Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti
Download 1.77 Mb. Pdf ko'rish
|
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s
Werke mit dem Gewichte meines Grimms.
83 Çok beğendim doğrusu.” Sonra iki kız gene sessizliğe gömüldüler. Yaşlı kadın başını işinden kaldırarak, “İnsanların böyle konuştuğu bir ülke var mı ki?” diye sordu. “Günün birinde Almanca öğretmeni olmak niyetindeyiz de. O zaman şimdikinden daha çok para kazanabileceğiz.” “Olabilir. Yalnız, bu gecelik bırakın. Çalıştığınız yetti.” “Bence de öyle. Yoruldum artık. Ya sen, Mary?” “Ölüyorum yorgunluktan. Ne de olsa, sözlükten başka öğretmen olmaksızın dil çalışmak çetin iş, doğrusu.” “Hem de nasıl! Hele bu Almanca gibi şahane ama çetrefil bir dil! St. John ne zaman döner dersin?” Genç kız, “Handiyse gelir sanırım,” dedi. Kuşağından çıkardığı küçük, altın bir saate baktı. “Saat tam on. Yağmur çok sıklaştı. Hannah, bir zahmet, salondaki ateşe bakıverir misin?” Kadın kalkıp bir kapı açtı. Karanlık bir koridor gördüm. İçeriden bir yerden şöminenin karıştırıldığını belirten bir ses duydum. Sonra kadın gene mutfağa döndü. “Ah çocuklarım, o salona girmeyi hiç içim kaldırmıyor artık,” dedi. “Öyle ıssız bir görünümü var ki köşede duran o bomboş koltukla.” Gözlerinin önlüğünün ucuna sildi. Kızların yüzündeki ciddiliğin yerini bir üzüntü aldı. “Şu var ki babanız şimdi Cennet’te. Burada değil diye yas tutmayalım. Zaten ölümü de öyle rahat oldu ki, dostlar başına.” Kızlardan biri, “Bizden hiç söz etmedi diyorsun, öyle mi?” diye sordu. “Vakti olmadı ki, kızcağızım! Göz açıp kapayana dek gidiverdi. Bir önceki gün az keyifsizdi, ama öyle üstünde durulacak gibi değil. Küçükbey ona sordu, ‘Kızları çağırtalım mı?’ diye, ama babanız güldü, geçti. Ertesi gün sabahleyin gene, ‘Başımda bir ağırlık var,’ dedi. (İki hafta olmuş; günler nasıl da geçiyor!) Yattı, uyudu, bir daha da uyanmadı. Küçükbey yanına vardığında hemen hemen soğumuş buldu onu. Ah, kızlarım, eskilerden kimse kalmadı artık! Küçükbeyle sizler başkasınız, eskiler gibi değilsiniz. Anneniz de az çok sizler gibiydi. Okumuş, kitap delisiydi ama ne de olsa eski topraktı işte. Mary, anneciğin tıpkı sana benzerdi. Diana daha çok babasına benzer.” Ben bu iki kız kardeşi birbirine o kadar benzetiyordum ki ihtiyar emektarın onları nasıl ayırt edebildiğine şaşıyordum. İkisi de ince yapılı, sarışındılar, ikisinin de yüzlerinden zekâ, seçkinlik akıyordu. Yalnız, birinin saçları öbürününkinden biraz daha koyuydu. Sonra, saç biçimleri de ayrıydı: Mary kumral saçlarını ayırıp dümdüz tarayarak örmüştü; Diana’nın daha koyuca olan saçlarıysa gür lüleler biçiminde ensesini örtüyordu. Saat onu vurdu. Hannah, “Karnınız acıkmıştır,” dedi. “Küçükbey de kim bilir nasıl aç gelecek!” Yemek hazırlığına koyuldu. Hanımlar ayağa kalktılar. “Salona geçmek üzereler,” diye düşündüm. O dakikaya kadar onları seyretmeye dalmıştım. Davranışları, konuşmaları öylesine ilgimi çekmişti ki perişan durumumu unutmuştum. Şimdi gene anımsadım, aradaki çelişki kendi durumumu gözüme daha acı, daha ürkünç gösterdi. Şu evde oturanların güvenini kazanmak, çatılarının altında bana yer vermelerini sağlamak öyle olanaksız gibi geliyordu ki şimdi! El yordamıyla kapıyı bulup çekinerek çalarken bu dileğimin bir hayal olduğunu düşünüyordum. Kapıyı Hannah açtı. Elindeki mumun ışığında beni süzerek, şaşkınlıkla, “Ne istiyorsun?” diye sordu. “Hanımlarınla görüşebilir miyim?” “Önce bana söyle. Ne istiyorsun, nereden geliyorsun?” “Buraların yabancısıyım.” “Bu saatte ne işin var burada?” “Bu gecelik bir çatı altı istiyorum. Ahır, kümes, neresi olursa olsun yatarım. İki lokma da ekmek istiyorum.” En korktuğum ifade –güvensizlik– Hannah’nın yüzünde belirmişti bile. Bir an duraladıktan sonra, “Ekmek vereyim sana,” dedi. “Ama, ne olduğu belirsiz bir kişiyi içeri alamayız. Mümkünü yok bunun!” “Ne olur, hanımlarınla görüşeyim!” “Olmaz. Onların elinden ne gelir ki? Böyle havada, bu saatte dışarıda gezinmen doğru değil. İnsan kötüye yoruyor.” “Sen beni geri çevirirsen nereye giderim? Ne yaparım?” “Artık nereye gideceğini, ne yapacağını sen benden iyi bilirsin. Kötü bir işe kalkışmasan daha yerinde olur. Al sana bir peni... Hadi bas git!” “Bir peniyle karnımı doyuramam ki! Artık yol gidecek gücüm de yok. Kapıyı kapama... N’olur... Tanrı aşkına kapama!” “Kapamam gerek... Yağmur içeri giriyor.” “Hanımlara söyle. Onlarla görüşeyim.” “Yağma yok! Hırlı bir şey olsan bunca gürültü koparmazdın. Hadi, bas git!” “Beni kovarsan ölürüm.” “Hiç sanmam! Gecenin bu saatinde el âlemin kapısına dayandığına göre kim bilir ne kötü niyetin var! Senin peşinden gelmeye hazırlanan hırsız, uğursuz arkadaşların varsa koş git, söyle onlara, evde yalnız değiliz biz. Erkeğimiz var. Tüfeklerimiz, köpeklerimiz var.” Bu dürüst, inatçı hizmetçi kadın kapıyı yüzüme kapatarak içeriden sürmeledi. Bu artık sondu. İçime sipsivri bir acı saplandı. Yüreğim katıksız bir kederle kabardı, paralandı. Gerçekten bitkindim. Tek bir adım daha atamayacaktım. O ıslak kapı eşiğine çöktüm... Sonsuz bir acıyla kıvranarak hıçkırmaya başladım. Ah, şu ölüm düşüncesi! Böyle ürkünç koşullar altında gelip çatan son saat! Şu yapayalnızlık! Sürgün gibi insan kardeşlerimden uzak... Umudum gibi cesaretim de yitmişti artık. Ama, yalnızca bir an için. İrademi gene toparlamaya çalışarak, “Olup olacağı ölüm!” diye düşündüm. “Tanrı’ya inancım var benim. Öyleyse, onun buyruğunu sakince beklemeye çalışayım.” Bu düşünceyi yalnız içimden geçirmekle kalmayıp yüksek sesle de söyledim, bütün acılarımı içime gömerek susturmak ve bastırmak için son bir çaba gösterdim. Çok yakınımda bir ses, “Ölüm insanlar için,” diye karşılık verdi. “Yalnız, sen şimdi burada açlıktan, bakımsızlıktan ölürsen pek zahmetli, pek genç gitmiş olursun ki böyle bir ölüme gerek yok.” Bu hiç beklenmedik ses bana dehşet verdi. Zaten artık hiçbir şeyden umut, yürek bulabilecek halde değildim. Korkuyla, “Kim o! Kim var orada?” diye sordum. Yanı başımda bir karaltı vardı; ama gecenin zifirî karanlığı, kendi bulutlanmış gözlerim bunun ne karaltısı olduğunu ayırt etmemi engelliyordu. Bu karaltı kapıya tak tak vurmaya başladı. İçerden Hannah, “Sen misin, Mr. St. John?” diye seslendi. “Evet, evet... Çabuk aç kapıyı!” “Ah, Küçükbeyciğim, kim bilir nasıl ıslanıp üşümüşsündür, yağmurlarda, fırtınalarda! Kardeşlerin seni pek merak ettiler. Galiba ortada uğursuz takımından kimseler de dolaşıyor. Demin kapıda bir dilenci kadın vardı... Aa! Gitmemiş daha! Yatıvermiş buraya. Kalk! Utan be! Defol, dedik sana!” “Şşş, Hannah! Benim bu hanımla konuşacak bir çift sözüm var. Sen onu kapıdan çevirmekle üstüne düşen görevi yapmışsın. Bırak şimdi de ben kendi görevimi yaparak onu içeri alayım. Buracıktaydım, ikinizin de konuştuklarınızı duydum. Tuhaf bir olay bu. Hiç olmazsa bir incelemeliyim. Hanımefendi, lütfen kalkın, önüm sıra içeri girin.” Onun dediğini zorlukla yaptım. Biraz sonra pırıl pırıl, tertemiz mutfağın içinde, ocağın ta önündeydim. Titriyor, fenalıklar geçiriyordum. Giyim kuşamımın da son derece berbat, dağınık olduğunun bilincindeydim. İki kız kardeş, erkek kardeşleri St. John, yaşlı Hannah, hepsi gözlerini benim üzerime dikmişlerdi. Birinin, “St. John, kimdir bu?” diye sorduğunu duydum. “Ne bileyim! Kapının önünde buldum.” Hannah, “Benzi kül gibi,” dedi. “Ölü gibi, demek daha yerinde olur. Düşecek zavallı. Oturtun bir yere.” Gerçekten de başım fırıl fırıl dönüyordu. Yıkılmak üzereydim ki bir koltuk çekerek beni düşmekten kurtardılar. Kendimden geçmiş değildim ama konuşacak halim yoktu. “Belki biraz su versek açılır. Hannah, git getir bir bardak su. Bir deri, bir kemik kalmış zavallı. Ne cılız, ne kansız!” “İskeleti çıkmış.” “Acaba hasta mı, yoksa açlıktan mı böyle?” “Bence açlıktan. Süt mü bu, Hannah? Ver bana. Bir parça da ekmek getir.” Diana (onu yüzüme doğru sarkan lüle lüle saçlarından tanıyordum), bir lokma ekmek koparıp süte bandı, ağzıma verdi. Yüzü yüzüme yakındı. İfadesinde acıma ve sevecenlik buldum, sıklaşmış soluğunda anlayış okudum. Sesinden, o sade sözlerinden de aynı şifalı duygu taşıyordu: “Yemeye çalış.” Mary de tatlı sesle, “Evet, gayret et,” dedi, başımdaki sırsıklam şapkayı kendi elleriyle çıkarıp kafamı kaldırdı. Verileni önce biraz tattım, sonra iştahla yudumlamaya başladım. Mr. St. John, “Birden pek fazla yemesini önleyin,” dedi. “Yeter bu kadarı.” Uzanıp ekmekle sütü çekti. “Ne olur, St. John, biraz daha. Bak gözleri nasıl yalvarıyor!” “Şimdilik yeter, canım. Konuşturmaya çalış onu. Adını sor.” Kendimde konuşabilecek güç bularak, “Adım Jane Elliott,” dedim. Kimliğimin ortaya çıkmasından ödüm koptuğu için takma ad kullanmaya önceden kararlıydım. “Nerede oturuyorsun? Kimlerdensin?” Buna karşılık vermedim. “Görüşmek istediğin birisi var mı çağırtalım?” Başımı iki yana salladım. “Buralarda ne aradığını söyleyebilir misin?” Tuhaftır, şimdi bu evin eşiğini aşıp sahipleriyle yüz yüze gelmiştim ya, kendimi kimsesiz, yersiz yurtsuz, sürgün gibi bulmuyordum artık. Cesaretim yerine gelivermişti. Boynu büküklüğü bir yana bırakarak her zamanki halimi almaya, gene eski kişiliğimi kazanıp kendi tanıdığım Jane Eyre olmaya başlamıştım. Yalnız, Mr. St. John’un benden istediği hesabı veremeyecek kadar bitkindim. Bir an durakladıktan sonra, “Beyefendi, bu gece size ayrıntılı açıklama yapamam,” dedim. “Peki, ama bu durumda bizden ne gibi bir yardım bekliyorsun?” “Hiç,” dedim. Gücüm sorulara ancak kısacık karşılıklar vermeye yetiyordu. Diana söze karışarak, “Yani bizden istediğin yardım bu kadar mı?” diye sordu. “Seni bu yağmur altında, ıssız bozkırlara salıverelim; öyle mi istiyorsun?” Ona baktım. Hem iyilik, hem de irade gücüyle dolu, son derece ilginç bir yüzü vardı. Birden cesaret geldi içime. Onun iyilikle, acımayla dolu bakışına bir gülümseyişle karşılık vererek, “Kendimi size emanet edeceğim,” dedim. “Sahipsiz bir aç köpek bile olsaydım beni bu gece kırlara atmazdınız. Onun için, korkum yok. İçinizden nasıl geliyorsa öyle davranın. Yalnız, yalvarırım, çok konuşturmayın beni. Soluğum kesiliyor, konuşurken yüreğim sıkışıyor.” Kardeşlerin üçü de beni süzdüler, üçü de seslerini çıkarmadılar. Sonunda Mr. St. John, “Hannah, bırak bu hanım şimdilik burada otursun, soru falan da sorma,” dedi. “On dakika sonra sütle ekmeğin geri kalanını yedir. Mary, Diana, gelin biz de salona gidip biraz görüşelim.” Üç kardeş dışarı çıktılar. Çok geçmeden kızlardan biri geri döndü; hangisi olduğunu seçemedim. O dost evde otururken üzerime tatlı bir uyku çöküyordu. Kız alçak sesle Hannah’ya talimat verdi. Biraz sonra emektarın yardımıyla bir merdiven tırmandım. Sırsıklam giysilerim üzerimden çıkarıldı, çok geçmeden kendimi sıcacık, yumuşak bir yatakta buldum. Tanrı’ya şükürler ettim; sözle anlatılamayacak yorgunluğumun arasında içimi sevinçli bir minnet duygusu bürüdü, uykuya daldım. Download 1.77 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling