Çalikuşu reşat Nuri Güntekin’in Eserleri


Download 1.32 Mb.
Pdf ko'rish
bet43/51
Sana16.06.2023
Hajmi1.32 Mb.
#1492944
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   51
Bog'liq
Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu

Kuşadası, 1 Eylül
Doktor Hayrullah Bey bu sabah bana:
-Küçük, dedi. Beni yine bir köyden istemişler. Düldül sana emanet, sakın hayvanın pansumanını o
“Odabaşı” ayısına bırakma. Kendi bacağı gibi Düldül’ün bacağını da kestirmeye mi azmetti, hain
nedir? Bir türlü ayak iyi olmuyor, pansumanı biliyorsun. Yarayı tekrar bağladıktan sonra Düldül’ü
sekiz, on dakika bahçenin içinde dolaştır, hatta mümkünse bir parça, ama çok değil, koştur anladın
mı? ikinci işe gelince, fırıncı Hurşit Ağa bugün fırın kirasını getirecek, yirmi sekiz lira mı ne, benim
tarafımdan parayı alırsın. Ayrıca, neydi o söyleyeceğim? Kafa kalmadı ki... Ha, evet, benim
kütüphanemi aşağıya naklettir. Deniz tarafındaki odayı sana vereceğim. Orası daha güzel, hem kışın
lodosa karşıdır, üşümezsin...
Ne vakitten beri söylemek istediğim sözün sırası gelmişti. Dedim ki:
-Doktor Bey, Düldül’ü merak etmeyin, kirayı da alırım. Fakat, ötekine ihtiyaç var mı? Artık,
misafirliğim kâfi derecede uzadı, müsaade ederseniz ben gideceğim.
Doktor, ellerini kalçalarına dayadı, benim taklidimi yapmak için sesini incelterek hiddetle:
-Misafirliğim kâfi derece uzadı. Müsaade ederseniz ben gideceğim, dedi. Sonra daha sert bir
tavırla yumruğunu sallayarak:
-Ne dedin? Gidecek misin? Yediği naneye bak. Ağzını kulaklarına kadar yırtarım da asıl o vakit
kıyamete kadar gülersin.
-Fakat, Doktor Bey, dedim, misafirlik fazla uzuyor. Yine elini beline dayayarak:


-Peki, küçükhanım hazretleri, gitmek istiyorsunuz, âlâ fakat Quo Vadis?...
Gülümseyerek cevap verdim:
-Doktor bey, nereye gideceğimi ben de kendi kendime soruyorum. Fakat şu var, gitmek elzem.
İlanihaye yanınızda kalamam. Bu, tabii... En düşkün bir zamanımda bana yardım ettiniz, bunu
unutmayacağım, fakat...
Hayrullah Bey, çenemin altından tuttu:
-Küçük kız, gevezeliğe lüzum yok, biz, seninle “iki ahbap çavuş” olduk. Haydi, münasebetsizliği
bırak. Ben, hâlâ ısrar ediyordum:
-Doktor Bey, kalmak benim canıma minnet, emin olunuz, yanınızda çok mesut oluyorum, fakat
niceden beri size yük olacağım? Gerçi çok insaniyetlisiniz, fedakârsınız...
Doktor, kısa saçlarımı birbirine karıştırarak eğlenmeye devam ediyor, yine benim söyleyişimi
taklit etmek için yanağını çukurlaştırarak, dudaklarını sivriltip, sesini incelterek:
-İnsaniyet, fedakârlık... Trajedi mi oynuyoruz be deli çocuk? diyordu. Anlatamadık gitti, insaniyet,
fedakârlık bana vız gelir, küçük kız. Ben keyfim için yaşadım, keyfim için sana hizmet ettim. Senden
hoşlanmayayım da bak, suratına bakar mıydım? Kendimi tepesi üstü minderden attığımı işitsen yine
fedakârlık ettiğime inanma. “Bu hodkâm ihtiyar, kim bilir, ne zevk buldu?” de. Moliere’in bir
kahramanı vardır, pek zevkime gider. Herife dayak atarken öteki beriki kurtarmaya gelir, herif,
hepsini kovar. “Haydi efendim işinize. Allah Allah! Belki ben, dayak yemekten hoşlanıyorum!” der.
Haydi küçük, zevzekliği bırak, geldiğim vakit odalar hazır olmazsa vay haline alimallah hani, bir iri
genç bekçi var, herifi çağırır zorla seni nikâh ederim. Cezayı görürsün ha?..
Hayrullah Bey’in, ara sıra yaptığı gibi, yine münasebetsiz şakalar edeceğini, beni utandıracağını
biliyordum, hemen yanından kaçtım.
Hayrullah Bey, benim için hem iyi bir baba, hem iyi bir arkadaş oldu... Evinde, kendimi yabancı
bulmuyorum, benim gibi kalbi ve hayatı kırılmış bir kızın ne kadar mesut olması mümkünse o kadar
mesut oluyorum. Kendime bin türlü şey icat ediyorum, ihtiyar sütnineye yardım, evi düzeltmek,
bahçeye yemeklere hatta doktorun hesaplarına bakmak, daha böyle bin türlü iş.
Buradan ayrılıktan sonra ne yapacağım? Ben, artık alil sayılırım. Sıhhatim yavaş yavaş düzeliyor.
Fakat nafile, öyle hissediyorum ki, içimde müebbeden kırılmış bir şey var. Eski sıhhatimi, bana her
şeyi hoş gösteren eski neşemi artık bulamayacağım. Gülerken ağlıyorum, ağlarken gülüyorum,
dakikam dakikama uymuyor. Mesela, geçen akşam pek neşeliydim. Yatağımda gözlerimi kaparken
adeta kendimi mesut hissediyordum. Sabaha doğru karanlığın içinde hiç sebepsiz ağlaya ağlaya
uyandım. Neyim vardı? Niçin ağlıyordum? Bunu kendim de bilmiyordum. Öyle sanıyorum ki gece, bu
kocaman dünyanın bütün evlerini birer birer birer dolaşarak ne kadar keder, ümitsizlik varsa hepsini
toplamış, getirip benim göğsüme doldurmuş. Bu sebepsiz, isimsiz dilsiz yeis içinde: “Anneciğim,
anneciğim!” diye titreye titreye hıçkırıyor, daha kuvvetle feryat etmemek için parmaklarımla ağzımı
kapıyordum. Birdenbire yanımdaki odadan Hayrullah Bey’in sesi geldi:
-Feride, sen misin? Ne oldun kızım?


İhtiyar doktor, elinde mumla odama koştu, ne olduğumu, niçin ağladığımı bile söyletmeye lüzum
görmeden ehemmiyetsiz, belki manâsız şefkat kelimeleriyle beni teskin etti:
-Bir şey değil, kızım, bir şey değil, ehemmiyetsiz bir sinir nöbeti, geçer yavrum. Vah, çocuğum,
vah.
Ben, gözlerimde bir türlü durmayan yaşlar, tıkanan kuş yavruları gibi açık ağzımda boğuk
hıçkırıklarla titrerken ihtiyar arkadaşım, pencereye döndü, karanlıkta ta uzaklara yumruğunu
saklayarak:
-Allah belanı versin, aslan gibi çocuğu berbat ettin, dedi. Yalnız kaldıktan sonra da böyle hastalık
ve ümitsizlik saatlerim olursa ben ne yapacağım? Adam sende... Şimdiden bunu niçin düşünmeli?
Herhalde daha en az bir ay, belki daha ziyade, doktor beni bırakmayacak...

Download 1.32 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   51




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling