Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
Sana da yazdım.
Ciltlerce. Ciltler dolusu. “Ne zamandır Mürree’desin? “Bir yıl olmadı,” dedi Tarık. Hapishanede yaşlıca bir adamla dost olduğunu anlattı; Salim adındaki bu Pakistanlı, eski bir çim hokeyi oyuncusuydu, yıllardır hapse girip çıkıyordu, o sırada da sivil bir polis memurunu bıçaklamaktan on yıllık cezasını çekmekteydi. Her hapishanede bir Salim mutlaka bulunur, dedi Tarık. Uyanık, işini bilen, tanıdıkları olan, diğer tutukluların ihtiyaçlarını karşılayan; çevresindeki hava hem fırsatlarla hem de tehlikeyle titreşen biri. Tarık’ın annesi hakkında bilgi edinen, onu karşısına oturtup yumuşak, babacan bir sesle, annesinin öldüğü haberini veren de Salim’di. Tarık, Pakistan’daki hapishanede yedi yıl yatmıştı. “Yine de ucuz kurtuldum,” dedi. “Şanslıymışım. Davama bakan hâkimin erkek kardeşi bir Afgan kadınla evliymiş. Belki de bu yüzden bana merhamet gösterdi. Bilemiyorum.” Tarık’ın cezası dolunca, 2000 kışının başlarında, Salim ona ağabeyinin adresini, telefon numarasını verdi. Adamın adı Sayid’di. “Sayid’in Mürree’de küçük bir oteli olduğunu söyledi. Yirmi oda, bir de salon; gezginlerin karnını doyurabileceği, küçük bir yer. Beni Salim gönderdi dersin, diye tembihledi.” Tarık otobüsten indiği an sevmişti Mürree’yi: karla yüklü çamlar, soğuk, gevrek hava, panjurlu, ahşap villalar, bacalardan tüten duman. Sayid’in kapısını çalarken, burası, diye düşündü, bildiğim, çektiğim sefaletten dünyalarca uzak olmakla kalmıyor, güçlük, çile gibi olguları bile her nasılsa ayıp, akla havale sığmaz kavramlar gibi gösteriyor. “Kendime, işte bir erkeğin uyum sağlayabileceği, yuvarlanıp gidebileceği bir yer, dedim.” Tarık işe alındı; kapıcı ve tamirci olarak. Sayid’in koyduğu bir aylık, yarım maaşlı deneme sürecinde başarılı oldu. O konuşurken, Leyla’nın gözünün önünde Sayid belirdi; kısık gözlü, al yanaklı bir erkek; resepsiyondaki camın gerisinden, odun kesen, araba yolundaki karı küreyen Tarık’ı izliyor. Adamı eğilmiş, lavabonun altına yatmış, sızan bir boruyu tamir etmekte olan Tarık’ı incelerken gördü. Muhasebe defterini inceler, hesapta açık olup olmadığını kontrol ederken. Tarık’ın tek odalı kulübesi, aşçının minik bungalovunun arkasındaydı. Aşçı, Edibe adında, anaç, yaşlı bir duldu. Her iki kulübe de otelden az uzaktaydı; ana binayla arasında dağınık badem ağaçları, bir tahta sıra ve yazları suyu bütün gün çağıldayan, piramit biçiminde bir çeşme vardı. Leyla kulübesindeki Tarık’ı da gördü; yatağında oturuyor, penceresinin önündeki bol yapraklı dünyayı seyrediyor. Tarık’ın minnetle kabullendiği bu sürenin sonunda, Sayid onun maaşını artırdı, öğle yemeklerinin bedava olduğunu belirtti, yün bir palto verdi, bacağını da yeniledi. Adamın iyiliği, cömertliği karşısında ağladım, dedi Tarık. İlk aylığını cebine koyar koymaz kasabaya inmiş, Alyona’yı satın almıştı. Gülümsedi: “Kürkü bembeyaz, lekesiz. Bazı sabahlar, eğer gece kar yağmışsa, camdan bakıyorsun ve sadece iki gözüyle ıslak burnunu görüyorsun.” Leyla başını salladı. Bir sessizlik oldu. Ust katta, Zalmay yeniden topunu duvarda zıplatmaya başlamıştı. “Öldüğünü sanıyordum,” dedi Leyla. “Biliyorum. Söylemiştin.” Leyla’nın sesi gidiverdi. Durup genzini temizlemeye, kendini toplamaya mecbur kaldı. “Haberi getiren adam öyle içtendi ki... Ona inandım, Tarık. Keşke yapmasaydım, ama inandım. Ve kendimi öyle yalnız, öyle çaresiz hissettim ki... çok da korktum. Aksi halde, Raşit’le evlenmeyi asla kabul etmezdim. Asla...” “Açıklamak zorunda değilsin,” dedi erkek tatlılıkla, gözlerini kızınkilerden kaçırarak. Bunu söyleme biçiminde üstü örtük bir sitem de yoktu, gizli bir hayı lanma da. Ne de en küçük bir suçlama. “Evet, zorundayım. Çünkü onunla evlenmemin çok daha önemli bir nedeni vardı. Bilmediğin bir şey var, Tarık. Daha doğrusu, biri. Sana anlatmam gerekiyor.” *** Raşit Zalmay’a sordu: “Sen de sohbet ettin mi onunla?” Zalmay bir şey demedi. Leyla onun gözlerinde şimdi kuşku, tereddüt görüyordu; verdiği haberin sandığından çok daha önemli olduğunu yeni yeni ayrımsıyordu sanki. “Sana bir soru sordum, evlat.” Zalmay yutkundu. Gözleri oradan oraya uçuşuyordu. “Ben yukarıdaydım, Meryem’le oynuyordum.” “Peki ya annen?” Oğlan hemen Leyla’ya baktı; süt dökmüş kedi gibi; ağladı ağlayacak. “Önemli değil, Zalmay,” dedi annesi. “Doğruyu söyle.” “O... o aşağıdaydı, o adamla konuşuyordu,” dedi oğlan cılız bir sesle, neredeyse fısıldar gibi. “Anlıyorum,” dedi Raşit. “Tam bir ekip çalışması.” *** Tarık giderken, “Onunla tanışmak istiyorum,” dedi. “Onu görmek istiyorum.” “Ayarlarım,” dedi Leyla. “Azize. Azize.” Tarık gülümsedi, sözcüğün tadına baktı. Oysa Raşit ne zaman kızının adını söylese, Leyla bu seste hep bozuk, sakat bir tını hissederdi; hatta terbiyesizce. “Azize. Harika bir isim.” “Kendisi de öyle. Göreceksin.” “Dakikaları sayacağım.” Birbirlerini görmeyeli neredeyse on yıl olmuştu. Leyla’nın zihninde geçmiş, dar geçitte buluştukları, gizlice öpüştükleri anlar çakıp duruyordu. Erkeğin onu şimdi nasıl gördüğünü merak etti. Leyla’yı hâlâ güzel buluyor muydu? Yoksa ona solmuş, yıpranmış, acınası mı görünüyordu; ürkek, bezgin, yaşlı bir kadın gibi? On yıl. Ama orada, güneş ışığında Tarık’la karşılıklı dururken, Leyla bir an, bu yılların hiç yaşanmadığı, aradan bunca zaman geçmediği duygusuna kapıldı. Ana-babasının ölümü, Raşit’le evlenmesi, ölümler, roketler, Taliban, dayaklar, açlık, hatta çocukları bile, hepsi bir rüyaydı sanki; ya da garip, esrarengiz bir mola, birlikte oldukları o son akşamüstüyle şu an arasındaki kısa bir perde arası. Sonra, Tarık’ın yüzü değişti, ciddileşti. Leyla bu ifadeyi tanıyordu. Yıllar önce, ikisi de çocukken, takma bacağını çıkarıp Kadim’e saldırdığı gün, yüzünde yine bu anlam vardı. Elini uzattı, Leyla’nın altdudağının kenarına dokundu. “Bunu sana o yaptı,” dedi buz gibi bir sesle. Bu temas, Leyla’ya yeniden o ikindiyi, Azize’ye gebe kaldığı anlardaki cinneti anımsattı. Tarık’ın ılık, ensesini yakan soluğu, kalçalarının kasılan, esneyen kasları, göğüslerini ezen göğsü, kenetlenen elleri. “Keşke seni yanımda götürseydim,” dedi Tarık fısıldarcasına. Leyla başını eğmek zorunda kaldı; ağlamamak için kendini tutuyordu. “Şu an evli bir kadın, bir anne olduğunu biliyorum. Bense çıkıp geldim; onca yılın ardından, bütün olanlardan sonra gelip kapına dikildim. Muhtemelen yakışıksız, belki de haksız bir davranış, ama seni görmek zorundaydım... Ah, Leyla, senden hiç ayrılmamalıydım.” Leyla boğuk bir sesle inledi: “Yapma.” “Daha çok uğraşmam, diretmem gerekirdi. Fırsatım varken seninle evlenmeliydim. O zaman her şey çok farklı olurdu.” “Böyle konuşma. Lütfen. Canımı yakıyor.” Erkek başını salladı, ona doğru bir adım attı, sonra kendini durdurdu. “Hayallere kapılmak istemiyorum. Böyle pat diye çıkıp gelmekle, senin hayatını altüst etmek de istemiyorum. Gitmemi istersen, Pakistan’a dönmemi istersen söylemen yeterli, Leyla. Ciddiyim. Tek bir sözcük, döner giderim. Bir daha da rahatsız etmem seni. Ben...” “Hayır!” Leyla’nın sesi amaçladığından daha şiddetli çıkmıştı. Elini uzatmış, erkeğin koluna yapışmış olduğunu ayrımsadı. Elini çekti. “Hayır. Gitme, Tarık. Hayır. Lütfen kal.” Erkek başını olur anlamında salladı. “On iki sekiz arası çalışıyor. Yarın öğleden sonra gel. Seni Azize’ye götüreceğim.” “O adamdan korkmuyorum, biliyorsun.” “Biliyorum. Yarın öğleden sonra bekliyorum.” “Peki sonra?” “Sonra... Bilmiyorum. Düşünmem lazım. Bu...” “Biliyorum,” dedi Tarık. “Anlıyorum. Özür dilerim. Pek çok şey için özür dilerim.” “Dileme. Geri döneceğine söz verdin. Ve döndün.” Tarık’ın gözleri sulandı. “Seni görmek öyle güzel ki, Leyla.” Durduğu yerde ürpererek, erkeğin arkasından baktı. Ciltler dolusu, diye düşündü, bir kez daha ürperdi; bir akım, hüzünlü ve ıssız, ama aynı zamanda da hevesli, pervasızcasına umutlu bir titreme bütün bedenini yaladı. |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling