Orhan pamuk


  ZAMANA. AİLEYE. HAYATA İLİŞKİN


Download 1.5 Mb.
Pdf ko'rish
bet10/79
Sana28.12.2022
Hajmi1.5 Mb.
#1012237
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   79
Bog'liq
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )


ZAMANA. AİLEYE. HAYATA İLİŞKİN 
Cevdet Bey tavla sevmezdi. İlk iki eli üstüste mars olarak kaybetti. 
"Ağbim can çekişirken ben burada tavla oynuyorum!" diye 
düşündü. Sonra, iyi zar geldiği için birkaç kere kazanınca, Paşa 
heyecanlandı. Az sonra, Cevdet Bey gene kaybetmeye başladı. 
Bir ara dışarı çıkan Paşa'nın arkasından saatine baktı, onbire 
geldiğini şaşarak gördü. Dükkâna yetişemeyeceğini anlayarak 
öfkelendi. Paşa'nın tavla zevkini ve gevezeliğini iğrenç buldu. 
Bu sırada Paşa sefirliği sırasında Paris'te gittiği bir tiyatroyu, bir 
kâtibin nankörlüğünü, Konya'da yaptırdığı bir çeşmenin, birkaç 
çapkınlığının ve evkaf nazırı iken geri çevirdiği bir rüşvetin 
hikâyesini anlattı. Cevdet Bey'in kaybettiği oyunların birinin 
sonuna doğru uşak içeri girip Paşa'ya sokuldu: 
"Hanımefendi, Naime Hanım'a, Şişli'ye gidiyorlarmış, arabayı 
istiyorlar!" 
Paşa: "Alsın, alsın ben bu sıcakta arabayı ne yapacağım?" dedi. 
Sonra birden ayağa kalktı: "Dur! Kaçta gelecekmiş? Bu saatte 
de çıkılır mı? Geç kaldı. Sen git sor bakalım, kaçta gelecekmiş. 
Ben belki bir kulübe giderim," dedi. Sandalyeye oturdu. Kendisini 
hoş göstermeye çalışarak Cevdet Bey'e gülümsedi. Sonra üstüste 
düşeş attı, ama arkasından kahkaha atmadı. Tavlayı kapayıp 
yeniden ayağa kalktı. "Kulübe gideyim mi? Gidip biraz orada 
çene çalsam mı?" diye kendi kendine söylendi. 
Cevdet Bey'e döndü: "Sen ne dersin? Akşam birlikte kulübe 
gidelim mi?" 
"Aman Paşam, ben size orada yük olurum!" dedi Cevdet Bey. 
Bir an Paşa'nın gerçekten kendisini kulübe çağırdığını sanmıştı. 
Sonra Paşa'yı istediği gibi eğlendiremediğini anladı. 
Paşa: "Yok oğlum, ne yükü!" dedi, ama biraz kendini zorlayarak 
56 


söylemişti bunu. Sonra kederlenir gibi oldu: "İşte, benim gibi 
insanlar, bu yaşa gelince hiçbir şey yapmamak için yaşarlar. Günü 
nasıl doldurayım diye düşünmüyorum. Hatıralar yeter! Ama insan 
onları birisine anlatmalı, değil mi? Avrupa'da gördüm, oradakiler 
oturuyor, yazıyorlar. Kitap oluyor, gazetelerde tefrika ediliyor. 
Ama burada? Tek kelime yazsam zülfiyare dokunur. Başım belâya 
girer. Dimyat'a pirince giderken hikâyesi olur. Kah kah. Burada 
hürriyet yok, oğlum, hürriyet! Yaşasın Jöntürkler." Bu son 
cümleyi sesini kısarak söylemişti. "Yaşasın benim küçük saf 
oğlan! Hımmm! Peki ne yapmalı sence hayatta? Yok, yok, sen 
şimdi bunu anlayamazsın? Hem öyle fazla kitap okumuş birine 
de benzemiyorsun ! Alınmıyorsun ya?" 
Cevdet Bey: "Rica ederim, Paşam!" dedi ve terledi. 
"Tamam, anladım; kibarsın, biliyorum!" dedi Paşa. Biraz 
öfkelenmiş gibiydi. Odanın içinde sallanarak aşağı yukarı yü­
rüyordu. "Kimbilir benim de sarhoş olduğumu düşünüyorsundur. 
Bir paşayı böyle hiç görmedin değil mi? Zaten yakından kaç paşa 
gördün, kaç tanesinin sohbetine katıldın? Sen Nedim Paşa'yı 
nereden tanıyorsun bakayım?" 
Cevdet Bey: "Dükkânıma gelmişti!" diye mırıldandı. 
Paşa odanın ortasında durdu. Bir hamamböceğine bakar gibi 
Cevdet Bey'e baktı: "Tüccar!" diye fısıldadı. "Kızımı bir tüccara 
vereceğim aklıma gelmezdi. Üstelik bile bile, seve seve veriyorum. 
Oğlum, seni takdir ediyorum, beni yanlış anlama, eğer ağzımdan 
kaba sözler çıkıyorsa sana kendimi yakın hissettiğim içindir!" 
Unuttuğu bir duayı hatırlamaya çalışıyormuş gibi durup kendini 
zorladı. "Niye böyle olduk? Bütün bunlar neden? Niye bomba 
atıyorlar?.. Hepsi padişahımıza düşman!.." Ya ayakta daha fazla 
duramadığı için, ya da umutsuzluktan, kendini divana attı. Cevdet 
Bey'e baktı. "Seni beğendim! Seni beğendim, çünkü kendime 
benzettim!" diye söylendi. 
Cevdet Bey gülümsemeye, olup biteni olağan karşılamaya 
çalışarak Paşa'ya bakıyor, birşeyler söylemesi gerektiğini anlıyor, 
ama söyleyecek sözü bulamadığı için yalnızca terliyordu. 
İçeri uşak girdi: "Hanımefendi Naime Hanım'da az kalacakmış. 
Kızları da alıyormuş. Hemen geleceklerini söylediler!" dedi. 
Paşa: "İyi, iyi, hemen gitsinler!" dedi. "Ama, geç kalmasın, 


söyle, sonra pişman ederim!" diye bağırdı. 
Hareketlerinden ve rahatlığından Paşa'nın içki buhranlarına 
alışık olduğü_anlaşılan uşak: "Efendim, çayınızı getireyim mi?" 
dedi. Bir uşak gibi değil, bir ahbap gibi anlayışla gülümsedi. 
"Getir, ne duruyorsun!" dedi Paşa. "Önden kahve de getir. 
Sen de kahve ister misin oğlum?" 
Cevdet Bey: "Paşam ben kalkayım artık, sizi rahatsız etme­
yeyim!" dedi. 
"Nasıl? Gidiyor musun? Yoo, ben adamı kolay kolay bırakmam! 
Dur bakalım! Yoksa sözlerimden alındın mı?" 
Cevdet Bey cevap vermedi. Önüne baktı. 
"Otur oturduğun yerde!" dedi Şükrü Paşa. "Seni takdir edi­
yorum. Bunu aklına koy. Nigân'ı ilk isteyen sen değilsin!" Ayağa 
kalktı. Hâlâ dikilip bekleyen uşağa çıkıştı: "Ne duruyorsun. İki 
orta kahve!" Cevdet Bey'e döndü: "Ortaydı değil mi?" Gene 
odanın içinde aşağı yukarı yürüdü: "Belki fazla içtim. Güne biraz 
neşe katayım dedim... Arabayı bekleriz, seninle kulübe gideriz! 
Onlar nereye gidiyor? Naime Hanım'a. Orada ne yapacaklar? 
Ha ha ha, hi hi hi gülüşecekler. Çay içip şundan bundan ko­
nuşacaklar, dedikodu edecekler... Kitaplar okurlar, okudukla­
rından sözederler, elbiselerden konuşurlar... Bir Fransız terzi 
karı gelmiş. Konak konak dolaşıp elbise dikiyormuş. Sabah 
bizimki ağzımı aradı. Eve çağırmak istiyor. Onunla Fransızca 
konuşacak, sefireliğini hatırlayacak, kızlar da şiir okur bakarsın... 
Onların bu ince, nazik alafrangalıklarına alışamadım. Bazan 
düşünüyorum: Keşke bu ikinci hanım biraz daha güzel olaydı 
da aptal olaydı. Bunun üzerine bir taze alayım mı? Ama yazık 
olur. Şu konağın neşesi kaçar. Fitne, fesat başlar. Böyle daha iyi. 
Bu zeki bir kadın. Kızları da öyle. Beni bazan kaba saba bulurlar. 
Bunları nereden öğrendiniz, Paris'e sizi götüren kim, düşün­
mezler. Piyano istediler. Onu da aldık. Çalarlar, eğlenirler, okurlar, 
kendi aralarında şakalaşırlar, maymun gibi taklitler yaparlar, 
anlamam, ama izin veririm. Hatta, öfkeme bakma, hoşlanırım, 
severim! Ben böyleyim. Severim, evet, çünkü bir ev neşeli, 
hareketli olmalı. Mezar gibi konağı ben ne yapayım? Hem bunlar, 
bu Avrupa âdetleri lâzım. Gittik, gördük: Herifler neler yapmış. 
Biz ise aynı yerde otluyoruz. Koskoca fabrikalar, istasyonlar, 
58 


oteller... Çalışmayı da biliyorlar, eğlenmeyi de. Ben bile bu yaştan 
sonra kulübe gidiyorum. Ne kelime be: Kulüp! Bize de fabrikalar 
lâzım. Kim yapacak? Sizin gibi tüccarlar... Hah... Ama nerede? 
Sizin yaptığınız almak satmak, almak satmak... Demiryolu da 
yapıldı. Pamuğu, tütünü vagona yükleyin, lambayla kumaşı 
vagondan indirin, arada ceplerinizi doldurun... Yok ama, gene 
de seni beğeniyorum, Nigân'ı sana verdiğim için gönlüm rahat." 
Paşa odanın içinde geziniyordu. Birden pencerenin önünde 
durdu: "Bak, bak işte araba ^eldi. Şimdi arabaya binecekler." 
Bir çapkınlık arkadaşıyla>konuşuyormuş gibi gülümsedi: "Ni­
şanlını görmek istiyorsan gel!" 
Cevdet Bey'in içinden kalkıp bakmak geldi, ama utandı. 
Paşa: "Görmek istemiyor musun?" dedi. "Istiyorsundur, ama 
çekiniyorsun. Kabahat bende. Niye onu buraya çağırmadım ki? 
Sanki buraya gelse ne olur? Ben o kadar geri kafalı mıyım? Üstelik 
herkesle oturuyor, yemek yiyor. Bari yemeğe çağırsaydım seni! 
Bekir'e söylemiştim, unutmuş! Gel oğlum, gel bak, şimdi binerler-
arabaya..." 
Cevdet Bey utanarak ve hoş bir şaka işitmişmiş gibi gülüm­
seyerek ayağa kalktı. Sarhoş gibi yalpalayarak pencereye yürü­
dü. 
"Ha şöyle!" dedi Paşa. İnsan nişanlısını görmek istemez mi 
yahu? Onun nasıl bir insan olduğunu biliyor musun bakalım? 
Söyleyeyim: Bizim Nigân zeki bir kızdır. Akh iıaşmdadır. Ama 
gördün, biliyorsun, dünyanın en güzel kızı da değildir. Kibardır, 
zariftir, incedir, ama gene laf aramızda kalsın, kızlarımın içinde 
en sevdiğimin o olduğunu söyleyemem. Türkân daha sevimlidir. 
Şükran da bana benzer. Nigân içe kapanıktır. Ne istediğini bilir. 
Onu hediyelerle, fincan takımlarıyla -fincanlara, porselene bayı­
lır- küçük eğlencelerle oyalayabilirsin. Arabaya binip gezmekten 
hoşlanır. Dünyayı çok görmemiştir. Ne çok bilir, ne de az. Ki­
taplar, şiirler okur dedim; Fransız romanları da okur, ama sanma 
ki, okumaya çok düşkündür. İşte öyle okur, vakkvgeçirmek için, 
Efendimiz'in polis romanı dinlemesi gibi okur! Alafranga hayatı 
sever, ama ölçülüdür. Bu konuda sana ayak uydurur herhalde. 
Kanaatkardır diyemem, ama gözü doymaz da değildir. Zaten 
biz onun hiç farkına varmadık. Bu konakta iyi ne varsa öğrendi. 


kötü ne varsa gördü. Bilmem kötüyü alışkanlık edindi mi? Haa, 
bir kötü alışkanlığı vardır; durmadan gözlerini kırpıştırır. İşte 
çıkıyorlar." 
Arabayla harem kapısı arasında bir çınar ağacının gölgelediği 
taşlık vardı. Cevdet Bey taşlıkta önce beyaz elbiseli, uzun boylu 
bir kadın gördü. Paşa'nın kahkahasından bunun Nigân'ın annesi 
olduğunu anladı. Sonra, aralarında konuşarak, sağa sola bakı-
narak teker teker kızlar ortaya çıktılar. Cevdet Bey, "Benim burada 
konakta olduğumu bilmiyorlar!" diye düşündü. Gene bir suçluluk 
duygusuna kapılır gibi oldu. Kızlar hareketli ve neşeli gözü­
küyorlardı. Cevdet Bey hangisinin Nigân olduğunu anlayamadı. 
"Bir aile!" diye mırıldandı. Saatin tıkırtısını duyar gibi oldu. 
Suçluluk duygusuna daha çok gömüldü. "Onlardan biri!" diye 
korkuyla söylendi. "Bir aile." Tasarladığı ailenin içine o gölge 
gibi hafif ve ince kızlardan birini yerleştirmeye çalıştı. Yüreğinin 
hızlı hızlı attığını farketti, utandı. "Ben neyim?" diye söylendi. 
Paşa hâlâ gevezelik ediyordu, ama duymuyordu. Terleyerek, nemli 
elinden ve kendinden tiksinerek, bakıyordu. Orada, aşağıda, 
ağacın altında, serin yıllardır beklediği, hayalini kurduğu şey 
duruyor, hareket ediyor, gülüyordu. Ne kadar uzak, ne kadar 
belirsizdi! Onu aklıyla, bir tek aklıyla kavrayabiliyor, gereken 
yere yerleştiriyordu. Duyguyla değil: Duygu, vicdan gibi ağır, 
kıpırdanması zor bir şeydi. Terledikçe kanına kir ve suç pom­
palanıyordu. Daha bakmak istemedi. Paşa'nın hırıltılı sesi dinsin, 
hareket dursun istedi. "Ağbim ölüyor!" diye mırıldandı. Rüya 
gelip aklına yerleşti. Uzak ve belirsiz olan şey kesinleşti, anlaşılır 
oldu: "Her şeyi düşündüm!" diye mırıldandı. Dükkânını ve 
Eskinazi'yi aklından geçirdi. Korktu. Arabacı, arabanın kapısını 
açmıştı. 
Birden bahçede bir hareket oldu. Cevdet Bey o uzak yerden 
Bir tekerlek gıcırtısı duydu. Bir at homurdandı. 
Paşa: "Aa, Seyfi Paşa geldi!" diye bağırdı. "Hay Allah razı olsun 
Seyfi senden!" 
Gelen arabanın içinden hafif kambur, uzun boylu, kara sakallı 
biri hızlı hareketlerle çıktı. Öteki arabaya binenleri gördü. Başını 
gururla geriye attı. Derken, beklenmedik bir şey oldu. Kızlar teker 
teker Paşa'ya yaklaştılar ve dizilip elini öpmeye başladılar. 
60 


Şükrü Paşa: "Aferin! Görüyor musun bizimkileri..." dedi. "Bu 
da işte seninki!" 
Cevdet Bey terledi. Az önce kesinleşen o şey şimdi daha uzak 
ve belirsiz oldu. Seyfi Paşa'nın elini öpüyordu. Onu kavramak 
için, Cevdet Bey, aklını kullanması, çok uğraşması gerektiğini 
anladı. "O nedir? Ne istiyor? Nasıl?" diye korkuyla mırıldandı. 
O, kıpırdanan, eğilip bir paşa elini öpen şey ile bütün bir hayatı 
geçireceğini düşündü. "Belki... Belki...!' diye endişeyle mırıldandı. 
Sonra bütün gücünü vererek oradaki o hareketli şeyi, tasarılarının 
içine yerleştirmeye çalıştı. _ 
"Bak işteySeyfi vefalı dost!" derli Şükrü Paşa. 
Kızlar bir anda arabaya bindiler. Cevdet Bey, uzaklaşan arabanın 
arkasından baktı. 
Uşak içeri girdi: "Seyfi Paşa geldiler!" dedi. 
"Biliyorum, biliyorum, buyursun!" dedi Şükrü Paşa. Cevdet 
Beye döndü: "Seyfi de işle benim himayeme aldığım insandır. 
Benden akıllı çıktı. Kendini Efendimiz'e beğendirmesini bildi. 
Benim gibidir... Londra'da sefirlik etti. Ama sen çok dalgınsın! 
Hah hah! Sahi onu gördün değil mi? Ya, ya, onu görüverdin işte! 
Aferin Seyfi'ye. Bugün efkârlı olduğumu, sohbet istediğimi nasıl 
anladı?" 
İki paşa kapının önünde kucaklaştılar. Seyfi Paşa'nın kibirli 
bir hali vardı. Cevdet Bey, "Tüccarım ben!" diye düşündü. 
Şükrü Paşa: "Müstakbel damadımla tanışmış miydin?" diyerek 
Cevdet Bey'i tanıştırdı. 
Oturdular. Uşak kahveleri getirdi. Seyfi Paşa, Cevdet Bey'i 
gözünün ucuyla süzüyor, Cevdet Bey koltukta kıpırdanıyor, Şükrü 
Paşa birşeyler anlatıyordu. 
Birden Seyfi Paşa: "Ne iş yaparsınız siz evlâdım?" dedi. 
"Tüccarım paşam!" , 
"Tüccar... Demek öyle. Tüccar..." diye mırıldandı Paşa ve 
yeniden ev sahibine dönerek, onu dinlediğini gösteren bir tavır 
takındı. 
Şükrü Paşa misafirine illifat ediyor, gerçek dostlarının sayısının 
gittikçe azaldığım, aradığı sohbeti pek az kimsede bulduğunu 
söylüyordu. Sözünü, damadını da artık bir arkadaş olarak 
gördüğünü söyleyerek bağladı, ama halinde içtenlikten çok, özür 
61 


dileyen birşeyler vardı. 
Seyfi Paşa birden: "Quels livres lisez-vous mon enfant?" dedi. 
Cevdet Bey telâşla düşündü, heyecanlandı, ama hemen he­
celeyerek söyledi: "Monsieur, je lis Balzac, Musset, Paul Bourget 
et..." 
Seyfi Paşa Cevdel Bey'in cümlesini yarıda keserek: "Bu kadar 
Fransızca bilmeniz bile iyi bir şey çocuğum!" dedi. "Konuşa 
konuşa da açılırsınız!" Sonra yeniden ev sahibine dönerek, son 
günlerin yeni siyasi dedikodularını anlatmaya başladı. 
Cevdet Bey, anlatırken kamburu daha çok çıkan, sakalları da 
gömleğine sürünen Seyfi Paşa'yı, onu keyifle dinleyen Şükrü 
Paşa'yı seyrediyor, Nigân'ın bu paşalardan birinin kızı olduğunu, 
ötekinin de az önce elini öptüğünü hatırladıkça rahatsız oluyordu. 
Bir ara, "Böyle olmamalıydı. Bunda bir çirkinlik var. Ben daha 
iyiyim!" diye düşündü. Sonra, Nigân'ın arabaya binişini hatırladı. 
Onun kendine göre olduğunu, gerçek bir zafer duygusuyla hissetti 
ve heyecanlandı. "Öyle, evet, ben onlardan iyiyim. Ben ilerdeyim. 
Ben daha temizim!" Birden bu odada, eşyanın içinde kendisini 
korkutan, anlaşılmaz ve ulaşılmaz gözüken her şeyin gülünç 
ve çürümüş olduğuna inanarak neşelendi. O kadar neşelendi 
ve heyecanlandı ki, bu duyguların kirlenmesinden korkmaya 
başladı. "Hemen kalkıp çıkayım, şimdi!" diye mırıldandı. Bu 
sırada uşak elinde çay tepsisiyle içeri girdi. 
"Çörek de getirseydin!" dedi Şükrü Paşa. Sonra konuğunun 
dizine bir küçük tokatçık vurarak: "Ne tatlı anlatırsın sen!" 
dedi. 
Seyfi Paşa suratını astı. Sonra Cevdet Bey'e dönüp "Siz nerede 
oturuyorsunuz?" diye sordu. 
Cevdet Bey: "Nişantaşı'nda oturacağız!" dedi. 
Paşa: "Hayır, şimdi nerede oturuyorsunuz?" diye homurdan­
dı. 
"Vefa'da," dedi Cevdet Bey. Beklediği gibi öfkelenmediğini 
larkederek sevindi. "Nigân ile Nişantaşı'nda o evde oturacağız!" 
diye düşündü. Çayını bir an önce içip bu konaklan hemen çıkmak 
geldi içinden. 
Çaylarını içerlerken Seyfi Paşa bomba olayı ile ilgili dedi­
koduları anlatmaya başladı. Haliyeler dikkatli çalışmadığı için 
62 


Hünkâr, Zaptiye Nazırı'nı ve tahkik komisyonunu uyarmış, 
Sadrazam Ferit Paşa, Seyfi Paşa'nın bir yakınına bugün bir iz 
bulunduğunu söylemiş: İçine bomba konan arabanın kayıt 
numarası anlaşılmış. Sonra, olay sırasında kimin kahramanlık 
gösterdiğini, kimin korktuğunu anlatmaya başladı. İki paşa 
korkaklık edenlerden keyifle sözedip neşelendiler. Derken, konu 
zor durumda olan Fehim Paşa'ya ve metresi Margaret'c geldi. 
Şükrü Paşa, bu keyfi konyakla taçlandırmak isteyerek uşağına 
seslendi. Uşak, dar ağızlı, geniş kalçalı kadehlerle konyak getirdi. 
Paşalar, Abdülhamil'in cesaretinden, Şeyhülislâm Ccmalcttin 
Efendinin talihinden ve bombayla ölen yirmialtı kişinin ta­
lihsizliğinden sözetmeyc başladılar. Bomba olayı sırasında kimin 
nasıl korktuğunu anlatarak eğlendiler. Derken, Seyfi Paşa Londra 
sefiri iken başından geçen bir olayı anlatmaya başladı: 
"Bir gün sefarete Başkâtip Tahsin'in imzasıyla şu şifre geldi: 
'Başı ve bütün tüyleri beyaz, konuşmaya yetenekli bir papağan 
satın alınarak derhal gönderilmesi...' Şifreli iradeyi alınca 
eteklerim tutuştu. Derhal Londra hayvanat bahçesi müdürüne 
telefon ettim. Öğrendim ki kuşun adı başka... İkinci kâtibe, 'Şu 
cevabı yazınız!' dedim: 'Başı beyaz tepeli, tüyleri beyaz, ko­
nuşmaya yetenekli olan papağan yoktur. Tarif edilen kuş papağan 
değil kakatoadır.' İkinci kâtip: 'Belki aradaki farkı bilmeyebilirler, 
bir kakatoa alıp yollayalım!' dedi. Öfkeme hâkim olamadım. 
Kâtibe dedim ki: Biliniyorlarsa öğrensinler! Siz de dediğim 
telgrafı şifreleyiniz'." 
Birden Cevdet Bey ayağa kalktı: "Ben gidiyorum Paşanı!" 
dedi. 
"Dur, dur şu hikâyeyi elinle!" dedi Şükrü Paşa. Sonra Cevdet 
Bey'in asık suratını gördü ve neşesi kaçtı. Ayağa kalktı. "Gene 
gel, gene gel, düğünden önce daha görmek isterim seni!" de­
di. 
Cevdet Bey, "Nigân!" diye düşündü. Seyfi Paşa'nın elini aceleyle 
sıktı, bıraktı. Odadan çıktı. Arkasından gelen Şükrü Paşa'nın 
elini öpecekti. Saatin tıkırtısını duydu. Sendeledi. Eli öpmedi. 
Yalnızca gülümsedi. Merdivenlerden indi. Ayvaz kapıyı açtı. 
Cevdet Bey dışarıdaki geniş ve temiz göğü, pırıl pırıl güneşi 
farkedince ferahladı. Hafif ve serin bir rüzgâr vardı. 



Download 1.5 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   79




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling