Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
38
LEYLA Taliban işe koyulunca, Leyla Babi’nin sağ olup da bunları görmediğine sevindi. Kazmalı, baltalı adamlar, bakımsızlıktan dökülen Kabil Müzesi’ne daldılar, Islam öncesi heykelleri parçaladılar -Mücahitler tarafından çoktan yağmalanmamış olanları, elbette. Universite kapatıldı, öğrenciler evlerine gönderildi. Resimler duvarlardan indirildi, kılıçlarla parçalandı. Televizyon ekranları tekmelendi. Kitaplar, Kuran dışında, yığınlar halinde yakıldı, kitap satan dükkânlar kapatıldı. Halili’nin, Pejvak, Ensari, Hacı Dehkan, Eşraki, Beytab, Hafız, Nizami, Rumi, Hayyam, Beydel ve daha pek çoklarının yapıtları kül oldu. Leyla, namaz vakti sokaklarda olan erkeklerin toplanıp zorla camilere sokulduğunu duyuyordu. Tavuk Sokağı yakınındaki Marco Polo lokantasının bir sorgulama merkezine dönüştürüldüğünü öğrendi. Bazen, siyaha boyalı pencerelerinin arkasından çığlıklar geliyordu. Sakal Devriyesi kentin dört bir yanında, Toyota kamyonetleriyle sokakları turluyor, kana susamışçasına, tıraş edilmiş surat arıyordu. Sinemaları da kapattılar. Sinema Park, Ariana, Aryub. Projeksiyon odaları talan edildi, ilm bobinleri ateşe verildi. Tarık’la birlikte bu sinemalarda oturup ilm izledikleri günler, Leyla’nın bugün gibi aklındaydı; Hint melodramları, kaderin trajik bir cilvesiyle ayrı düşen âşıklar, biri uzak diyarlara sürüklenirken ötekinin bir başkasıyla evlendirilmesi, gözyaşları, kadife çiçekleriyle dolu tarlalarda söylenen şarkılar, kavuşma hasretiyle yanan yürekler. Bu tür filmlerde ağladığı zaman Tarık güler, onunla dalga geçerdi. “Babamın sinemasına ne yaptılar acaba?” dedi Meryem bir gün. “Tabii hâlâ duruyorsa. Ya da hâlâ babamınsa.” Kerabat, Kabil’in kadim müzik mahallesi susturuldu. Müzisyenler dövüldü, hapse atıldı, rubabla rı , tamburları, armonikaları ayaklar altında çiğnendi. Taliban, Tarık’ın en sevdiği şarkıcının, Ahmet Zahir’in mezarına kurşun yağdırdı. “Öleli neredeyse yirmi yıl oluyor,” dedi Leyla Meryem’e. “Ölmek bile yetmiyor mu?” *** Raşit Taliban’dan fazlaca rahatsız olmadı. Yapması gereken tek şey, sakal bırakmaktı, bıraktı; bir de camiye gitmekti, o da gitti. Taliban’ı bağışlayan, hatta eğlenen bir sevecenlikle izliyordu; taşkınlıklara, rezaletlere meyilli, dengesiz bir kuzene gösterilen hoşgörüyle. Her çarşamba gecesi, Şeriat’in Sesi’nde yayınlanan duyuruyu dinliyordu; Taliban’ın cezaya çarptırılanlar listesini. Sonra, cumaları, Gazi Stadyumu’na gidiyor, bir Pepsi alıp infaz gösterisini izliyordu. Yatakta, kesilen elleri, kırbaçlamaları, idamları, kafa kesmeleri sapıkça bir coşkuyla tanımlarken, Leyla’ya da zorla dinlettiriyordu. “Bugün bir adamın, erkek kardeşinin katilinin boğazını kesişini seyrettim,” dedi bir gece, havaya duman halkaları üfleyerek. “Vahşi bunlar,” eledi Leyla. “Oyle mi? Neye kıyasla, peki? Sovyetler bir milyon insan öldürdü. Mücahitlerin şu son dört yılda sırf Kabil’de kaç kişiyi öldürdüğünü biliyor musun? Elli bin. Elli bini Bununla kıyasladığında, birkaç hırsızın elini kesmek çok mu hunharca yani? Göze göz, dişe diş, o kadar. Kuran’da yazıyor. Ayrıca, söyle bakalım: Biri Azize’yi öldürse, sana intikamını bizzat alma fırsatı tanınsın istemez miydin?” Leyla ona tiksinen bir bakış fırlattı. “Yalnızca örnek veriyordum,” dedi adam. “Onlardan hiç farkın yok.” “Gözlerinin rengi ilginç, öyle değil mi? Azize’nin yani. Rengini ne senden ne de benden almış.” Raşit onun yüzüne bakmak için yan döndü, işaretparmağının kıvrık tırnağıyla kızın baldırını hafitçe kaşıdı. “Şöyle izah edeyim,” dedi. “Eğer canım isterse -istediğini söylemiyorum, yalnızca isteyebilir, olabilir, diyorum- Azize’yi başımdan atabilir, birine verebilirim; buna hakkım var. Buna ne derdin, ha? Ya da kalkıp Taliban’a gidebilir, seninle ilgili kuşkularım olduğunu söyleyebilirim. Bu kadar basit işte. Kimin sözüne inanırlar dersin? Sana ne yaparlar dersin?” Leyla bacağını çekip kurtardı. “Yapacağımdan değil,” dedi adam. “Yapmam. Ney. Muhtemelen yapmam. Beni bilirsin.” “Çok aşağılıksın,” dedi Leyla. “Bu ne büyük laf böyle. Bu huyundan oldu bitti hoşlanmadım zaten. Küçükken de, o topalla düşüp kalkarken bile, bir havalardaydın; kendini çok zeki sanırdın, bütün o kitaplarınla, şiirlerinle ilan. Onca zekâ ne işine yaradı, ha? Seni sokaklardan ben mi kurtardım, zekân mı? Aşağılığım, demek? Bu şehirdeki kadınların yarısı, benim gibi bir koca için cinayet işler. Cinayet.” Sırtüstü döndü, sigarasından derin bir nefes çekti. “Büyük la lardan hoşlanıyorsun, öyle mi? işte sana bir tane: perspektif. Burada yaptığım da aynen bu, Leyla. Perspektifini, görüş açını yitirmemeni sağlamak.” Leyla’nın o gece, saatlerce midesinin bulanmasına neden olan da, Raşit’in söylediği her şeyin, hepsinin doğru olmasıydı. Ama sabah ve ondan sonraki çoğu sabah, midesindeki bulantı sürdü, giderek de kötüleşti, çok iyi bildiği, tatsız bir illete dönüştü. Soğuk, bulutlu bir öğleden sonra, Leyla yatak odasının zeminine sırtüstü uzandı. Meryem kendi odasında, Azize’yle birlikte öğle uykusundaydı. Leyla’nın içinde, sokağa terk edilmiş bir bisikletin tekerleğinden kerpetenle kestiği, madeni çubuk vardı. Bisikleti, Tarık’la yıllar önce öpüştüğü geçitte bulmuştu. Uzun bir süre yerde, öylece yattı; bacakları ayrık, havayı dişlerinin arasından emerek. Varlığından ilk kuşkulandığı an sevmişti Azize’yi. Bu güvensizliği, tedirginliği hiç yaşamamıştı. Bir annenin, diye düşündü, kendi çocuğuna sevgi duyamayacağından korkması, korkunç bir şey. Doğa dışı bir şey. Ama işte, burada böyle yatar, terli elleriyle teker çubuğunu yönlendirmeye hazırlanırken, gerçekten de merak ediyordu: Raşit’in çocuğunu Tarık’ınki kadar sevebilir miydi? Sonunda, yapamadı. Çubuğu elinden bırakmasının nedeni, ne kan kaybından ölme korkusuydu, ne de bunun menfur, lanetlenesi bir davranış olduğunu düşünmesi (ki öyle olduğundan emindi). Leyla demir çubuğu bırakmıştı, çünkü Mücahitlerin bir an bile duraksamadan kabullendiği düsturu kendisine yakıştıramamıştı: Savaşta bazen masumların da ölmesi gerekir. Onun savaşı Raşit’e karşıydı. Bebeğin hiçbir suçu yoktu. Zaten haddinden çok cinayet işlenmişti. Leyla, iki düşmanın çapraz ateşinde kalıp, pisi pisine ölen yeterince masum canlı görmüştü. |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling