Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
adam için söylediklerim yüzünden mi?
Oğlunun üzerine eğildi, endişelerini gidermek, Seninle hiçbir ilgisi yok, Zalmay. Hayır. Senin suçun değil, demek istedi. Ama çocuk uyumuştu bile, küçük göğsü kalkıp iniyordu. *** Leyla yattığında zihni karışık, bulanıktı; mantıklı bir ikir üretecek durumda değildi. Fakat sabah, müezzinin namaza çağıran sesine uyandığında, pusun büyük bölümü dağılmıştı. Doğrulup oturdu, bir süre, yumruğu çenesinin altında uyuyan Zalmay’ı seyretti. Meryem’in gece yarısı, onlar uyurken usulca odaya girdiğini, onlara bakarken kafasında bir plan oluşturduğunu hayal etti. Yataktan indi. Dik durmak çaba gerektiriyordu. Her yanı ağrıyordu. Boynu, omuzları, sırtı, kolları, baldırları; hepsi de Raşit’in kemer tokasının açtığı yaralarla bezeliydi. Yüzünü acıyla buruşturarak, sessizce odadan çıktı. Meryem’in odasında, ışık griden bir ton koyuydu; Leyla’nın hep öten horozlarla, ince uzun otlardan yuvarlanan çiy damlalarıyla bağdaştırdığı bir renk. Meryem bir köşede, seccadenin üzerinde, yüzü pencereye dönük oturuyordu. Leyla yere, onun karşısına çöktü. “Bu sabah gidip Azize’yi görmelisin,” dedi Meryem. “Ne tasarladığını biliyorum.” “Yürüme. Otobüse bin, kalabalığa karış. Taksiler kuşku uyandırır. Tek başına taksiye binmiş bir kadını kesin durdururlar.” “Ama dün gece söz vermiştin...” Leyla sözünü bitiremedi. Ağaçlar, göl, isimsiz köy. Hepsi bir kandırmacaydı. Onu yatıştırmak için söylenmiş, güzelim bir yalan. Üzgün bir çocuğu avutur gibi. “Hepsi doğruydu,” dedi Meryem. “Hepsi senin içindi, Leyla co.” “Sensiz hiçbirini istemiyorum,” diye inledi Leyla. Meryem bitkin bitkin gülümsedi. “Aynen senin dediğin gibi olmasını istiyorum, Meryem, hep birlikte gitmemizi... sen, ben, çocuklar... Tarık’ın Pakistan’da bildiği bir yer var. Bir süre orada saklanır, ortalığın yatışmasını bekleriz...” “Bu mümkün değil,” dedi Meryem sabırla; iyi niyetli ama yanlışa düşmüş bir çocuğa seslenen bir ebeveynden farksızdı. “Birbirimize bakar, göz kulak oluruz,” dedi Leyla. Sesi boğuldu, gözlerine yaş hücum etti. “Tıpkı anlattığın gibi. Yo, dur. Bu sefer ben sana bakarım.” “Ah, Leyla co.” Leyla telaşla, kekelercesine konuşmayı sürdürdü. Pazarlık etti. Sözler verdi. Bütün temizlik bana ait, dedi, mutfak işi de. “Sen hiçbir şey yapmayacaksın. Bir daha, asla. Dinlenecek, uyuyacak, bahçe yetiştireceksin. Canın ne çekerse isteyeceksin, ben de getireceğim. Yapma bunu, Meryem. Beni bırakma. Azize’nin kalbini kırma.” “Ekmek çalanın elini kesiyorlar,” dedi Meryem. “Kocayı öldürüp evden kaçan iki karıya ne yaparlar dersin?” “Kimse öğrenemez,” diye soludu Leyla. “Hem bizi bulamazlar ki.” “Bulurlar. Er ya da geç, mutlaka. Sa kan av köpekleri onlar.” Meryem’in sesi alçak, makul, uyarıcıydı; bu sesin karşısında Leyla’nın vaatleri kulağa gerçekdışı, uyduruk, sersemce geliyordu. “Meryem, lütfen...” “Bizi yakaladıklarında, seni de benim kadar suçlu bulacaklar. Tarık’ı da. ikinizin ömür boyu kaçarak yaşamanızı istemiyorum; iki kanun kaçağı gibi. Hem yakalanırsak, çocuklara ne olacak?” Yaşlar Leyla’nın gözlerini yakıyordu.” O zaman onlara kim bakar?” dedi Meryem. “Taliban mı? Bir anne gibi düşün, Leyla co. Bir anne gibi. Ben öyle yapıyorum.” “Yapamam.” “Yapmak zorundasın.” “Ama bu haksızlık... hiç adil değil,” diye inledi Leyla. “Tam tersine. Buraya gel. Yat kucağıma.” Leyla ona doğru emekledi, başını Meryem’in kucağına bıraktı. Birlikte geçirdikleri bütün o ikindileri anımsadı; birbirlerinin saçını örmeleri, onun gelişigüzel düşüncelerini, sıradan öykülerini sabırla dinleyen Meryem; yüzünde minnettar, herkeslerin gıpta ettiği, benzersiz bir ayrıcalık bağışlanmış birinin ifadesi. “Gayet adil,” dedi Meryem. “Ben kocamızı öldürdüm. Oğlunu babasından mahrum ettim. Kaçmam doğru olmaz. Yapamam. Bizi hiçbir zaman bulamasalar bile, kaçamam...” Dudakları titredi. “Oğlunun acısından asla kaçamam. Yüzüne nasıl bakarım? Zalmay’ın yüzüne bakacak cesareti nasıl bulurum, Leyla co?” Leyla’nın bir tutam saçını döndürdü, inatçı bir bukleyi açtı. “Benim için, buraya kadarmış. Içimde kalan hiçbir şey yok. Küçük bir kızken dilediğim her şeyi sen bana zaten verdin. Sen ve çocukların beni öyle mutlu ettiniz ki. Doğrusu bu, Leyla co. Böyle olmalı. Üzülme.” Leyla onun söylediklerine verilecek mantıklı bir karşılık bulamıyordu. Ama yine de peş peşe sıraladı, tutarsız, çocukça; dikilmeyi bekleyen meyve ağaçlarından, yetiştirilmeyi bekleyen tavuklardan söz etti. Isimsiz kasabalardaki küçük evlerden, alabalık dolu göllere yapılacak yürüyüşlerden. Ve sonunda, kelimeler tükendiğinde, gözyaşları tükenmediğinde, elinden gelen tek şey boyun eğmek ve bir yetişkinin çürütülemez mantığı altında ezilen bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamak oldu. Yere yüzüstü yuvarlanmaktan ve yüzünü Meryem’in rahatlatıcı, ılık kucağına son kez gömmekten başka bir şey yapamadı. *** O sabah, daha sonra, Meryem Zalmay için ekmekle birkaç incirden oluşan bir öğle yemeği hazırladı. Azize için de yine incirle hayvan biçiminde birkaç kurabiye sardı. Hepsini bir kesekâğıdına koydu, Leyla’ya verdi. “Azize’yi benim yerime öp,” dedi. “Ona, gözümün Nur’u, kalbimin sultanı olduğunu söyle. Yaparsın, değil mi?” Leyla, dudakları sımsıkı kapalı, başını olur anlamında salladı. “Dediğim gibi, otobüse bin. Dikkat çekmemeye çalış.” “Seni ne zaman göreceğim, Meryem? Ifade vermeden önce seni görmek istiyorum. Neler olduğunu anlatacağım onlara. Senin suçun olmadığını açıklayacağım. Buna mecbur kaldığını. Anlayacaklardır, öyle değil mi, Meryem? Mutlaka anlayacaklardır.” Meryem ona yumuşacık baktı. Gözlerini aşağıya, Zalmay’ın seviyesine indirdi. Oğlanın üzerinde kırmızı bir tişört, hâki rengi, eski pantolonu, Raşit’in Manday’dan aldığı kovboy çizmeleri vardı. Yeni basket topuna iki eliyle yapışmıştı. Meryem onu yanaklarından öptü. “Uslu, güçlü bir çocuk ol,” dedi. “Annene iyi davran.” Oğlanın yüzünü avuçladı. Oğlan geri çekildi, ama Meryem bırakmadı. “Ozür dilerim, Zalmay co, çok üzgünüm. Inan bana, bütün acıların, kederin için çok üzgünüm.” Leyla Zalmay’ı elinden tuttu, yola koyuldu. Köşeyi dönmeden önce, durup geriye baktı, Meryem kapıda duruyordu. Başında beyaz eşarbı, üzerinde önü düğmeli, lacivert bir kazak, beyaz, pamuklu pantolon. Bir tutam kır saçı, alnına düşmüştü. Güneş ışınları yol yol, yüzüne, omuzlarına vuruyordu. İçten, sevimli, el salladı. Köşeyi döndüler; Leyla bir daha Meryem’i hiç görmedi. |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling