Hazirlayanlar


IV. Türk-Fransız Savaşı ve Ermeni Propagandası


Download 3.42 Mb.
Pdf ko'rish
bet35/41
Sana17.10.2017
Hajmi3.42 Mb.
#18082
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   41

IV. Türk-Fransız Savaşı ve Ermeni Propagandası

Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Kilikya ve Suriye’deki Fransız kuvvetle-

rinin başkomutanı bulunan General Gouraud’nun Aralık 1920’de dediği gibi, 

Fransa, 1919’da Ki likya’da bir Ermeni politikası izlemiştir

16

. Fransa’nın bir 



süre böyle bir politika izlemesi Ermeni propagandasının etkisiyledir.

Fransa’nın, Ermeni propagandasına âlet olan Kilikya politikası başlıca 

iki doğrultuda kendini gösterir:

a) Ermenilere Askerî Harekâta Yer Verilmesi

Yine General Gouraud, emrindeki altı taburdan üçü nün Ermeni tabu-

ru olduğunu söyler. Ermeni kuvvetleri dünyanın dört bucağından koşup 

gelen binlerce Ermeni gönüllüsünden oluşmuştu. Bu kuvvetler tabiatiyle 

Fran sız üniformaları giyiyor, Fransız bayrağı altında çarpışı yorlardı. Fakat 

özel bir sancakları da vardı.



b) Kilikya’nın İdarî Yönden Ermenileştirilmesi 

 

1918’de ve 1919’un son günlerine kadar Fransa hükümeti 

Kilikya’ya, başka deyişle Çukurova ve civarındaki oldukça geniş bir böl-

geye  Ermenistan demekteydi. Fakat aslında Fransa buraları kendisi ele 

geçirmek için planlar yapıyordu. Buna rağmen Başbakan  Clémenceau, 

Suriye ve Kilikya için Suriye ve Ermenis tan Yüksek Komiseri unvanıy-

la Georges Picot’yu ida reci tayin etmişti. Ali Fuat Cebesoy, hatıralarında 

Picot’nun 1919 sonlarında Sivas’a geldiğini, Mustafa Kemal’in kendisini 

taşıdığını ileri sürdüğü Ermenistan... Komise ri unvanını reddetmeye razı 

olması üzerine kabul etti ğini yazar

17

. Öte yandan, Kilikya’daki Fransız 



idare ma kamları Ermenistan Fransız idarecileri adını taşıyordu

18

.



16  L’Asie Française, Janvier 1921, No.188, s.9

17  A. F. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953, s.269-271

18 Journal Offi ciel de la République Française, 25 Décembre 1920, s.3995 (Chambre des Dé-

putés)


490

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Fransa hükümeti, Kilikya’nın idarî işleri için geniş öl çüde Ermeni me-

mur kullanıyordu: Polis, demiryolları, posta vs. gibi önemli hizmetlere Er-

meniler atanmıştı.

Olayların gelişmesi sonucu Mart 1921’den itibaren ciddî biçimde 

Türk-Fransız yakınlaşması görülünce Ermeni propagan dası bu kez, Er-

menilerin çoğunluk teşkil ettiği Kilik ya’nın Türklere geri verilmemesi için 

çaba harcamaya başladı, bir takım kitap ve broşürler yayınladı. Bunlardan 

E. Altiar’ın  Kilikya Sorunu ve Fransa’nın Yakın Doğu’daki Geleceği 

başlıklı kitabını zikredelim

19

. Ancak, Ermeni propagandasının basında ar-



tık bir tek yazısı bile çıkmıyordu, çünkü Fransız kamuoyu 1921 yılında 

he men hemen tümü itibariyle, hükümetin Türklerle anlaşıp Kilikya’yı bo-

şaltmasını istiyor, Kilikya savaşlarında Ermeni tahriklerinin ve propaganda-

sının payı olduğunu anla mış bulunuyordu.

20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Anlaşması ile Fransızlar Kilikya’yı 

boşaltmaya başlayınca Le Temps, Beyrut’taki bir okuyucusunun aşağıdaki 

mektubunu ya yınladı. Bu mektupta, Türk-Fransız savaşının sona erme sini 

bile Ermeni propagandasının kendi çıkarları için na sıl kullanmaya çalıştığı 

görülmektedir:

Kilikya’nın boşaltılacağı (Fransa’nın Ankara Anlaş ması gereğince 

Kilikya’yı Ankara hükümetine geri vere ceği) haberi duyulur duyulmaz, 

bölgede, Ermeniler ara sında sinsi bir propagandanın işlediği seziliyordu; 

bu propagandanın amacı onların endişelerini artırmak, on ları akılsızca 

bazı hareketlerde bulunmaya itmek ve böylece, Ankara Anlaşması’nın Er-

menilere ve Hıristiyanlara sağladığı can güvenliği vs. gibi güvencelerin 

güyâ

 

yetersizliğini ortaya koymaktı. 

Bu şekilde bir propaganda yapıldığı izlenimi, çok sayıda Suriye’ye 

gelen Ermeniler arasında açılan ciddî bir anketin sonuçlarıyla da kuvvet 

kazanıyor. Daha şimdiden anketten kesinlikle anlaşılıyor ki, Kilikya’nın 

boşaltılması onlara, öteden beri, dışardan, örneği görül memiş bir katliam 

ve çapulculuğun işareti şeklinde an latılmış.

Oysa, Türklerin, ilân ettikleri sükûnet isteklerine ta mamen uygun ve 

dürüst hareketleri, dünya kamuoyunu tahrik ederek Kilikya’yı boşaltma 

işini ve Ankara Anlaş masının uygulanmasını önlemek için şiddet hareketle-

rinden medet uman aşırı eğilimli politik komiteleri hüsrana uğrattı. 

19  E. Altiar, Le Problème de la Cilicie et l’Avenir de la France au Levant, Préface de F. Jean-

Desthieux, Paris 1921.


491

Prof. Dr. Yahya AKYÜZ



Ancak, bu propaganda kampanyasının daha şimdiden kötü sonuçlar 

verdiği, canlarını tehlikede sanan birçok zavallı insanın ev-barklarını, bı-

rakarak yollara düştüğü ve Suriye’ye ciddî güçlükler çıkardığı da gerçek-

tir

20



Le Temps, Kilikya’nın boşaltılması bitince, bir baş makalesinde, böl-

gedeki Hıristiyanların sayısı hakkında bilgi verdi: Kilikya’nın tamamen 



Hıristiyanların oturduğu bir ülke olduğu, Fransa’nın bu yeri Müslüman 

bir devlete geri vermekle kötü bir harekette bulunduğu söyleniyordu. Oysa, 

son iki aydaki devir teslim işleri Hıristiyanları tam olarak saymaya imkân 

verdi. Bunlardan 49 884’ü, bazı kötü propagandacılar tarafından kandırı-

larak veya tehdit edilerek kesin veya geçici şekilde göç ettiler. 3 828’i ise 

yerlerinde kaldı. Genellikle 300 000 kişinin oturduğu tahmin edilen bir 

ülkede topu topu 53 712 Hıristiyan varmış

21

.



V. Türksever Fransızların Karşıt Propagandası

Bazı Türksever Fransız yazarlar, Ermeni propagandasına karşı bir pro-

paganda geliştirmişlerdir. Bu yazarlar, kıyımların iki toplum arasında kar-

şılıklı olduğunu, fakat Ermeni propagandasının baskın çıkarak Fransız ve 

20  Le Temps, 8 Janvier 1922, s.3.

21  Le Temps, 6 Janvier 1922, s.1.



492

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

öteki Batılı kamuoylarını etkisi altına aldığını, Türklerin ise tezlerini Batı-

da savunma imkânlarına o ölçüde sahip olmadıklarını ve propaganda yap-

mayı da bilmediklerini söylerler. Ermeni ve Yunan-Rum propagandalarına 

karşı Türkleri savunan Fransızlar, esas olarak bazı ünlü yazarlarla, Birinci 

Dünya Savaşı’nda Doğuda Türklere karşı çarpışmış, fakat onların savaşta 

mertliğiniasil tutum ve davranışlarını görmüş, Doğuda çeşitli toplumları, 

ırkları gözlemiş eski Fransız subay ve askerleridir (eski muharipler). 

Bu tür yazarların başında Pierre Loti, Claude Farrère ve Léon Rouillon 

gelir. Pierre Loti şu olayı nakleder:



1896 katliamları  sırasında Anadolu şehirlerinden birinde, Fransız 

bayrağı altındaki Konsüllüğe mümkün olduğu kadar fazla Ermeni topla-

yan Fransa Konsülü, civarda olup bitenleri anlamak için terasa çıkar çık-

maz arkasında iki kurşun kulaklarında vızlar. Başını çevirince ne görsün? 

Komşu bir evden Ermeninin teki ona nişan almıyor mu? Sinsi saldırgan 

yakalanınca demiş ki: ‘Türkler suçlansın diye ve konsüllerinin ölümü ile 

Fransızlar onlara cephe alır umuduyla ateş ettim’

22

. Bir Paris gazetesinin 



İstanbul muhabiri de katliamları şöyle açıklar: Türkler Ermenileri katlet-

mişlerse, Ermeniler de Türkleri aynı ölçüler içinde öldürmüşlerdir. Arada-

ki tek fark, Ermeninin kanı akınca âlemi ah vahlarıyla doldurması, oysa 

Türklerin öç almayı susarak beklemeleridir

23



Bu konuda Claude Farrère ve başka birçok Türksever zikredilebilir. 

Biz eski muhriplerden Léon Rouillon’un kitabından birkaç paragraf al-

makla yetineceğiz.

Léon Rouillon, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Yakın Doğu or-

dusunda bulunmuş, Türkleri tanıyıp sevmiş eski bir muhariptir. 1919 son-

larında terhis olup Fransa’ya döndüğünde ülkesinde Ermenilerin, Yunanlı 

ve Rumların Türklere karşı acımasız bir propagandaya giriştiklerini ve 

Fransızları yanılttıklarını görünce buna karşı çıkmak istemiştir. Rouillon, 

Türklere karşı girişilen yalan ve iftira kampanyalarına karşı büyük Fransız 

gazetelerine bazı yazılar göndermiş, fakat yayınlatamamıştır. Rouillon, an-

cak bazı küçük taşra gazetelerinde Türkler lehine birkaç yazı yayınlatabil-

miştir. Fakat o, bilgi ve belge toplamayı sürdürmüş, hazırladığı bir kitabı 

Aralık 1920’de ve 1921’de olmak üzere iki kez bastırmıştır. 

Rouillon’un kitabı Pour la Turquie, Documents (Türkiye İçin, Belge-



ler) başlığını taşır ve küçük boy 124 sayfadır. 

22  Loti, La Mort de Notre Chère France en Orient, Paris 1920.

23  Le Gaulois, 20 Décembre 1920, s.1.


493

Prof. Dr. Yahya AKYÜZ

Rouillon’a göre, Fransa, Avrupa ve bütün dünya, efsanevî Ermeni kat-

liamı hikâyelerinden üzüntüye kapılıyor; Türklere karşı bütün iddia ve ya-

kıştırmaları denetimsiz geçerli kabul ediyor. İşte bu nedenledir ki, mazlum 

Ermenistan efsanesi doğmuştur ve Ermeniler mukaddes kurbanlar, onların 

güyâ cellâtları da canavarlar olarak görülmüştür. Yazara göre aksini ispata 

çalışmak çok güç ve nazik bir iştir, çünkü, efsanelere, ön yargılara, önce-

den edinilmiş fi kirlere karşı yapılacak bir şey yoktur. 

Yazar, Fransız ve Avrupa kamuoyunun bu konudaki yanlış saplantıla-

rını, gerçek durumu bilmemesi, Ermenilerin, bu arada İngiltere’nin kamu-

oyunun bilgisizliğini sömürmesi, Türklerin de kendilerini savunmamaları 

ile açıklar: Zavallı, pasif ve dürüst Türkler! Bilgisizliğimizi aydınlatmaya 

çalışmayıp bu bilgisizliğin yalnızca Yunanlılar tarafından değil, Ermeni-

ler, İngilizler tarafından da sömürülmesine ses çıkarmıyorlar. Bütün suç-

lamalara karşı en küçük bir direnme, en küçük bir düzeltme yok. Tabiî, 

‘böyle yazılmış’ (mukadderat) deyip geçiyorlar!

Rouillon, Fransa’nın ve Avrupa’nın bu bilgisizliği nedeniyle, bir de 

aynı dinden oldukları için Ermenilerin korunması ile uğraştığını söyler. 

Ona göre, Ermeniler, Rum ve Yunanlılar, Yahudiler ticaretle uğraşmakta, 

Türkleri sömürerek zenginleşmektedirler. Rouillon der ki;

Ermeniler çok tutumludur. Yunanlılar gibi ticarete de giriştiklerinden 

tez zenginleşirler. Türkler ise fakir tarımcıdırlar ve ekseriya borç almak 

için onlara başvururlar. Ermeniler çok yüksek faizle Türklere borç verir, 

sonunda borçlular parayı ödeyemeyince ve garanti de gösteremeyince, 

mallarına ipotek konduğu için Ermeniler malları sattırır veya ellerine 

geçirir. Türkler böylece çabucak mal ve mülklerinden olur. Bazan birçok 

köyde, hatta illerin bir kısmında bu tür olaylar görülünce, bunalan Türkler 

bazan ayaklanır ve alacaklılarını öldürür. Savaştan önce bazı Alman ajan-

larının da onları ayaklanmaya ittiğini söyleyelim

24



Rouillon ve öteki Türksever Fransızlar, Ermenilere karşı girişilen 

olaylarda metot ülkesi Almanya’nın parmağının bulunduğunu söyler. Bu 

konuda şunları yazar:

Almanya’nın tüm Osmanlı ülkelerini ele geçirebilmesi için Ermenilerin 

ortadan kaldırılmaları gerekiyordu. Çünkü, Yahudilerden bile kurnaz olan 

böyle rakipler varken Almanya bu amacını gerçekleştirebilir miydi

25



24  Rouillon, Pour la Turquie, Documents, Paris 1921.

25 Rouillon, a.g.e.



494

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Sonuç ve Genel Değerlendirme

Türk Kurtuluş Savaşı  sırasında Ermenilerin Fransa’da giriştikleri 

Türkiye’ye karşı propaganda başlıca dört olayla ilgili olarak gelişmiştir: 

Bunlardan Paris Barış Konferansı ile Türk-Ermeni savaşı konularındaki 

propaganda çeşitli nedenlerle etkilerini pek gösterememiştir. Fakat Millî 

Hareketin doğuşu ile Türk-Fransız savaşına ilişkin propaganda amacına 

ulaşmıştır. Öyle ki, Türk Millî Hareketi’nin Fransız kamuoyuna Ermeni 



katliâmına yeniden başlangıç şeklinde tanıtılması kamuoyunda Türkiye’ye 

karış olumsuz etkilerini uzunca süre hissettirmiştir. 

Kuşkusuz, Ermeni propagandasının Fransız kamuoyunu etkisi altına 

almasında Türklerin kendi davalarını ve olayların gerçek yüzünü kamuo-

yuna iyi tanıtamamaları da çok önemli bir etkendir. Ermeni propagandası-

na karşı propaganda esas olarak kimi Türksever Fransız yazarlar tarafın-

dan yapılmıştır. 

Asıl amacı tarihsel bir araştırma olan bildirimizin günümüzle de sıkı 

ilişkileri vardır:

Bugün de Ermeniler Batı dünyasında çok etkili bir propaganda faa-

liyetleri ile soykırımı dünyaya duyurmaya ve Türkiye’ye kabul ettirmeye 

çalışmaktadır. Birçok ülkeye soykırım anıtları diktirmekte, Fransa, İsviçre, 

Kanada vs. gibi ülkeler soykırımı siyasî ulusal meclislerince çıkarttıkları 

(ya da çıkarmaya çalıştıkları) karar ve kanunlarla gerçek kabul edip, aksini 

söyleyenleri cezalandırmaktadırlar. Böylece tarihi tarihçiler değil, seçim-

le gelen politikacılar yazmaktadır. Bu gelişmeler, insanların ve ulusların 

araştırma, tarafsız kalma, özgürce düşünme ve farklı ifade gibi en temel 

haklarına ve sorumluluklarına büyük bir darbe vuracaktır. 

Oysa  tarihin tarihçiler tarafından yazılması gerekir. En iyi yöntem 

ise, farklı görüşteki çeşitli ulusların tarihçilerinin Türk ve yabancı arşivle-

rinde beraberce çalışıp ortak bir sonuca varmaları ya da farklı sonuçlarını 

ve farklı yorumlarını beraberce yayınlamalarıdır. Ermeniler ve Batılı hü-

kümetler Türk tarihçi ve yetkililerince önerilen bu yönteme sırt çevirmek-

tedirler.

Bir yazarımız Fransa’nın günümüzdeki tutumunu şöyle değerlendir-

mektedir: Doğmalarla ve tabularla mücadele geleneği olan bir ülke ‘dü-

şünülmesi ve söylenmesi yasak’ bir bölge yaratıyor, bir anlamda ortaçağı 

hortlatıyor

26

! 

26 Haluk Şahin, La France Irrationnelle, Radikal, 10 Mayıs 2006.



495

Prof. Dr. Yahya AKYÜZ

Fakat, Fransa’da, Batı ülkelerinde kimi tarihçiler ülkelerindeki poli-

tikacıların bu tutumuna karşı çıkabilmektedirler. Örneğin, Mayıs 2006’da 

Fransa’nın önde gelen 19 tarihçisi Fransız hükümetinin soykırımı onaylat-

mak için hazırladığı yasa tasarısını utanç verici ve fi kir özgürlüğü önünde 

bir engel olarak değerlendirmiş ve tepki göstermişlerdir

27

.



 

Bu bize, Türk 

Kurtuluş Savaşı sırasında Ermeni propagandasına karşı çıkan kimi Fransız 

yazarları anımsatmaktadır. Bir farkla ki, günümüzde bu Fransız tarihçiler 

bu tutumlarını Türk tezini savunmak için değil, farklı düşüncelerin de söy-

lenebilmesi için sergilemektedirler. 

27 Fransız Tarihçilerden Soykırım Tepkisi, Milliyet, 8 Mayıs 2006 (Paris’ten Sabetay Varol’un 

haberi)


496

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Kaynaklar

Bildirimizin Kaynağı Esas Olarak Şu Kitaptır:

Akyüz, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Türk Tarih 

Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1988, 406 s.+Belgeler 

Metinde kullanılan kaynaklar:

Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk (1919-1927), Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz, 

Ankara 2004.

Cebesoy, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953

Cochin, Denys, A. Tchobanian, B. Bareilles, (...), La Renaissance de l’Orient, Paris 

1919


E. Altiar, “Le Problème de la Cilicie et l’Avenir de la France au Levant”, Préface de 

F. Jean-Desthieux, Paris 1921. 

“Fransız Tarihçilerden Soykırım Tepkisi”, Milliyet, 8 Mayıs 2006 (Paris’ten Sabetay 

Varol’un haberi).

Journal des Débats, 1

er

 Mars 1919, s.1.



Journal Offi ciel de la République Française, 25 Décembre 1920, (Chambre des 

Députés).

L’Asie Française, Janvier 1921, No: 188

La Croix, 30 Avril 1920

La Dépèche (de Toulouse), 21 Juillet 1918

Le Figaro, 13 Juillet 1919

Le Gaulois, 20 Décembre 1920

Le Journal, 10 Mai 1920

Le Petit Parisien, 2 Janvier 1919

Le Temps : 

27 Février 1919

28 Février 1919

11 Juillet 1919

10 Février 1920

24 Janvier 1920 

6 Janvier 1920

8 Janvier 1920

10 Novembre 1920

Loti, “La Mort de Notre Chère France en Orient”, Paris 1920.

Pasdermadjian, H., Histoire de l’Arménie, Paris, 1964

Revue des Etudes Arméniennes, 1920, Tome I, Fascicule 2.

Rouillon, Pour la Turquie, Documents, Paris1921.

Şahin, Haluk, “La France Irrationnelle “, Radikal, 10 Mayıs 2006.

Türkkaya Ataöv’ün bulduğu belgeler: “Türklere Karşı 200 Bin Ermeni Savaştı”, 

Hürriyet Gazetesi, 31 Ekim 2005.


497

Prof. Dr. Yahya AKYÜZ



498

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



TÜRK TİYATROSUNUN GELİŞİMİ YÖNÜNDE ATILAN 

İLK ADIMLAR VE ERMENİ SANATÇILARIN ROLÜ

Öğr. Gör. Yasemin SARI

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Plastik Sanatlar Bölümü

E-mail: ysmnsari@gmail.com; Tel: 0 262 511 56 80 (174)


Özet

Uzun süre aynı devlet çatısı altında birlikte yaşamış olan 

Türk ve Ermeni toplumunun kültürel yapılarına değinerek 

birbirleriyle etkileşimlerini tiyatro sanatı bağlamında ele 

almak ve XIX. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatro 

anlayışına dayalı gelişim gösteren Türk tiyatro sanatının 

temelinin atılma sürecinde, iki toplumun etkinliklerini or-

taya koymaktır. Ayrıca bu tiyatro anlayışının Tanzimat’ta 

benimsenmesiyle yeni bir yönelişe giren, Türk tiyatro sa-

natının gelişme sürecine ışık tutmak ve Ermeni sanatçıla-

rın Türk tiyatrosu üzerinde oynadığı olumlu rolü vurgula-

maktır. 


Osmanlıda bir kültür etkinliği olarak Türk ve Ermeni top-

lumlarında tiyatronun yeri, tiyatro anlayışları ve bu anla-

yışların Türk tiyatrosunda yansımaları, 1839-1923 dönemi 

Türk tiyatrosunda; yazarlar, oyuncular, tiyatro yapıları, ti-

yatro grupları değerlendirilerek bu dönemde Saray’ın ti-

yatroya karşı tutumu, kurumsallaşma süreci ve bu süreçte 

etkin rol oynayan kişiler ele alınarak özellikle Ermeni sanat-

çıların Türk tiyatrosunun gelişmesindeki katkıları üzerinde 

durulacaktır.

Türk tiyatrosunun gelişim öyküsü bağlamında Türk ve 

Ermeni toplumlarının kültürel etkileşimleri değerlendiri-

lerek, tiyatro sanatının kurumsallaşmasında ve günümüz 

Türk tiyatro anlayışının belirlenmesinde Ermeni sanatçıla-

rın etkin bir rol üstlendikleri sonucuna varılmıştır.



503

Öğr. Gör. Yasemin SARI



Giriş

Türk ve Ermeni toplumlarının birliktelikleri XI. yüzyıla kadar inmek-

tedir. Araştırmalar, Abbasî Ordularında hizmet eden Türk komutan ve ai-

lelerinin Ermenilerle ilişkileri olduğunu göstermektedir. Ancak Türk ve 

Ermeni toplumları arasında gerçek anlamda yoğun ilişkiler, Büyük Sel-

çuklular’ ın İran üzerinden Anadolu ve Kafkasya’ya yönelmeleri ile baş-

lamıştır.

Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçukluları sonrası Anadolu’nun kontro-

lünün Osmanlılara geçmesiyle, sonuçları ve etkileri bugüne ulaşan, yoğun 

ve karmaşık ilişki başlamış olur. Ermenilerin, Osmanlı yönetimiyle birlikte 

Bizans ve kendi krallıkları döneminde bile görmedikleri siyasî bir istikrar, 

düzen ve güven ortamına kavuşmuş olduklarını söylemek mümkündür.

Osmanlı İmparatorluğu, yükselme döneminde coğrafî sınırlarını Avru-

pa içlerine doğru genişlettikçe; ister istemez Avrupa ya da klasik ifadesiyle 

Batı ile ilişkileri artmıştır. Bu askerî-coğrafî ilerleyiş, Batı ile hem ticarî 

hem de sosyal, kültürel etkileşimlere yol açmıştır. Ancak XIX. yüzyıla ka-

dar, bu etkileşimler kalıcı ve geniş çaplı olmamıştır. Batıya duyulan ilgi, 

öncelikle Saray’dan kaynaklanmış ve doğal olarak Osmanlı Padişahlarının 

kişisel tercihlerine göre biçimlenmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in 1480’de 

Venedikli sanatçı Gentile Bellini’ye portresini yaptırması, 1543’te Os-

manlı-Fransız Antlaşması  şerefi ne  İstanbul’a gönderilen bir orkestranın 

Saray’da 3 konser vermesi, 1582’de Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü 



504

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

için düzenlenen şenliklerinde bale ve pandomim gösterilerinin yer alması

1



hem bu ilişkileri hem de bu ilişkilerin temel yapısını, çıkış noktasını ortaya 

koymaktadır.

Aslında daha 1700’lerin sonunda zamanını doldurmuş gözüken Os-

manlı İmparatorluğu

2

 bu dönemde kendini yenileme çabasına girmiştir. Bu 



çabaların temelinde imparatorluğu korumak ve eski gücüne kavuşturmak 

amacı yer almaktadır. Ancak, imparatorluğu kurtarmak adına atılan adım-

ların ve çabaların ne ölçüde yeterli olduğu tartışmaya açıktır. Bu adımların 

bile, bir süre sonra Osmanlının kontrolünden çıkarak Avrupa’nın büyük 

askerî ve ekonomik güçlerinin isteklerine göre şekillenmeye başladığı gö-

rülmektedir.

1839’da Sadrazam Reşit Paşa’nın Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu oku-

masıyla başlayan ve Tanzimat olarak adlandırılan, Türk kültür tarihine Ba-

tılılaşma olarak geçen dönem; Türk kültür değişim evrelerinin en önemli 

halkalarından biridir. Değişimin temel amacı, Avrupa’da ulaşılmış olan 

bilimsel ve kültürel süreci Osmanlıda da gerçekleştirebilmek için Batıya 

açılmak, Batının geliştirdiği tekniklerden yararlanmak ve bu yöntemleri 

benimsemek olmuştur. Tanzimat’la başlayan, çeşitli zorluk ve kesintilere 

rağmen 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla devam eden değişim süreci; yö-

netim biçiminde, ekonomik yaşamda olduğu kadar, kültürel ve sosyal ya-

şamda, en önemlisi sanatta, geleneksel çizgiden apayrı bir gelişime zemin 

hazırlamıştır. Özellikle İstanbul’da yaşayan gayrimüslimler doğal olarak 

bu değişimleri kolaylıkla özümsemiş, Batı yaşam biçimi ve kültürünün 

Osmanlıda yayılmasında büyük rol oynamışlardır.

Batılılaşma olarak adlandırılan bu süreç, Batılı toplumların kurumla-

rını, işleyiş düzenini, yaşama biçimini hazır model olarak alıp kullanmak 

olarak algılanmıştır. Avrupa’da gelişimi sağlamış olan rasyonel, eleştirel 

düşünce sistemi ve bilimsel yaklaşım tam olarak kavranamadığından yeni-

leşme, toplumun tüm kesimlerinde etkili olamamıştır. Bu dönem için ön-

celikle vurgulanması gereken nokta, üst yönetici sınıf ile halk arasındaki 

sosyal uçurumdur. Ziya Gökalp’in (1876-1924) resmî medeniyet ve halk 

medeniyeti olarak tanımladığı bu uçurumu İpek Aksüğür, antropolog Ro-

1 Sevda 


Şener, Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İs-

tanbul 1998 s.19-20.

2 1789 

Fransız Devrimi ve ardından Napolyon’un Avrupa Krallıkları, özellikle Rusya ve 



Avusturya üzerindeki etkileri nedeniyle zaman kazanılmış olduğu çeşitli tarihçiler tarafın-

dan ifade edilmektedir.



505

Öğr. Gör. Yasemin SARI

bert Redfi eld’ın büyük ve küçük kültür ifadesini kullanarak tanımlamıştır

3



Toplum yani halk, içinde bulunduğu derin ekonomik bunalım, güvensizlik 

ortamı ve sürekli olarak yaşanan toprak kayıpları nedeniyle Osmanlının, 

yani resmî medeniyetin bu yenileşme çabalarını şüphe ile karşılamış, do-

layısıyla bu değişimleri özümsememiştir. Osmanlı (büyük kültür) ile halk 

(küçük kültür) arasındaki iletişimi sağlayabilecek, iki sınıf arasındaki bağ-

layıcı işlev gören, ara kurum ya da kültür niteliğindeki dinî sınıf (ulema) 

ise tutucu yapısı nedeni ile bu değişim çabalarına şiddetle karşı çıkmıştır. 

Tüm bu nedenler, yenileşme (ıslahat) hareketlerinin toplumsal destekten 

yoksun kalmasına yol açmıştır. Ayrıca Osmanlının bu değişimleri ülkenin 

tamamına yayabilecek ne ekonomik gücü, ne de ulaşım ve iletişim olanak-

ları vardır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküntüden kurtarmaya yönelen Tanzimat 

aşamasının yeterince başarılı olmadığı, amaca ulaşılamadığı bir gerçek olsa 

da, yenileşme ve Batılılaşmada önemli adımlar atıldığı, çağdaşlaşmada da 

yeni yolların açıldığı kabul edilmelidir. En azından bu süreçler sonucunda, 

Türkiye Cumhuriyeti’nin ihtiyaç duyacağı bazı hayatî, siyasî, askerî, eko-

nomik, kültürel kurumların temellerinin atılmış olduğunu görmekteyiz.

Türk tiyatrosu denilince çoğu kişinin aklına Batı etkisindeki Türk ti-

yatrosu gelir. Daha önce bir Türk tiyatrosundan söz edilemeyeceğini, Türk 

topluluklarının tiyatro konusunda çeşitli evrelerden geçmediğini, Anado-

lu Türklerinin tiyatroyla XIX. yüzyılda tanıştığını düşünmek yanlış olur. 

Türk tiyatrosu denince, ilkel Türk topluluklarına kadar inen bir geçmişin 

düşünülmesi gerekmektedir. Tiyatronun kökenini; tiyatronun üç temel il-

kesini

4

 görebildiğimiz ilkel insanın av oyununa



5

, başka bir deyişle ilkel 

insanın doğayla ve tanımlayamadığı güçlerle ilişki kurabilmek için yaptığı 

törenlere

6

 dayandıracak olursak; Türk tiyatrosunun izi Orta Asya Türkleri-



nin şaman törenlerindeki canlandırmalara kadar gidebilir. Ancak bu bildi-

ride, Türk tiyatrosunun geçirmiş olduğu evrimlerden çok; Batılılaşma dö-

neminde Türk tiyatrosunu kurumsallaşmaya götüren süreçle ilgilenilecek 

ve bu süreçte batılı toplumlarla ilişki kurmada köprü oluşturan Ermenilerin 

kayda değer etkinliklerinden söz edilecektir. 

3  İpek Aksüğür, Türk Resmi ve Eleştirisi 1900-1950, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Mimar 

Sinan Üniversitesi, İstanbul 1983, s.13.

4  Taklit, eylem, topluca katılma.

5  Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi 1, Remzi Kitabevi, İstanbul 1985, s.17-18.

6 Sevda 


Şener, Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar, Oyundan Düşünceye, Gündoğan Ya-

yınları, Ankara 1993, s.10-12.



506

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Metin And, yaptığı incelemelerde ve araştırmalarda, 1838’de İstanbul’ 

da içinde çeşitli gösterilerin yapıldığı iki amfi teatr bulunduğunu, yüksek 

fi yatlara  rağmen; salonların dolup boşaldığını, bu gösterilerin Saray ta-

rafından desteklendiğini ortaya koymaktadır. Saray’ın (Sultan III. Selim, 

II.Mahmut, Abdülmecit’in, bir ölçüde Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in) 

Batı tiyatrosuna gösterdiği ilgi; tiyatronun gelişimin, kolaylaştırmanın 

yanı sıra, uygun ortamı da hazırlamıştır. Saray’ın bu tutumu, tiyatroya tu-

tucu çevrelerden gelecek olan tepkilerin de önüne geçmiştir.

Saray’ın yanı sıra devlet adamlarının da, Batı modeli Türk tiyatrosu-

nun gelişiminde önemli katkıları bulunmaktadır. Sadrazam Ali Paşa, Güllü 

Agop’un Osmanlı tiyatrosunu, tanıdığı 10 yıllık ayrıcalıkla, hemen hemen 

bir devlet tiyatrosu konumuna getirmiştir. Ahmet Vefi k Paşa Bursa valiliği 

sırasında bu şehirde bir tiyatro kurmuş; Ziya Paşa, Adana valiliği sırasında 

tiyatro çalışmalarını desteklemiş; tiyatro yazarı Ali Bey de çeşitli şehirler-

deki mutasarrafl ığı sırasında tiyatro çalışmalarını teşvik etmiştir

7

.



Bununla birlikte Batılı anlayıştaki sanat ortamının oluşumu, temelde 

yabancı elçilerin etrafında gelişmiştir ve bu noktada Fransızlar

8

 başı çek-



mektedir. Bugün Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin gerçekleştirdiği Fransa 

gezisi, Batıya açılan ilk pencere olarak kabul edilmektedir. Mehmet Çelebi 

döndükten sonra Fransa’daki hayatı, kralların saray yaşantılarını ve tören-

lerini anlatarak Fransa saray yaşamına karşı duyulan hayranlığın temelini 

atmıştır

9

.



Tanzimat öncesi ve sonrasında kurulan elçiliklerimizden, Batılılaşma-

ya katkı sağlayacak bilgi aktarmaları istenmişti. Bu elçiler, raporlarında 

Batı tiyatrosuyla ilgili aydınlatıcı bilgiler verdikleri gibi, yurda döndükle-

rinde gördükleri tiyatro çalışmalarının uygulanması için çaba göstermiş-

lerdir.

7  Türk Tiyatrosu Tarihi, s.299, http://turkoloji.cukurova.edu.tr/ANSIKLOPEDI/tiyatro.pdf.



8 Fransa’nın Osmanlı üzerindeki etkileri yalnızca ekonomik alanda değil, toplumsal yapının 

değişmesinde de önemli rol oynamıştır.

9  Günsel Renda, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700-1850, Hacettepe Üniversi-

te Yayınları, Ankara 1977, s.15-16.



507

Öğr. Gör. Yasemin SARI

Batı tiyatrosuyla tanışmamızda, bunların dışında yeni gelişmekte olan 

basın-yayının

10

 da önemli katkısı bulunmaktadır



11

. Basın da tiyatro çalış-

malarını benimsemiş; tiyatro duyurularına, haberlerine, eleştirilerine, hatta 

oyun metinlerine yer vermiş, özellikle de Avrupa’daki tiyatro yaşamı üze-

rine bilgiler vererek, kamuoyu oluşturulmasını sağlamıştır.

Batılı anlamda Türk tiyatrosunun temeli olan Osmanlı tiyatrosunun 

gelişimindeki etkenlerden sonuncusu; gayrimüslimler (özellikle Ermeni-

ler) ve dışarıdan temsil vermek üzere gelen yabancı tiyatro ve opera top-

luluklarıdır. Özellikle bu sonuncu etken, dönemin tiyatrocuları için bir tür 

okul yerine geçmiştir. 

Hıristiyan oluşları Ermenilerin, Osmanlı Devleti’nde tiyatronun öncü 

kimliğini taşımalarında belirleyici olmuştur. Batıdan opera, operet gibi sa-

nat dallarında eserler ve ustalarla birlikte, tiyatro da ithal edilmiş ve Er-

meni toplumunun çevresinde gelişme göstermiştir. İlk tiyatro gösterimleri 

Türklerin yoğun olduğu  İstanbul yakasında değil de Beyoğlu yakasında 

başlamıştır. 1830’lu yıllara rastlayan dönemde seyirci sahneye, şarkılar, 

rontlar, monologlar, hatta cambaz ve sihirbazlarla alıştırılmış, Ramazan 

bayramlarında  Aramyan Topluluğu

12

 ve Gedikpaşa Tiyatrosu bir eğlen-



ce yaşamı oluşturmuştur. Bu çalışmaların içerisinde yetişen, tiyatro bilgi 

ve görgüsünü kazanan Güllü Agop; Türkçe oynanan, zamanla Müslüman 

Türk oyuncuların katılacağı bir tiyatronun önemini anlamıştır. Kurduğu 

Asya Tiyatrosu’nu Osmanlı tiyatrosuna dönüştürerek,  İstanbul yakasın-

da eski bir sirk ve tiyatro binası olan Gedikpaşa Tiyatrosu’nda temsiller 

vermeye başlamıştır. Daha çok yabancı tiyatroların merkezi olan Beyoğlu 

yerine, Türklerin çoğunlukta olduğu bir bölgede açılan tiyatro, bu sanatın 

Türk toplumunca özümsenmesi ve seyirci sayısının arttırılması bakımın-

10  İstanbul’da ilk olarak 1 Kasım 1831’de Takvim-i Vakâyı ile yayınlanmaya başlayan gazete-

ler ve 1840’da herkesin kitap tabettirmesine izin verilmesiyle (kısa süre sonra kitap yayını 

için Padişah’ın izni zorunlu kılınmıştır) Osmanlının yenileşme hareketleri ve Batıdaki si-

yasî, bilimsel, ekonomik gelişmeler, düşünce sistemleri, doğal olarak da Batı sanatı halk 

tarafından öğrenilmeye başlamıştır.

11 Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, İş Bankası Kültür Yayınları, 

Ankara 1972, s.30.

12 

1846’da Ohannes Kasparyan tarafından Beyoğlu’nda kurulan Aramyan Topluluğu 



topluluk olarak profesyonelliğin temellerini atması, tiyatro binaları kurması, halka 

yönelik olması, Türk geleneksel tiyatrosuna yakın bir üslûpta oyunlar vermesi, Er-

meni kızları sahneye çıkararak bu alanda öncülük yapması bakımından önemlidir. 

Diğer önemli topluluklar arasında Şark (Aravelyan) Topluluğu, İzmir’de Vaspu-



ragan Topluluğu, Şark Tiyatrosu ve kapatılması sonucu oluşan Asya Kumpanyası 

bulunmaktadır.



508

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

dan önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Ancak bununla yetinmeyen Güllü 

Agop, her türlü rekabete karşı korunmak ve halkın desteğinden yararlan-

mak için 1870’te bir tekel ferman da almıştır. Böylece müzikli oyunlar 

dışında tüm Türkçe temsillerin tekeli, 10 yıl için Güllü Agop’a verilmiştir. 

Bu ayrıcalığa karşılık Güllü Agop, düzenli temsiller vermeyi ve Galata, 

Üsküdar, Beyoğlu gibi İstanbul’un çeşitli yerlerinde tiyatrolar açmayı üst-

lenmiştir. Güllü Agop’un, Türk oyun yazarlarının yüreklendirilmesinde, 

Müslüman Türk oyuncularının sahneye çıkmasında, seyircinin yetişmesin-

de, Batı tiyatrosunu tanımasında büyük hizmetleri olmuştur. Bu noktada, 

Batı modeli Türk tiyatrosunun temeli olan Güllü Agop’un kurduğu Os-

manlı tiyatrosunun bir kumpanya değil, irili ufaklı topluluklar, sanatçılar, 

yazarlar ve olaylardan oluşan bir tarih olduğunu belirtmek gerekmekte-

dir

13

.



Verdiği hizmetlerden ve yetiştirdiği öğrencilerinden dolayı Saray’ın 

himayesine alınan

 

Güllü Agop ve tiyatronun sanatçı kadrosunun çoğu, tek-



nik ve sahne görevlilerin hemen hepsi Ermeni asıllıdır. Topluluk, kendisi-

ne tanınan ayrıcalık gereği sadece Türkçe oyunlar oynaması gerekirken, 

Türkçe oyunlara eşit sayıda Ermenice oyunlara da yer vermiştir

14

. Bu du-



rumda ortaya çıkan görünüm Osmanlı tiyatrosunun iki ayrı dilden, iki ayrı 

kültürden bir tiyatro olduğudur. Güllü Agop, bir Osmanlı vatandaşı olarak 

öncelikle Türkçe temsillere, Türk seyircisine ve yazarlarına önem vermiş-

tir. Hatta yeni başlayan bu tiyatro anlayışına Müslüman oyuncu bulmak 

için gazeteye ilân vererek, Müslüman oyuncu kadrosu oluşturma yönün-

de girişimde bulunmuştur. Ancak ait olduğu Ermeni toplumuna, basınına, 

izleyicisine karşı olan sorumluluk anlayışı ve en önemlisi, sanatçı kadro-

sunun çoğunun Ermeni olmasından kaynaklanan izlenim zorluğu; Güllü 

Agop’u Ermenice oyunlar sahnelemeye yöneltmiştir. 

Aldığı ayrıcalıkla, müzikli oyunlar dışında İstanbul’da Türkçe oyun 

oynama tekelini elinde bulunduran Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu, bir 

noktada farklı tiyatro yaklaşımlarının gelişimi için de engel oluşturmak-

taydı. Ancak Güllü Agop’un tekel fermanında açık bulanan iki tiyatro gru-

bunun


15

 oluşturduğu rekabetle Güllü Agop’un tiyatrosu sarsılmış; özellikle 

13 Sevan Ataoğlu, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”, Görüş, İstanbul Ağustos 2001, s.74-77.

14 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih 

Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1976, s.9.

15  Bunlardan ilki tuluatçılardır. Tuluat oyuncuları metinsiz, doğaçlama oynadıklarından te-

kelin kendilerine karşı uygulanamayacağını belirterek Tuluat Tiyatrosu’nu kurmuşlar; 

başlangıçta,  Güllü Agop Tiyatrosu’nun oynamış olduğu oyunları kendi üslûplarıyla sah-

nelemişlerdir. Bunda öncülüğü, ünlü ortaoyuncusu Kavuklu Hamdi, Hayahane-i Osmanî 


509

Öğr. Gör. Yasemin SARI

Dikran Çuhaciyan’ın Opera Tiyatrosu’na karşı kurtuluşu, müzikli oyunlar 

oynamakta bulmuştur.  Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yıkılışı

16

 ve tekelin sü-



resinin sona erip tekrar yenilenmemesi üzerine birçok yeni topluluk ku-

rulmuştur. Hem o çağın hem de Meşrutiyet tiyatrosunun önemli tiyatro 

adamlarından Mardiros Mınakyan, önce Osmanlı Tiyatrosu adını sürdür-

müş; topluluğu daha çok Osmanlı Dram Kumpanyası olarak tanınmıştır. 

İlk başlarda Güllü Agop’un oyun seçimine yakın yol izlerken, gerek kendi 

tiyatro anlayışı, gerek istibdat şartlarının zorlaması

17

 sonucunda yerli veya 



edebî değeri olan oyunlara rağbet etmeyerek Fransa’da kapıcı romanları 

denilen ucuz romanlardan adaptasyonlarla ikinci, üçüncü derece melod-

ramları sahnelemiştir

18

.



Güllü Agop’un ayrıcalığının sadece İstanbul için geçerli olması, başka 

illerde tiyatronun gelişimine ön ayak olmuştur. Dönemin önemli girişimle-

rinden olan Ahmet Vefi k Paşa’nın Bursa valiliği sırasında kurduğu; kadro-

sunda İstanbul’dan gelmiş olan Fasulyeciyan Efendi, Ahmet Fehim ve Kü-

çük İsmail Efendiler’in de bulunduğu Bursa Tiyatrosu bu duruma örnektir. 

İyi seçilmiş ve hazırlanmış, halka tiyatro sevgisini aşılayacak oyunlarla 

birkaç yıl Bursa’da düzenli temsiller verilmişse de, kendisini çekemeyen-

lerin ihbar etmesi üzerine Ahmet Vefi k Paşa soruşturma için geri çağrılınca 

çalışmalar durmuştur.

Cumhuriyet’in kuruluş  yıllarına kadar Mardiros Mınakyan başta ol-

mak üzere, Magakyan, Fasulyacıyan, Benliyan, Bedros Atamyan, Eliz Bi-

nemeciyan, Aliksanyan Efendi gibi Ermeni sanatçılar da Türk tiyatrosunun 

temel taşlarını oluşturmada öncü oldular. Onları Çobanyan, Baltazar, Si-

sak, Eliza Binemeciyan, Knar ve Aznif Hanımlar izledi. Temsillerine ço-

ğunlukla Türkçe olarak devam eden kumpanyalar, birçok Türk gencinin de 

tiyatro alanında isim yapmasına neden olmuşlardır

19

.

Geleneksel Türk tiyatrosu ile Batı tiyatrosu arasında ilk bakışta iki 



önemli ayrılık görülmektedir. Bunlardan ilki geleneksel Türk tiyatrosunda 

yazılı bir metin olmayışı, ikincisi de yerleşik bir mekân ve sahne düzeni-



Kumpanyası’yla Aksaray’da kurduğu bir tiyatroda yapmıştır. Tekeldeki ikinci açık kapı 

ise, tekel dışı bırakılan müzikli oyunlardır. Çağın ünlü bestecisi Dikran Çuhaciyan, Opera 



Tiyatrosu adıyla kurduğu toplulukla daha çok kendi müzikli oyunlarını, bu arada çeviri 

müzikli oyunları oynamıştır.

16 Osmanlı Tiyatrosu’nun oynanan Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi ve Çerkez Özdenler oyun-

ları saraya jurnal edilir ve Gedikpaşa Tiyatrosu bir gecede yıktırılır (1884). 

17 I. Meşrutiyet’in ilânıyla bir rahatlama olduysa da, bu kısa sürer.

18  Türk Tiyatrosu Tarihi, s.300, http://turkoloji.cukurova.edu.tr/ANSIKLOPEDI/tiyatro.pdf.

19 Ataoğlu, a.g.m., s.74-77.


510

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

ne sahip olmaması

20

; buna karşın Batı tiyatrosunun bir metne bağlı olarak 



sahne üzerinde, bir tiyatroda oynanışıdır.

1839 yılı Tanzimat’ın benimsenmesinin yanı sıra, İstanbul’da tiyatro 

binalarının yapılması nedeniyle Batı tiyatrosu geleneği için de bir başlan-

gıç yılı olarak kabul edilebilir. İstanbul’un birçok semti başta olmak üzere, 

Yıldız ve Dolmabahçe Sarayları’nda, İzmir, Bursa, Adana ve Ankara gibi 

kentlerde tiyatro binaları yapılmış ve özel tiyatro toplulukları kurulmuş-

tur. Aynı yıl, Prag’da bir dergide şu bilgiye yer verilmiştir: Bilindiği gibi, 

İstanbul’un bir süredir iki anfi teatr ile İtalyan operalarının da oynandığı 

bir tiyatrosu var. Şimdi de İngiliz gazeteleri bu yakınlarda açılan ve Türk 

oyunlarını oynayan bir başka tiyatronun sözünü etmektedirler. Bu ilk Türk 

tiyatrosu olup gelişmesi şimdilik kuşkulu gözükse de bir ulusal tiyatronun 

temelini oluşturmaktadır

21

.



1840’da biri Batı modeli tiyatro anlayışı, ikisi sirkler, biri de gele-

neksel Türk tiyatrosu için toplam dört tiyatro kurulmuştur

22

. İlk iki tiyatro 



binası, o dönemde çok moda olan sirk toplulukları için yapılmıştır. Bu top-

luluklardan en önemlisi olan Souillier Sirki için yapılan bina ise; bir süre 

sonra  Gedikpaşa Tiyatrosu, sonraki adıyla da Osmanlı Tiyatrosu olarak 

karşımıza çıkmaktadır. 

1859’da açılan Sultan Abdülaziz döneminde yanan Dolmabahçe ve 

1889’da açılan ve bugün müze olarak kullanılan Yıldız Sarayı tiyatro sah-

nelerine rağmen, Saray kendi tiyatro topluluğunu oluşturamamıştır.

Tiyatronun temel öğelerinden biri de izleyicidir. Tanzimat’a kadar 

Karagöz, Meddah, Ortaoyunu ile tanışmış olan Türk izleyicisinin kendisi 

için yeni olan, Batı modeli tiyatronun izlenim biçimini birden anlaması 

beklenemezdi. Tiyatroya yalnızca eğlenmek için giden dönemin izleyicisi 

mutlaka gülmeye koşullandığından, oyun esnasında hiç de hoş karşılanma-

yacak davranışlar sergilediğini gösteren kayıtlar bulunmaktadır.

20 Tiyatronun kaynağında, izleyici oyunculardan ayrı değildir ve gösteri alanını çevreleyerek, 

oyuncunun yakınında zaman zaman da oyunun içinde bulunmaktadır. İzleyici de bir çeşit 

oyuncudur ve oyun alanı ve izleyici arasında hiçbir sınır yoktur. Anadolu’daki köy seyirlik 

oyunlarında izleyici-oyuncu içiçeliğini izlemekte, Türk tiyatrosu tarihi içinde bu iç içeliğin 

en başarılı örneğini Ortaoyunu’nda görmekteyiz. Buna karşın, çerçeve sahne anlayışına 

sahip Batı modeli tiyatro anlayışında izleyici-oyuncu içiçeliği ortadan kalkmakta, izleyici 

ve oyuncu arasında mesafe oluşmakta, tiyatronun temel ilkelerinden topluca katılmanın 

gerçekleşmesi zorlaşmaktadır. 

21 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.19.

22  Petra de Bruıjn, Moliere On The Turkish Stage, s.1, http://www.let.leidenuniv.nl/tcimo/

tulp/Research/pdb2.pdf. 



511

Öğr. Gör. Yasemin SARI

Moliere gibi önemli yazarların eserlerine sürekli yer veren Ahmet 

Vefi k Paşa’nın tiyatro izlemeyi öğretmek için uygulamış olduğu yöntem; 

izleyici konusunda fi kir verecek niteliktedir. Basında çıkan bir haberde; 

Paşa’ya yöneltilen suçlamalar arasında, halkı zorla tiyatroya gönderdiği, 

kendisi el çırptığında halkın alkışlamasına izin verdiği, kendisi alkışlama-

mış da halktan biri oyunu ve sanatçıyı alkışlamışsa Paşa’nın o kişiyi uluor-

ta azarladığı

23

 yer almaktadır



24

.

Diğer bir örnek ise ilk zamanlar oyun izleme kurallarını öğretmek için 



el ilânlarında uyarıların bulunmasıdır. Bu ilânlardan birinde; yerlerin nu-

maralı olduğu, başka yere oturulmaması, perde aralarında yemek içmek 

için gidilecek yerler, görgü kuralları, salonda sigara içilmeyeceği, gürültü 

edilmeyeceği gibi konularda bilgiler verilmektedir.

Bu dönemde kadınların tiyatroya gitmesi hoş karşılanmadığından, ka-

dın izleyiciyi bu profi l  dışında tutabiliriz. Kadınlar ya kendilerine özgü 

temsillere gitmekte ya da tiyatroda kafesli bir bölme arkasından oyun izle-

mekteydiler. Kurduğu tiyatronun popülaritesini arttırmak için Güllü Agop, 

kadın izleyicilerin oyunları izleyebileceği ayrı bir bölüm oluşturmanın 

yanı sıra; kombine bilet satışı gibi yenilikler de getirmiştir. Güllü Agop’un 

1879’da yaptırdığı kafesli locaların, tiyatronun bulunduğu bölge halkı 

tarafından hoş karşılanmadığını görmekteyiz

25

. Ancak ilginç olan; kadın 



üzerinde titizlik gösteren toplum, oyunun içeriği ne olursa olsun çocukla-

rın tiyatroya gitmelerinde herhangi bir sakınca görmemektedir.

Aslında, basında sürekli eleştirilen Tanzimat izleyicisinin bu duru-

mundan sadece kendisi sorumlu değildir. Burada izleyiciden çok tiyatrola-

rın yöneticilerinin de büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Güvenliği sağla-

ması beklenen kolluk görevlilerinin görevlerini yapmadıkları bilinmekte-

dir

26

. Tiyatronun eğlenceden çok bir kültür yeri olduğu ne kadar söylenirse 



söylensin; oynanan oyunların dili, oynanışı, oyuncuların dili halka tiyatro 

sevgisini tam olarak aşılayacak nitelikte değildir.

Bu noktada tiyatronun karşısına çıkan en önemli sorun dil sorunudur. 

Oyuncuların çoğunun Ermeni olmasından kaynaklanan telaffuz sorunu 

nedeniyle Osmanlı (Gedikpaşa) Tiyatrosu’nda Ali, Fehmi, Şehab, Namık 

23 Ahmet Vefi k Paşa’nın Bursa Valiliğinden alınmasının gerekçeleri arasında bu nedenlerde 

bulunmaktadır.

24 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.89.

25 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu s.101.

26 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.88.



512

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Kemal ve Şemseddin Sami’den

27

 oluşan, Bursa’da da Ahmet Vefi k Paşa 



yönetiminde kurullar oluşturulmuş

28

; bu kurullar dönemin en önemli soru-



nu olan sahne dili ve telaffuz konusunda kalıcı bir çözüm getirme çabasına 

yönelmiştir.

Tam profesyonel olan ve başka bir uğraşları olmayan dönemin oyun-

cularının zaman zaman ekonomik sıkıntı çektikleri ve bunu da sahnede 

izleyiciye aktardıkları görülmektedir. Örneğin Ekşiyan, 1862-1863 dö-

neminde sahneye çıkarak izleyiciye para alamadığı konusunda yakınmış; 

bunun üzerine Ermeni zenginleri oyuncuya aylık bağlamışlardır

29

. Daha 



sonra da Ermenilerin oyunculara ve tiyatroya çeşitli biçimlerde ekonomik 

destekte bulunduklarını görüyoruz.

İslâm’ın etkisi ile Türk kadınının toplum içindeki yerini bulamayışı 

Türk kadınının tiyatro oyuncusu olarak öne çıkmasını engelleyen neden-

lerdendi. Tanzimat döneminde kadın karakterleri, özellikle Ermeni veya 

başka etnik kökenli Hıristiyan kadınlar oynamıştır. Üstelik o yüzyılda Os-

manlıya Batı tiyatrosunu sokan Ermeniler arasında bile kadının sahneye 

çıkması kolay olmamıştır. Ermeni Patrikliği ve Ermeni toplumunun tutu-

cu kesimi kadının sahneye çıkmasına engel olmuştur. İlk başlarda ancak 

12-13 yaşlarındaki Ermeni kızları sahneye çıkabilmiştir.  İlk Ermeni ka-

dın sahne sanatçısı, 1856’da asıl adı Agavani Hamoyan olan Fanni’dir. İlk 

profesyonel kadın oyuncu ise, 14 Aralık 1861’de sahneye çıkan Aruzyak 

Papazyan olmuştur

30

.



Tanzimat’la başlayıp 1914’te kurulan, 1934’te İstanbul  Şehir Tiyat-

roları adını alan Darülbedayi’nin kuruluşuna kadar olan dönemde Türk 

tiyatrosu önemli gelişmelere sahne olmuş; ancak bu gelişmeler diğer alan-

larda olduğu gibi belli bir kesime ulaşabilmiş, üst yönetici sınıf (büyük 

kültür) ve halk (küçük kültür) arasındaki sosyal uçurum bu alanda da ken-

disini göstermiştir. Tanzimat ve sonrası Osmanlı aydınları, toplumun mo-

dernleşmesi için bir takım yolların yanında tiyatroyu da bir araç olarak 

görmüşler ve kullanmışlardır. Osmanlı aydını için tiyatro Batılı olmanın 

bir ölçütüdür. Dolayısıyla toplumun kendi geleneksel tiyatrosundan kur-

tulup Batılı tiyatro beğenisine kavuşması modern toplum olmanın gereği 

27  Karnik Stepanyan bu kurulu daha geniş tutmaktadır: Ali Bey, Kemal Bey, Ekrem Bey, 

Ahmet Mithat Efendi, Ebuzziya Tevfi k, Bedri Bey, Sami Bey, Hamit Bey, Rıfat Bey, Nuri 

Bey, Mahmut Nedim Bey, Halet Bey, Hoca Hakkı vb. 

28 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.121-123.

29  And Stepanyan’dan aktarmaktadır. And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu…, s.134.

30 And, Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluş, s.147-148.


513

Öğr. Gör. Yasemin SARI

olarak düşünülmüştür. Bu noktada tiyatroya bir eğitim aracı, yol gösterici 

olarak yaklaşılmıştır. Batılı olmanın gereği olarak Batı modeli tiyatro an-

layışının olduğu gibi benimsenmesi ve Türk tiyatrosunun gelişimini belir-

lemesi; geleceğin Türk tiyatrosunun kendi kökeninden kopuk gelişmesine 

neden olmuştur. 

Ne var ki, o güne kadar kurumsal bir yapıya sahip olmayan Türk tiyat-

rosunun gelişimi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu noktada Ermeni 

sanatçıların etkin rol oynadıklarını, Türk tiyatrosunun kurumsallaşmasına 

giden yolda önemli görevler üstlendiklerini ve büyük oranda başarı sağla-

dıklarını görmekteyiz. Ancak bu, Türk tiyatrosunu kurucularının Ermeniler 

olduğu anlamına gelmemektedir. Günün koşulları ve Ermeni toplumunun 

Türk toplumuna yakınlığı dikkate alındığında; Batı model alınarak biçim-

lenmesi amaçlanan tiyatronun gelişimini, Türk geleneklerini yakından ta-

nıyan Müslüman olmayan bir kültürün yönlendirmesi doğaldır. 



514

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER



Download 3.42 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   41




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling