Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
Bazen... bana dünyada sahip olduğum tek şey senmişsin gibi geliyor, Leyla.
Bunlar Leyla’nın yaşamının olguları, kaçılamaz gerçekleriydi. “Kaka Hâkim’den seni isterim. Hayır duasını esirgemeyecektir bizden. Biliyorum.” Haklıydı. Babi karşı çıkmazdı. Ama bu olay onu yıkar, paramparça ederdi. Tarık hâlâ konuşuyordu, başlarda kısık olan sesi giderek tizleşti; yalvarıyor, ikna etmeye çalışıyordu; yüzü önce umutlu, sonra yaralı. “Yapamam,” dedi kız. “Böyle söyleme. Seni seviyorum.” “Üzgünüm...” “Seni seviyorum.” Bu sözleri onun ağzından duymayı ne zamandır bekliyordu? Bu sözcüklerin fısıldandığını kaç kez düşlemişti? Işte söylenmiş, nihayet dillendirilmişti; buradaki ironi, acımasızlık kızın yüreğini ezdi. “Babamı bırakamam,” dedi. “Elinde bir ben kaldım. Kalbi buna dayanamaz.” Bunu Tarık da biliyordu. Kız yükümlülüklerini bir kalemde silip atamazdı, tıpkı kendisinin de yapamayacağı gibi. Yine de sürdü gitti: onun yakarışları, kızın reddetme gerekçeleri, onun önerileri, kızın özürleri, ikisinin gözyaşları. Sonunda, Leyla onu göndermek zorunda kaldı. Kapıda, oğlandan söz aldı: vedalaşmadan gidecekti. Kapıyı yüzüne kapadı. Sırtını, erkeğin yumruklarıyla sarsılan kapıya dayadı; Tarık kapının arkasından konuşur, geri döneceğine, onu almaya geleceğine ant içerken, Leyla bir kolunu beline dolamış, elini ağzına bastırmış, öylece bekledi. Oğlan yorgun düşünceye, nihayet pes edinceye kadar bekledi, sonra dışarıdan gelen düzensiz, kararsız ayak seslerini dinledi; ta ki sesler ha i leyene, tepelerde çatırdayan top ateşleri ve karnında, gözlerinde, kemiklerinde gümbürdeyen yüreği sayılmazsa, sessizlik çökene kadar. 26 Yılın, şu âna kadar, en sıcak günüydü. Dağların hapsettiği, kemik kavuran sıcak, kenti bir yangın dumanıymışçasına boğuyordu. Elektrikler günlerdir kesikti. Kabil’in her tarafında elektrikli vantilatörler, insanla alay edercesine, boş boş duruyordu. Leyla salondaki divanda ölü gibi yatmaktaydı; bluzu terden sırılsıklamdı. Verdiği her nefes, burnunun ucunu yakıyordu. Ebeveyninin, Anne’nin odasında konuştuklarının farkındaydı. Iki gece önce olduğu gibi, dün gece de uyanmış, alt kattan gelen seslerini duymuştu. Artık her gün, baş başa verip konuşuyorlardı; o kurşundan beri, bahçe kapısında açılan o yeni delikten beri. Dışarıda, topların uzaklardan gelen gümbürtüsü; sonra, daha yakından, bir makineli tüfeğin kısa, kesik takırtısı; ardından bir başkası. Leyla’nın içinde de bir savaş sürmekteydi: bir yanda, utancın eşlik ettiği suçluluk duygusu, öte yanda Tarık’la yaptıkları şeyin hiç de çirkin, ahlaksızca olmadığı inancı. Birbirlerini belki de bir daha hiç göremeyecek olmalarının kışkırttığı, doğal, iyi, güzel, hatta kaçınılmaz bir şey yaşadıklarına inanıyordu. Kanepede yan döndü, anımsamak için kendini zorladı: Bir ara, yerde yatarlarken Tarık alnını onunkine dayamış, soluk soluğa bir şey demişti: Canını acıtıyor muyum? ya da Canın acıyor mu? Leyla hangisi olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu. Canını acıtıyor muyum? Canın acıyor mu? Gideli yalnızca iki hafta olmasına karşın, işte başlamıştı bile: Zaman o keskin hatlı anıların kenarlarını kemirmeye koyulmuştu. Leyla belleğini sıkıştırdı. Ne demişti? Hangisini? Bu sorunun yanıtını bilmek birdenbire can alıcı, yaşamsal bir önem kazanmıştı. Gözlerini kapadı. Yoğunlaştı. Zaman geçtikçe, yavaş yavaş, bu işlemden usanacaktı. Zihinden bulup çıkarmak, tozunu almak, çoktan ölmüş ânı yeniden diriltmeye çalışmak giderek daha yorucu olacaktı. Ve işin doğrusu, bir gün, yıllar sonra bir gün gelecek, Leyla artık onu kaybettiğine ah vah etmeyecekti. En azından, şimdiki kadar sık, daha doğrusu, böyle kesintisizce değil. Gün gelecek, erkeğin yüzünün ayrıntıları belleğin pençesinden sıvışacak, sokakta oğlu Tarık’a seslenen bir annenin sesini duymak, kızın bir anda bütün palamarlarını kesip onu rüzgâra, açık denizlere savurmayacaktı. Tarık’ı şu anki kadar çok özlemeyecek, yokluğunun sancısı şimdiki gibi Leyla’ya sımsıkı yapışıp, ayrılmaz bir yoldaşı olmayacaktı -bir uzvunu kaybedenlerin hissettiği şu hayali acı gibi. Ama tabii, Leyla yetişkin bir kadın olduğunda, zaman zaman, bir gömlek ütüler ya da çocuklarını salıncakta sallarken, önemsiz, küçücük bir şey, belki sıcak bir günde tabanına değen halının ılıklığı ya da bir yabancının çıkık alnı, malum ikindiye ilişkin bir ayrıntıyı, bir anıyı itilleyiverecekti. Ve her şey, bütün anılar doludizgin dönecekti. Nasıl ansızın, kendiliğinden oluverdiği. Akıl almaz tedbirsizlikleri. Beceriksizlikleri. Birleşmenin acısı, zevki, hüznü. Sarmaş dolaş bedenlerin yaydığı ısı. Anılar içini bir sel gibi kaplayacak, soluğunu çalacaktı. Fakat sonra, geçip gidecekti. O an bitecekti. Geride, kendini sönmüş bir balon gibi, havası boşalmış gibi hisseden, belli belirsiz bir huzursuzluk dışında hiçbir şey hissetmeyen Leyla’yı bırakarak. Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling