdi. Uykusunda mırıldanıyordu. Bazen anlaşılmaz, karmakarışık şeyler söylüyor, haykırıyor, Meryem’in çıkaramadığı birilerine sesleniyordu. Uykusunda ağladı, heyecanlandı, örtüleri tekmeledi, Meryem onu tutmak, yatağa bastırmak zorunda kaldı. Bazen öğürüyor, öğürüyor, Meryem’in zorla yedirdiği her şeyi çıkarıyordu. Sakinken, battaniyenin altından bakan bir çift hüzünlü gözdü; Meryem’le Raşit’in sorularına kısık sesle, kısa yanıtlar veriyordu. Bazı günler çocuk gibiydi; Meryem, ardından Raşit bir şeyler yedirmeye çalıştığında, başını bir o yana bir bu yana çeviriyordu. Meryem’in elindeki kaşığı uzattığını görünce, kaskatı kesiliyordu. Ama çok çabuk yoruluyor, sonunda kadının ısrarcı tavrına boyun eğiyordu. Bu teslimiyeti uzun süren ağlama krizleri izliyordu. Meryem, Raşit’in getirdiği antibiyotikli merhemi kızın yüzündeki, boynundaki kesiklere, omuzlarındaki uzun, derin dikiş yerlerine, kollarına, bacaklarına sürdü. Yaralara sardığı gazlı bezi sık sık değiştiriyor, yıkayıp yeniden sarıyordu. Kız öğürmeye başlayınca saçlarını yüzünden çekiyor, geriye sıvazlıyordu. “Ne kadar kalacak?” diye sordu Raşit’e. “İyileşene kadar. Baksana şuna. Gidecek durumda mı? Zavallıcık.” *** Raşit, onu bulduğunu, toprağı kazıp molozların altından çıkardığını anlattı. “Talihin varmış ki evdeydim,” dedi. Meryem’in yatağında yatan kızın yanında, portatif bir iskemlede oturuyordu. “Gerçekten şanslıymışsın. Demek istediğim, seni ellerimle çıkardım oradan. Şu büyüklükte bir metal parçası vardı...” Kıza göstermek için başparmağıyla işaretparmağını iyice ayırdı; Meryem’e kalırsa, verdiği ölçü parçanın gerçek boyunun en az iki katıydı. “Bu kadar büyüktü işte. Ucu omzundan görünüyordu. Oraya tam anlamıyla gömülmüştü. Kerpeten kullanmayı bile düşündüm. Neyse, artık iyisin. Bir de bakmışsın, nev sopa, sapasağlam olmuşsun.” Hâkim’in kitaplarından çok azını kurtarabilmişti. “Çoğu kül olmuştu. Gerisi de yağmalandı, korkarım.” O ilk hafta, Meryem’e yardım etti, kıza birlikte baktılar. Bir gün işten yeni bir battaniye ve yastıkla döndü. Bir başka gün, bir ilaç şişesiyle. “Vitamin,” dedi. Leyla’ya, arkadaşı Tarık’ın evine el konduğu haberini getiren de oydu. “Bir armağan,” dedi. “Sayyafın komutanlarından biri, üç adamına armağan olarak vermiş. Hah!” U ç adam aslında, gencecik yüzleri güneşten yanmış oğlanlardı. Meryem oradan geçerken görüyordu onları; sırtlarında hiç çıkarmadıkları üniformalar, Tarık’ın evinin önüne çömelip iskambil oynar, sigara tüttürür, Kalaşniko larını duvara yaslarlardı. En güçlü, kaslı görünen, kendinden memnun, mağrur bir havası olan, liderleriydi. En gençleri aynı zamanda en sessizleriydi; arkadaşlarının tepeden bakan, üstünlük taslayan tavırlarına ayak uyduramaz gibiydi. Onlerinden geçen Meryem’e gülümser, başıyla selam verir olmuştu. Böyle anlarda, yüzeydeki kendini beğenmişlik az da olsa siliniyor, Meryem onun genç çehresinde henüz yozlaşmamış, alçakgönüllü bir ışıltı yakalıyordu. Sonra, bir sabah füzeler evi yerle bir etti. Söylentilere göre, saldırı Vahdet grubundaki Hazaralardan gelmişti. Komşular bir süre sağda solda oğlanların parçalarını, kırıntılarını buldular. “Eh, böyle olacağı belliydi,” dedi Raşit. *** Meryem, roketin evi nasıl duman tüten bir taş yığınına dönüştürdüğünü görünce, kızın böyle ufak tefek, görece önemsiz yaralarla kurtulmasının ne büyük bir şans olduğunu düşündü. Zaten, giderek de düzeliyordu. Daha çok yemeye, saçlarını taramaya başlamıştı. Kendi başına yıkanabiliyordu. Yemeklerini aşağıda, Meryem ve Raşit’le yiyordu artık. Ama sonra, durduk yerde bir anı canlanıyor, taş gibi suskunluklara ya da hırçınlık nöbetlerine yol açıyordu. Içe kapanmalar ve çöküşler. Bitkin, kül gibi yüzler. Karabasanlar, ani keder saldırıları. Kusmalar. Ve bazen de, pişmanlıklar. “Burada olmamalıydım,” dedi bir gün. Meryem çarşa ları değiştiriyordu. Kız yere oturmuş, dizlerini göğsüne çekmiş, onu seyrediyordu. “Kutuları babam çıkarmak istemişti. Kitapları. Benim için fazla ağır olduğunu söylemişti. Ama bırakmadım. Oyle hevesliydim ki. Olay olduğunda, evin içinde bulunması gereken kişi bendim.” Meryem temiz çarşafı silkeleyerek açtı, yatağa yaydı. Kıza baktı; sarı buklelerine, ince, uzun boynuna, yeşil gözlerine, çıkık elmacıkkemiklerine, dolgun dudaklarına. Onu küçükken sokakta gördüğünü anımsıyordu; tandıra giden annesinin peşinden yalpalayarak koştururken, ya da ağabeyinin -kulağında kıl demeti olanın- omzunda giderken. Marangozun oğluyla bilye oynarken. Meryem’den bilgece bir yorum, yüreklendirici bir söz duymayı bekler gibi bakıyordu. Iyi ama, Meryem’de sunabileceği bir bilgelik var mıydı? Aşılayabileceği cesaret? Nana’yı gömdükleri gün, Molla Feyzullah’ın Kuran’dan yaptığı alıntıların, teselli açısından ne kadar yetersiz kaldığını çok iyi anımsıyordu. Ne mutlu ona ki, Yaradanın ahretine göçene; her şeye Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling