EnstiTÜ MÜDÜRÜ Prof. Dr. M. Münir Aktepe
Download 4.07 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- M ü slüm an
188 H A S A N K ALESH Î vurlardan kurtarmak gayesi ile riayet etmişlerdi»27. Diğer şehir lerde de vaziyet şüphesiz bu minval' üzre cereyan etmiştir. Türkler eskiden beri yerleşmiş bulunan ahali yerine yeni göç edenleri, özel likle zanaatkârları koymaktaydılar. Tabiatıyla bu esnada yalnız Müslümanlar değil, özellikle bir şehrin yaşaması söz konusu ise Hı- ristiyanlar’ı da iskân etmişlerdir. Şehirde çoğunlukla, N. Todorov’- un2S araştırmalarına göre, çevredeki köylerin ahalisi yerleşmektey di. Bunun sonucu olarak şehir nüfusu boğucu bir Arnavud karakte ri kazanmaktaydı. Arnavud sahil şehirlerindeki amavudlaşma böy- lece başlamıştır. XVTH. yüzyılda bu şehirler şark kültürünün merkezi haline geldiler. Buralarda arap harfleri ile fakat Arnavudca yazılan bir edebiyat oluştu29. Bu arada çok sayıda Arnavud müellifleri eserlerini Şark dillerinde telif ettiler30. Eskiden Arnavud ahaliye sahib olma yan îşkodra gibi şehirler tamamen yeni bir nüfus yapısı kazandı lar. İşkodra’nm nüfus yapısının ne kadar değiştiğini Ahmet Cevdet Paşa’nın verdiği bilgiler göstermektedir31. İşkodra Müslümanları kendilerini Malesya’daki kabilelerine göre tesmiye etmekteydiler. • Arnavudluk’taki ve tüm Balkanlar’daki Türk Tımar Sistemi’nin anlaşılması bakımından Halil İnalcık tarafından nâşrolunan 1431/ 32 yılından kalma Arnavud defteri fevkalâde bir önemi haizdir32. Zira burada Arnavudluk’taki Türk hakimiyetinin ilk devirleri hak kında bilgiler bulunmaktadır. Burada 335 tımar’dan elli altmm yer li Hıristiyan sipahiler’e ait olduğu ve fakat Müslüman feodal bey lerin Hıristiyan beylerden on kat daha fazla gelire nail oldukları 27 Hemen hemen aynı bilgilere Hoca Sa’dettin’de ve diğer Türk kronik lerinde bulmaktayız. 28 N. Todorov, Balkankijot grad XV-XIX vek, socialho-ikonomicesko i de- megrafsko razvitie. Sofia 1972, S. 65-71. 29 Bu edebiyat hakkında bkz. Haşan Kaleşi, «Albanska aljamiado knjizev- nost». In : Prüozl sa orijentalnu füologiju 16-17 (1970), S. 49-77. 30 Sayıları yaklaşık olarak 100 e varan bu müellifler hakkında bazı bü- gller Haşan Kaleşi’nin şu çalışmalarında mevcudtur : «Prizren kao kultumi
S. 91-118; Kosovo nekad i sad. Beograd 1972, S. 381-388. Buna rağmen bu her iki çalışmada da yalnız Kosovo’lı müelliflerden bahso- lunmaktadır. 31 Cevdet Paşa, Tezâkir. Cilt 2. Ankara 1960, Tezkere Nr. 18- 32 Hicri 835 tarihli Suret-i Sancak-ı Amavid. Ankara 1954. T Ü R K LER ’ÎN B A L K A N L A R ’A G İRlŞÎ 189 anlaşılmaktadır. Bu, yerli beylerin giderek fakirleşmesinin de bir delili olarak telâkki edilmektedir. Durumlarını ve maddî imtiyaz larını korumak isteyenler böylece Müslüman olmaya ve yeni hâkim sınıf saflarına geçmeye zorlanmaktaydılar. Arnavud beyleri bu im kândan istifade etmekte ve müslümanlığı kabul etmekteydiler. Da ha 1432 yılında 335 tımar erbabından 175 ini Müslüman olmuş Ar- navudlar teşkil etmekteydi. Diğer bir grup, özellikle küçük sipahi ler, Sancak ve Beylerbeyleri hizmetinde bulunan Gûlam-ı Mir’den addolunmaktaydılar. Bu Gûlam-ı. mirler’e herşeyden önce Arnavud beylerinin İslâm’ı kabul etmiş olan çocukları dahildiler. Bunların ve daha sonraları «îçoğlanlar»m yardımıyla Türkler eski feodal sı- . nıfı yıkmışlar ve aynı anda müslümanlaştırmayı hızlandırmışlardır. Bu' yerli Müslüman beyler, çevresine tazyik etmekte, etraflarına Müslüman olmuş akrabalarını toplamakta ve askerî, dinî ve İdarî hiyerarşinin en üst makamlarına kadar yükselmekteydiler33. İs lam'ın kozmopolitik ruhuna tamamen riâyet eden Türkler için bir Müslümana, sadr-ı âzâmlık makamına kadar varan en yüksek dev let mansıbının açık olması gayet tabiî idi. Bu tip Amavudlar bir def’a iktidar makamına geldikten sonra, bazen Türk kroniklerinde de hoş karşılanmadığına işaret edilmiş olduğu gibi, kendi kabile mensublarmı kayırmaktaydılar. Bu şekilde meselâ, beş def’a Sadr-ı âzâm olan Koca Sinan Paşa, kendi memleketlisi olan Arnavudlar’m yüksek devlet mansıplarına yükselmelerini sağladığı için tenkid edilmiştir34. Bu İslâmlaştırma politikası yalnız Türkler için değil, fakat aynı zamanda Arnavudlar için de faideli olmuştur. Zira Ar- navudlar’la meskûn sahaların genişlemesine her türlü desteği gös teren, özellikle bu Arnavud asıllı yüce makam sahihleri olmuşlardır. 1630 lardan itibaren Türk hükümetinin Balkanlar’daki ahali yi organize bir şekilde İslâmlaştırma faaliyetine giriştiğini tesbit edebiliriz. XVII. yüzyılın ortalarındaki Türk-Polonya ve Türk-Ve- nedik savaşlarından sonra, Hiristiyan ruhbanın Türk hakimiyetine karşı ayaklanmalar sahnelemeye gayret gösterdiği bu savaş yılla rında, Türk hükümeti Hiristiyan ahaliye ağır vergiler tahmil et miştir. İktisadî baskı bunları dinlerini değiştirmeye zorlayacaktı. 33 Bkz. N. Filipovic, Princ Musa i Sejh Bedreddm. Sarajevo 1971, S. 208- 249. ^
190 H A SA N K A LESH I Aynı anda Müslüman bir ferdi olan her hâne vergiden muaf tutul muştur. Bu tedbirler arzu edilen başarıyı vermiştir. Hıristiyanların büyük bir kısmı İslam dinine geçmişlerdir. Bu yeni Müslüman olan lar ise bundan sonraki İslâmlaştırmanın nüvesini teşkil etmişler dir35. Misal olarak otuz beş sene içinde 300 kişilik mevcudu ile son seksen Katolik hanesinin İslam’a geçmiş olduğu Djakovica gösteri- lebilinir36. Bu arada bir husus bizim konumuz için çok önemlidir. Bu da artık İslam dinine geçmiş olan Slav ahalinin arnavudlaşmaya başla masıdır. Bu konuda bir örnek : Arnavud tarih yazıcılığında Kosova, Makedonya ve Kuzey Sırbistan’ın bütün meskûn yerlerinde Tasla nabilecek Katolikler’in Arnavud veya Raguzalı oldukları hakkında bir görüş yerleşmiş bulunmaktadır. Bununla beraber bu doğru de ğildir. Katolik müfettişlerin raporları yeter miktarda Katolik Sırp- lar’m bulunduğunu açıkça göstermektedir. Marino Bizzi’nin 16İ0 se nesinden bildirdiğine göre, Kuçi kabilesinin yansı Ortodoks ve di ğer yarısı Katolik mezhebindendi. Paştroviçler’in bir kısmı da Ka tolik mezhebindendi. Peter Masarechi 1621 senesinden kalma «Re- lation»unda, Priştine’deki Katolikler’in Sırpça ve Arnavudca ko nuştuklarını yazmaktadır. Başpiskopos Giorgio Bianchi 1637 senesi sonundan bildirdiğine göre Prokuplje, Novo Brdo, Trepça, Janja, Skopska Çma Gora ve Üsküp Katolikleri'nin hepsi Sırpça konuş maktaydılar. Bianchi, Kratova da Arnavud göçmenlere raslamış- tır. (Dalli monti di Albania). Bunlar Katolik Arnavudlar olup, Sırp ça ve Türkçe konuşmaktaydılar. Bunların rahipleri Arnavud asıllı olmakla beraber Sırpça konuşmaktaydılar. Priştine’de, Skopska Çrna Gora’da, Üsküp’te, Trepça’da Sırpça konuşan bu Katolikler’in kimler olabileceği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu soruya, bunların dinlerine sadık kalmış veya İslam dinini kabul etmiş amavudlaşmış Sırplar olabileceğinden başka bir cevab verilemez. Bunlar, etrafları Türk makamları yardımı ile o mıntıkalarda yerleşmiş bulunan Ar navud nüfus ile çevrilmiş olduğundan, amavudlaşmak zorunda kal mışlardır. . Diğer taraftan XVII. yüzyılın ortalarına kadar Arnavudca ko 35 Jovan N. Tomic, O Amautima u Straroj Srbiji i Sandzaku. Beograd 19Î3, S. 23-24. 36 Starine 20 (1888), S- 199.
TÜ R K LER ’İN B A L K A N L A R ’A GİRİŞİ 191
nuşan Katolik Koçiler, Karadağlı kabilelerle birlikte yaşadıkları Brda’daki tecrid edilmiş durumlarından ötürii, Ortodoks mezhebine girmiş ve Sırp dilini kabul etmişlerdir. Arnavudlar’m XII. yüzyılın sonunda ve XTV. yüzyılın başında Teselya’ya göç ettikleri ve bura dan hareketle Attika ve Peloponnes’e gelip yerleştikleri ise ma’lûm- dur. 1418 senesinde Peloponnes’te yaşıyan Arnavud ailelerinin sa yıları 18.000 olarak tahmin edilmiştir37. Kendilerinden daha sonraları da bahsedilen bu Arnavudlar’dan bugüne hiçbir iz kalmamıştır. Ortodoks mezhebdaşı olarak bunla rın kısa zamanda asimile olundukları ve grekleştikleri açıktır. Öte yandan 1878 de Arnavudlar ile meskûn bazı mıntıkalar Sırplar’ın eline geçtikte, Sırp hükümeti önce Arnavudlar’m asimile edilmesine teşebbüs etmiştir. Bunun üzerine 30.000 kadar Arnavud Sırbistan’ı térk etmiş ve Türk topraklarına, genel olarak Kosova’ya gelip yer leşmişlerdir38. Bu Arnavudlar’m müslüman olmaları Sırp asimilas yon teşebbüsünün başarısızlığa uğramasının esas sebeblerini teşkil etmiştir. Bunların önce Hiristiyan dinine geçirilmeleri sonra da asi mile edilmeleri gerekmekteydi ki, bu mümkün değildi. En büyük etnik ve mezhebsel değişikliklere XVII. yüzyılın so nunda ve X V m . yüzyılın başında Türk-Avusturya savaşlarından sonra Batı Makedonya, Kosova ve Kuzey Arnavudluk’ta meydana gelmiştir. Bu savaşlar, dolayısıyla Balkanlar’daki Hiristiyanlar’m Türkler’e karşı mücadelede yer almaları, Türk hükümetinin Hiris tiyan tebeaya karşı tutumunun değişmesine amîl olmuş, Türk hü kümeti İslamlaşmayı şuûrlu olarak teşvik etmeye başlamıştır. Zi ra İslâmlaştırma tatbik edildiği bölgeler için tatmin olmak demek ti. Böylece Arnavudlar ve Sırp nüfusunun büyük bir kısmı kitle ha linde Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Türkler bu andan itibaren ovalara gelip yerleşmeği arzu eden Arnavudlar’a, İslam dinini ka bul etmiş olmaları şartını ileri sürdüler. Aynı anda Türk makam ları, Sırp iskân bölgelerine bundan sonraki ilerlemeleri yalnız Müs lümanlığı kabul etmiş Amavudlar’a müsaade ettiler39. Kurşumlija, Prokuplje v.s. gibi yerlere yerleşmiş bulunan Ka 37 Bkz. D.A. Zakythanos, Les Despotat grec de Moreé. C. H, 1953. 38 Bkz. Haşan Kaleşi, «Kosovo pod turskom vlascu». In : Kosovo nekad
39 Tomic, S. 40. 192 H A S A N K A LESH İ tolik Arnavudlar hakkında artık hiçbir kayıd düşürülmemektedir. Yeni göçmenlerin hepsi Müslümanlar’dan müteşekkildir. Aynı anda Müslüman Arnavudlar’m Batı Makedonya’ya yerleşmeleri de baş lamıştır40. 1467 senesinden kalma bir deftere göre içlerinde tek bir Müslüman Arnavud’un yaşamadığı Kiçevo, Gostivar, Tetova ve Üs- küp civarındaki köylerin büyük bir kısmı şimdi tamamen İslâmlaş tırılmış ve amavudlaştırılmıştır. Bu köylerde yaşıyanlar arasında tek bir Katolik ve Ortodoks’un b u hiTima.ma.si dikkate değerdir. İslam’a geçişle beraber şimdiye kadar Slavlar ve Arnavudlar’ı birbirinden ayıran zıddiyet ortadan kalkmış, evlenmeler ve akraba lıklar tesisi ile Müslümanlığı kabul etmiş olanların tedricen arnavud- laşması meydana gelmiş ve böylece Arnavudlar kısa bir zamanda nüfusun çoğunluğunu teşkil etmişlerdir. Amavudlaştırmadan yal nızca sonradan İslâmlaştırılmış bazı köyler ve içlerinden Arnavud bulunmadığından ötürü Makedonya menşeli Müslüman şehir nüfu sunun bir kısmı mas’ûn kalabilmiştir. Kiçevo bunun en tipik misa lidir. Kiçevo kazasında arnavudlaştırılmanm yüz seneden beri ta mamlandığı köyler mevcud olup, Baçişte gibi nüfusun aynı şekilde Müslüman olduğu diğer köylerde bugün dahi genellikle Makedonya- ca konuşulmaktadır. Arnavudlaştırma süreci burada hâlâ sürüp git mektedir. Bu sürecin esas sebebi, Baçişte’li Slavlar’la çevrede ya- şıyan Arnavudlar’m karışmalarını sağlayan İslam dinine olan müş terek inançtır. Güney Arnavudluk’taki ve Epir’deki ve eski Janya vilayetin deki demografik ve etnografik değişiklikler özel bir sorun teşkil et mektedirler. Geçen yüzyılın yetmiş senelerinden kalma istatistik bilgileri bu vilayette Amavudca konuşan yaklaşık olarak 470 bin kişilik bir nüfusun varhğmı haber vermektedir. Bunun 155 binini Ortodoks Arnavudlar oluşturmaktaydı41. Buranın Yunanistan’a il- hâk edilmesinden sonra Yunan idaresinin, okul ve kilisesinin tesiri altında tüm Hiristiyan-Amavud ahali grekleştirilmiştir. Öyle ki, bugün orada bir Arnavud azınlığından söz edebilmek çok zordur. B u n u n la, beraber Müslüman Amavudlar’ı grekleştirmek mümkün 40 Bkz. Georglev, In : İsvestija na seminer slavjanskoj filologiji I (1940), S. 125.
41 Bkz. Meselâ İstanbul gazetelerinden Tercümân-ı ¡Şark. Nr. 91 (17 Tem muz 1878). TÜ RKLER’ÎN B A L K A N L A R ’A GİRİŞİ 193 olamamıştır. Bunlar, ya Arnavudluk’a kaçmışlar veya nüfus müba delesi esnasında Türkiye’ye gelmişlerdir. Bunlardan bir k ıs m ın a bu gün bile İstanbul’da At Meydam semtinde raslamak mümkündür. Burada yine İslam dinine mensup olmak grekleştirmeye bir sed teş kil etmektedir. Son olarak yakın çağlardaki bazı arnavudlaştırma olaylarına, hem de Balkanlar’m ve Kosova’daki Türkler’in arnavudlaştırılma- larma işaret etmek istemekteyiz. Bosna ve Hersek, Avusturya-Ma- earistan tarafından 1878 deki ilhakından sonra M ü slüm an nüfusun
bir kısmı memleketlerini terk etmiş ve Türkiye topraklarında ve kısmen Kosova’da yerleşmiştir. Bu göçmenlerin hepsi amavudlaş- mıştır. Yalnız Uroşevaç’ta Yeni Pazar Sancağı’ndan gelen yüz Bos- nalı aile kendilerine yeni bir vatan bulmuştur ki, bugün bunların hepsi Arnavudtur. 1877-78 Türk-Rus savaşmdan sonra altı-yedi bin kadar Çerkeş Kosova’ya göç etmişlerdir42. Bunların bir kısmı daha sonra Türki ye’ye gitmiş, diğerleri ise arnavudlaşmışlardır. Bugün dahi isimleri kendilerinin Çerkeş asıllarma delâlet eden Amavudlar mevcudtur. İki Dünya Savaşı arasında Yeni Pazar Sancağı’ndan Kosova’ya ge len aileler de bugün arnavudlaşmış ve son nüfus sayımında da bun lar kendilerini Arnavud olarak göstermişlerdir. Öte yandan istatis tik bilgilerinden de, Kosova’daki Türkler’in sayılarında yıldan yı la bir azalma olduğu görülmektedir. Son yıllarda Türkler’in Tür kiye’ye göçetmeleri en az bir düzeye indirilmiş olduğuna göre, bu durum yalnızca Türk nüfusunun tedricî amavudlaşması ile izâh bulmaktadır. Buna benzer bir arnavudlaşma sürecine, bugüne kadar Slav di nini muhafaza eden Prizren dolaylarındaki Gora ahalisinde Tasla maktayız. Bunlar son senelerde, Kosova bölgesindeki şehirlerde yer leşmişler ve burada sür’atle arnavudlaşmışlardır. Bunlar Müslüman olduklarından (evliliklerde ve akrabalık teessüsünde farklı dinlere mensüp olmak daima bir engeldir) evlilik bağlaşmaları yoluyla ar- navudlaşmanın meydana gelmiş olabileceği düşünülemez. Bu taslak karakterindeki mülâhazaların tabiatıyla yeni belge ler ile genişletilmesi gerekmektedir. Bununla beraber biz daha şim diden, Balkanlar’a Türkler’in girişimleri ve bunun direk sonucu ola- 42 Haşan Kaleşi, In : Kosovo nekad i sad. S. 169-170. Tarih Enstitüsü Dergisi - F. 13 194 H A SA N K A LESH İ rak Arnavud nüfusunun büyük bir kısmının îslamlaştırılmasının, yalnız Arnavud halkın etnik ve millî varlığının idamesini temin et mekle kalmadığını, üstelik Türk hakimiyeti altında Arnavud iskân sahalarının genişlemesi sonucu vermiş olduğunu iddia edebileceği mize inanıyoruz. Bu bakımdan, Türk hakimiyeti ve İslamlaştırıl- mayı mutlak surette olumsuz olarak yargılayan Arnavud tarih ya zıcılığı tashih edilmelidir. Kemal Beydilli İSTANBUL’UN ORTADAN KALKAN BAZI TARİHÎ ESERLERİ ı
Papasoğlu mescidi, Ömer Efendi namazgahı, Nevşehirli İbrahim Paşa mektebi ve sebili Semavi E yice 1972 ve 1973 yıllarında basılan iki yazımızda, İstanbul’un son yarım yüzyıl içinde ortadan kalkan eski eserlerinden bazılarına dair elimize geçen not ve resimleri derlemek suretiyle bu tarih hatıra larını hiç değilse yazılı olarak yaşatmayı düşünmüştük1. Birinci ma kalemizde beş cami, ikinci makalemizde ise iki cami ve iki hamama dair elde edebildiğimiz bilgileri bir araya getirerek değerlendirmiş tik. Bu yazılarımızda tamamen yok olmuş birer eser olarak tanıtı lan Adilşah Kadın camii ile Kasım Ağa mescidi, talihin garip bir cilvesi olarak sayabileceğimiz bir durum ile, bu arada tamamen ye niden yapılarak tekrar kullanılır duruma girdiler2. Böylece «orta dan kalkan tarihî eser» olmaktan çıktılar. Üçüncü bir cami, Kambur 1 ■ Bu iki yazımız için bkz. «Tarih Dergisi», sayı 26 (1972) s. 129-164 ve 38 resini^ « Tarih Dergisi», sayı 27 (1973) s. İ33-178 ve 40 resim. 2 Son yıllarda tamir edilen esası eski Bizans kilisesi olan bazı camilerde yapılan iğler tenkit edilmektedir. Bu tenkitlerin bir kısmı, Lâleli’deki Bodrum (veya Mesih Paşa) camii örneğinde olduğu gibi, haklı olmakla beraber, hemen hemen ortadan yok olma durumundaki Kasım A ğa mescidi hususunda yer sizdir. Görüşümüze göre, bu binanın «... hiçbir vakit sahip olmadığı bir biçim alacak şeküde...» restore edildiğini iddia etmek ve böylece âdeta bir tarihî ese rin ebediyen ortadan kalkmasını arzulamak fazla bir gayretkeşlik olmakta dır, bu hususda bkz. A.A. M. Brayer, A camera in Constantinople (Th. F. Mat hews, The Byzantine Churches of Istanbul, Pennsylvania 1976, hakkında ta nıtma yazısı) «.Times Litterary Supplement» 11 Kasım 1977. 196 SEM AVÎ EYÎCE Mustafa Paşa camiinin de ihyası için girişimlerde bulunulduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Bu araştırma dizimize devam ederken, der lediğimiz notlar ve resimlerin, eserler ibya edilse de tamamen fay dasız olmadığını sanıyoruz. X Papasoğlu mescidi Levha : I-IÎI Resim ,: 1-6 Unkapamnda, Atatürk köprüsü başından Bozdoğan kemeri - Saraçhanebaşı’na çıkan bulvarın yapımı sırasında, bir kaç önemli eski eser de ortadan kaldırıldı. Bunlardan biri tam köprünün ba şındaki arazide olan ve köprünün bağlantısı dışında kalmasına rağ men yıkılmasının lüzumu anlaşılamayan Süleyman Subaşı camii3 diğeri ise bulvarın kenarında ve az yukarıda olan Papasoğlu mes cididir. Bu mescid, eski şehir rehberine göre Hoca Yakup sokağı üs tünde olduğuna göre4, köprünün bitimindeki meydanlığın kenarında ve bulvarın başladığı yerlerde bulunuyordu. Yeri hemen hemen Mer kez Bankası şubesi önüne isabet etmektedir. Papasoğlu mescidi, İstanbul camileri hakkındaki ana kayna ğımız olan Hadikatu’l-cevam i’y e göre Unkapanı yakınında olup, Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Minberini ise Kazasker Mahmud Efendi koydurmuştur. Mahmud Efendi, Kasım Paşa me- zafistanmda medfundur. Camiin kapısı üstünde ise Hadika yaza rına göre manzum bir tarih bulunmaktadır5. 3 Esası Mimar Sinan tarafından yapılan bu carili, XIX. yüzyılın ikinci ya- rısmda yeni baştan yapılmıştı. Atatürk köprüsü yerine takıldıktan sonra, 194Ö-- larda sağlam bir halde, sadece kadro dışı bırakılmış olarak duruyordu. Altında dükkânlar olduğundan fevkani ve üstü kiremit örtülü, taştan işlenmiş duvarlı bir yapı idi. Arsasının bir kısmı meydanlığa katılmak, diğer kısmı yerine dük kânlar yapılmak üzere lüzumsuz olarak yıktırüdı. Bu tarihî eserin kurtarılması için gösterilen gayretlere rağmen yıktırılmasına dair olarak bkz. Türkiye Anıt lar- Demeği, İstanbul Şubesi Broşürü, İstanbul 1951, s. 45-51; Neşet Köseoğlu, İstanbulun ük sübaşısı Karıştıran Süleyman Subaşı, « Türkiye Turing ve Oto- mobü Kurumu Belleteni» sayı 124 (Mayıs 1952) s. 5-6; Behçet Unsal, İstanbul’ un iman ve eski eser kaybı, « G-.S.A. Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncele meleri» n (1969) s. 27, no. 45. Bu ikinci makalede Papasoğlu mescidinden bah sedilmediği gibi, plânlarda yeri de işaretlenmemiştir. 4 İstanbul Belediyesi, İstanbul şehri rehberi, İstanbul 1934, pafta 5 ve 8. 5 Ayvansaraylı Hafız Hüseyin, Hadikatii’l-cevami, İstanbul 1282, I, s. 60. İSTAN BU L’UN O R TAD AN K A L K A N B A Z I T A R İH Î E SE RLE Rİ 197
Gerçekten, mescidin kapısı üstünde, alt ve yukarı kenarlarında kabartma süslemeler bulunan bir Içvha üzerinde altı mısradan mey dana gelen şu kitabe 1941’e kadar duruyordu : 1. Barekallah bu mabed-i pâki 2. Kılup itmam bâni-i ekrem 3. Şeyhzade Efendi hazreti kim 4. Yani ol mahz-i cüdü himem 5. Hâtemü’l-enbiyaya bahşidecek 6. Oldu tarihi «mescid-i hatem» 7.
1148 ( = 1735/36) Bu kitabeden açıkça anlaşıldığına göre Papasoğlu mescidi, 1148 ( = 1735/36) tarihinde adı verilmeyen, sadece Şeyhzade Efendi ola rak gösterilen bir şahıs tarafından ihya edilmiş ve bu ihya, yeniden yapılış dolayısiyle de kitabe konulmuştur. Mescidin esas kurucusu Mustafa Paşa’mn tarih içinde yeri hu susunda yine Hadika bir dereceye kadar yardımcı olmakta ve aynı Paşa’nm Bayazıd’da Simkeşhane yakınındaki başka bir hayratı olan medrese ve mescidinden bahsederken, mezarımn damadı Hoca Sadeddin Efendi’nin Ëyüb’deki zâviyesinde olduğunu bildirmekte dir6. Aynı Mustafa Paşa’nın Unkapanı iç tarafındaki diğer mesci dinden başka bir medresesi de Tabakzade medresesi karşısında bu lunmakta idi7. Bü duruma göre, Tahsin Öz’ün Papasoğlu mescidin- 6 Hüseyin Ef., Hadika, I, s .58; Papasoğlu medresesi mescidi maddesinde. Aynı medrese hakkında ayrıca bkz. Mübahat S. Kütükoğlu, 1869’da faal İstanbul
zâde Mustafa Çelebi medresesi oiarak kayıtlıdır. Bu medrese geçen yüzyılda en çok öğrenci barındıranların en başında geliyordu ve 28 höcreye sahipti. Pa pasoğlu medresesinin H. 949 ( = 1542/43) tarihli bir vakfiyesi olduğu büinmek- tedir. İstanbul Üniversite Kütüphanesindeki, İstanbul’da mevcud medreselerin
tafa Çelebi» olarak kayıtlıdır. J. de Hammer, Histoire de l’empire ottoman (çev. J.J. Hellert), XVIH, Paris 1841’deki medreseler listesinde, s. 115’de no. 66 ve 67’de Papasoğlu Mustafa Paşa’nm iki medresesi IH. Murad yıllarında yapılan lar arasmda gösterilir ki yanlıştır. Edebiyat Fakültesinin tam karşısına isabet eden yapı adasmda olan Koska’daki medrese üe dershane-mescit yerine Koska İlkokulu yapılmıştır. 7 Mustafa Paşa’nın Tabakzade medresesi karşısında olan ikinci medre sesinin mimarisi hakkında hiçbir bügimiz yoktur. Yalnız bu medresenin nere de olduğunu öğrenmek mümkün olmaktadır. 1870’lere doğru çizüdiği anlaşı lan en etraflı İstanbul şehir plânmda bu medrese Çarşamba caddesinde, Valide
198 SEM AVİ EYİCE den bahsederken, bu eserin Papasoğlu Mustafa Paşa tarafından H. 1148 de yeniden yapıldığını yazması yanlıştır8. Çünki, Mustafa Pa şa Şeyhülislam Höca Sadeddin Efendi’nin kaymbabası olduğuna gö re H. 1148’de bir hayrat vakfetmiş olamaz. Hoca Sadeddin Efendi 1599 yılı sonlarında ölmüştür9. Böylece Mustafa Paşa’nm XVI. yüz yılda yaşamış olması ve Unkapanı’ndaki camiin H. 1148 ( = 1735/ 36) de ancak ihya edilmiş bulunması gerekir ki, zaten kitabesi de bunu belli etmektedir. Papasoğlu denilen Mustafa Paşa hakkında kısa bilgi ise Hadika yazarı Ayvansaraylı Hâfız Hüseyin Efendi’nin diğer eseri V ef ey at’ta. bulunmaktadır. Burada ona dair şu satırlar okunur : Vüzerâdan iken «U zlet-i cennet» sene 960 târihinde vefât
Paşa hakkında daha etraflı bilgiye sahip bulunmuyoruz. H. 960 ( = 1552/53) da öldüğüne göre Kanunî Sultan Süleyman devri vezir lerinden olması gereken bu şahıs, tarihin karanlıklarında kaybol muştur. Nitekim M. Süreyya Bey’in SiciZZJinde de yer almamıştır. Peçevî’nin her Padişah devri için verdiği ileri gelenler listelerinde de H. 960 da ölmüş bir Vezir Mustafa Paşa ile karşılaşılmaz11. camii ve medresesinin hemen yanında bulunuyordu ve oldukça büyük ölçüde bir bina idi, bkz. Ekrem Hakkı Ayverdi, 19. asırda İstanbul haritası (İst. Fetih Demeği - İstanbul Enstitüsü Yayınları) İstanbul 1958, pafta D 5. 8 Tahsin Öz, İstanbul camileri (Türk Tarih Kurumu yayınları, VI, 5) An kara 1962, I, s. 114. 9 İlmiye Salnâmesi, İstanbul 1334, s. 416-421; Mehmed Süreyya Bey,
m,
s. 16; Bursalı Tahir Bey, Osmanlı müellifleri, İstanbul 1333-42, HE, s. 66-67; yeni baskısı, İstanbul 1975, HE, s. 137-138; Ah med Refik, Âlimler ve sanatkârlar, İstanbul 1924, s. 93-128; ay. yazar, Hoca
rih eseri Tacü’t-tevârih münasebetiyle), Hoca Sadeddin Efendi hakkında basıl mamış bir de lisans tezi yapılmıştır, Hikmet Durukal (3113), Şeyhülislâm Ho
10 Hafız Hüseyin Ayvansarayî, Vefeyat-ı Selâtin ve meşahir-i ricâl (İst. Üniv. Edebiyat Fak. yayınları, 2241) yay. Fahri Ç. Derin, İstanbul 1978, s. 29. 11 Peçevî İbrahim Efendi, Tarih’inde Iran seferinde büyük gayretleri gö- İSTAN BU L’UN O R TAD AN K A L K A N B A Z I T A R İH Î E SE RLE Rİ 199
Papasoğlu-mescidi H. 1264 ( = 1848)’de Mühendishane öğren cileri tarafından düzenlenen İstanbul camileri Tıaritası’nda. işaret lenmiştir12. 1875’e doğru hazırlanan büyük İstanbul haritasında ise bulunmayışı şaşırtıcıdır13. Halbuki 1941’e kadar duran bu eser, klâ sik devre işaret eder mimarisi ile hiç bir şüpheye yer vermeyecek surette eski bir yapı olduğunu belli ediyordu. İstanbul Şehremaneti tarafından yayınlanan haritalarda ise bu eser Papozzade camii adı ile harap bir yapı olarak noktalı çizgilerle gösterilmiştir14. Perviti- tch’in sigorta plânlarında da bu meseid 125 sayılı yapı adasındaki yerinde işaretlenerek adı verilmeksizin «Cami ruiné» yani Harap Cami yazısı ile belirtilmiştir15. Böylece Papasoğlu mescidinin, yık tırılmasından çok önceleri de harap bir durumda olduğu anlaşıl maktadır. Sebah ve Joaillier fotoğrafhanesi tarafından geçen yüz yılın sonlarında Galata kulesinden çekilen büyük İstanbul panora masında, Unkapanı köprüsü başında Süleyman Subaşı camii harabe halinde görülür. Onun tam arkasındaki minare ise Papasoğlu mes cidine aittir. Atatürk bulvarının açılması sırasında yıktırılan eski eserlere dair bir yazı dizisi yayınlayan ve bunda bu eserlerin kaldırılmaları nı haklı bulduğu görüşünü de ileri süren İbrahim Hakkı Konyalı, bu yazıların altmcısmda Papasoğlu mescidinden de bahseder : «El- vanoğlu-Azaplar camiinden Unkapanı köprüsüne doğru ilerlerken, rülen ve Rıdvan Paşa’nın babası olan bir Karaşahin Mustafa Paşa (Peçevî, Ta
I, s. 28) ile, n . Selim devri ileri gelenlerinden, Bitpazarı tellâllığından Trab- lusgarp Beylerbeyliğine yükselen Mirmiran Mustafa Paga’dan bahseder (kşl. Peçevî, Tarih, I, s. 446; yeni baskı, I, s. 237). 12 İstanbul camileri haritası, H. 1264’de no. 84’de işaretlenen bu meseid
13 Ekrem Hakkı Ayverdi, 19. asırda İstanbul haritası (İst. Fetih Deme ği - İst. Enstitüsü yayınları) İstanbul 1958, pafta C 5. Papasoğlu mescidinin bu haritada Cami sokağı üzerinde olması gerekir. Harita 1875’e doğru çizü- migtir. 14 Necip Bey, İstanbul Şehremaneti-İstanbül rehberi, İstanbul 1340, İs- tanbul-Haliç tarafı paftası. 15 J. Pervititch, İstanbul Sigorta haritası, İstanbul-Unkapanı, 1 :1000, Nisan 1933, pafta 20 a. Meseid 125. adada gösterilmiştir.
200 SEM AVİ EYİCEİ sağda dört muhteşem duvarı ile minaresinin küpünden başka ayak ta birşey kalmayan bina Papasoğlu mescidi idi. Mabet muntazam kesme taş ve tuğla ile yapılmış asil bir bina idi. Kıble tarafında dört, sağında iki ve solunda beş penceresi vardı. Minaresi solda idi. Mabedin solunda yine, taşla yapılmış han ve dükkânlar vardı. Bun lar sonradan başka ellere geçmişti. Mabet saltanat devrinde ihmal edildiği için çatısı çökmüş ve içi bir mezbele haline gelmişti. Ata türk bulvarının güzergâhına rastladığı için ayakta kalan enkaz 15 Ağustos 1941 yıhnda yıkılmıştır». Bu kısa tarif ve açıklamadan son ra î. Hakkı Konyalı, camiin kitabesinin bir kopyasım. verirken Ha- dika’da tarihin 1158 olarak yanlış kaydedildiğine işaretle, bunun 1148 olması gerektiğini belirtir. Arkasından yazdıkları ise tarihî kronolojiye uymaz. «Papasoğlu mescidinin ikinci bânisi Şeyhzâde şöhretini taşıyan Mustafa Paşadır. Koska’da Abdüsselâm tekkesi nin yanında medresesi ve medresesinin içinde ayrıca bir mescidi daha vardı. Son zamanlarda bu mescid ve medrese enkazcıya satı larak yıkılmıştır. Tabakzade medresesinin karşısında da ikinci bir medresesi daha vardı. Mustafa Paşa Eyüp’de damadı Hoca Sadettin Efendinin zâviyesine gömülmüştür. Kıymetli mezar taşmm .müzeye kaldırılması lâzımdır»16. Bu satırların gerçeğe uymadığına yukarıda işaret edilmiştir. Mustafa Paşa ikinci kurucu değil, ilk kurucudur. Kitabedeki Şeyh-zâde ile ilgisi yoktur. Zaten Hoca Sadeddin Efen dinin kaymbabası olduğuna göre de EL 1148’de bir cami ihya ettir miş olamaz17. 16 İbrahim Hakkı Konvalı, Yeni açılan Unkapanı ve Yenîkapı güzergâhı:
17 Şeyhülislâm Hoca Sadeddin Efendi’nin «harem-i muhteremleri» olan Fatma Hatun -ki bu duruma göre eğer ikinci evliliği yok ise Papasoğlu Mus tafa Paşa’nın kızı olmaktadır-. Çarşıkapısı ile Mahmud Paşa camii arasında bir mescid yaptırmıştı. Sonraları XVIII-, yüzyıl ortalarında bu mescidin yerin de Nuruosmanî camii inşa edilmiştir, kşl. Hüseyin Efendi, Hadika, I, 22-23; Bina Kâtibi Aİımed Efendi, Tarih-i camii şerifi Nur-u Osmanî, TOEM eki, İstanbul İ339, s. 3. Hoca Sadeddin Efendi ile hepsi ülemâdan olan oğulları (Mehmed ve Esad Efendiler sonra Şeyhülislâm, Abdülaziz ve Sâlih Efendiler Kazasker ol muşlardır, beşinci, oğlu Mesut Efendi ise müderris olmuştur ) ’ndan ikisi ve to runu Eyüp’de Yahya Efendi tekkesi yanındaki hazireye gömülmüşlerdir. (J. von Hammer, Constantinopolis und der Bosporos, Pesth 1822, TL, s. 25’de bütün aüenin babalarının vakfettiği Sıbyan mektebi yanında gömülü olduklarını ya zar). Sadeddin Efendi, burada Saçlı Abdülkadir dergâhına komşu bir darülkurra İSTAN BU L’UN O R TAD AN K A L K A N B A Z I T A R İH İ E SE R LE R İ 20İ
Papasoğlu camii yıktırılmasından az önce İstanbul Eski Eser leri Koruma Encümeninde bir dosya hazırlanmakla beraber, bu dos yada sadece üç fotoğraf ile 20 ocak 1940 tarihinde o sıralarda mü zeler mimarı olan Yük. Mim. A. Sami Ülgen tarafından çizilmiş bir "iroki konulmuştur18. Böylece dosya tamamlanmadan kalmış ve Kon- yaptırtmıştır (bkz. Hüseyin Ef., Hadika, I, s. 269 vd.). Mantık bakımından Hoca Sadeddin Efendi ve ailesinin, kendi hayratı olan darülkurra haziresine gömülü olmaları gerekir. Gerçekte d e ' bugün Hoca Sadeddin Efendi ve oğul larının süindir biçimli muhteşem şahideli mezarları, şimdi Saçlı Abdülkadir camii denilen eserin yanında görülmektedir. Eyüb’de Yahya Efendi tekkesi, Hoca Saadeddin Efendi darülkurrası ile Saçlı Abdülkadir türbe ve mescidi (veya camii)’nin biribirlerine girift bir durumları'vardır ve bu konu etraf lıca araştırılıp, aydınlatılmağa muhtaçtır. İstanbul Belediye kütüphanesinde bulunan ve 20. yüzyılın ilk çeyreğine ait olduğu sanılan Derün-ı tslâmbol’da hankâhlar beyânındadır başlıklı yazma, listede, Eyüp’de Cami-i Kebîr mahal lesinde Yahyazâde tekkesinin H. 1082 ( = 1671/72) den itibaren şeyhlerinin adları ve ölüm tarihleri verilmektedir. Böylece bu tekkenin XVH. yüzyüın ikinci yarısı içlerinde ortaya- çıktığı anlaşılmaktadır. Genellikle tekkeler, her devirde, o sıradaki şeyhlerinin adları ile adlandırılmıştır, nitekim Asitâne-i Aliy-
nde Yahya Efendi tekkesi son şeyhinin adı ile Şeyh Hasib Efendi tekkesi ola rak da meşhurdur denümektedir. Bandırmalı-zâde Ahmed Münip, Mecmua- 1
Rüfâî’lere âit olan bu tekkenin şeyhi de Hasip Efendi oldıiğuna göre 1307 ( = 1889/90)’de burası faaldir. Bir bölümü H. Abdülhamid’in meşhur «hoca» sı Ebülhuda tarafından H. 1313 ( = 1895/96)’de kütüphane haline getirilen Ab dülkadir tekkesinin birçok kısımları yıkıldıktan sonra kalan türbe ve üstünde ki mescid kısmı 1961’de tamir ve ihya edümiştir. Bu mescidin etrafmda oldukça geniş bir hazire bulunmaktadır. Biz burada Hoca Sadeddin Efendi’nin kayın pederi Papasoğlu Mustafa Paşa’nm mezarmı bulamadık. Bugün perişan bir halde olan bu geniş hazirenin cadde üzerindeki bir k ıs m ının duvarı ile içindeki mezarların bir kamyonun çarpması sonunda yıkılmış ve parçalanmış olduğunu gördük. Bunların tamiri hususunda 1979’da hiçbir teşebbüs yapılmamıştı. Bu mescid ve mezarlar hakkında kısa bilgi için bkz. Receb Akkuş, Eyyüb Sultan
no. 19, s. 68, no. 21, s. 68, no. 24. Recep Akkuş, ad.gç. esr. de, Saçlı Abdülkadir mescidi olan binanın esasmda Hoca Sadeddin Efendi darülkurrası olduğu ya- zümıştır. Bütün bu çelişkili bügiler, Osmanlı devri Türk tarihinin en önemli simalarından biri olan Hoca Sadeddin Efendi’nin hayır eserinin doğru yerinin tesbitinin gerekli olduğunu açıkça belli etmektedir. 18 İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni, Fiş No. 543. Dikkatle göz den geçirdiğimiz bu dosyada Papasoğlu mescidine dair tek satır yazı yoktur. SEM AVİ EYİCE yalı’nın da belirttiği gibi, 15 Ağustos 1941’de' de eser tamamen or tadan kaldırılmıştır. Papasoğlu mescidinin, A. Sami Ülgen’in çizdi ği plândan başka elimizde, binayı henüz sağlam bir halde gösteren çök eski bir fotoğrafı ile Encümen dosyasındaki üç resmi bulunmak tadır19. Bunlara göre bu eski eserin tam bir tarifini yapmak müm kün olacaktır. Papasoğlu mescidi, gerek A.S. Ülgen’in çizdiği plân dan gerek Pervititch’in krokisinden anlaşıldığına göre, bulunduğu yerin yapı adası biçimi ile sokak çizgilerine göre yapümış bir bina olduğundan tam intizamlı bir plâna sahip değildi. Giriş cephesi, önündeki Hoca Yakub sokağının yaya kaldırımı kenarında bulunu yordu. Avlu ve son cemaat yeri olmadığından, binanın içine sokak tan doğrudan doğruya günletiliyordu. Mescid, üstü ahşap çatı ve kiremit örtülü (sakıflı) bir bina olarak yapılmıştı. Mimarî bakımın dan en dikkate değer tarafı, sağ duvarının düz değil, şehrin so kak düzenine uyması için şevli biçimde oluşu ve sağda olan mina resinin, iki duvar araşma, alışılmamış bir biçimde inşa edilmiş ol ması idi. Duvar kalınlığı içinde minarenin kürsü kısmı ile gövde sinin bir bölümünü gizlemek mümkünken, bu yapılmamış ve iki du var bir girinti teşkil edecek surette bağlanarak, gövdenin bir kıs mı dışarıdan görülebilir olarak inşa edilmiştir. Böylece bü küçük ve mütevazi mescidde mimarî bakımdan değişik ve monotonluğu gideren bir sistemin uygulandığı söylenebilir. Papasoğlu mescidinin duvarları iki sıra tuğla ve bir sıra mun tazam yontulmuş kesme taş dizileri halinde örülmüştü. Böylece renk li ve bütün sadeliğine rağmen ahenkli bir düzenlemeye sahip bir cephesi bulunuyordu. Üstünde kitabenin bulunduğu, mermer söveli kapının iki yanında yine mermer çerçeveli ve tuğladan boşaltma Dosyanın içinde sadece üç fotoğraf üe, o yıllarda Müzeler ve Encümen mimarı olan Ali Saim Ülgen tarafından çizilmiş bir plân. bulunmaktadır ki, bir kopyası bu yazımızla birlikte yayınlanmıştır. Encümen 1976’da kendisini lağv etmiştir. 19 Mehmed Ziya (îhtifalci), İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1937, s. 83’de bu mescidin Unkapanı Papasoğlu mescidi yazısı ile bir fotoğrafı, yayınlanmış tır ki, bu bizim bu yazımızla basılan Res. 3’ün aynıdır. M. Ziya’nın for ma halinde basüan bu eseri, Uk cüdi 1336’da İkincisi ise 1928’de basılan meş hur kitabının, ikinci cüdinin yeni yazı üe tekrarıdır, ikinci cüdin, s. 127’sine kadar gelebilen bu on forma, 160 sahife tutmaktadır, fakat esas metin korkunç surette bozularak basümış, dipnotlar esas metne karıştırılmış, bazı yerler atlanmış ve metinle ügisi olmayan resimler araya sokuşturulmuştur. Nitekim Papasoğlu mescidi resmi de bunlardan biridir. İSTAN BU L’U N O R TAD AN K A L K A N B A Z I T A R İH İ E SE RLE Rİ 203
(tahfif) kemerli iki pencere açılmıştı. Üstte ise, mermer çerçeveli ve kemersiz dikdörtgen biçimde dört pencere bulunuyordu. Bütün bu pencereler demir parmaklıklara sahipdi. Eski fotoğraftan anla şıldığına göre, cephenin yukarı kısmında iki dizili kirpi saçak uzanı yor ve binanın üstü alaturka kiremit ile örtülü bulunuyordu. İçeride de mihrabın iki yanında altlı üstlü dörder pencere vardı. Bunlardan üsttekilerin yuvarlak kemerli oldukları dikkati çeker. Mihrabın için de de kalem işi nakışların varlığı görülür. Mimarisine ve bilhassa duvar örgülerindeki tekniğe göre, bu küçük yapı son şekli ile XVI. yüzyılın değil X V m . yüzyılın eseri tesirini bırakıyordu. Böylece bu mescidin H. 1148 ( = 1735/36)’deki ihyası sırasmda son biçimi ile yapılmış olabileceğini ileri sürebiliriz. . Harap bir halde olmasına rağmen 1940’larda henüz kolayca ih ya edilebilir durumda olan Papasoğlu mescidi artık İstanbul’un ta rihî topografyasından silinip kaybolmuştur. Atatürk bulvarı açılır ken feda edilmesi ne dereceye kadar gerekirdi sorusuna da artık ce vap bulmak lüzumu kalmamıştır. Yalnız şunu belirtmek yerinde ola caktır ki, gösterişsiz, basit bir mahalle mescidi olmasına rağmen, güzel ve itinalı duvar örgüleri, şehrin sokak durumuna uydurulmuş şekli ve bilhassa minaresinin yerleştirilişi bakımlarından değişik bir eser olan bu yapının yıktırılması ile İstanbul değerli, küçük anıtla rından birini kaybetmiştir20. 20 Osmanlı devri Türk tarihinin önemli bir tarihî şahsiyeti olduğu an- laşüan Papasoğlu Mustafa Paşa’nm İstanbul’daki bir mescid ' ve iki büyük medreseden meydana gelen üç hayır binası da imar adı altmda yapılan şehir plânlamasının ve Koska’daki medresesinde olduğu gibi bedavadan arsasından faydalanmak için «kör kazmanın» kurbanı olmuştur. İstanbul’da Eminönünde Mısırçarşısı üe Rüstem Paşa camii arasında, Balkapanı hanının Hasırcüar cad desi tarafında sokak aşırı karşısında bir Papasoğlu hanı vardır ki, Mustafa Paşa’nm bu hayır kuruluşlarına evkaf olarak yaptırttığını sanıyoruz. Bugün han, bütün hanlar gibi oldukça değişikliğe uğramış halde durmaktadır. Yeri hakkında bkz. Ayverdi, 19. asırda İstanbul haritası, pafta B 4; Pervititch, İs tanbul Sigorta haritası - İstanbul Eminönü, Rüstem Paşa Mahallesi, 1 :250, İs tanbul 1942, pafta 76c. Kızılhan da denüen bu yapı hakkında kısa açıklama ola rak ayrıca bkz. Ceyhan Güran, Türk hanlarının gelişimi ve İstanbul hanları
102-103.
204 SEM AVİ EYtCE X I Kadıköy’ünde Ömer Efendi namazgahı Levha : IV -IX R esim ,: 7-16 İstanbul’un içinde olduğu kadar çevresindeki semtlerde de pek çok eserin ortadan kaldırıldığı bilinmektedir. En üzücü olan husus, çok ciddî lüzum olsa bile, bu eserlerden bazılarını kolayca bulunduk ları yerlerden kaldırmak ve daha uygun bir yerde yeniden kurmak mümkün olmasına rağmen, bu yola gidilmeyişidir. Bu hususda en yakın örnek olarak Kadıköy’ünde Ömer Efendi Namazgâhı göste rilebilir. Bu namazgâh, Kadıköyünde Fenerbahçe stadyumunun ar kasından geçen Taşköprü caddesi üzerinde bulunuyordu. Bu cadde 1975 yılında genişletilmiş ve tam namazgâhm bulunduğu yerde An kara ve Böğazköprüsü yoluna sapan yol ayırımı yapılmıştır. Ömer Efendi namazgahı Üsküdar’dan Anadolu yönünde uzanan Bağdat yolu üstündeki hayrat menzillerden ve en önemlilerinden bi ri idi21. Küçük bir manzume teşkil eden çeşitü elemanlardan mey dana gelen bu namazgâhın ayrı bir özelliği de yanında, içinde yap tıran ve ailesi mensuplarının mezarlarının bulunduğu küçük bir ha- zirenin de yer almasıydı. Namazgâh mihraplı ve ağaçlı bir namaz gâh sofası ile çeşmeden, buna bitişik bir bekçi evinden, zarif bir bi leziği olan bir kuyudan ve hazireden meydana gelmişti. Çeşmenin kitabesinde yaptıranın adı ve yapılma tarihi okunuyordu22. 1. Sâhib 2. El-hayrât ve’l-hasenât 3. Kalyonlar Başhalifesi 4. Elhâc Ömer Efendi 21 Celâl Esad (Arseven), Kadıköy hakkında tetkikat-ı belediyye, İstan bul 1329, sondaki haritada yalnız çeşme kelimesi ile buradaki çeşmeye işaret edilmiştir. Buradaki namazgâh ile hazire belirtilmemiştir. Bu namazgâh ile ha- zire bir bakıma Karacaahmet kabristanının son bölümü olan Kuşdili-Söğütlü- çeşme mezarlığının son ucu idi. Geçtiğimiz yıllarda tamamen ortadan kalkan, yalnız Mahmud Baba türbesi etrafmda ufak bir parçası kalabüen bu mezarlık için bkz. Pervititch, İstanbul Sigorta haritası, Kadiköy-Mısırlıoğlu, 1:1000, paf ta 11, İstanbul 1939, parsel 253 ve 246. 22 İbrahim HUmi Tanışık, İstanbul çeşmeleri, II, İstanbul 1945, s. 372-374, no. 293 87, res., s. 373’de. Tanışık namazgâh ve çeşmenin kurucusunu Başkal- fa olarak tanıtmaktadır ki, yanlıştır.
İSTAN BU L’U N O R TAD AN K A L K A N B A ZI T A R ÎH Î E SE RLE Rİ 205
5,. Gufire zunûbuhu 6.
sene 1186 ( = 1772/73) Namazgâhın yanındaki hazirede ise bu küçük vakıf eserin ku rucusu Kalyonlar Baş halifesi Hacı Ömer Efendi’nin kabri bulunu yordu. Mezar taşında şu kitabe vardı : 1. Hüve’l-baki 2. Merhum ve mağfur 3. El-muhtac ila rahmet-i Rabbihi 4. El-gafur Kalyonlar 5. Baş halifesi el-hac 6. Ömer Efendi ruhiçün 7. El-fatiha 8. Sene 1191 ( = 1777) Hacı Ömer Efendi’nin bu iki kitabeden öğrenildiğine göre Ter- sane’de, donanma kalemi kâtiplerinin başı olduğu anlaşılmaktadır23. Kendisinin tarihî şahsiyeti hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. An cak tesadüfen gözümüze çarpan, 15 Zilhicce 1154 ( = 1742) tarihli bir vesikada miri kalyonların baş halifesi olan elhâc ömetf Efendi
olan Kalyonlar Baş halifesi Ömer Efendi ile Kadıköyü’ndeki namaz gahı yaptıran Ömer Efendi’nin aynı olup olmadığını bilemiyoruz. Çünki vesikanın H. 1154 ( = 1742) tarihi ile namazgâhın yapılması tarihi olan H. 1186 ( = 1772/73) ve Ömer Efendi’nin ölümü tarihi olan H. 1191 ( = 1777) arasmda hayli uzun süre vardır25. Fakat başka taraftan, namazgâhın kurucusu Ömer Efendi’nin devrinde tanınmış bir insan olduğu ölümüne yazılmış olan bir tarihten anla şılmaktadır. Topkapı Sarayı kütüphanesi’nde bulunan (Hazine kıs mı, No. 1565), ve Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi tarafından yazılan, Mecmua-i Tevârih başlıklı, son derecede değerli ve ne ya 23 Mehmet Zeki Pakalm, OsmanlI Tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, İstanbul 1946, I, s- 163-164. 24 Mahmut Yazır, Eski yazıları okuma anahtarı (Vakıflar G. Md.lüğü yaymı) İstanbul 1942, foto no. 43, vesikanın okunuşu .s. 272. 25 Mehmed Süreyya Bey, SiciTl-i Osmanî, İstanbul 1311, m , s. 593-594’de Kalyonlar Baş halifesi Elhag Ömer Efendi kısaca anılarak, Sultan I. Abdül- hamid (1774-1789) devrinde öldüğü büdirilmektedir. Mezartaşı ise ölüm tari hini kesin olarak vermektedir.
206 SEM AVİ EYÎCE zık ki, bugüne kadar basılamadan kalan elyazma eserde (var. 128a) bu manzum tarih yer almaktadır26 : Târih-i vefât-ı Halîfe-i kalem-i Tersâne Ömer Efendi, güfte-i Müstakim-zâde. Hoca Ömer ki Ser-i defterî-i Tersâne Niçe dem ol idi tiryâk-i derd-i kalb-i halûk Tarîk-i hufyede sıddîka çünki peyrev idi Emîn-perver-i ehl-i derûn sadîk-i sadûk Varmca erzel-i ömre irişdi da‘vet-i Hakk İcabet eyledi çün ber güzîde-i mahlûk İlâhî ola tarîki ricâline makrûn Muhallefân-ı âlîl-i dilân ola mefrûk Yazıldı ana du’â birle sâl-i târihi Ömer Efendi ola yâr ü hemdem-i Fârûk 1191 ( = 1777) Bu manzum tarihi yazan Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin Efendi (1718-1787) devrinin tanınmış ülemasmdan, şairlerinden, ta rihçilerinden ve hattatlarındandır. Başlıca hattatlar hakkında ana kaynak kitap olan Tuhfetü’ l-Hattatin onun eseridir. Böylece namaz- gâhı yaptıran kalyonlar Başhalifesi Ömer Efendi’nin devrinin okur yazarları ile dostluğu olan bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarih ile mezar taşmdakinin aynı oluşu hiçbir şüpheye meydan bı rakmamaktadır. Fakat nedense mezartaşma Müstakimzâde’nin manzum ve edebî mahiyetteki tarihi işlenmeyip, çok daha sâde ve kısa ifadeli bir kitabe yazılmıştır. Namazgâhm hemen yanında kurucunun ailesi mensuplarınm mezarları bulunduğuna göre, Ömer Efendi’nin bu çevrede arazisi, büyük ihtimalle bağ ve bahçesi olduğuna ihtimal verilebilir27. Nite 26 Bu çok değerli elyazma eserin metni, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde, bir lisans tezi olarak işlenmiştir, bkz. Vahit Ça buk (6581), Hâfız Hüseyin Ayvânsarâyî’nin Mecmua-i Tevârih’i, 1971. Bu met nin basüması için yıllar önce teşebbüse geçilmişse de, bugüne kadar olumlu bir netice alınamamıştır. 27 Önce F. Kauffer ve J.B. Lechevalier tarafından 1786’da yayınlanan, sonraları düzeltmelerle pek çok defa yeniden basılan İstanbul haritalarında bu rası tamamen boş, kırlık arazi olarak gösterilmektedir. Comte de Choiseul- Gouffier, Voyage pittoresque dans l’Empire Ottoman..., Paris 1782-1822, (bir
İSTAN BU L’UN O R TAD AN K A L K A N B A ZI T A R ÎH İ E SE RLE Rİ 207
kim Söğütlüçeşme yolu üstündeki Taşköprü ile namazgâh arasmda kalan 1970’den beri çevre yolu bağlantıları ile apartmanların yapıl dığı arazide, evvelce etrafı kuru duvarla çevrili geniş bir bahçe uza nıyordu. İçinde büyük bir kuyu ve havuzdan başka altı kagir ve yüksek bir kule biçiminde ancak üstteki ahşap kısmı bir mesken du rumunda olan ilgi çekici bir bağ evi olan bu bahçe «Papazın bağı» olarak adlandırılmıştı. Tanınmış yazar Ahmet Rasim (1864-1932) ’in yazılarında bahsi geçen ve kendisinin d e . bazı mevsimlerde akşam ları oturmaktan hoşlandığı yer burası idi28. Bu bağ ve bahçenin ev velce Ömer Efendiye ait olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak, hazire- nin tam arkasında bulunan 1950’lerde yapılmış iki katlı evin sahip leri Ömer Efendinin torunları olduklarını söylediklerine göre, bu radaki arazinin namazgâhm kurucusu ile bir bağlantısı olduğu ih timali kuvvet kazanır. Bu namazgahı 1957 yılında inceleyip ölçüle rini alarak resimlerini çektiğimiz sırada gerek namazgâh gerek ha- zire iyi sayılabilecek durumda idi29. Ömer Efendi namazgâh ve haziresi bir bakıma Karacaahmet mezarlığının son ucunu teşkil ediyordu. Gerçekten îbrahimağa’da Saraçlar çeşmesinden sonra, Ayrılık çeşmesi mezarlığı ile Kızıltop- rağa doğru uzanan bu kabristan, Acıbadem yolu kavşağmda tren yolu üstündeki Üsküdar kumandanı Bedirhanilerden Ali Şamil Pa şa (1855-1908) konağı önünden Söğütlüçeşme’ye iniyor, buradan iti baren Söğütlüçeşme ve Mahmud Baba mezarlıkları olarak devam kaç baskısı vardır), Atlas ' kısmı’ndaki haritadan başka, J. von Hammer’in Constantinopolis und der Bosporos, I. cilt sonunda (Pesth 1822)’de ve yine J. von Hammer’in Hiştoire de l’empire ottoman atlası’nda (1836) bu haritanın Barbie de Boccage tarafmdan çizilmiş, düzeltmeli nüshaları bulunmaktadır. C. Esad, Kadıköy, s. 19’daki resim 1822’de yayınlanan haritanın Kadıköy -Fener- bahçeşi bölümüdür. 28 Mahmut Yesari, İstanbul eski bağçeleri: Kadıköyünde papasın bah çesi, «Tarihten Sesler» I, sayı 5 (1943) s. 20-22. Ne yazık ki, bu yazıda bu ün lü bahçe hakkında aydınlatıcı bir bilgi verilmemektedir. Yine en iyi tasvirler, Ahmed Rasim’in kendi yazılarından derlenebilir. 1930’lardaki durumunu gayet iyi hatırladığımız bu bahçe, 1960’dan sonra parsellenerek yerine büyük apart manlar yapümış, arazisinin bir bölümü üstünden de çevre yolu bağlantısı ge çirilmiştir. 29 Semavi Eyice, İstanbul-Şam Bağdat yolu üzerindeki mimari eserler :
ayrıca bkz. Muammer özergin, Kitabeler, aynı yerde, s. 123-124, no. XII. 208 SEM AVİ EYİCE ediyor, bir kaç yıl öncesine kadar oto tamirhaneleri olan Söğütlü- çeşme tren istasyonu arkasındaki araziyi kaplayarak, Kurbağalıder re’yi geçen taşköprüye ulaşıyor, bunu da'aşdıktan sonra seyrekle şerek köprünün öteki ucundan sonra Fenerbahçe stadyomu arka sında Ömer Efendi haziresinde bitiyordu. Namazgâhdan sonra artık mezar yoktu. Sadece az ileride Kızıltoprak’da Maarif Nazın Zühtü Paşa (1833-1902) nın yaptırdığı camie gelmeden30, aynı paşanın uzun süre ilkokul olarak kullanılan ve 1946’da yıktırılan büyük ahşap konağının bahçesinin cadde üstündeki köşesinde Zühtü Paşa aile sine ait bir kaç mezar yapılmıştır ki, bunlar şimdilik henüz durmak tadır. Böylece Ömer Efendi haziresi, İstanbul’un tarihî topografya sında önemli bir yeri olan Karacaahmet Kabristanının son ucunu belirten bir işaret olarak da, şehrin tarihinde değerli bir yere sa hipti31.
Bu küçük manzumede ilk değişiklik bilmediğimiz bir tarihde yapılmış ve namazgah sofasının bitişiğindeki bekçi evinin yalnız bir duyarı bırakılarak yıkılmış, yerine yeni bir bina inşa olunmuştu. Bundan sonra gözümüzün önünde cereyan eden tahrib, yurdumuz daki tarihî eserlerin yok edilmesindeki sistemin hazin ve ibret veri ci bir örneğidir32. Bu bakımdan belirtilmesinde fayda vardır. Bakım lı bir halde duran hatta demir parmaklığında kandil ve mum yakı lan hazire, tam arkasmda verese tarafından yapılan evin önünü aç 30 Bu cami hakkında bkz. Mehmed Râif, Mirat-ı İstanbul, İstanbul 1314, s. 27; Zühtü Paşa camiinin mihrap ve duvarlarındaki kufî yazüann Kirkor Köçeoğlu tarafından yazüdıklarma dair bir nota da burada işaret etmek is teriz, bkz. J.H. Löytved, Konia, Inschriften der seldschukischen Bauten, Berlin 1907, s. 106. 31 İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni, Fiş no. 945. 32 Uğur Derman, OsmanlI devri şehir ve menzil yollarında istirahat ve
Tarihi Kurumu Yayını XVII, 5) Ankara 1975, s. 281-298, s. 288’de ve res. 10’da Ömer Efendi namazgâhı bulunmaktadır. U. Derman buradan bahsederken hak lı olarak bazı şikâyetlerini de ortaya dökmektedir : «... Vakfa tecavüz var. Arkasına çirkin bir bina gelip yanaşmış. Son zamanlarda mihrap taş’mın yer rini değiştirmeğe lüzum görmüşler. Kuyusu da var. Banisi Ömer A ğa ve yakın larının kabirleri de biraz ötede iken, yeni yapılan evlerde oturanların rahatsız oluşu sebebiyle, onlar da yok edildi/» Bu cümlelere şunu da eklememiz yerinde olacaktır : Bahis konusu çirkin evi yaptıranlar ve buradaki mezarlardan ra hatsız olarak onları kırdırarak yok edenler, Ömer Efendi soyundan indiklerini söyleyen torunları idi! İSTAN BU L’UN O R TAD AN K A L K A N B A Z I T A R ÎH l E SE R LE R İ 209
mak üzere 1960 yılında tamamen ortadan kaldırıldı. Tarihî eserlere meraklı bir belediye zabıta memurunun araştırma ve soruşturmala rı da bir sonuç vermedi. Kırılan mezar taşları evin yanmda kuru du var halinde istiflendi ve hazirenin ne olduğu ev sahiplerinden sorul duğunda, ecdadlarma ait bu mezarları «nakl-i kubur» işlemi ile baş ka yere götürdüklerini söylediler. Mezartaşları kırılıp yığın halinde kaldığına göre sadece kemiklerinin -o da var ise- başka yere götü rüldüğüne ihtimal verilir. Bu arada namazgâhm kuyusu tahrip edi lerek, mermer bileziği bir kenara atılmış, nedendir bilinmez, namaz gâhm mihrap taşı bekçi evine bitişik olan esas yerinden sökülerek, daha beride, iki ağaç arasına yeniden dikilmiştir. 1975 yılı nisan ayı içinde çevre yolu bağlantısı yapılırken, gerekli ilgili makamlarm izni alınmaksızın, namazgâha gölge sağlayan asırlık ağaçların ikisi ke silip odun yapılmış, sofa tamamen sökülmüş ve yeri düzlenmiş, ge rek kitabesinin yazısının hattı, gerek biçimi bakımından çok değer li olan mermer çeşme taşı ise bir kaç parçaya bölünerek parçalan mıştı. 1975 nisanında durumu fotoğrafla tesbit etmiş ve ayrıca bu tahrib hakkında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Ku- rulu’nun aşağıdaki yazı ile dikkatini çekmiştik;
Bu yazımız üzerine yapılan işleme ilgililerce hiçbir inandırıcı cevap verilemediği gibi, kırılan çeşme parçalarım korumak için de hiç bir tedbir alınmadı ve böylece iki yüz yıllık bir tarih hatırası Tarih Enstitüsü Dergisi - F. 14 210 •SEMAVİ EYİCE ve bir sanat eseri ilgililerin «ilgisiz»liği, hatta kasitli tahrip isteği yüzünden yok olup gitti. Bugün namazgahın yerine işaret eden sa dece bir ağaç kalmıştır. Namazgah, bir duvarı eski olarak kalmış tek katlı bir bekçi evine bitişik olarak bir sofa halinde yapılmıştı. Etrafı geniş yassı taş levhalar ile sınırlanan bu sofaya, kenarında uzanan yoldan dört basamaklı bir merdivenle çıkılıyordu. Bekçi evinin köşesinden iti baren başlayan moloz taş bir duvara mihrap taşı yapıştırılmıştı. Om. 6 0 x 1 m. 45 ölçüsündeki bu mermer kıble taşı kabartma süs lerle bezenmişti. Gül ve karanfiller ile süslü bir başlığın altında tek satır halinde güzel bir sülüs hatla yazılmış Kuran’dan
Download 4.07 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling