Hercai hercai


Download 1.36 Mb.
Pdf ko'rish
bet52/66
Sana05.01.2022
Hajmi1.36 Mb.
#215141
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   66
Bog'liq
Sümeyye Koç - Hercai

21
DİLENCİ
Mardin
Genç adam, onu küle çeviren acıyla birlikte döndü Mardin’e. Gecesinde ona
birbirinden  deli  yaralar  bahşeden  şehri  gerisinde  bırakmıştı.  Onun  tek  derdi
artık,  yüreğindeki  uhrevi  sancılarla  başa  çıkabilmek  olacaktı.  Topraklarının
kokusunu  içine  çekti,  uzun  uzun…  Ciğerlerine  dolan  o  çok  sevdiği  toprak
kokusu  dahi,  içindeki  yaraya  deva  olmuyordu.  Yanıyordu  Azat.  Bir  adamın
yüreği bir kadın için ne kadar yanabilirse, o kadar yanıyordu.
 Midyat’ta  sabah  olmak  üzereydi.  İstanbul  defterini  kapatıp  Mardin’e
Reyyan’sız  döndüğüne  inanamıyordu  Azat.  Üzerine  kara  bir  çizgi  çekmişti
tüm  köhne  umutlarının.  Bundan  sonra  Reyyan  yoktu.  Aslında  hiç  olmadığı
gibi… Ne adları geçecek ne de yüz yüze geleceklerdi bu saatten sonra. Azat,
Reyyan’a Mardin’i yasak etmişti!
Konağa doğru yol alırken içi içini yiyordu. Amcasını ve babasını karşısına
alarak  düşmüştü  İstanbul  yollarına.  Ve  ne  olursa  olsun,  Reyyan’la  birlikte
döneceğine  dair  yemin  etmişti.  Yalan  olan  yemininin  öfkesiyle  avuçlarını
birbirine  hiddetle  bastırdı.  Hakikat  buydu  işte.  Reyyan,  Miran’ı  gurursuz
seviyordu ve hep de sevecekti. Neden böyle zordu kabullenmesi?
Onuru tiksinerek yüz  çevirirken bu aşka,  yüreğinin hâlâ dilenci  gibi o aşkı
dilenmesi. Neden?
Konağa  yaklaştıkça  içine  dolan  sıkıntılar,  ruhuna  pervasızca  işkence
ediyordu. Kimseyi görmeden girmeliydi eve. Tek bir göz görmemeli, tek bir
söz  duymamalıydı.  Fakat  kaçarak  bu  yaradan  da  kurtulamazdı,  biliyordu.
Acısı  geçene  kadar  kaç  şişe  vuracaktı,  kaç  kurşun  salacaktı  gökyüzüne?
Bilmiyordu. Bildiği tek şey, bu acı kolay kolay geçmeyecekti. Azat kendinden
geçecekti, ama acısı geçmeyecekti.
Konağa girdiğinde saat sabah yedi civarıydı. Muhtemelen şu an herkes yeni
yeni  uyanıyordu.  Yavaş  adımlarla  merdivenleri  çıktı.  Merdiven  bitiminde,
bakışlarının  o  noktaya  kaymaması  için  diretse  de  gözleri  Reyyan’ın  odasına
kaydı. Şeytan diyordu ki, al eline benzini, ateşe ver şu odayı! Reyyan’a  dair
gördüğü  her  iz  onu  çıldırtmaya  yetiyordu.  Dile  kolay,  kaç  sene  birlikte
yaşamışlardı.  Değil  odayı  yakmak,  bütün  konağı  yaksa  silinmezdi  izler.
Midyat’ın  efsunlu  sokakları  şahitti  çocukluklarına.  Derin  bir  nefes  alıp
gözlerini  yumarken  sıkmaktan  mecal  kalmayan  ellerini  hâlâ  kuvvetle
bastırıyordu birbirine. Hızla yürüdü odasına. İçinde dağ gibi büyüyen öfkesini


nereden ve nasıl çıkaracağını bilmiyordu.
Odasının  kapısını  açmasıyla  Dilan’la  burun  buruna  gelmesi  bir  oldu.
Bakışlarını Dilan’dan çekip odasına göz attı. Karşısında Azat’ı gören genç kız
da  neye  uğradığını  şaşırmıştı  zaten.  Bir  an  ellerinde  duran  kıyafetleri  yere
düşürecek  oldu  fakat  hızla  toparladı.  Deli  gibi  çarpan  yüreği  de  cabasıydı,
neredeyse Azat duyacaktı.
“Çamaşırlar,” dedi elindekileri gösterirken. Oysa Azat hiçbir şey sormamıştı
ona.  Dilan  panikten  ne  dediğini  bilmiyordu.  “Kirlilerdi.  Onları  almak  için
gelmiştim.”  Azat  umursamaz  bir  tavırla  odasına  girdiğinde  Dilan  da  bir  an
önce buradan kaçmak için odadan çıktı.
“Bir dakika Dilan.” Azat’ın kendi adını anmasıyla duraksadı, kapıyı örtmek
üzereydi.
“Bir  daha  çamaşırlarımı  Havin  alsın.  Benim  odama  sen  gelme.”  Dilan  bir
şey söylemeden, sessiz sedasız örttü kapıyı. Azat yanlış bir şey söylememişti,
doğru  olan  buydu  ama  yine  de  kırılmıştı  onu  seven  kalbi.  Bir  de  üzerinde
Reyyan’ı  görememenin  verdiği  şok  vardı.  Azat,  Reyyan  için  gitmişti
İstanbul’a ama yalnız dönmüştü. Yalan yoktu, üzülmüyor seviniyordu Dilan.
Reyyan bu konağa geri dönerse ve Azat gözlerinin önünde onu severse nasıl
nefes alırdı ki?
Konakta  herkes  kahvaltı  için  uyandığında  Dilan  mutfaktaydı.  Uykulu
gözlerini ovalaya ovalaya mutfağa giren Havin kahvaltı için yardıma başladı.
Dilan’ın  titreyen  elleri  gözünden  kaçmamıştı  Havin’in.  Tepsiye  çay
bardaklarını  yerleştirirken  resmen  bardaklar  birbirine  çarpıyordu.  Havin
elindeki  ekmek  sepetini  tezgâha  bırakıp  Dilan’ın  elindeki  çay  tepsisini  yere
düşmeden evvel aldı. Dikkatli bakışlarını Dilan’ın gözlerine dikti. “Neyin var
Dilan?” diye sordu endişeyle. “Titriyorsun, hasta mısın yoksa?”
Dilan  başını  salladı  hayır  anlamında.  Şimdi  Azat’ın  döndüğünü  söylese,
Havin ortalığı velveleye verebilirdi. Üstelik nerede gördün diye soracak olsa,
verecek  bir  cevabı  yoktu.  Sabahın  köründe  Azat’ın  odasından  çıkarken
yakalandım diyemezdi.
“Tamam,  neyse  sen  otur,  ben  hallederim,”  dedi  Havin.  Pek  inanmış  gibi
görünmüyordu  ama  fazla  kurcalamadı.  Dilan  ise  kendisi  sandalyeye  zor
bıraktı. Hâlâ Azat’ı görmenin garip sevinci vardı içinde.
Buruk  bir  kahvaltı  masasında  buluştu  herkes.  Reyyan’dan  sonra  annesinin
yüzü  pek  gülmez  olmuştu.  Onun  bu  neşesizliği  herkesin  gerilmesine  sebep
oluyordu.  Hazar  Şanoğlu  desen,  gerçekleri  öğrendiğinden  beri  ağzını  bıçak
açmıyordu adamın. Bir de Azat’ın Reyyan’ı almak için İstanbul’a gidişi, evde


soğuk  rüzgârların  esmesine  neden  olmuştu.  Araları  bozulmuştu  iki  eltinin.
Zehra Hanım ve Delal Hanım birbirlerinin yüzüne bakmıyordu.
Havin bardaklara çay doldururken Delal Hanım tiz sesiyle bağırdı. Herkesin
bakışları aynı anda kapıya yöneldi. Azat gelmişti.
“Oğlum, Azadım!” Büyük bir neşeyle parladı Delal kadının gözleri. Azat’ın
yalnız olduğunu görmesi yüreğine bir ferahlık verdi. Şimdi herkes endişe ve
merakla  neler  olduğunu  duymak  istiyordu  Azat’ın  ağzından.  Azat  kahvaltı
masasına  doğru  yaklaşırken,  Dilan  mutfak  penceresinden  seyrediyordu
gizlice.  Her  zaman  olduğu  gibi,  her  gün  bu  pencereden  seyrederdi  Azat’ı.
Mutfak çok büyüktü. İki büyük penceresi vardı. Biri salona biri avluya açılan.
Ve bu pencereler sanki Dilan, Azat’ı seyretsin diye yapılmıştı.
Azat’ın asık suratı evdekilerin konuşma cesaretini kırdı. Zehra Hanım’ın ise
kalbi  sıkıştı.  Reyyan’ı  görmüş  müydü  Azat?  Neler  olmuştu?  Nasıldı  canının
içi?  Bir  yanı  Reyyan  konağa  geri  dönmediği  için  sevinirken  diğer  yanı
paramparça oluyordu.
“Abine  çay  doldur  Havin.”  Delal  Hanım  hiçbir  şey  olmamış  gibi
davranmaya  çalışıyor,  konunun  Reyyan’a  gelmesini  engelliyordu  aklınca.
Havin bardağa çayı doldururken bütün gözler Azat’ın üzerindeydi. Masadaki
herkes  ağzından  çıkacak  bir  açıklamayı  merakla  bekliyordu.  Azat
suskunluğunu devam ettirince Hazar Bey kırdı dudaklarının kilidini.
“Reyyan  nasıl?”  diye  sordu.  Bu  soru  karısının  gözlerini  yaşarttı.  Elinde
tuttuğu  çatalı  sıkıyordu  Zehra  Hanım.  Azat  ise  amcasının  sorusu  üzerine
yumruklarını sıktı. Herkes bir şekilde Reyyan’ı ona soracaktı, biliyordu ve bu
Azat’ın hiç hoşuna gitmiyordu. Kimi gözleriyle, kimi sözleriyle… Yutkundu
Azat,  dilinin  ucuna  kadar  gelen  hakareti  geri  gönderdi  inatla.  Bir  kere
konuşulacaktı bu konu ve ardından sonsuza kadar kapanacaktı Reyyan defteri.
Bakışları  masadaki  bütün  gözlerle  tek  tek  buluştu.  “Çok  iyi,”  dedi  alayla
gülümseyerek. “Ailesinin düşmanı olan bir kalleşin yanında ve halinden gayet
memnun!” Gülüşü dudaklarından anbean silinirken parmağını kaldırıp ortaya
dikti.  “Bana  Reyyan  demeyin!”  Sesi  çok  sertti,  doruklardaki  öfkesini  gözler
önüne  sermekten  çekinmiyordu.  “O  seçimini  yaptı.  Bir  daha  bu  evin
kapısından içeri adımını bile atamaz!”
Zehra  Hanım’ın  elindeki  çatal  önündeki  tabağa  düştüğünde  büyük  bir
gürültü  çıkarmıştı.  Bedirhan  hızla  çektiği  sandalyesinden  kalkıp  ellerini
masaya koydu sertçe. “Bu ne demek abi? Ne demek Reyyan bu eve bir daha
giremez?”
Öfkesini sakınmayan duruşuyla hızla kalktı masadan Azat. Tüm sinirini şu


anda  burada  bulunan  insanlardan,  hatta  bizzat  Bedirhan’dan  çıkarabilirdi.
“Senin  ablan  olacak,”  diye  bağırdığında  sustu.  Ağzına  kötü  bir  söz  almadı.
Çirkinleşmek  istemiyordu.  “Seçimini  o  şerefsizden  yana  yaptı!  Bir  daha
buraya  asla  gelemez  demek!”  Bakışları  Bedirhan’dan  ayrılıp  masadaki
gözlerde  gezindi.  Hiç  şüphesiz  annesi  Delal  Hanım,  keyiften  dört  köşe
oluyordu. “Neyini anlamıyorsunuz?”
Bedirhan  burnundan  solumaya  başladı  sinirinden.  En  az  Azat  kadar
öfkeliydi  Reyyan’a,  Miran’ı  tercih  ettiği  için.  Ama  bu  onun  suçsuz  olduğu
gerçeğini  değiştirmiyordu  ki.  Ablasının  yalan  bir  evliliğe,  düşmanlarına
kurban gidişi en çok kendilerinin suçuydu.
“Neden  kolundan  tutup  getirmedin  onu?  Yemin  etmiştin,  unuttun  mu?”
Sözlerinin  üzerine  gözlerini  babasına  çevirdi  Bedirhan.  Neden  Miran
konusunda bu kadar pasif davrandığını ve sessiz kaldığını anlayamıyordu.
Duyduğu  sözler  patlamaya  hazır  bir  bomba  gibi  olan  öfkesini  daha  da
körükledi Azat’ın. Öfkesinin en deli halini yaşıyordu şu an. Masanın örtüsünü
bir hışımla çektiğinde her şey yerle bir oldu. “Saçından mı sürükleyecektim?
Gücün  yetiyorsa  gidip  sen  getirseydin!”  Gözleri  amcasına  çevrildi.  “Miran
sadece  namusuna  değil,  yarın  bir  gün  canına  da  kast  edecek.  Sessizliğinin
kurbanı olacaksın amca!”
Tartışma  boyutunun  tatsız  bir  noktaya  varacağı  belliydi.  Cihan  Bey,  elini
kaldırdı gür sesiyle bağırırken. “Yeter! Susun ikiniz de! Kim oluyorsunuz da
masada büyükleriniz varken böyle densizlik edebiliyorsunuz?”
Babasının  öfkeli  sesi  üzerine  Azat  adımlarını  salonun  kapısına  yöneltti.
Hazar  Bey  ellerini  alnına  kapatmıştı.  Dayanamıyordu  artık  bu  tablolara.
Kapıdan çıkmadan önce  arkasını döndü Azat,  tüm gözlere son  bir kez baktı.
“Sizi  uyarıyorum,”  diye  gürledi  parmaklarını  sallarken.  “Bu  evde  onun  ve  o
şerefsizin  adı  bile  geçmeyecek,  aksi  takdirde  yapacaklarımdan  ben  sorumlu
değilim!”

Download 1.36 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling