Orhan pamuk


  NİŞANTAŞI'NDA BİR KAGİR EV


Download 1.5 Mb.
Pdf ko'rish
bet11/79
Sana28.12.2022
Hajmi1.5 Mb.
#1012237
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   79
Bog'liq
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )


NİŞANTAŞI'NDA BİR KAGİR EV 
Güneş bahçeyi yakmıyordu, iyice aşağı inmişti. Cevdet Bey saatine 
baktı: Oniki. "Bütün gün boşa gitti!" diye düşündü, ama canı 
sıkılmadı. Kaç zamandır duymadığı bir iç huzuru duyuyordu. 
Daha önceden farkına varamadığı, ama içinde yıllardır taşıdığı 
taze, sağlıklı bir gücün farkına varmıştı. Bu gücün neden kay­
naklandığını, nasıl ortaya çıktığını düşünmek istemedi. Yalnızca 
bu sağlıklı gücü ve zayıf güneşi, uzun zamandır sigara içmediği 
için ağzına ve bütün gövdesine yayılan temizliği hissederek 
taşlıkta yürüdü. Az önce üzerinde Nigân'ın gezindiği taşlıktı 
bu. Cevdet Bey, "O bana göre. Onu hakediyoruın!" diye düşü­
nerek bekleyen arabaya bindi. Arabacıya Nişantaşı'nın köşesinde 
ineceğini söyledi. 
Nigân'ı seveceğini seziyordu. Onu sevmek istediğini önceden 
çok düşünmüştü. Nigân'ın şimdi kendisini sevmediğini de bi­
liyordu. Ama az önce gördüğü o hareketli şeyin, ailesi ne kadar 
tuhaf, eski ve kendisine uzak olsa da, kocasını sevmek için 
yetiştirildiğini de biliyordu. Haklı olduğunu bir kere daha dü­
şündü, heyecanlandı, gözlerinin nemlenmesinden korktu. 
"Yaşıyorum!" diye mırıldandı. 
Araba Teşvikiye Camii'nin önünden geçiyordu. Avluda büyük 
çınar ağaçları vardı. Bir ihtiyar ağır ve dikkatli adımlarla avludan 
sokağa çıkıyordu. Sokağın iki yanında ıhlamur ve kestane ağaçları 
dizilmişti. Bir konağın arka bahçesine çamaşırlar asılmıştı. İki 
çocuk bir bahçede konuşuyordu. Aynı bahçede bir ıhlamurun 
gövdesine kurulmuş salıncak kendi kendine sallanıyordu. 
Cevdet Bey, Nişantaşı'nın köşesinde duran arabadan indi. Serin 
ve hafif bir rüzgâr ceketinin eteklerini kıpırdattı. Kagir evin önünde 
ve bahçesinde ıhlamur ve kestane ağaçları vardı. Genç ve alçak 
ağaçlardı, evin gölgesi üzerlerine vuruyor, rüzgârla birlikte hı­
şırdıyorlardı. Cevdet Bey bahçe kapısından içeri girerken bu evin 
gördükleri arasında eıı iyisi olduğunu bir kere daha düşündü. 
Bahçe kapısıyla ev kapısını birleştiren çakıl kaplı yoldan, bakımlı 
gül fidanlarının, çiçeklerin arasından yürüdü. Kapıyı çaldı, bekledi, 


kimse açmadı. Dönüp bahçede gezinmeye başladı, bir çocuğa 
rastladı. Çocuk birisini çağıracağını söyleyerek koşup gitti. Az 
sonra kısa boylu, iri elli bir ihtiyarla geldi. Cevdet Bey ihtiyarı, 
evi bundan önceki gezisinde görmüştü; bahçıvandı. 
"Evi mi gezmek istiyorsunuz?" dedi ihtiyar. 
"Haber vermediler mi?" 
"Verdiler. Madam adada!" 
"Biliyorum! Geç kaldım değil mi?" 
"Sabah madam buradaydı," dedi bahçıvan. Cebinden bir 
anahtar çıkardı. Kapıyı açtı. Cevdet Bey içeri girdi. Arkasından 
çocuk geliyordu. 
Bahçıvan, çocuğa: "Sen bizi burada bekle bakalım!" dedi. 
Kapıyı kapadı. 
Pancurlar kapalı olduğu için evin içi alacakaranlıktı, ama 
Cevdet Bey kapının önündeki aynada kendini gördü. İnce uzun 
gövdesini dinç, yuvarlak yüzünü neşeli buldu. Merdivenlere 
doğru yürüdü. Taş merdivenler genişçe bir hole açılıyordu. Hole 
bakan kapıların birinden içeri girdiler. Cevdet Bey daha önce 
de gezmiş olduğu bu salonun eşyasını gene hayretle seyretti. 
Yaldızlı sandalyelerin, köşeleri, kenarları kakmalı, kıvrımlı 
koltukların arasında kırık dökük masalar, sehpalar vardı. Salona 
açılan bir odada yalnızca bir piyano ve taburesi ve eski bir 
sandalye duruyordu. Yerler parke ve kirliydi. Duvarlarda sakallı 
ve şapkalı çirkin ihtiyarların fotoğrafları asılmıştı. Tavanlar 
yüksek değildi. Köşelerde defne dallarını, gül çiçeklerini ha­
tırlatan alçı kabartmaların arasından tombul melekler uçuyordu. 
Bütün eşya toz içindeydi. Bir sehpanın üzerinde kırık bir şamdan 
duruyordu. Tahta bir küllüğün bir köşesi yanmıştı. Ayaklı bir 
lamba başını hafifçe yana eğmişti. Bütün bu pisliğin, düzensizliğin 
içinde, bir de, kenarda, üzeri dikkatle örtülmüş bir koltuk 
duruyordu. Eşya anlaşılır gibi değildi, ama insan bütün bunların 
arasına kendi hayatını ve tasarılarını sığdırabiliyordu. 
Cevdet Bey: "Ne kadar dağınık!" dedi. 
Ağzının arandığım anlayan bahçıvan: "Kocası ölünce madam 
burayı satmaya karar verdi," dedi. "Adada bir dostu varmış!" 
"İnsan hiç evini böyle tutar mı?" dedi Cevdet Bey. Bunu neden 
söylediğini anlayamadı. 
65 


Geniş ve kısa bir koridordan yürüyüp arkaya geçtiler. Burada 
iki oda vardı. İkisi de boştu. Yerlerde kâğıt parçaları, kırık 
sandıklar, kutular duruyordu. Duvarlarda gene sakallı, şapkalı 
ihtiyarlar surat asıyorlardı. Cevdet Bey bu odaları çocukların, 
ya da konukların kullanacağını düşündü. 
Dar ve karanlık bir merdivenle çıkılan üst kat da aşağısının 
aynısıydı. Cevdet Bey iki hafta önce burayı gezdiğinde ortalık 
bu kadar düzensiz ve bakımsız değildi. O zaman kendi eşyaları 
ve düzeni içinde gördüğü evden tasarılarına uygun bir ev çı­
karması zor olmuştu. Oysa şimdi, boş odalara bakarken bunları 
hayâl ettiği gibi döşeyebiliyordu. 
Arkadaki büyük odada büyük bir yatak vardı; darmadağınıktı: 
Çarşaflar, battaniye, iki kişilik uzun yastık gözüküyordu. Cevdet 
Bey Şükrü Paşa'nın konağının penceresinden bakarken gördüğü 
şeyi hatırlamaktan korktu. Bir an, her şey altüst olacakmış, 
lekelenmesinden korktuğu şeyler kire ve kana bulanacakmış 
sanarak ürperdi. Büyük ve geniş yatağa, iki kişilik yastığa ba­
karken tasarılarına ve hayatına ilişkin hiçbir şey düşünmek 
istemedi. Çarşafların kıvrımlarını, lekeli örtüleri, parfüm kokan 
bir sabahlığı görmemek için başını yukarı kaldırdı. Duvarda bir 
genç karı-kocanın resmi asılıydı. 
Bahçıvan küçümseyici bir tavırla resme bakarak: "Mösyö öldü. 
İyi insan değildi, ama bahçeyi severdi. Toprağı bol olsun!" dedi. 
"Karı şimdi paraları yiyor. Amerika'ya gideceklermiş!" 
Cevdet Bey de az çok biliyordu bunları. Evin sahibi Yahudi 
hakkında Sirkeci'de soruşturma yapmıştı. 
Bahçıvan sigaranın dumanını resme doğru üfledi: "Mösyö 
tüccardı!" dedi. 
Yandaki oda kilitliydi. Bahçıvan buraya madamın kıymetli 
eşyayı koyduğunu söyledi. Arkada bir başka oda daha vardı. 
Pancurları açık kalmıştı. Bahçenin huzurlu, sakin ışığını alıyordu. 
Cevdet Bey buraya bir kütüphane yaptırmaya, bir de yazı masası 
yerleştirmeye karar verdi. 
Aşağıya en alt kata indiler. Buradaki küçük pencereli küçük 
odalarda Cevdet Bey ahçıların, hizmetçilerin geceleyebileceklerini 
düşündü. Aşağı kattaki hela da yukarıdaki gibi alafrangaydı. 
Cevdet Bey, bu aşağıdakini alaturkaya çevirmeye karar verdi. 
66 


Çamaşırhane olarak kullanılabilecek odaya girdi. Yanında geniş 
bir mutfak vardı. Mutfaktan arka bahçeye geçilebilirdi, ama kapı 
sıkı sıkıya kapanmış, kilitlenmişti. Cevdet Bey pancurların 
arasından arka bahçeye baktı. Aynı sakin ışığı gördü. Bahçıvan 
oraya ön kapıdan çıkıp gidebileceklerini söyledi. Kapıdan çı­
karlarken Cevdet Bey gözünün ucuyla bir daha aynaya baktı: 
Her şey tasarladığı gibiydi. 
Dışarıda çocuk bekliyordu. Onlarla birlikte arka bahçeye geldi. 
Arka bahçede de kestane ve ıhlamur ağaçları vardı. Bahçenin 
tam ortasındaki bir kestane ağacının altına iki sandalye kon­
muştu. Ağacın eve ve göğe sarılır gibi açılan büyük kolları, neşeli 
ve hışırtılı dalları ve bir minare gövdesini hatırlatan geniş 
gövdesinin yanında bu iki sandalye çok küçük ve çok zavallı 
gözüküyordu. Bahçede de, ağaçta olduğu gibi, her şey serin akşam 
rüzgârının içinde hareket halindeydi. Çiçekler kıpırdanıyor, 
yapraklar dönüyor, otlar ve ince fidanlar ileri geri sallanıyordu. 
Cevdet Bey küçük bir geziden sonra dönüp evin arka yüzüne 
baktı: Yüzü saran sarmaşıklara güneş vuruyordu. Ağacın altına 
oturdu. Karşısındaki sandalyeye de bahçıvan oturdu. Cevdet 
Bey cebinden sigara paketini çıkardı, bahçıvana uzattı. Laf olsun 
diye: 
"Bahçe çok bakımlı," dedi. 
"Bu bahçeyi çok severim!" dedi bahçıvan. Utanmış gibiydi. 
Cevdet Bey de sigarasını yaktı. Birlikte Harbiye tarafından 
batan güneşe bakıyorlardı. Çocuk bahçede geziniyordu. 
Bahçıvan: "Sen şimdi alıcısın değil mi?" dedi. 
"Fiyatta anlaşırsak!" 
"Anlaşırsınız, anlaşırsınız, madam hemen satmak istiyor!" 
"İyi!" dedi Cevdet Bey. "Alayım burayı değil mi?" 
"Alın beyim, alın burası çok hoştur!" dedi bahçıvan. 
Gülüştüler. Cevdet Bey birden bahçıvana yakınlık duyarak, 
"Alacağım!" diye düşündü. Gene üstünde görünmez bir zırh 
varmış gibi kendini güçlü hissetti. "Bu serin rüzgâr ne hoş!" 
diye mırıldandı. Güneş insanda hüzün değil, dostluk ve kardeşlik 
duygusu uyandırarak batıyordu. 
Cevdet Bey: "Evet, hoş bir yer şu Nişantaşı!" dedi. 
"Yaa!" dedi bahçıvan. Heyecanlanmıştı. "Ben burada doğdum. 

Download 1.5 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   79




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling