EnstiTÜ MÜDÜRÜ Prof. Dr. M. Münir Aktepe
Download 4.07 Mb. Pdf ko'rish
|
122 . 11. R. Mantran, «Politique, économie et monnaie dans l’Empire Ottoman au XVIIème siècle», s. 123-125. 12. W.H. McNeill, «Hypotheses concer ning possible. ethnie role changes in the Ottoman Empire in the seven teenth century», s. 127-129. 13. A.Ö. Evin, «The Tulip age and de finitions of «westernization», s. 131- 145. 14. H.G. Majer, «Die Kritik an den ule ma en den Osmanischen politischen trakten des 16.-18. Jahrhunderts», . s. 147-155. 15. B. Yediyildiz, «Vakıf müessesesinin XVHI. asırda kültür üzerindeki et- küeri» çalışmasında, vakıf gelirleri nin ibâdet hizmetlerinden sonra
(% 30,75) en çok eğitim ve öğretim hizmetlerine ayrıldığına dikkat et miş: % 28, 16. Bu oranlarla ilgüi he saplar, sona doğru, daha yuvarlak rakamlar halinde, bizce daha doğ ru, veriliyor. 16. R. Murphey, «The construction of a fortress at Mosul in 1631 :. a case study of an important facet of Ot toman military expenditure», s. 163- 178. .
hâne and ulak system in Rumeli in the eighteenth century», 179-186. 18. A. Cohen, «Some conventional con cepts o f Ottoman administration in . the light of a more detailed study : the case of 18 th century Palestine», s. 187-192. 19. Hemşehrimiz H.A. Reed, Osmanlı reformunun «Eşkinci» lâyihasını ko nu edinmiştir: «Ottoman reform and the Janissaries : the eşkenci lâyiha sı of- 1826», s. 193-198. . 20. R. Haddad, «Attitude des chrétiens dü Mont-Liban à l’égard des Otto mans au X V n i' siècle», s. 199-203. 21. M. Ma’oz, «Intercommunal relations in Ottoman Syria during the Tanzi mat era : social and economic fac- .tors», s. 205-210. 22. A.I. Bağış, «Rusların Karadeniz’de yayılması karşısında Ingiltere'nin ticârî endişeleri», s. 211-214. 23. Türkiye’nin 18301ardaki durumuna dâir en önemli kaynaklardan olan Ingiliz seyyahı, müşâviri A. Slade’- in yazdıklarını B. Lewis incelemiş tir : «Slade on Turkey», s. 215-226. 24. C.V. Findley, «Patrimonial house hold organization and factional ac tivity in the Ottoman ruling class», s. 227-235. 25. M. Çadırcı, «H. Mahmud döneminde (1808-1839) Avrupa ve Hayriye tüc carları», s. 237-241. 26. R.H. Davison, «The first Ottoman experiment with paper money», s. 243-251. 27. N. Todorov, «La revolution industri elle et l’Empire Ottoman», s. 253- 261 : daha ziyâde Rumeli kısmında ki gelişmeler söz konusu edilmiştir. 28. Ch. Issawi, «Wages in Turkey : 1850-1914», s. 263-270. 29. T. Güran, «Tanzimat döneminde ta rım politikası (1839-1876), s. 271- 277.
30. T. Baykara, «XIX. yüzyılda Urla yarımadasında nüfus hareketleri», s. 279-286. 31. B.
Kodaman, «Tanzimat’tan H. Meşrutiyet’e kadar sanayi mektep leri», s .. 287-296. I
KlTÂBlYAT 32. Z.Y. Hershlag-, «The late Ottoman finances, a case-study in guild and pu nishment», s. 297-310. 33. J. Thobie, «Finance et politique ex- teriençe : l’administration de la det te publique Ottoman 1881-1914», s. 311-322.
34. Ç. Keyder, «Ottoman economy and finances (1881-1918)», s. 323-328. 35. F. Ahmad, «Vanguard of a nascent bourgeoisie : the social and econo mic policy of the Young Turks 1908- 1918», s. 329-350. 36. î. Tekeli - S. İlkin, «ittihat ve Te rakki hareketinin oluşumunda Selâ- nik’in toplumsal yapısının belirleyi ciliği», s. 351-382. .433 37. P. Dumont, «Sources inédites pour l’histoire du mouvement ouvrier et des courants socialistes dans l’Em pire Ottoman au début du X X e sièc le», s. 383-396. Burada sayılan ve H. İnalcık’ınki ile birlikte 38 araştırmanın bir kısmı gerçekten önemli hususlara temas eden, mühim çalışmadır. Bunlar arasmda E. Esin, I. Artuk, A. Benningsen - G. Ve- instein, J.-L. Bacqué - Grammont, A .ö. Evin, B. Yediyıldız, B. Lewis, Ch. Issa- vi’yi tekrar - belirtmek istiyoruz. Kong reyi düzenliyenlerle, tebliğlerin baskısı nı gerçekleştirenlere de teşekkür ederiz. Tuncer Baykara
Eseri sadeleştirmeye girişen Neşet Çağatay, hernekadar önsözünde (s. XV, V.d.) tuttuğu yolu açıklamaya çalışmış sa da bu sözünü yerine getiremediğini daha ilk sayfalarda görmeye başlıyo ruz. Okudukça bu sadeleştirmenin, aşa ğıda örneklerini verdiğimiz daha nice tutarsızlıklar, metinden ayrılmalar, Türkçe bakımından sayısız yanhşlar, dil ve ifade bozuklukları, tarih ve coğrafya hatâları, atlamalar, gereksiz ilâveler, anlamdan sapmalarla yüklü olduğu gö rülecektir. Bunları gördükten sonra, Kültür Bakanlığının bu sadeleştirmeyi haklı olarak geri çevirdiğini açıkça söy- leyebüiriz. Bu yüzden de sadeleştirici ne okuyuculara yararb olabilmiştir, ne de rahmetli Paşasının ruhunu şad edebil miştir.
Ben, her sayfada bize saldıran yan lışları göğüsleyerek bu kitabı okumaya başladım. Ancak n . Selim’in tahta çı kışma kadar olan 107. sayfanın sonuna gelince sabrım tükendi, kitabı bir yana atıp kalktım. Dörtyüzden artık türlü soydan yanlışlardan seçtiklerimi aşağı da sıralamak istiyorum. Verüen rakam lardan üki sadeleştirmenin, İkincisi asıl metnin sayfasını gösterecektir. Okuyu cu yanlışları daha iyi görebilsin diye bunlar ayrı punt o ile dizilmiştir. I. D i l . a)
TÜRKÇE Yİ YANLIŞ KULLAN IMA. ‘Tekmile’ yerine ,bütün kitap bo yunca tümleç denilmiştir (1/2; 2/3; 11/ 11). Bu karşılık bugüne değin hiç bir yerde, bu anlamda kullanılmış değildir
434= O R H A N Ş A ÎK G Ö K Y A Y (Bkz. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu yayınlarından). Yüzünden gösterdiği ba şarılar. Türkçede sebep ifade eden, be nim bildiğim, dokuz kadar karşılık var dır, bunlardan biri de budur. Fakat an cak olumsuzluk anlatır. «Şemsiyemi al dırmadın, senin yüzünden yağmurda ıs landım» denir; fakat başarılar yüzün den yükselmeler elde etti, denmez.
A ‘mâr-ı düvel, devletlerin yaşantısı de ğil (1/2), devletlerin ömürleri, demek tir. Yaşantı, Alamancadaki ‘Erlebniss’ gibi hayatta karşılaşılan herhangi bir tecrübe anlamını verir. Kâh İçendi eliy
ele geçirildi (7/8). Metinde ise doğru olarak ‘kâh kendüleri giderek’ denilmek tedir. Metindeki ‘maddî ve manevî bir takım vesâil ve esbâbın’ ibaresinin kar şılığı bir sürü yöntemlerin ve nedenlerin diye verilmiştir, ilkin metindeki birta
lamak güçtür. Bu karşüığın yakışıksız düştüğü bir yana, birtakım, bir sürü de mek değildir. Daha aşağıda da yine bir takım yerine birçok karşılığı konmuş (15/15) ve okuyucunun anlayamayacağı nedenle oradaki ‘ümerâ ve erkân’ın sa yısı çoğaltılmıştır. Nitekim yöntemler de vesâiti karşılamaz, esbâbı da burada
sebep “bir nesneye ulaşmaya vesile ve alet olan şey’ demektir. Sadeleştiren ‘se bep’ kelimesini birteviye 'neden’Ie kar şılamıştır. Türkçeyl bilen biri Türkçede bunu karşılıyacak dokuz kelimeye bir onuncusunu ekleyebilecektir. Yer yer
raf taraf ümerâ ve sipâh irsaliyle’dir. Hiçbir ordu komutansız düşünülemeye ceğine göre ‘ komutanlar yönetiminde‘ gereksiz bir sözdür. b)
İMLÂ. Burada vereceğim tanı ğı, belki de tarih bilmemeye bağlamak daha yerinde olacaktı, ama yine de im lâ ile de ilgüidir. Bu kelimesidir. Bu kelimenin imlâsı yerine göre gerçi değişik olmak gerektir, ama buradaki böyle bir sebebe dayanmıyor ve o yüz den kitapta buna dikkat edilmeyerek türlü biçimlerde ve yanlış yazılmıştır. Hadım Süleyman Paşa, Hâdim Süley man Paşa (49/46); Sâdim Ali Paşa (49/52); Hadim Sinan Paşa (82/74). Doğrusu Hâdimü’l-Haremeyn (metinde Hâdim-i Haremeyn) olan yerde ise Hâ-
(84/76)
olmuştur, ‘Eyalet’ kelimesi ise düzara hep Ayalet biçiminde yazılmıştır. c) YAKIŞIKSIZ VE YADIRGA NACAK KARŞILIKLAR. Metinde ‘sinn-i şeyhûhete vasıl olmasıyla’ yeri ne kocama çağma varmış olmasıyla (3/4)• deniyor, oysa ‘yaşlandığı için’ de nebilirdi. Bu bir sadeleştirme değil, oku yucunun yadırgayacağı bir çevirmedir. Anadolu beylerinin en kabadayısı (13/ 13), metinde ise ‘Tavâif-i mülûkün ser- ferâzı’ geçiyor. ‘Serferâz, başı-yukarıda olan, ulu, seçme, seçkin’ demektir. Pîr Ahmet Bey Uzun Hasan’ın başma ço
Karaman-oğlu Pîr Ahmet Bey Hasan-ı Tavilin başma belâ . . olduktan sonra.
rad’m ocakluya yarımşar akça terakkî va’detmesidir. “Bir takrib ile’ yerine bir
dusundan sopa yemişti. Metin : ‘Cüyûş-i Osmaniyenin sademâtma giriftâr.’ Kız-
(80/71). Kahırlı azarlama (83/75), me tin : Cevâb-ı kahr itâbiyle. Kızgilı sul
Kıbrıs Adasında sıkı bir nüfûs sayımı yapıldı (111/100). Metin : Cezîre-i Kıb rıs sükkânı umûmen tahrir ettirilüp. ç) Olur-olmaz yerlerde, bir bölüğü
k î t A b î y a t 435 nü kendi uydurduğu ve Türkçe sandığı kargılıklar koymaya özenen sadeleştiri ci, kimi yerlerde de eskilerine yer ver mekten geri durmuyor. Tarihî terimler (s. XVI), hicrî tarihler (s. XVI), müâdî (s. X VI), mülkî, askerî (s. 2), Abbasî,
yerine doğru olarak dış işleri diyor ama, ahvâl-i maliye yerine yanlış olarak eko
başka, ekonomi bambaşkadır. n . METNE . UYGUNSUZLUKLAR, ANLAMDAN SAPMALAR, ATLAMA LAR, İ l â v e l e r . a) METNE UYGUNSUZLUKLAR. Tutsaklığının sekizinci ayında (11/11). Metinde yedi, sekiz ay mürûrunda. Kır ka yakm yara almıştır (33/30). Metin deki Tcırka yakm yara yimiştir’in yeri ne yara almıştır koymak sadeleştirme mi sanılıyor? c) ANLAMDAN SAPMALAR. Me tinde ‘Ertuğrul Gazi, Söğüt sahrasında sakin olup, devlet-i selçukiyye ümerâ sından ve bulunduğu mevkiin rumlar ile hem hudut olmak hasebiyle uç yani müntehâ-yı hudût beylerinden olma ğın...’ ifadesi ‘Ertuğrul Gazi Söğüt sah rasında oturmakta iken uç yani sınır
gibi metin âdeta ters çevirilmiştir ve Ertuğrul Gazi uç-beyi olduğu için Sel çuklu beylerinden sayılıyor anlamı çı karılmıştır. c)
ATLAMALAR. "Hâlâ Sırp Sın dığı’ ibaresindeki hâlâ (bugün de) 7 /7 ); metinde ‘yirmi bin kadar’ sözü yirmi bin
rur oturmaz’ atlandığı. gibi ‘ümerâ’ da atlanmıştır ve ‘taraf taraf’ yerine bölük
hamlede’ sözü nedense sadeleştirmede yoktur ve ‘mehâbet-i hümâyûn ile zul met-i mevki ıttüâ-ı hakikat-i hâle mey dan vermediğinden (34/31) atlanmış tır. Metinde ‘Selanik kalesi... bir ay dan mütevaciviz muhasaradan sonra un-
vaşla mı, barış yoluyla mı, ya da vire ile mi alındığı bir hukuk sorunu-olarak önem taşımaktadır. İstanbul’un fethinin de ‘unveten’ olduğu metinde söylenmişse de bu da atlanmıştır (44/41). İtdlyan- lar Otrantoyu geri aldilır (50/47) deye kesip atüan cümlede de atlamalar var dır. Metinde îtalyanlar memâlik-i mez- bûrenin istirdadına destres oldular’ de- rüldiğine göre yalnız Otranto’yu değü, Otranto şehrini ve civarında olan ka leleri de geri almışlardır. Metinde ‘dev let sahipsiz gibi kaldığından’ sadeleştir mede devlet sahipsiz kaldığından biçi minde verümiştir (55/51). İkisinin ara sındaki fark açıktır. Mora yarımadasın
metnin aslında ‘Mora cihetine atf-ı him metle henüz teshir olunamayan kilâmın
şeklindedir. Metinde bâde-zaman, Mah mut Paşa-yı veli, Rumeli beylerbeyi’ de ye başlayan paragrafta bâde-zaman ve veli atlanmıştır (62/57). ‘O zaman uyul ması gerek olan ibaresinin başmda, me tinde ki lede’t-tefahhus - araştırıldıktan sonra, (tahkik edüdikten sonra) -ki önemlidir- atlanmıştır (62/57). Burada metnin düzeltümesi gerektiğine de işa ret edelim. Gerçi metinde 'eyyâm-ı mâ- tem tam am. olduktan sonra' deniyorsa da doğrusu ‘tamam olmadan’ olmalıdır. Çünkü Mahmut Paşa, yas giyeceğini pa dişahtan ve askerden önce çıkarıp be yazlar giymiştir (Bkz. Tacü’t-tevarîh, I, 552). Işkodra kuşatmasında kullanıl dığı söylenir. Metinde ise ‘rivayet-kerde-i süifâttır’ denmektedir (67/62). Demek ki bu, şöyle, böyle bir rivayet değildir,
436 O R H A N Ş A İK G Ö K Y A Y sözüne inanılır, güvenilir kimselerin ri- vâyetidir. (75/69) da ‘Osmanlı orduları Mora'ya ve Bosna bölgelerine... deye bağlayan paragraf hem eksik, hem de cümle düşüktür.... ve İskender Paşa,
deki Sekbanbaşı atlandığı için sadeleş tirmede üç değü iki kişi kalmıştır, ilâve edilen gibi ise bunların üçten de fazla olduğunu anlatır ki metinde bu yoktur. ç) İLÂVELER. Metindeki ‘Ankara sahrasına’ Ankara’nın Çübukovasmda deye (11/11) bir ekleme yapılmıştır. Me tindeki ‘cihaz tarikıyla’ evlenme nede
gûya açıklanmıştır. Toplar ve başka aletler ve silâhlar deyerek metindeki ‘toplar
vaz’ıyla’ ibaresi uzatılmıştır (36/34). Metindeki (46/43) ‘mesmû-ı hümâyûn oldukta’ atlanmıştır. Metinde Fatih son derece kızmıştı sözü olmadığı gibi hadlerini büdirmek için deye de bir §ey yok, bunlar eklenmiştir (51/47).
Metindeki “fasl-ı dâvâ olundu’ ibaresi uyuşmazlık sözde tatlıya bağlandı biçi mini almıştır (58/53). Hattâ OsmanlI larla savaşa giriştiğine bile pişman olup (84/76). Halk bu cinayetin tertip- çisi olarak bildikleri Rüstem Paşayı
93).
UT. DİL VE İFADE BOZUKLUK LARI. Metinde ‘saniyen metbûları bulu nan devlet-i Selçukiyye...’ diye başla yan cümlede, özne, doğrudan Hak ve Sübhanehu ve Taâlâ olduğu halde, sa deleştirmede, yanlış anlaşüdığı, daha doğrusu anlaşılmadığı için buna bir de
Oysa Osmanhları bol bol mükâfatlan dıran ve devlet-i Osmaniye üzerine va kit vakit ayaklananları bozup kahreden de Hak Sübhanehi ve Taâlâdır. Metinde ‘İzmir limanı Anadolu'nun mersâ-yı mü- varedesi olduğundan başka...’ ibaresi
mine konmuştur. Bunun ne demek oldu ğunu hangi okuyucu anlayacak deye sormak istiyorum. Bunun ‘İzmir, Ana dolunun ithalât ve ihracât limanıdır’ demek olduğu apaçıktır. Hutbe ve sik keyi Mehmed Han adına söyletmesi (30/28). Hutbe okunur ve okutulur ama 'sikkeyi söyletmek' nasıl olacak? Ken disine hakaret ve rahatsız etmiş (30/28). Bayazıt Paşa’nın eyaletine de vezirlik rütbesi ekledi (31/29). Metinde ‘Baya- zıt Paşa’nın eyaletine mansıb-ı vezâret ilhak buyuruldu’ var. ‘Eyalete vezirlik
mimize yapışır. Bayazıt Paşa zaten Anadolu beylerbeyisidir, demek ki ken disine bir de vezirlik unvanı verümiştir. Metinde ‘tehdidini ıkâa kâdir’ sözü ak
verümiştir (33/30). Tehdidin karşüığı ‘akima koymak’ mıdır? Yoksa korkut mak, korku vermek’ midir? Hükümdar lığını ilân ve Anadoluya geçmek üzere yola çıktı (34/32). Peki, ilan kelimesinin fiüi nerede? Toplulukları perişan, taht iddiacısı Düzme Mustafa da Rumeli ya kasına kaçtı (35/33). Toplulukların fiüi nerede ? Şu yazacağımı, sıkılmadan okuya- büirmisiniz ve anlayabüirmisiniz ? Papa da, Osmanlı devletinden çıkar elde et mek için Sultan Cem’i alet edüp vakit geçirirken Cem’in annesi, Burbon ha nedanından olan Fransa kiralının kız- kardeşi olup Bizans imperatoru. ile ev lendirilmek üzere yollandığı halde ge linin gelişi, İstanbul’un alınışına denk K İT Â B İ Y A T 43?
gelerek Fatih Sultan Mehmet ile evlen miş ve hu evlenmeden Cem sultan doğ muştu (52/48). Bırakın da bunu okuyu cu aslından okusun. Her sayfada karşılaştığımız örnek lerden bir başkası da şu : Bu sırada Macar kıralı ölüp arkasında, nikâhsız bir karıdan doğma bir oğlundan başka kimsesi kalmadığından, bu çocuğun, ya da Polanya kiralının oğlunun tahta çıkarılması hususunda Engürüs (Macar) muhafızı, Sultan Bayezidin kendisi oraya gelirse Belgradı teslim edeceğine dair haber yolladığından H. 897/M. lJf92 yılında Padişah, ordusu ile Safya’ya var dığında Engürüs ileri gelenlerinin, Le histan kiralının oğlunu Macar tahtına oturtup adı geçen muhafızı değiştirdik leri haber alınınca Arnavutluk bölge sine gidildi. (54/49). Devletin denge merkezi İstanbul ne demektir ? Metindeki Fatih Hazretleri dahi merkez-i istikrar-ı devlet olan İs tanbul’un karşılığı burnudur? ‘İstikrar’ bir yerde sabit ve sakin olmak, demek olduğuna göre anlaşılan ‘devletin bun dan böyle hükümet merkezi İstanbul’ oldu diyor ve Fatih’in aldıktan sonra İstanbul’u paytaht yaptığım söylüyor. Yoksa denge merkezi de ne demek olu yor? Metindeki ‘Selâtîn-i Osmaniye câ- nibinden zapt kılman...’ sadeleştirmede Osmanlı sultanlarınca eline geçen (61/55) deniyor. Kitapta bunun benzer lerinin dopdolu olduğunu gören herhangi bir okuyucunun bunun bir dizgi yanlışı olduğunu elbette düşünmeyecektir, bu zavallı yanlış da onlardan biridir. Me tinde ‘Âbâ ve ecdadı müritlerinin’ sözü belki de sözlüğe bakarak ve gereksiz yerde ve ekleyerek -baba, dede ve mü
Oysa kısaca ‘atalarının müritlerinin’ de mek yeterdi. Belki de sözlüğe bakarak dedik, çünkü ‘ecdâd’m ‘dedeler’ karşılı ğı orada vardır, ama burada gitmez.
su metinde olduğu gibi ‘gaib ettiği me- mâliki’dir (75/69). Elden çıkarmakta irade kişinin elindedir, ama kaybedilen memleketlerde bu irade düşmandadır. IV.
COĞRAFYA VE TARÎH BİL MEMEKTEN ÎLERÎ GELEN YANLIŞ LAR. Selçuk Sultanları sefere çıktıkça
jl y ı l kelimesi görünüşe bakılırsa (aga-
van) diye okunmuş, bu yüzden de ağalarıyla diye
çevrilmiştir. Oysa
A cvan ca.ım
sözünün ço ğulu olup, bu da ‘ensâr’ gibi ‘yardım- cüar’ demektir. Metindeki ‘meskeninde bulundukça kendi kendisine otururken diye verilmiştir. Bu ise ‘Selçukluların seferi olmadıkça’ demektir (4/4 ). “Mer- kez-i emâret’ karşılığı emirlik merkezi değildir, çünkü tarihlerimizde ‘emâret ( = beylik) geçerse de ‘emirlik’ pek geç mez, benim büdiğim kadar. Onun için doğrusu ‘beylik merkezi’ dir (6/6). Eris-
Çünkü ‘iimerâ’nun teküi olan ‘emir’ yalnız müslüman beyleri için kullanılır, onun için doğrusu Hristiyan beyleri’dir (8/9 ). Metindeki Erzincan, Azerbaycan okunmuştur (10/11). Dizinde de böyle- dir. Bu yüzden Yıldırım Bayazıt tâ Azerbaycan’a dek gönderilmiştir. Tek başına bu yanlış büe, metni sadeleştire- nin, bir yandan yaptığı işe hiç bir özen duymadığını, bir yandan da tarihte ge çen olaylardan habersiz olduğunu gös termeye yeter. Cizye-i şer'iyye ve em-
rekli olduğu halde nedense notlar ve açıklamalar bölümünde yoktur (19/19). Metindeki ‘şürefâ’ kelimesi ulu kişiler diye karşılanmış ■ (20/20). Oysa bu bir terimdir, ‘şerifler’ demektir. ‘Şerif’ Pey gamberimizin kızı Hazret-i Fâtıma üe 438 O R H A N Ş A İK G Ö K Y A Y damadı Hazret-i Ali’nin oğullan Haşan ve Hüseyin’in neslinden gelenlere veri len bir sıfat ise de Peygamberimizin to runu Hasan’ın soyundan gelenlere' ‘şe rif’ ; Hüseyin’in soyundan gelenlere de ‘seyyid’ denilmektedir. Metindeki dizgi yanlışları, fark edi lemediği için Hermenşad olduğu gibi alınmış, dizine de öyle geçmiştir. Oysa bu Hermenşad değü, Transilvanya = Erdel’de ve aynı addaki vilâyetin mer kezi olan Hermanstadt şehridir. Sahip- zuhurluk davasında bulunan ifadesi melıdüik davasında bulunan diye karşı lanmıştır (60/55). Uzun Hasan’m böyle bir davâda bulunduğunu bilmediğimiz gibi sahip-zuhur da bu .anlamda değil dir. Bu, bir hükümdür sülâlesinden gel mediği halde, idare başında bulıınan hü kümdara karşı ayaklanarak padişahlı ğını ilân eden türedi, demektir. Sipey- dar değü, metinde olduğu gibi doğrusu süahdardır. Ortama, orta bölüklerin ve yeniçeri ortalarmm birer tarih terimi ol duğundan haberimiz yoksa o zaman on ya da yirmi orta üe yeniçerinin araşma, bu" ikisi başka başka imiş gibi bir virgül koyarız, burada olduğu gibi. OsmanlI idare teşküatmda ‘sancak beyliği’ bilin mediği için metindeki ‘sancak emareti’
(64/59). Metindeki hums-i §er‘înin ne olduğu açıklanmamış ve beştebir diye geçiştirilmiştir (69/63). Çölbahamn doğ rusu çulbahadır (73/67). Metinde ‘ . . . selâtîn-i Mısrıyye an lardan tekallüd-i saltanat ederlerdi’ cümlesi Mısır sultanları tahta geçtikle rinde onların eliyle kilıç kuşanırlardı di ye verilmiştir (73/67). Bu yanlış hem
mekten, hem de tarih bilmemekten, hem de metni anlamamaktan üeri gelmiştir. Bu üçünden biri bilinmiş olsaydı, böyle- sine büyük bir yanlışa düşülmeyecekti. ‘Takallüd’ sözlükte ‘buyurma ve hüküm yürütme işini boynuna almak’ demek tir. Zaten metihde de açıkça ‘takallüd-i saltanat’ denilmekte, kılıçtan ve onu ku şanmaktan söz edilmemektedir. Metni anlasaydık, Mısır sultanlarının, salta natlarını, Abbas-oğullarmdan Mısır’da halife seçüen kimseden aldıklarını, ya ni onların bu saltanatı onayladıklarını da anlayacaktık. Bunu anladıktan sonra da bunun kendi eliyle bir makama ge çirdiği kimseye kılıç kuşatmayacağını teyakkün ederdik. Tarihlerimizde Eflak emareti diye geçerse de ‘Eflak emirliği’ geçmemek tedir (67/70). Eğer doğru bir karşılık arıyorsak ‘Eflak voyvodalığı’ demek ge rekirdi. Memleketeyn yani Bosna ve
sadeleştiren hem coğrafya, hem de'tarih bügisi ol madığını bir kez daha göstermiş olmak tadır. Memleketeyn (İki memleket) ta birinin ‘Eflak ve Boğdan’ demek oldu ğunu, tarih okuyup da bilmeyen olma sa gerek. Kaldı ki Avrupa haritasmı göz önüne getirebüsek bu ‘memleke teyn’ kelimesinden hemen önceki Ben- der ve Akkirman kalelerinin Bosna ve Hersek’ten çok uzaklarda olduğunu gö rüp uyanacaktık. Başkaları yolu ile ta hakküme ve düşmanlığa cüret etmeye başladılar, deniyor (85/76). Kim bu başkaları? Oysa metinde böyle kimse cikler yok. Metinde suret-i tavassutta ızhâr-ı tehakküm ve adâvete mücaseret eylemeğe başladüar, denmektedir. Bun dan çıkan anlam da, eğer okuduğumu zu anlıyorsak, şudur : Şah İsmaü, Sul tan Gavri’ye nâme yazıp ondan Sultan Selim’in çaresine bakılmasını istemişti. Sultan Gavri de ara-buluculuk ediyor muş gibi görünerek Yavuz Sultan Se- lim’e karşı yukarıdan almaya ve düş manlığa başlamıştı. Ne vardı bunda an- laşümayacak? Ya da anlamayacak? K İT Â B İ Y A T 439
Hüsameddin Paşa Mısır’a kara yol culuğunun zorluklarından bahsetmesi üzerine (86/77) diye sadeleştirmesinin doğrusu çölün güçlüklerindenâir. Çün kü sadeleştirenin berriyye diye okuduğu sözcük burada beriyye diye okunacak tır. Bu iki sözcüğün imlâları bir ise de okunuşları, ve bundan dolayı da anlam ları ayrıdır. Beriyye, su ve bitki eseri olmayan kır, çöl demektir. Bu yanlış da, Prof. Dr. Neşet Çağatay'ın, düini ağır bulup da, bugünkü kuşaklara sunduğu bu eseri sadeleştirirken, düz bir yolda yürür gibi davrandığının, hiç bir kay nağa, hiç bir sözlüğe başvurmak gere ğini duymadığının bir başka tanığıdır. Yavuz’un Mısır’a seferinin söz konusu olduğu yerde, yani Şamlda, ilk akla ge lecek olan güçlük, karayolculuğunun zorluğu değü, geçüecek çöldür. Bunun hemen arkasmdan -gelen başka bir ta nık da, doğrusu ‘Birketü’l-Hâcc’ olan adın Bereketüü-Hac okunmasıdır, üste lik imlâsı da yanlıştır. Bir çöl geçilirken en önemli kaygının su olduğunu söyle mek gerekmez. Onun için Birkeler (su yun irkilip göllendiği yerler) büyük bir yer tutar. Netekim bu adla anılan bir çok yer vardır (Bkz. Mu‘cemü’l-bül- dân). Batı Cezayir de neresidir? Metin de ‘Akıbetü’l-emr Cezayir-i garbı zapt üe’ denilmektedir (98/89; bir de 110/ 100). Demek ki bizim ne Cezâyir-i Bahr-i Sefîd’den, ne de Cezâyir-i Garb’- dan haberimiz yok. Akdenizin doğusun daki irüi-ufaklı adaların bulunduğu böl ge, Osmanlı imparatorluğunda nasü Ce zâyir-i Bahr-i Sefîd Vilâyeti ise, Akde nizin batısındaki irili-ııfaklı adalar (Ba- lear Adaları, Korsika, Sardunya, Malta v.b.) dolayısıyla bu bölgeye de Cezâyir-i Garp denmiştir. Bugünkü Cezâyir ülke sinin batısı, doğusu varsa da, Osmanlı tarihinden ve Barbaros Hayreddin Pa şadan söz ederken bir Batı Cezayir kim senin akima gelmiş değildir. Metindeki ‘mâl-i harâc’ı fharaç ma lı’ diye karşüamak yanlıştır, çünkü bu rada ve başka yerlerde mal para, nakid demektir. Kanunî Sultan Süleyman Han şid detli ağrılar yüzünden... öldü deniyor (106/97). Metinde ise ‘Sultan Süleyman Hazretleri illet-i zahirden... mürtehil-i dâr-ı âhıret olmakla...’ denilmiştir. Bü tün ağrılar, bir belli hastalığa bağlıdır; kişi ağrıdan ölmez, bu ağrıyı doğuran hastalıklardan birinden ölür. Nedir o hastalık? Sonra, bir tarih kitabını sade leştirmeye kalkan kişiden, hiç olmazsa Kanuni gibi büyük, muhteşem bir Türk hükümdarının neden, hangi hastalıktan öldüğünü merak etmesi istenmez mi? Kaldı ki, bu hastalığın ne olduğu da ora da yazılı. Ona düşen sadece bir sözlüğü açıp bakmaktı, bu büe yapılmamıştır. Onun yerine biz Kamus Tercümesini açıp okuyalım : Zahir, ishal nevinden bir illet ismidir ki şiddet üzere bağırsak sızıntısı ve göbek buruntusu ile ârız olup, içi geçüp ve karnı bükülüp miste- râha (halaya) varmca kan gelir, türki- de iç ağrısı tabir olunur (H, 356). Emir ler ve levend gemileri de toplanarak do- nanma-yi hümâyûn... sadesi, metinde ‘ümerâ ve levend gemileri tecemmü et mekle (110/1007) diye geçiyor. Burada Osmanlı donanmasını meydana getiren unsurlar söz konusudur. Sadeleştirenin emirler demesinden bunun farkmda ol madığı anlaşümaktadır. Ümerâ gemüe- ri, bey gemüeridir, deniz sancak beyle rinin buyruğunda olan ve bir savaş çık tığında, donanma-yı hümâyûna katılan gelinlerdir, bunlar. Levend gemüeri ise, gerekince donanmaya katüan Türk korsan gemüeridir. Nedense Prof. Dr. Neşet Çağatay, bunlara dokunmadan şöylece yan sıyırıp geçmiştir. 440 O R H A N Ş Â İK G Ö K Y A Y V.— YANLIŞ ANLAMALAR. Tu- fuliyet’ gençlik değil, çocukluktur (1 / 2). Resâil (risaleler) dergi demek değil dir (1/2). Netekim, Mustafa Nuri Paşa kendi eseri için bu risale-i müstmenda-
tirenin verdiği hiçbir saman içe yarama yacağını sandığım diye koyduğu kargı lık burada geçerli değildir, çünkü hiç bir yazar daha bastan “hiç bir işe yara mayacağını sandığı’ bir eseri meydana çıkarmaz. ‘Kuyûdât-ı atîka’ eski yazılar demek değildir. Metindeki ‘dâmen-i afv ü safh’. yanlışlıkların affı ve görmemez
ifade metinde, bir başka deyişle Osman- lıcada geçerli ise de, sadeleştirmede ge çerli değüdir, çünkü Türkçede böyle bir söz, ya da deyim yoktur. Bu, sadeleştir me değil, bir çevirme olur. Bununla bir likte, Prof. Dr. Neşet Çağatay, kitabın da yer yer, metni olduğu gibi Tiirkçeye çevirmek yolunda başarısız denemelerde bulunmaktan geri durmamıştır. Yardım Tanrıdandırm metindeki doğrusu “Başa rı Allahtan’dır (2/3). Hernekadar Sel çuk devleti, Bizans imparatorları üe ba
de Selçukluların BizanslIlarla her za man barış içinde olmadıkları söylendiği halde sadeleştiren buna, burada da, dik kat etmemiştir. Doğrusu metinde oldu ğu gibi “hernekadar devlet-i Selçukiye- nin Rum imparatorları üe musalahala-
Metindeki ‘muahharen’ karşüığı üs telik değü ‘sonradan’dır (5/5 ). Metinde ki ‘Misivri’ nasü olmuş da sadeleştirme de Lüleburgaz olmuştur (6/7 ). Yoksa, Bulgaristanda, Karadenize girmiş bir dü üzerinde, Ahyolu’nun kuzeyinde ve Burgaz’m 38 km. kuzeydoğusunda bir liman olan Misivri’nin sadeleşmesi ‘Lü- leburgaz’mıdır. Metindeki ‘Sırp kıralı... yüzbinden ziyade asker ve müteaddit hükümdar üe ‘ibaresi yüzbinden çok as kerin başına geçen birçok hükümdar ile diye anlaşümış (8/9 ). Oysa bunların hepsinin başmda tek bir hükümdar, ya ni Sırp kıralı vardır. Metindeki ‘müte- gallibe-i Etrâk’ Türk sahipleri diye kar- şüanmış ise de bu terkibin buradaki an lamı büsbütiin başkadır, böylesine düz değüdir. Divriği, Kemah, Behisni’yi zor la ele geçirip, buralara sahip olan Türk aşiret beyleri, derebeyleri demektir (10/ 11). Metindeki ‘şeriat-i adalet-i nebeviy- ye-yi, sadeleştiren, adalet ve isledikleri peygamber yolu diye anlamıştır (11/ 12). Doğrusu ‘Peygamberin şeriatindeki adalet, ya da Peygamber şeriatinin ada- leti’dir. Daha açık söylemek gerekirse, metinde ‘şeriate uygun davrandıkları...’ demek istenmektedir. ‘Osman Gazi göçebe çadırlarını şe
şüığında kaç yanlış ve eksik var? (12/ 12). Doğrusu ‘Osman Gazi, beyliğe ulaş tıktan sonra göçebe çadırım yerleşik sa raya çevirdi ve hükümet merkezini şen lendirip bayındırlaştırdığı Yenişehir’e götürdü’dür. Verüen karşüıkta imar j[j\ kelimesi ‘onarmak’ diye alınmış tır. Oysa ‘onarma’ tamir karşüığıdır. î'mar ise, düde ‘yeniden kurmak’ de mektir. Metindeki “Hüdavendigâr Gazinin, Mısır’a gönderdiği elçi vesatatiyle Mı sır’da bulunan halife-i Abbasi tarafın dan tenfîz-i hükümet-i şer'iyye içün icazetname (13/13), Prof. Dr. Neşet Çağatay tarafmdan ‘özellikle Murat Hü davendigâr Gazinin, Mısır’a gönderdiği elçi aracüığı üe Mısır’da oturan Abbasi halifesi tarafmdan hükümetinin şer'î yani islamî kuraüara uygun olduğuna dair icazetname’ diye metinle hiç bir ü- gisi olmayan şeküde anlaşümıştır. Da ha doğrusu anlaşümamıştır. Metindeki K İT Â B İ Y A T 441
hükümet-i şer’iyye de ‘şeriat ahkâmı’ demek olduğu için, söylenmek istenen aslında şöyledir : I. Sultan Murat, Mı sır’a elçi göndererek orada bulunan Ab basi halifesinden, Osmanlı ülkesinde şe riat kanunlarım yürürlüğe koymak için müsaade (icâzetnâme) ve Sultan-ı Rum unvanı geldiğinden.:. Metinde ‘Livâ-yı Osm anînin sernü- gûn olmasmı müstelzim oldu’ cümlesi Osmanlı bayrağının baş eğmesi sonucu nu doğurdu şeklinde garip bir Türkçe üe karşüanmıştır.'Oysa söylenmek iste nen sadece ‘Osmanlüarın yenilmesine yol açtı’dır. ‘Bayrağın sernügûn olma sı’ bayrağm baş eğmesi değil, başaşağı çevrilmesidir. Yenilmiş orduların bay raklarının yenilgi alâmeti olarak baş aşağı çevrildikleri büinmektedir. İşte Mustafa Nuri Paşa da ,mecaz yolu ile, OsmanlIların Timur karşısında yenüdi- ğini söylüyor. Metinde ‘ibrâm ve ilhâh üe Alaed- din Paşa’yı makam-ı vezârete ıs‘âd et mekle’ dendiği halde sadeleştirmede bu,
denmektedir (15/15). Metindeki ‘ibrâm’ bir adamı bir nesne zımnında sıklet ve rerek melûl edüp usandırmak (Kamus tercümesi, IV, 183), ilhâh ise ‘pek ibram eylemek (I, 965) anlamınadır. İkisinin de rica üe ügisi yoktur ve rica üe ara larında büyük anlam farkı vardır. Bir tarih metninde, yazarın söylediklerin den sapmak, en azından, yazarm kanaa tini tahrif etmek demek olduğunu, işi ciddiye alanlar bilmektedirler. En önemli bağımsızlık alâmeti diye verüen ibarenin metindeki doğru karşı lığından, çıkan anlam ‘istiklâl alâmetle rinin en büyüğü’dür (17/17). Metindeki ‘Itnâb-ı makal kılındı ( = söz uzatüdı) yerine bu hususu bura ya yazdım karşüığı verilmiştir ki, ügi si yoktur (27/26). Metindeki ‘size gadr etmek üzeredir deyü mugalatalar’ ifa desindeki ‘mugalatalar’ karşüığı ifade ler denmiştir (35/32) ki, hem tutarsız, hem de metni, yani tarihi tahriftir. Ka lenin girmeye elverişli olan yerlerini di ye verüen karşüık metinde ‘kalenin hü cuma kabü olan mahallini’ diye geçmek tedir (36/34). Yani kaleyi almak için yapüacak saldırının başardı olması için, hücuma elverişli zayıf noktalarım’ de mektir ki, bu büsbütün başkadır. Doğ rusu metinde olduğu gibi ‘mağdurdur (gadre uğramıştır)’ olan yer Hüseyin
şüanmıştır, büsbütün yanlıştır (47/44). Türk askerlerinde hayal kırıklığı yarat
metin ‘mühâcimînin rû-gerdanlıklarma bâdi oldu’ diyor, yani kaleye saldıran ların yüz çevirmelerine ,geri dönmeleri ne sebep oldu, demektir. Metinde ‘devlet-i Çerakisenin Zül- kadriye ve Ramazan-oğuüarı hükümet lerine tegallübü’ denmekte ise de sade leştirmede bu ‘tegaüüb’ karşı davranışı diye alınmıştır (!). ‘Tegaüüb’ bir kimse üzerine yeğin olmak, zûr ve kuvvetle ve tâb ü kudretle ânı makhûr eylemekten ibarettir, yiğitlik vechüe tasallut ve is- tüâ eylemek manasınadır ki, istüâ vech-i hak üzere olmaya (Kamus tercü mesi, I, 410). Ahmet Paşa’nm öldürül mesine karar verüp, metinde ise ‘müşa- rünüeyhi katletmeğe mecburiyet hasü ederek (68/62) dir. ‘Kılı kırk yararcasına’ demek olan ‘Mûşikâfâne’ ayrıntılı diye karşüanmış- tır (68/62). Metindeki ‘heyetlerinde kes ret ve asabiyet hasü olup...’ ifadesi git tikçe sayüarı çoğalıp sınıflar birbirleri ile yarışa başladıklarından diye metinle hiç ügisi olmayan şeküde karşüanmış- tır (69/64). ‘Asabiyyet’ kelimesinin söz lüklerdeki türlü anlamlarından burada tek yakışanı ‘kavm ve akrabasına ya
442 O R H A N Ş A İK G Ö K Y A Y hut bir haksızlığa uğramış olana yar ve yaverlik kaydında olmaktan ibarettir (Kamus tercümesi, I, 388) karşılığıdır. Asabiyyete Prof. Dr. Neşet Çağatay'ın koyduğu yarış anlamı ise hiç yoktur. Metnin demek istediği, yeniçerilerin haklı, haksız birbirlerini tuttuklarıdır.
rine metinde ‘yarımşar akça terakki va’dedüdiğinden’ denilmektedir (69/64). ■
duğunu bir yana bıraksak bile, bunun katkı ile ilgisi nerede? Metindeki ‘câzim oldular’ın karşılı ğı sezdiler değildir (69/64). Bu cümle ‘şartsız, ayrıcalıksız, sağlam ve kesin bildiler’ demektir. Sezmek de nedir? Metindeki ‘darb-ı tâziyane’ için sopa ile
su ‘kırbaçla cezalandırma’dır. Uzun Ha- san’m sıkıntılı davranışları sona erdi de niyorsa da, metin büsbütün başkadır, orada ‘livâ-yı istıdrâcı semügûn olarak gaüesi bertaraf oldu’ denmektedir (72/ 66). Metindeki ‘istidrac’ı, sadeleştiren okumazdan gelmiştir. Bunun anlamı ve burada yakışanı ‘bir kimseyi yavaş ya vaş bir dereceden başka bir dereceye yükseltmek’ olduğuna göre, söylenmek * istenen, Uzun Hasan’ın o güne değin yavaş yavaş yükselen bayrağı tersine dönüp bu belânın ortadan kalktığıdır.- <= Yavuz Sultan Selim mersiyesinde (91 v.d./83) 8. beyt, rezm işinde ve bezm işinde diye yanlış verilmiştir, doğ rusu ‘Rezm işinde ve besim ayşında’ olacaktır. 2. beytteki ‘müşir’ kelimesi
nışman’dır; Yavuz Sultan Selim, yapa cağı işlere kendisi karar verir; yapayım mı, yapmayayım mı diye başkalarına danışmaz; onun tek başına savaşa da, devlet idaresine de gücü yeterdi, deni yor. 5. beytteki şems-i asr dizenin birin ci bölümünde ‘ikindi güneşi’ demek de- ğüdir. Şair, asrın buradaki birinci anla mı üe ‘çağının, zamanının güneşi idi, ama bir ikindi güneşi gibi idi’ diyor ve
Yavuz’un hayatmı büenler için, beyti böyle açıklamak güç olmasa gerek. SONUÇ.— Yukarıda sıralanan ve sadeleştirmeyi baştan başa kaplayan bu yanlışları gördükten sonra, okuyucu bu nun Netâyicü’l-Vukuat’m ashyla bir il gisi olmadığını kesin olarak görecektir ve eserin yazarı Mustafa Nuri Paşa’nın ruhunun neden şad olamayacağım anla yacaktır. Ne türden olursa olsun, eski bir metni bugünün düine getirmeye kal kışan herhangi bir kimse önce a) eline aldığı kitabın konusunu bilecektir. Bu sadeleştirmede öylesine bir bilginin izi yoktur, b) Kitabın düini büecektir, o di li gereği gibi anlayacaktır, bu da yok tur. c) Türkçeyi bilecektir, tanıklar gös termektedir ki bu, hiç yoktur. Şimdi sa- deleştirenin giriş bölümünde yaptığı t a rizi kendisine, iade etmenin yeri gelmiş tir. Bu türden eserlerin sadeleştirilme si, öyle şuna, buna havale edilemez. Edi lirse, sonuç böyle olur. O sonuç ise kâ ğıt ziyanlığıdır; zaman ziyanlığıdır; em ek ziyanlığıdır. Kur’an-ı Kerîm’in bir uyarısı üe sö zümüzü bitirelim: Ey görecek gözü olanlar, ibret alm! Orhan Şaik Gökyay
K İT Â B İ Y A T 443
BUREAUCRATIC REFORM
IN THE OTTOMAN EMPIRE: The Sub lime Porte 1789-1922. Carter V. Find ley, Princeton University Press, Prince ton, New Jersey, 1980, s. 455. Princeton Yakın Doğu Etüdleri se risinden olan bu eser, başlığından anla şılacağı veçhile 1789-1922 yılları arasın da Osmanlı bürokrasisindeki reformla rı incelemektedir. Bu konuda pekçok belge halâ tetkik edilmemiş olup, mese leyi bütünü Ue ele alan kitaplar da son derece azdır. Bu sebepten bahis konusu eser, büyük bir boşluğu dolduran bir ki taptır. Yazar,- haklı olarak, incelediği ça ğı izah edebilmek için Osmanlı idâre sistemini baştan itibaren ele almış ve çalışmasını, Türk ve yabancı arşivlerle, neşredilmiş kaynaklara dayandırmış tır. Önsözü çağdaş tarihçüerden de is tifade ettiğini gösteriyor. Asıl gâye 1789-1922 bürokrasi re formlarım anlatmaksa da bir bakıma kitap, Osmanlı bürokrasisinin tarihidir. Osmanlı reformlarının kendi başlarına olduğu kadar, Balkanlar ve Orta Doğu ya olan etküeri dolayısıyla, taşıdıkları öneme işaret eden Prof. Findley re formları tarif etmeden evvel neyin ve neden düzeltümek istendiğini açıkla
makta, Orta Doğu Islâm kültür mirâsı üe Osmanlı üişküerini, ortaya çıkan sentezi geniş olarak incelemektedir. Yalnız sentezin bir harman yerine çeşit li elemanlarm bir sıralaması olduğuna ve bunun milliyetçüik cereyanlarından önce de hücumlara imkân verdiğine işâ- ret ediyor. Osmanlı devleti içinde dünyevî kül türü ön plâna alan Saray mektebi kal kınca bu geleneği ( a d a b ) kalemiye ( s c r i b a l ) sınıfı sürdürdü. Ulemanın itirazına rağmen zengin bir gelenek: ansiklopedik, arapça, farsça, devlet ka nunları Ue coğrafya ve târih bügisine dayanıyor. Başlangıcı pek belli olmıyan kalemiye sınıfı genellikle askerî ve dinî sistemlerin tetkiki üe uğraşan âlimlerin uzun süre dikkatini çekmedi. Zamanla Saraydan ayrılıp 17. yüzyüın ikinci ya rısında Bâb-ı Âlî’ye geçti ve yeni bir kuvvet dengesi ortaya çıktı. Geleneksel din tahsüinin imparatorluğun karşısın da bulunduğu problemleri çözmeğe yet memesi ulema sınıfının önem kaybet mesine sebep oldu. Findley, Selim m . devrinde Ende run’u kalemiye sınıfıyla rekabet hâlin de görüyor: denge kuvvetli padişahlar da Enderun, zayıf padişahlarda mülki ye (kalemiye) lehinde bozulmakta. Me selâ, Mahmud n .’un 1830’lardaki re formlarıyla Enderun bürokrasisi geliş tirilip idare padişahın elinde toplanmak isteniyor. Tanzimat devrinde kuvvetli paşalar ve genişlemiş bir bürokrasi önem kazanıyor (19. yüzyıl sonlarında mensupları 100.000 civarında) ; impara torluğun gittikçe zayıf düşmesi dahi bu büyümeyi engelliyemiyor. Çeşitli yabancı
kaynaklara göre Osmanlı bürokrasisi isterse son derece süratle, istemezse inanılmaz derecede yavaş çalışıyor. Üslûp ve ifâde düzgün lüğü bakımından ise Avrupa’daküere örnek olacak kalitede, fakat mesuliyet süsüesi inisiyatifi baltalıyor. Yabancı dü büen müslümanlar olmasına rağmen mütercimlik işini gayrimüslimler görü yor: bilhassa Fener Rumları hem ken di kültürlerini yaşatıyor, hem bu fonk siyonu yerine getiriyordu. Yazarın Osmanlı devletinin 18. yüz yılda aksama sebepleri ve aranan çâre ler hakkında söyledikleri yeni olmayıp yabancı ve Türk araştırıcılar tarafın dan müşâhade edümiş noktalardır: Os manlI devlet adamları da reform ihti- 444 S E N C E R TO N G U Ç yacmm farkında. Askerî yenilgiler bir birini tâkip ediyor. Bunların asıl sebe bi anlaşılmamakla beraber, o sırada Os manlI ıslahatçılarının baş endişesini teş kil ediyorlar. Nizâm-ı Cedid’in hedefi askerî ıslahat olmakla beraber, Osman lI hayatının pek çok yönünü etkiledi. Yapısı bakımından dezavantajlara sahip bir bürokrasinin, zamana ayak uydura mamış çok milletli bir imparatorluğu kurtaramamış olmasına şaşmamak lâ zım; fakat 19. yüzyüda başardığı re formları da unutmamak gerekir. Diğer taraftan mülkiye önem kazanırken, kıs men de ekonomi uzmanlarının yoklu ğundan ötürü Hazine branşı geride kal dı. Yenügüer Avrupa müdahalesini art tırırken Osmanlı mülkiye teşkilâtının da genişletilmesi gerekti. Avrupa’ya karşı takınılan tutum paradoksal bir manzara arzetmektedir: Avrupa hem Osmanlı devletine tevcih edilmiş tehditlerin, hem de memleketi kurtarabilecek yeni fikirlerin kaynağı olarak görülmekte. Bu arada zikredil mesi gereken bir nokta da Mahmud H.’un Avrupaya yolladığı diplomatların temsilci olmaktan ziyade birer aracı ve dıştaki tecrübelerinin aktarıcısı, Os- manlüara Batıyı tanıtan kimseler ola rak önem taşıdıkları. Osmanlı toplumu- nun modernleşmeye karşı tek bir tutum içinde olduğu söylenemez. Bazüarının hararetle bunu savunmalarına mukâbü aleyhte, olanlar da az değil. Ayrıca leh te olanlar da ,genel anlamda değil, kontrol edebilecekleri sahalarda sınırlı bir modernleşme istiyorlar. Bu tabi’i ki kolay değil. Zaman da geleneksel düze nin tamamen ölmediğini gösterecek. 1839’da Mahmud IL’un ölümünden sonra bürokraside devamlı tâyinlerin yavaşlaması randımanlı çalışmayı art tırdı ve hem İstanbul’da hem de taşra da devlet nüfuzu genişledi; Bâb-ı Âlî gerçek hükümet merkezi oldu. Bu yıl larda yeni hariciye teşküâtının da nü fuzu arttı. Gerçi hem bürokraside, hem orduda buna karşı koyanlar çıktı; fa kat bu mukavemetin başları en kaliteli bürokratların çapmda değil. Ayrıca Re- şid, Âli ve Fuad paşaların sadrazamlık dışında içişleri ve dışişlerine de bakma ları tesirlerini arttırdı. Durumun bir muhasebesi yapıldı ğında bir kültürden başkasına aktarma da mevcut problemlerin ve çağın tarihî şartlarının, en iyi plânlanan reformlara dahi bâzen taklitçi bir sathîlik ve Os manlI toplumuna uyamama hâli verdiği ve dahilî tartışmalar yarattığı görülü yor. Zaten zor olan şartlar dış müdâha le ve iç mukavemetle daha da zorlaştı. Buna insan ve ekonomi, kaynaklarının yetersizliğini de katmak lâzım. Netice de nazariyat her zaman tatbikat hali ne konamıyor. Reformların karşısındaki bir başka engel de eski geleneklerle çatışma du rumuna gelmeleri idi. Reform inisiyati fi padişahtan geldikçe ve geleneksel düzenle çatışmadıkça genellikle mesele yoktu, fakat 1839’dan sonra bu gerçek leşmedi. Findley Tanzimatın kısa bilan çosunu şöyle çıkarıyor : Müsbet : Bürokrasinin organize edümesi ve reform fikrinin yayılması. Menfi : Mâliyenin perişanlığı ve re form taraftarlarının biraz keyfî dav ranmaları. Hele Mahmud Nedim Paşa’- nm vezir olunca bürokraside yaptığı değişikliklerle onu âdeta felce uğratma sı.
Yıllar geçtikçe Osmanlı aydınları nın Batıdaki siyasî fikirleri tanımaları ve Avrupa devletlerinin sağlıyacakları destek karşılığı reformlarda ısrarları meşrutî idare yönündeki hareketi hız landırdı. Nihayet meşrutiyet geldiği za man ise padişah otoritesinin smırlana-
KİTÂBlYAT İİ5 maması Abdülhamid’in meşrutî idareyi ilgası ve bürokrasinin Saraym kontrolü altına girmesiyle sonuçlandı- Abdülha- mid’in hedefi Bâb-ı Âlî bürokrasisini bertaraf edip bütün kudreti eline geçir mekti. Yazar, 'Abdülhamid despotizmi Ue 20. yüzyıl totaliter rejimleri arasın da şaşılacak bir benzerlik buluyor. .Pa dişahın eline geçirdiği bürokrasi pira midinde gene de vekillerin kanun çıkar mada rol oynıyabilmeleri dikkat edü- mesi gereken bir noktadır. Hariciye, te siri azalmasma rağmen, halâ Bâb-ı Âli’ nin en gelişmiş bürokrasisi ve bugünkü nü hatırlatan genel müdürlüklere ayrıl mış. Fakat gerçekte birçok misyon şef leri bakanlık-temsücisi olmaktan ziya de Saraym adamı, hattâ jurnalcisi. 1871-1908 arasmda Bâb-ı Âlî’de gö ze çarpan şey, geliştirilen organizasyon la belgelere dayanan ve nazariyatla tat bikat arasmda farkı gittikçe azaltan bir sistemin ortaya çıkmakta olması. Bu arada reformları .mümkün kılacak pek çok kanun çıkarıldı, ancak tatbikatçı ların kötü niyeti veya aczi, bazen de Sa raym müdâhalesi netice alınmasını sı nırladı. özetle, 1871-1908 yıllarında Osman Download 4.07 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling