EnstiTÜ MÜDÜRÜ Prof. Dr. M. Münir Aktepe
Download 4.07 Mb. Pdf ko'rish
|
X V I I . asrın sonlarında rus elçisi olarak Çin’e giden E. îsbrand’ın yol ar kadaşı A. Brand’m intihalarını anlatan Seyâhatnâmesi’nde geçen ve daha sonra, X I X . asırda Sibirya kavimi erin in dinleri ve etnolojileri üzerinde araştırma yapan âlimler tarafından Tunguzlarda görülen sihirbaz din adamına verilen unvan olan «şaman» kelimesinden ge len bu kelime acaba aslmda ne anlama geliyordu? Bu kelimenin kar şılığı olarak Sibirya kavimlerinde çeşitü kelimeler kullanılmakta dır110. Bu kelimenin türkçe karşılığı «kâm» olup zamanımıza kadar 107 Türklerdeki cenaze ve defin törenleriyle ilgili olarak bk. Jean-Paul Roux, La mort chez les peuples altaiques anciens et Médiévaux, Paris 1963; Bu- luç, aynı madde, s. 330-331. 108 îbn Fazlân Seyâhatnâmesi sonundaki notlar. 109 Bk. not 28, 29, 30, 31. Ayrıca bk. not 23, 44. 110 Buluç, zikredilen mad., s. 310-311; P. Hajdu (Szeged), (Samoyyed gamanlarmm klâsifikasyonu), Glaubensvoelt und folklore der Sibirischen Völker, E SK I TÜ R K LER IN DİN Î VE ŞAM A N KELİM ESİ 83 Altaylarda kullanılagelmiştir. Çin kaynaklarına göre Kırgızlarda, Bizans kaynaklarına göre Batı Hunlarında din adamlarına unvan olarak verilen bu kelime Turfan kazılarında da görülmektedir111, îslâm kaynaklarında önce Kaşgarlı Mahmud’un eserinde, sonra Ku-
geçen bu kelimeye Moğollarda da rastlanmaktadır112. Şaman kelimesinin aslı önceleri bizzat bu kelimenin ilk görül düğü Tanguzlarm dilinde, Mançuca’daki «saman» kelimelerinde aranmıştır. Bunun yanında, bu kelimenin Çin’ceye Cha-men şeklin de geçen Pâli dilindeki samana ve Sanskritçe’deki şramana veya çra- mana (her ikisi de budist rahibi mânâsına) kelimelerinden geldiği ne dâir ikinci bir nazariye ortaya atılmıştır. Daha sonra, bunlara, Suğdçadaki şmn-(şaman), ve Toharca’daki şamana (budist rahibi) keümeleri ilâve edilmiştir113. Bunların yanında, en az Sanskritçe ka dar eski olan Iran dilinden gelip gelmediği hususunda dâima kaça maklı bir tutum takınılmış, müslüman müelliflerin eserlerinde ke limenin kullanılışı hakkıyla incelenmemiştir. Budapest 1963, s. 161-190. Bu makalenin tenkidi : K.H. Menges, Oriens, XXI- X X n, 1971, s. 549-560. 111 Batı Hunları için bk. Gy. Németh, Attila és ffunjai, s. 224; İ. Kafes- oğlu, Türk milli kültürü, s. 263. Turfan kazıları için bk. Buluç, zikredilen mad de, s. 311. Çin kaynaklarına göre, «Kırgızların sihirbazlarına «gân» denir (Eberhard, s. 69 : VU. asır). Göktürkİer kadın ve erkek «kaımlara inanırlar (Ost-Türken, s. 42 den naklen Kosmoloji, s. 44 de). İskitlerde rahip yerine sö ğüt dallarından fal bakan büyücüler vardı. Herodot, IV, 67-69 da bu büyücüler den bahseder (T. Tarhan, İskitlerin dinî inanç ve âdetleri, Tarih Dergisi, X X m , 156-158). «Şamanizm kuzey kavimlerinin hiç birinde açıkça zikrecülmemiştir (hatalıdır). Yalnız, Tu-cüe ve H ’yunğ-nularda sihirbazlıktan bahsedilir. Fakat, bundan hakiki şaman kastedilip edilmediği emniyetle söylenemez. Eski çinliler kendilerinde bulunup alışılmış olan âdetlere başka kavimlerde rastlanırsa hu susî surette belirtmezler.» (Eberhard, s. 42-43). 112 Dîvânu lüğât el-Türk, m , 117 : Kâm-kâhin; Mücmel el-tevârîf) için yukarıya, s. 2 ye bak. Kam kelimesi IX. asırda Kırgızlarda, Rubruk’un eserin de, Codex cumanicus’ te, Kudâdgu-büig’te, el-İdrâk li lisân el-Etrâk'tz kâhin ve sihirbaz din adamları mânâsma geçmektedir (Buluç, zikredüen madde, s. 311). Kelime Altay şamanları için de kullanılmaktadır. Şamanlar kadın veya erkek olabilirlerdi. Ayrıca, aşağıdaki ruhlarla uğraşanlara Kara Kam, yukarıdaki ruhlarla uğraşanlara A k Kam denirdi. Şamanlarm çoğu her iki vazifeyi görür lerdi. 113 Buluç, zikredüen madde, s. 310-311; M. Eliade, L e Chamanisme, Pa ris 1968, s. 22, 385; Hajdu ve Menges, zikredüen yerler. 84 R A M A ZA N ŞEgEN İslâm kaynaklarında bir din mensubu olarak ¿«a (şaman), cemi ,M-,- veya j j ■ ■ şekillerinde, bir din adı olarak (el- şemeniyye=şamanizm) veya -çuJI şekillerinde geçen bu kelime oldukça sık görülmektedir (yukarıda birkaç defa şemenî şeklinde geçti). El-Makdisî yukarıda, Tuğuzğuzlar asarmda Semeniyye (Şa- manîler) olduğunu söylemişti (bk. s. 59). Bundan başka «Çin halkı nın yekûnunun şeneviyye (düalist) ve semeniyye oldukları söyle nir. Onların putlarının bulunduğu ferhârlan (viharaları) vardır.», «... Çin’de fiatlar yükseldi. Çin hükümdarı, bunım üzerine, semeniy- ye’yi ve putların hizmetkârlarını topladı. Yağmur yağdırmazlarsa onları öldürmekle tehdit etti.»114, «Kitâb el-m esâlitfte okudum Se meniyye iki sınıftır : bir kısmı Buda’nm rasûl olduğunu, bir kısmı yaratan olduğunu ve insanlara insan şeklinde göründüğünü söy ler»115 demektedir. Bu kayıtlardan sonuncusunda Semeniyye keli mesiyle'açık olarak Budistler kastedilmektedir. îbn el-Nedîm ise «Çin halkının çoğu şeneviyye ve Semeniyye’- dir.», «Çinlilerin âdeti hükümdarlarına tazim ve ibâdet etmektir. Halkın çoğu bu inanç üzeredir. Hükümdarın ve ileri gelenlerin dini ise şeneviyye ve Semeniyye’dir.» der116. Başka bir yerde «Eski de virlerdeki Horasan tarihiyle ilgili haberleri te’lif etmiş olan hora sanlı bir adamın yazısıyla şunu okudum...: Semeniyye’nin peygam beri Bûdâsif’tir. Islâmdan önce ve eskiden Mâverâünnehr
çoğu bu din üzereydi. Semeniyye’nin mânâsı Sümnî’ye mensup de mektir,» der117. Bu son kayıttan İbn el-Nedîm’in bu kelime ile bu- distleri kastettiği anlaşılıyor. Bunlara mukabil, el-Bîrûnî bu kelimeyi Şemeniyye şeklinde de falarca kullanmaktadır. Onun bu kelimeyi kullanışlarım şu şekilde sıralayabiliriz : «Ebu’l-'Abbâs el-îrânşehrî... geçmiş ümmetlerden Mâneviyye (Maniheistler)’nin ve kitaplarının bahsinde aşırılığa kaçtı. Hind dinlerine ve Şemeniyye’ye gelince oku hedeften sap tı.»118, «Şemeniyye denen din mensupları Brahmanlara onlardan da ha çok kızarlar. Onlar Hindlilere diğer dinlerin mensuplarından da ha yakmdır. Zerdüşt çıkıncaya kadar Horasan, Fârs, Irak ve Mu- 114 El-Bed’ ve’l-târîb, IV, 19, 21. 115 Aynı eser, IV, 19. 116 El-Fihrist, Mısır tabı, s. 491, 493. 117 El-Fihrist, nşr. G. Flugel, s. 345. 118 Kitâbu mâ li’l-Hind, s. 5.
ESK İ T Ü R K LER İN DİN Î VE ŞAM AN KELİM ESİ 86 sul halkı, Şam hudutlarına kadar onların dinleri üzereydi...»119, «Sonra Fars ve Irak hükümdarları kendi milletlerine döndüler. Bu nun üzerine, Şemeniyye oralardan Belh’in doğusuna çekildi.»120, «Onun kavmi Şemeniyye’nin Bud-hûdan karşılığında Bud-dehrum- seng’i vardır. Sanki o, akıl, din ve cehldir. Bunlardan birincisi kâi natın ve semânm var olduğu koku ve ıtrdır. İkincisi yorgunluk ve meşakkattir.»121, «Zerdüşt’ün, kendilerine göre en şerefli sınıfla şey tanları isimlendirdikleri için Şemeniyye’ye kızdığı söylenir.»122, «Heşt-mâtürîn’in brahmanları, Budd’un Şemeniyye’si vardır...»123, «Gûrâmen kitabını (yani ğayb ilmi kitabmı) kırmızı giyen Şeme niyye’nin kurucusu Budd yazmıştır.»121, «Zira, ne Şemeniyye ne de onlardan biri için onların itikadlarını iyice inceleyen bir kitap gör medim.»123, «îrânşehrî, Şemeniyye hakkında buna benzer hurafeler nakleder.»126, «Dediler ki : Budd ölülerin cesedlerinin suya atılma sını emretti. Bu sebeple onun mensuplan ölülerini nehirlere atar lar,»127 der. Bu cümleler Kitâbu mâ Wl-Hind/ten alınmıştır. El- Bîrûnî, el-Âşâr el-bâkiye, s. 206’da ise eski putperest dinlerden bah sederken şöyle der : «Şeriatlar zuhur etmeden ve Bûdâsif Ortaya çıkmadan önce yeryüzünün doğüsundaki insanlar Şemeniyyûn .♦.) idiler. Bunlar putlara tapıyorlardı ( jiy l So.c.1 y ^ )• Bun ların kalıntıları bu gün Hindistan, Çin ve Tuğuzğuz ülkelerinde bu lunmaktadır. Horasan halkı bunlara şemenân ( j U a ) derler. Bunların izleri, putlarının bihârları ve ferharları Horasan'ın Hin distan hudutlarında görülmektedir. Bunlar zamanın ebediliğine, ruhların tenâsühüne, feleğin sonsuz bir boşlukta dönmekte olduğu na inanırlar. Bunun için, «Felek dönerek hareket etmektedir. Zira, yuvarlak bir şey yerinden hareket ettirilirse dönerek iner,» derler. Bunlardan bazıları âlemin yaratıldığına ve ömrünün 1000 000 sene olduğuna, bu müddetin dört kısma ayrıldığına, bunlardan birinci 119 Aynı eser, s. 15. 120 Aynı eser, s. 120. 121 Aynı eser, s. 30. 122 - Aynı eser, s, 68, 123 Aynı eser, s. 93. 124 Aynı eser, s, 122, 125 Aynı eser, s. 206- 126 Aynı eser, s. 276. 127 Aynı eser, s. 479. 86 R A M A ZA N ŞEŞEN devreyi teşkil eden 4 00 000 senenin iyilik ve hayır devri olduğuna inanırlar». El-Bîrûnî’nin bu kayıtlarından, Şemeniyye (Şamanizm) dininin daha Zerdüşt ve Buda çıkmadan önce mevcut olduğu, bu iki din kurucusunun Şemeniyye dinine karşı reformatör olarak ortaya çıktıkları anlaşılıyor. Bu sebeple, Zerdüştîlik ve Budizm’de kuvvetli şamanizm tesirleri görülmektedir. Bazılarının zannettikleri gibi Şamanizm Budizm ve Zerdüştîliğin tesiri altmda kalmamış, aksine bu dinler Şamanizm’in büyük etkisi altmda kalmışlardır. Bu din lerin menşei Şamanizmdir. Konov, Ruben, Nyberg, Ohlmarks, Neh- ring ve Eliade gibi dinler tarihçileri çeşitli çalışmalarında eski Iran dinlerinde, Budizmde, Hind-Avrupalılarm dinlerinde, dünyanın di ğer yerlerindeki dinlerde Şamanizm’in kuvvetli etkilerini göster mişlerdir. Aslmda dinlerin menşei Şamanizmdir. Bu sebeple her dinde Şamanizm ile ilgili taraflar bulunmaktadır128. El-Bîrûnî, Ki-
zikretmektedir. Acaba bu Budda diniyle Budizm mânâsını mı kaste diyordu ? Bu taktirde kendi kendine çelişkiye düşmektedir. Öyle an laşılıyor ki, o, Budd kelimesiyle yaratıcı hikmet mânâsım kastedi yordu. Zerdüşt Budda’dan daha eskidir. O, Şamanizm’in reformisti olarak ortaya çıkmıştır. Şamanizm eski Çin dinleri üzerinde de müessir olmuştur. Bu bakımdan İbn el-Nedîm ve el-Makdisî’nin izahlarını ihtiyatla karşılamak gerekir. Bu karışıklık eski gelişmiş Şamanizm’de ve Budizm’de bir çok dini terimlerin müşterek olma sından da ileri gelmiş olabilir. Zira, lüğat kitaplarında bihâr ve ferhâr kelimelerinin vihara mânâsına geldiği gibi, puthane, ateş- gede mânâsına da geldiği kaydedilmektedir. El-Bîrûnî de son kay dında bihâr ve ferhâr kelimelerini putperest mâbedi mânâsında kullanmaktadır. Şemen kelimesinin ise bu putperestlik dini men suplarına verilen bir isim olduğunu söylemektedir. Nitekim, biraz sonra bahsedileceği üzere, şemen kelimesi İran edebiyatında put 128 Buluç, zikredilen madde, s. 322-323. M. Eliade eserinin 27. sahifesin- de şu mütâlâayı ileri sürer : «Tarihte hiç- bir din tamamiyle yeni değüdir. Hiç bir dini dâvet tamamiyle geçmişi ortadan kaldırmaz. Daha çok yeniden ele alış, yenileme, yeniden değerlendirme, esas elemanları bir bütün haline getirmek, çok eski bir dinî gelenek bahis-konusudur,». Nitekim, Peygamberimiz de İb rahim peygamberin, dinini yeniden canlandırdığını söylemiştir (Kur’ân, Bakara suresi, âyet 130, 135, ‘îmrân suresi, âyet 95, Nisâ, âyet 125, Hacc, âyet 78 ...}.
E SK Î T Ü R K LER ÎN D ÎN İ VE ŞAM AN KELİM ESİ 87 perest, bihar ve ferhar kelimeleri de putperest mâbedi mânâsına kullanılmışlardır. Anlaşılan gerek Budizme gerekse Tunguzlara bu kelime bahsedilen eski putperestlikten (Şamanizm’den) geçmişler dir. Bu kelime Hind menşeli değil, Horasan ve İran menşelidir. Hin distan’a bu kelimeyi Âriler götürmüşlerdir. Bize göre, Orta ve Ku zey Asya üzerinde kapalı havza olan Hind etkisinden daha çok îran- Horasan ve Çin etkileri aranmalıdır. İbn el-Nedîm’in dışındaki İslâm müellifleri Horasan ve Mâve- râünnehr'de Budizm’in varlığından bahsetmezler. Eğer buralarda Budizm mevcut olaydı, İran dinlerinden sık sık söz edildiği gibi, on dan da söz edilmesi gerekirdi. İran’ı, Arabistan’ı, hattâ Roma’yı bi le budist göstermeye çalışan Çin kaynakları, Hoten dışındaki hiçbir yerde Budizm’in kuvvetli varlığını gösterememektedirler. Hattâ, Hoten’de bile durum karışıktır. Eski Şamanizm putperestliği görül mektedir129. Gök, yer ve tabiat kuvvetlerine perestişe dayanan bu putperestlik hiç şüphesiz ilkel ve göçebe kabilelerdeki Şamanizm’e göre çok gelişmişti. El-Bîrûnî’nin dediği gibi muazzam mâbedlere 129 Bazı müelliflerin, Doğu İran ve Orta Asya kavimlerinin bir çoğunun İslâmiyet’ten önce budist oldukları hakkında ileri sürdükleri iddia çok za yıftır. Barthold ve Minorsky bu görüşü benimserler. Onları bu kanâate sevke- den Çin kaynaklarındaki bazı kayıtlardır. Eberhard tarafından yazılan Orta ve Garbi Asya halklarının medeniyeti adlı makalede Batı ve Orta Asya halklarının bir çoğu arasında budizmin bulunduğuna dâir yuvarlak ifâdeler bulunmakta dır (bk. TM, VH, 132, 138, 142, 143, 147, 148, 150, 155).-Hattâ, tuhaf olanı İran, Roma, Arabistan büe (bk. İran ve Arabistan için s. 140, 143, Roma için s. 153) budist olarak gösterilmektedir. Bunun yanında Mazdeizm’den de sık sık bah sedilir (bk. İran için s. 143, Hoten için s. 136, 166, Keşmir için. s. 137-138 ma- niheist, Suğdiyana için s. 148-149, Kaşgar için s. 138 mazdeizm). Bunun ya nında İranlIların göğe, yere, güneşe, aya, ateşe ye suya kurban kestiklerinden (bk. s. 143), Suğdluların ve Semerkand halkının Ced mâbedleri olduğundan (bk. s.1142, 147-148) bahsedilir. Suğd halkı için neticede «Dinleri çok defa mazdeizm ve budizm olmakla beraber eski âyinler çok kuvvetle duyulur. Me selâ, insan kurban edilen yer deliği âyini.., kendisine sayısız koyun kurban edi len bir tanrı âyini, diğer av âyinleri, ced âyini...» denmekte ve karışık bir dini ortam kabul edilmektedir (bk. s. 174-175). Bundan sonra, «ö n Asya halkları nın dini çok defa ateş perestliktir.» denmekte (bk. s. 178). Mazdeizm’in de bulunduğu Hoten tamamiyle budist olarak gösterilmekte (bk. s. 166-167). Bizim kanâatimize göre yazarları budist olan veya gördüğü budizme benzer dinleri budizm imiş gibi gösteren Çin kaynaklarının Orta Asya'nın batısındaki halk ların dinleri hakkında verdikleri bügüere itimad etmemek gerekir.
88 R A M A ZA N ŞEŞEN sâhipti. Büyük bir ihtimalle Nevbahâr, Sumnât, Multan mâbedleri bu
dinin mensuplarına aitti130. Eski Iran edebiyatında da kelimesine sık sık rastlanmak- ta ve kelime putperest mânâsına gelmektedir. Şüphesiz bu kelime, bir putperestlik olan Şemeniyye dini mensuplarmı ifâde etmek için kullanılmıştır. Ve daha Zerdüşt’ten önce bu dilde mevcut olmuş ol malıdır. Rûdekî bir beytinde «Hepimiz putperestiz. Bu cihan put biz de şaman gibiyiz» der131. Firdevsî de «Eğer Iran tacı bana geçerse, şamamn putlara taptığı gibi ona taparım» der132. Minûçehrî «Hem gülüyor hem ağlıyorsun. Bu pek nadirdir. Hem âşık hem maşuk, hem put hem şamansın» demektedir133. Bu kelime aynı mânâya Emir Mu'izzî134, Enverî135, Şenâ’î136, Şems-i Faîjrî ve Katrân-ı Tebrîzî’nin137 şiirlerinde geçer. Enverî Divân'ı s. 522 de ¿«.a kelimesiyle bera- 130 içinde putlar bulunduğu söylenen Sumnât mabedi A y adına, Muttan mâbedi Güneş adınaydı (Kitâbu mâ li’l-Hind, nşr. E- Sachau, s. 56, 252, 253). Belh’teki büyük mâbed A y adınaydı (el-Bekrî, el-Mesâlik ve’l-memâlik, Nuru- osmaniye, nr. 3034, yap. 81). E. Esin, Islâmiyetten önceki Türk kültür tarihi..., İstanbul 1978, s. 125 de Şamanizm için «Şamanân» dini veya «Hermetizm» tabirlerini kullanır. Bunun Mezopotamya dinleriyle budizmin karışımı oldu ğunu Ueri sürer. Halbuki, yukarıda defalarca gördüğümüz üzere, ay, güneş ve yıldızlara ibadet yalnız Mezopotamya’da değil, dünyanın her tarafında yaygın olan bir ibâdet şeklidir. Şamanizm’in en önemli kısımlarından birini teşkil eder. Fabruddîn el-Râzî’ye göre putperestliğin menşei seyyârelere ve yüdızlara ibâ dettir. insanlar önceleri bunlara taparlardı. Gece veya gündüzleyin bu geze genlerin ve yüdızların kaybolması üzerine, onların heykellerini yapmışlar (su retlerini yapmışlar), bu suretlere ibâdet etmeye başlamışlar, putperestlik böy- lece ortaya çıkmıştır (1‘tilfâdâtu firalf el-muslimîn vel-muşrikîn, Murad Buhari, nr. 171, yap. 319b). Bu itibarla bahsedüen din, daha Budizmden önce mevcut olan gelişmiş Şamanizm’dir. 131 Sa’îd Nefisi, s. 752; Ferheng-i Şu'ûrî ve Wullers maddesi.
132 Şahnâme, XXV, 96; ‘Abdulifâdir el-Bağdâdî, Luğatu Şahnâme, nşr. Salman, s. 143; Wullers, madde; F. W olff, Glossar su Firdosis Schahnâme, Berlin 1935, s. 575. 133 Dîvân, nşr. M.-Debîr Siyâkî, s. 14; Kazimirski neşri, n, 2 ve 320 : budist rahibi mânâsı verir; Ferheng-i Ziyâ madde. 134 Ferheng-i ¡¡¡u'ûrî ve Ferheng-i Ziyâ, madde. 135 Dîvân, nşr. M. Takî, Tahran 1341, I, 8; Ferheng-i Nâşırî, madde. 136 Dîvân, nşr. Müderris-i Razavî, Tahran 1341, s. 487, 522, 526, 543; Ferheng-i §u‘ûrî, madde. 137 Ferheng-i Nâşirî ve Ferheng-i Şu‘ûrî, madde. Ayrıca bk. Esedî, Lü gat el-Fürs, nşr. Hors, s. 104 ve Burhân-ı kâtı madde. E SK İ T Ü R K LER ÎN DİN İ VE ŞAM A N KELİM ESİ 89 ber jU,. kelimesi de geçmektedir. Ferheng-i Nâşirî’ de bu kelime nin Arapça’daki ^ (put) mânâsına da geldiği, Ferheng-i Şucu-
Müsteşrikler bu kelimenin Farsça’ya Suğdça yoluyla Sanskritçe’- deki çramana kelimesinden geçmiş olabileceğini, aslının Farsça ol madığını iddia etmişlerdir. Bu idd ia n ın yamnda bir mahallî İran lehçesinden de gelmiş olabileceği ihtimaline yer vermişlerdir. Ke limenin put mânâsına ise yanlış olarak kullanıldığını, hem put hem de putperest mânâlarına gelemiyeceğini ileri sürmüşlerdir138. Fa kat, klâsik İslâm müelliflerinin ^ kelimesinin kelime sinin arapçalaşmışı olduğu hakkmdaki kayıtları son iddianın da haksızlığını göstermektedir. Arapça’da put mânâsına iki kelime bulunmaktadır: şanem ( ^ ) ve vesen J j Bunlardan İkincisi öz arapça bir kelime olup çok işlektir. Putperest mânâsına da veşenî, cemi veşeniyyûn kullanılır. Şanem kelimesinin ism-i mensubu olmadığı gibi fazla iş lek değildir. Ve metinlerde az geçer. Bu sebeple, daha bu çalışmamı zın başmda bu kelimenin aslının arapça olup olmadığında şüpheye düştük. Bunun üzerine, arapça klâsik lügatlara başvurduk. Daha önce lügatçıların ^ kelimesiyle ¿ » i kelimesi arasındaki iliş kinin farkına vardıklarını gördük. Cevheri, el-Şihâh’ta ^ kelime sinden bahsederken «Şanem: aşnâm kelimesinin vâhidi (tekili) dir. Bu kelimenin kelimesinin mu'arrabı olduğu söylenir. Veşen (put) mânâsınadır = ^ der. Lisân ve Kâmûs müellifleri de aynı şeyi tekrarlarlar. Tâc el-carûs müellifi de aynı ifâdeyi tekrarladıktan sonra, «Bu kelime nin hangi dilden geldiğini bilmiyorum. Zira, farsçası cj dür,» der. Asım 'Efendi Kâmûs tercüm esinde bu kelimenin Farsça’daki kelimesinin arapçalaştırılmışı olduğunu söyler. Cevâd Ali, Târih
öz arapça olmadığını ^
veya
kelimesinden arapçalaştı- rılmış olduğunu söylediler. Fakat, hangi dilden arapçalaştırıldığım belirtmediler,» der. Ve Lisân ile Tâe el-arûs’u kaynak olarak gös- 138 Encyclopédie de Vlslâm, birinci tabı, IV, 312-313; Buluç, aynı madde, s. 311.
90 R A M A ZA N ŞEŞEN terir. Müsteşrikler ve Sâml dilleriyle uğraşanlar ise bu kelimenin Ibrânice’deki JL» (Selem), Hımyerî kitâbelerindeki ,-..U ve ku- zey Arap lehçelerinden Benû İrem lehçesindeki kelimesinden gelmiş olabileceğini söylemişlerdir. îbrânîce’de kelimesi put mânâsmadır. ¿JL- da put ve heykel mânâlarına, ise suret mânâsmadır. Bununla beraber ^ kelimesi en yakın olarak sa man (başka bir şekli şaman) kelimesine benzemektedir. Sâdece, j
ile (. harfleri yer değiştirmişlerdir. Bilindiği üzere, şanem kelimesi Arapça’da Câhiliyyet devrinde vardı. Kur’ân’da bu kelime 5 yerde geçmekte, îbrâhim peygamberin kavminin ve Benû İsrâîl’in putları için kullanılmaktadır (bk. En'âm suresi, âyet 74, A'râf suresi, âyet 138, İbrâhîm suresi, âyet 35, Enbiyâ suresi, âyet 57, Şu'arâ suresi, âyet 71). Arapların putları için ı^JÎ ¿ z j kelimeleri kul lanılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bu kelime arapçaya daha Zer düşt’ten önceki devirde geçmiştir. Arapça’da bu kelimenin put mâ nâsında kullanılması eski mânâlarından biri olmalıdır. İbrânîce’de- ki *JL> ■ Himyerîce’deki ve Benû İrem lehçesindeki kelimeleri de aynı devirlerden kalma olmalıdır. Yukarıdaki, el- Bîrûnî’nin kayıtlarından Şemeniyye dininin eskiden Şam’a kadarki sahada yayılı olduğunu görmüştük. Eski Arapların dinleri ile Türk- lerin dinleri arasındaki benzerlikler de bu hususu desteklemektedir.
S Î M C Ü R Î L E R n İ b r â h î m b. S î m c û r Erdoğan M erçil K i r m â n o l a y l a r ı : Sîmcûrî âilesinin ikinci reisi İbrâhîm b. Sîmcûr idi. Onu tarih sahnesinde ilk olarak Kirmân olayları nedeniyle görüyoruz. Sâmânî kumandanlarından Muhammed b. îlyâs adı geçen hanedanın taht mücadelelerine karışmış ve neticede Kirmân’a giderek orada Benû îlyâs ismiyle anılan sülâleyi kurmuştu (932) \ Sâmânî emîri es-Sa’îd II. Nasr b. Ahmed (914-943) idaresi al tındaki toprakları genişletmeğe çalıştı ve bu maksadla da Deylemli liderlerden Mâkân b. Kâkî’yi Kirmân’a gönderdi (322/934)2. Mu hammed b. îlyâs Sâmânî kuvvetlerine karşı koyamayacağmı anlaya rak yardım istemek için Istahr’a gitti. Fakat yardım elde edemeden geri döndü. Muhammed b. îlyâs dönüşünde Mâkân b. Kâkî tarafın dan mağlub edildi ve Dinever’e kaçmak zorunda kaldı. Olaylarm akışından Mâkân b. Kâkî idaresinde Kirmân’a gönderilen Sâmânî 1 Bk. C.E. Bosworth, «The Banü îlyâs o f Kirmân (320-57/932-68)», Iran and İslam, in memory o f the late Vladimir Minorsky (ed. C.E. Bosworth), Edin- burg 1971, s. 110.; J. Kramers, Kirmân mad., İA. Ancak bu ikinci makalede Muhammed b. îlyâs’ın Kirmân’a hâkim oluş tarihi 928 olarak verilmiştir. 2 Ahmed Ali Hân Veziri (Tarih-i Kirmân, Tahran hş. 13522, s. 252) ise, İbrâhîm b. Sîmcûr’un Sâmânî emîri tarafından bu tarihden daha önce 320/932 yılında Kirmân’ı zabt etmekle görevlendirildiğini, onun Râver’e kadar ilerledi ğini, fakat Büveyhîler’den Mu’izz ed-Devle (Ahmed)’in Fars’dan Kirmân’a ha reket ettiğini öğrendiği zaman Horasan’a geri döndüğünü zikrediyor. Bosworth (aynı esr., 112), bu bilgiye müphemliği ve 320/932 yılının Mu’izz ed-Devle’nin seferi için erken bir tarih olması nedeniyle güvenilemeyeceğini ortaya koy muştur.
92 ERDOĞAN M ERÇÎL kuvvetlerinin içinde Ebû Ali İbrâhîm b. Sîmcûr’un da görev aldığı nı anlıyoruz. Kirmân’a hâkim olan Mâkân’ın daha sonra başka bir göreve çağrılarak bölgeden ayrılması, Muhammed b. îlyâs’a dönüş için bir imkân yaratmıştı (323 sonu-324 başları/935-36). Nitekim o bıi fırsatı kaçırmadı, Kirmân’daki Sâmânî garnizonları ile uzun sü ren bir savaştan sonra orada hâkimiyetini yeniledi. Ancak Muham med b. İlyâs nihaî zaferi kazanmadan önce Kirmân’da yeni bir teh like başgösterdi. Yeni kurulan Büveyhî Devleti’nden İmâd ed-Devle Ali b. Bu- ye, Fars bölgesini ele geçirdikten sonra kardeşi Ahmed’i Kirmân’a gönderdi (324/936). işte bu sırada Mâkân’m Kirmân’dan ayrılırken Sâmânî kuvvetleri kumandanı olarak bıraktığı Ebû Ali ibrâhîm b. Sîmcûr H. nâk (? Jlu ) kalesinde Muhammed b. İlyâs’ı muhasara etmişti, ibrâhîm b. Sîmcûr Kirmân hâkimiyeti için üçüncü bir kuv vetin ortaya çıktığını gördüğü zaman, Muhammed b. îlyâs’ı muha saradan vazgeçmiş ve Horasan’a dönmüştü3. i b r â h î m b. S î m c û r ’ u n C ü r c â n ’ a v â l i t a y i n e d i l m e s i : Bir süre sonra Sâmânî emîri n . Nasr’ın Cürcân (Gürgân)’a sa- hib olmak istediğini görüyoruz. Cürcân bu sırada Mâkân b. Kâkî’nin idaresinde idi. Emîr n . Nasr, Çağâniyân hükümdar sülâlesinden Ebû Ali b. Muhtâc4 kumandasında bir orduyu Nîşâbûr’dan Cürcân’a gönderdi (328 Muharrem/Ekim-Kasım 939). Mâkân b. Kâkî bu Sâ mânî ordusuna karşı koyamıyacağını anlayarak Ziyârîler’den Vuşm- gîr’den yardım istedi. Vuşmgîr’in gönderdiği yardımcı kuvvete rağ men, Ebû Ali b. Muhtâc yedi ay gibi uzun süren bir kuşatmadan son ra bölgenin başkenti Cürcân şehrini ele geçirmeğe muvaffak oldu (328 yılı sonları/Ağustos-Eylül 940). Mâkân b. Kâkî ise Taberis- 3 Bk. îbn el-Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih, Beyrut 1966, VIII, 278, 304, 324; îbn Haldûn, Kitâb el-lb er ve Dîvân el-Mübtedâ, Beyrut 1968, IV, 919. Krş, Bosworth, Ayn. esr., 111. 4 Hayat hikâyesi için bk. W. Barthold, Ahmed (Aba Ali) mad-, t A. Ayrı ca Muhtâcîler hakkında. C.E. Bosworth’un «The rulers o f Chaghâniyân in early Islamie Times» adlı yakında İRAN’ da neşrolunacak makalesine bk. Ayrıca bk. Azizallah Bayat, Âl-i Muhtâc (Ümerây-ı Çagânî), Berresihây-t Tarihî, yıl : 10 sayı : 1 s. 273-290. Tahran hş. 1354/1975.
SÎM CÜRİLER 93 tan’a kaçtı. Ebû Ali Cürcân’da işleri düzene koyduktan sonra îbrâ- hîm b. Sîmcûr’u oraya vâli tayin etti. îbrâhîm’in bu sırada Cürcân’a tayîn edilmesi, muhtemelen Ebû. Ali idaresindeki Sâmânî ordusu ile buraya geldiğini göstermektedir. Ebû Ali 329 yılı Muharrem ayı/ Ekim-Easım 940’da Vuşmgîr üzerine Rey şehrine yürüdü5. İbrahim b. Sîmcûr 331/942-43 yılına kadar Cürcân valiliğinde bulundu. Aynı yıl içinde Mâkân’m yeğeni ve Sari vâlisi el-Hasan b. el-Fîrûzân Vuşmgîr’e isyan etmiş, fakat mağlup olarak Irak’da bu lunan Ebû Ali b. Muhtâc’ın yanına kaçmışti. Birbirini izleyen olay lardan sonra Ebû Ali b. Muhtâc beraberinde Haşan b. Fîrûzân oldu ğu halde Sâmânî başkenti Buhara’ya dönmek üzere Taberistan’dan yola çıktı. Bu yolculuk sırasında Sâmânî emîri n . Nasr’m ölüm ha beri alındı. Haşan b. Fîrûzan bu haberi öğrendiği zaman, yanma sı ğınmış olduğu Ebû Ali’ye ihanet ederek ona ve askerlerine karşı saldırıya geçti. Ebû Ali bu hâince davranıştan kurtuldu ise de as kerlerinin mallarının yağmalanmasını önleyemedi. Haşan b. Fîrû zân bir mikdar ganimet ele geçirmeğe muvaffak oldu ve daha son ra Cürcân’a dönerek burayı işgâl etti. Bu sırada Cürcân’da bulunan îhrâhîm b. Sîmcûr’un belki de Sâmânî emîri H. Nasr’m ölümü ile meydana gelen taht değişikliği nedeniyle gerekli yardımı alamaya cağı için onunla anlaşmaktan başka yapacak bir şeyi yoktu ve ne ticede Cürcân’ı terk etti6. İbrâhîm b. Sîmcûr Cürcân’dan ayrıldıktan sonra süratle hare ket etmiş ve Ebû Ali’ye âit Nîşâbûr şehrini ele geçirmişti. Ebû Ali, Nîşâbûr’a döndüğü zaman ibrâhîm b. Sîmcûr’un kendisine isyan et tiğini gördü. Ancak elçilerin gidip-gelmeleri sonunda iki taraf ara sında barış yapıldı7. Muhtemelen bu anlaşmadan sonra Ebû Ali her hangi bir mukavemetle karşılaşmadan Nîşâbûr’a girmiş olmalıdır. . 5 Bk. îbn el-Esîr, VIII, 359 ve 369.; Muhammad b. al-Hasan b. Isfandıyâr, An Abridged Translation of the Bistory of Tabaristân (îng. trc. E.G. Browne), London 1905, s. 218. Ibn Haldûn, IV, 738-9. Krş. ‘Abbâs ikbâl, Tarih-i Mufassal-t İran, Ez Sadr-ı İslâm tâ İnkırâz-ı Kacariyye (yeniden gözden geçirerek nşr. Mu- hammed Debîr Sîyâkî), s. 136. 6 Bk. îbn el-Esîr, VHI, 390.; îbn îsfendiyâr, Ayn. esr., 220.; Krş. ‘Abbâs îkbâl, Ayh. esr., 136-7.; W. Madelung, «The Minor Dynasties of Northern Iran», Cambridge History of Iran, IV, Cambridge 1975, s. 213. 7 îbn el-Esir, VUE, 390.; Krş. Nizâmî ‘Aruzî Semerkandî, Çahâr Makale (nşr. Dr. M. Mu’în), Tahran hş. 1333, s. 39, 181-2; îbn Haldûn, IV, 1057.
94 ERDOĞAN M ERÇÎL î b r â h î m b. S î m c û r ’ u n N î ş â b û r v a l i l i ğ i n e t a y i n i : Şâmânî emîri el-Hamîd I. Nûb (943-954), tahta geçtikten iki yıl kadar sonra Merv’den Nîşâbûr’a geldi (Receb 333/Şubat-Mart 945). Emir I. Nuh bu şehirde elli gün kaldı. Onun buradaki ikameti sıra sında halktan bir topluluk huzuruna gelerek Nîşâbûr vâlisi Ebû Ali b. Muhtâc’m kötü huyundan, onun vekillerinin (halifetân-ı o / nev-
Nûh bu şikâyetleri kulak arkası etmedi, Sâmâni Devleti kadrosunda güçlü bir yeri olmasına rağmen Ebû Ali’yi görevinden azl ve yeri ne îbrâhîm b. Sîmcûr’u tayin ederek aynı yılın Ramazan ayı/Nisan- Mayıs’da Buhara’ya döndü8. Ebû Ali ise bu sırada Nîşâbûr’da bulunmuyordu. O Emîr Nûh’- un emri ile Cumâdâ I. 333/Oeak-Şubat 945’de Rey şehri üzerine bir sefere gitmiş ve Ramazan ayı/Nisan-Mayıs’da adı geçen şlat İ vé
civarını zabt etmişti9. Burada dikkati çeken bir mesele İbrâhîm b. Sîmcûr’un Nîşâbûr mu yoksa Horasan vâliliğine mi tayin edildiği hususudur. Gerdîzî, Narşahî ve îbn el-Esîr gibi müelliflere göre10, o Nîşâbûr valiliği veya emirliğine tayin edilmişti. Sem’ânî11 de onun Nîşâbûr valiliği yaptı ğını belirtiyor. Ancak çok daha sonraki bir devrede yaşamış olan Mirhond ve modern müellifler onun Horasan vâliliğine tayin edildi ğini zikrediyorlar12. Bizim tayin olayının olduğu devreye yakın ta rihte yazılmış kasmakları tercih ederek-îbrâhîm b. Sîmcûr’u Nîşâ bûr vâlisi olarak kabul etmemiz muhakkak ki daha doğrudur. E b û A l i b. M u h t â c ’ ı n i s y a n ı : Ebû Ali b. Muhtâc Rey seferine çıkmadan önce Emîr I. Nûh ile 8 Bk. Ebû Bekr Muhammed b. Ca’fer el-Narşahî, Tarih-i Buhara (farsça tercüme, Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed; telhis Muhammed b. Zafer b. Ömer; tashih Müderris Razavî), Tahran hş. 1317/1939, s. 114.; Gerdizî 155-; îbn el-Esîr, V iil, 444. Zambaur (Manuel de Généalogie et de Cronologie Pour L’histoire de L’islam, Berlin 1955.), îbrâhîm b. Sîmeûr’u ilk kez 310/922-3, sonra 334-945-6 yılında Nîşâbûr vâlisi olarak gösteriyor. 9 Bk. îbn el-Esîr, VHL, 444. Krş. K.V. Zetterstéen, Nûh mad., İA., s, 346. 10 Bk. not 8’deki eserler aynı yerler. Ayrıca bk. îbn Haldûn, IV, 743. 11 Bk. Kitâb el-Ensâb (tıpkı basım) nşr. D.S. Margoliouth, G.M.S. London 1912, s. 323. 12 Bk. Ravzat üs-Safâ, IV, 46. îbn el-Esîr de eserinin başka bir yerinde (el-Kd/mil fi’t-Târih, V iil, 458), Ebû Ali b. Muhtâc’m Horasan’dan azledildiğini SÎMCÜRİLER 95 arasında sürtüşmeler başlamıştı. Emîr I. Nûh seferden önce bir ‘Ârız göndererek bu orduyu teftiş ettirdi. ‘Ârız kötü bir yönetim tar zı gösterdi, ayrıca Ebû Ali ile münakaşa ettiği gibi ona bağlı olan bazı kişileri de ordudan çıkardı. ‘Â n z’m bu davranışı Ebû Ali’nin gönlünün kırılmasına sebeb oldu. Rey şehri ve çevresinin zabtından sonra Emîr I. Nûh, Ebû Ali’nin kırgınlığını arttıracak bir harekette daha bulunarak dîvân işlerini yürütecek ve o vilâyetin malını zabt edecek kimseler gönderdi. Ayrıca Ebû Ali’ye vilâyetin malına ka rışmamasını bildirdi. Önceki Emîr n . Nasr zamanında bütün bu iş ler Ebû Ali’nin uhdesinde idi. Bundan sonra Emîr I. Nüh’un Nîşâ- bûr vâliliğini îbrâhîm b. Sîmcûr’a vermesi ile Ebû Ali’nin nefreti daha da artmış ve açıkça isyanına neden olmuştu. Ebû Ali 334/946 yılında Hemedan şehrinde iken I. Nûh’un am cası ve bu sırada Musul’da bulunan îbrâhîm b. Ahmed’e mektub yazdı ve emîr olarak kendisine biat ede'ceğini bildirdi. îbrâhîm b. Ahmed 334 yılı Ramazan ayı/Nisan-Mayıs 946’da beraberinde dok san atlı ile Hemedana gelerek Ebû Ali ile birleşti. Daha sonra iki müttefik I. Nûh’a karşı harekete geçtiler. Emîr I. Nûh isyan habe rini öğrendiği zaman, bir ordu hazırlayıp Buhara’dan Merv’e doğru yürüdü. Bu sırada aylıkları muntazam ödenmeyen Sâmânî ordusu kumandan ve askerleri Sâmânî veziri Ebu’l-Fadl Muhammed b. Ah med el-Hakim es-Sulemî’den şikâyetçi oldular. Askerler aylıklarının ödenmemesine sebeb olarak Vezîri gösteriyor ve onun Ebû Ali ile anlaşmış olduğunu öne sürüyorlardı. Ayrıca Vezîr kendilerine tes lim edilmediği takdirde amcası îbrâhîm’e ve Ebû A li’ye bağlanacak larını söylediler. Neticede Emîr I. Nûh, Vezîr Muhammed’i asker lere teslim etmek zorunda kaldı. Askerler 335 Cumâdâ I./Ekim- Kasım 946’da Vezîr’i katlettiler13.; Emîr I. Nûh cephesinde bu olaylar olurken, Ebû Ali b. Muhtâc ve îbrâhîm b. Ahmed de Nîşâbûr’a vardılar. Bu sırada îbrâhîm b. Sîmcûr, Mansûr b. Karategin ve kumandanlardan bazıları da Nîşâ- bûr’da bulunuyordu. Ancak bu noktada ortaya iki rivayet çıkıyor. Gerdîzî’nin rivayetine göre11, îbrâhîm b. Sîmcûr, Jtîansûr b. Kara- zikrediyor. Çağdaş müellifler için bk. Frye, Bukhara, -86.; Barthold, Turkestan, 246- Abbâs İkbâl (Tarih-i Mufassdl-ı İran, 232) ise, Ebû Ali Çağanî’yi Sipehsâ- lar-ı ordu ve hülcümrân-ı Horasan olarak gösteriyor. 13 Gerdîzî, 155.; İbn el-Esîr, V E , 458-9.; Ravzat üs-Safâ, IV, 46-7. Krş. Barthold, Turkestan, 246-7.; Zettersteen, Nûh mad., İA., 346. 14 Bk. Zeyn ül-Ahbâr, 155. 96 ERDOĞAN MERÇÎL, tegin ve onun süvarileri oradan ayrılarak Merv’e Emîr Nûh’un ya nına gittiler. îbn el-Esîr’e göre ise15, Ebû Ali her ikisinin de (îbrâ- hîm b. Sîmcûr ve Mansûr b. Karategin) kendisine bağlanmasını is tedi. Onlar da bunu kabûl ettiler. Ebû Ali Muharrem 335/Ağustos 946’da Nîşâbûr’a girdi. Ancak daha sonra Mansûr b. Karategin’in bazı şüpheli hareketlerini sezince onu yakalattı. Bundan sonra kaynaklarda İbrahim b. Sîmcûr’un Emîr I. Nûh ile mi yoksa Ebû Ali b. Muhtâc ile mi beraber olduğu
Download 4.07 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling