Bin Muhteşem Güneş
Download 1.16 Mb. Pdf ko'rish
|
Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş
adam o, derdi. Barış istiyor. Afganistan’ı yeniden inşa etmek istiyor. Ama bırakmıyorlar.
Bırakmıyorlar ki, yapsın. Anne için, işin sonunda, her şeyin fena halde ters gitmesinden, Kabil’in yerle bir olmasından sonra bile, Mesut hâlâ Penşir Aslanı’ydı. Leyla onun kadar bağışlayıcı değil. Tamam, Mesut’un acı sonuna sevinmiyor, ama o öylece seyrederken, komşu mahallelerin nasıl yerle bir olduğunu, cesetlerin enkazlardan çekip çıkarıldığını, çocukların el ve ayaklarının, cenazelerin kalkmasından günler sonra, nasıl damlardan, ağaç tepelerinden toplandığını da gayet iyi hatırlıyor. Roket düşmeden hemen önce, Anne’nin yüzündeki anlam da, ne kadar unutmaya çalışsa da, Babi’nin yerde yatan başsız bedeni de, tişörtündeki köprünün kalın sisi ve kanı delen ayağı da gözünün önünde. “Cenaze töreni düzenlenecektir,” diyor Tarık. “Bundan eminim. Muhtemelen Ravalpindi’de. Görkemli bir tören olacak.” Uykuya dalmak üzere olan Zalmay şimdi doğrulup oturmuş, sıkılı elleriyle gözlerini ovuşturuyor. Iki gün sonra, bir odayı temizlerlerken bir uğultu duyuyorlar. Tarık elindeki paspası atıyor, dışarı koşuyor. Leyla da peşinden. Gürültü otelin lobisinden geliyor. Resepsiyonun sağında, bir sürü koltuğun ve bej süetle kaplı iki kanepenin bulunduğu bir oturma bölümü var. Sayid’le konuklardan bir kısmı köşedeki kanepelerde, televizyonun karşısında toplanmış. Leyla’yla Tarık onlara doğru ilerliyor. Televizyon BBC’ye ayarlanmış. Ekranda bir bina var, bir gökdelen; üst katlarından kapkara bir duman yükseliyor. Tarık Sayid’e bir şey söylüyor, Sayid tam ona karşılık verirken, lafının ortasında, ekranın bir köşesinde bir uçak beliriyor. Bitişik kuleye çarpıyor, Leyla’nın bugüne kadar gördüğü bütün patlamaları gölgede bırakan bir ateş topu halinde in ilak ediyor. Lobide bulunanlardan ortak bir çığlık yükseliyor. İki saate kalmadan, iki kule de çöküyor. Az sonra bütün televizyon kanalları Afganistan’dan ve Taliban’dan ve Usame Bin Ladin’den söz ediyor. *** “Taliban’ın ne dediğini duydun mu?” diye soruyor Tarık. “Bin Ladin hakkında?” Azize yatakta, onun karşısında oturuyor, satranç tahtasını inceliyor. Tarık ona satranç oynamayı öğretti. Azize kaşlarını çatmış, altdudağına dokunuyor; babasının vücut diline, hamle yapmadan önceki mimiklerine öykünüyor. Zalmay şimdi biraz daha iyi, gribi hafifledi. Uyuyor, Leyla da onun göğsüne Vicks sürüyor. “Duydum,” diyor. Taliban, bin Ladin’i teslim etmeyeceğini, çünkü onun bir mihman, Afganistan’a sığınmış bir konuk olduğunu açıkladı; bir misa iri düşmana teslim etmekse Piştunvelt geleneklerine, ahlak kurallarına tersti. Tarık acı acı gülüyor; Leyla bu gülüşte, onurlu bir Peştun geleneğinin çarpıtılmasından, bir halkın köklü ananelerinin bu şekilde istismar edilmesinden duyduğu tiksintiyi işitiyor. Ikiz kulelere saldırıdan birkaç gün sonra, Leyla’yla Tarık yine otelin lobisindeler. Televizyon ekranında, George W. Bush konuşuyor. Arkasında kocaman bir Amerikan bayrağı var. Bir ara sesi titriyor, Leyla onun ağlayacağını sanıyor. İngilizce bilen Sayid, Bush’un şu an savaş ilan ettiğini açıklıyor. “Kime?” diyor Tarık. “Öncelikle, senin ülkene.” *** “O kadar da kötü olmayabilir,” diyor Tarık. Az önce seviştiler. Yan yana yatıyorlar; erkeğin başı kadının göğsünde, kolunu onun beline atmış. Ilk birkaç denemede, zorluk çektiler. Tarık özürler diledi, Leyla onu yatıştırdı. Hâlâ da güçlükler var; artık iziksel değil de lojistik sorunlar. Çocuklarla paylaştıkları kulübe küçük. Çocuklar yanlarında, yer döşeklerinde yatıyor, dolayısıyla mahremiyet yok gibi bir şey. Çoğunlukla, hiç ses çıkarmadan sevişiyorlar, kontrollü, sessiz bir tutkuyla; çocukların baskınına karşı bir önlem olarak örtünün altında, tepeden tırnağa giyimli. Çarşa ların hışırdamaması, yayların gıcırdamaması için her an tetikteler. Ama Leyla için, Tarık’la beraber olmak, bürün bu sıkıntıları göğüslemeye değer. Seviştikleri zaman, Leyla bir limana sığındığını, demir attığını hissediyor. Kaygıları, birlikte sürdürdükleri yaşamın geçici bir yaşam olduğu, yakında yine çözülüp tel tel dağılacağı endişesi silmiyor. Ayrılık korkuları yok oluyor. “Ne demek istiyorsun?” diye soruyor. “Memlekette olanları kastediyorum. Sonuçları o kadar da kötü olmayabilir.” Memleketlerine bombalar bir kez daha yağıyor, bu kez Amerikan bombaları -Leyla savaş görüntülerini her gün, çarşa ları değiştirir, halıyı süpürürken, televizyonda izliyor. Amerikalılar savaş lordlarını bir kez daha silahlandırdı; Taliban’ı kovmak ve bin Ladin’i bulmak için Kuzey İttifakı’yla işbirliğine girdi. Ama Tarık’ın söyledikleri Leyla’nın canını acıtıyor. Göğsündeki başı sertçe itiyor. “Kötü değil mi? Insanların ölmesi? Kadınların, çocukların, yaşlıların? Evlerin yeniden yıkılması? O kadar da kötü değil, öyle mi?” “Şişşt. Çocukları uyandıracaksın.” “Bunu nasıl söylersin, Tarık?” diye çemkiriyor. “Karam’daki sözde hatadan sonra? Yüz masum insan! Cesetleri kendi gözlerinle gördün!” “Dur,” diyor Tarık, dirseğinin üzerinde doğrulurken; başını eğiyor, Leyla’ya bakıyor. “Yanlış anladın. Benim söylemeye çalıştığım...” “Asla bilemezsin,” diyor Leyla. Sesinin giderek yükseldiğinin, karı koca olarak ilk kavgalarını ettiklerinin farkında. “Mücahitler savaşa başladığında sen ülkeden ayrıldın, unuttun mu? Arkada, orada kalan bendim. Ben! Dolayısıyla, savaşı biliyorum. Ailemi savaşa kurban verdim. Annemle babamı, Tarık! Senden bu sözleri, savaşın kötü olmadığını duymak için mi?” “Ozür dilerim, Leyla. Uzgünüm.” Iki eliyle Leyla’nın yüzünü avuçluyor. “Haklısın. Ozür dilerim. Affet beni. Demek istediğim, belki bu savaşın öteki ucunda bir umut ışığı olabileceği... belki uzun zamandır ilk kez...” “Daha fazla konuşmak istemiyorum,” diyor Leyla, Tarık’a nasıl böyle saldırabildiğine kendisi de şaşarak. Ona haksızlık ettiğini biliyor -savaş onun ana babasını da elinden almadı mı? Içinde parlayan şey, artık her neyse, sönmeye yüz tuttu bile. Tarık yumuşak bir sesle konuşmayı sürdürüyor, sonra onu tutup kendine çekince, Leyla direnmiyor. Kocasının büyük bir olasılıkla haklı olduğunu biliyor. O yorumu yaparken neyi amaçladığını da. Belki bu gerekli. Belki Bush’un bombaları kesilince, bir umut belirebilir. Ama Leyla bunu yüksek sesle söylemeyi kendine yediremiyor; Babi’yle Anne’ye olanların şu an Afganistan’da başkalarına olduğunu, az önce ülkesinde masum bir kız ya da oğlan çocuğunun bir roket tarafından, tıpkı kendisi gibi öksüz bırakıldığını bile bile, bunu yapamaz. Istese de dile getiremez bunu. Sevinmek, bayram etmek mümkün değil. İkiyüzlülükmüş, ahlaksızlıkmış gibi geliyor. O gece, Zalmay bir öksürük nöbetiyle uyanıyor. Daha Leyla’nın kıpırdamasına kalmadan, Tarık bacaklarını yataktan aşırtıyor. Takma bacağını bir çırpıda takıp Zalmay’ın yanına seğirtiyor, kaldırıp kollarına alıyor. Leyla yataktan, Tarık’ın karanlıkta öne arkaya devinen karaltısını izliyor. Zalmay’ın, onun omzuna bıraktığı başının dış çizgilerini, Tarık’ın ensesine dolanmış ellerini, Tarık’ın baldırına çarptıkça zıplayan, küçük ayaklarını seçiyor. Tarık yatağa dönünce, ikisi de hiçbir şey söylemiyor. Leyla uzanıyor, onun yüzüne dokunuyor. Tarık’ın yanakları ıslak. 50 Leyla için Mürree’deki yaşam son derece konforlu, dingin. Iş yorucu değil, izin günlerinde gezip tozuyorlar; çocukları alıp teleferikle Tatriata Tepesi’ne çıkıyor ya da Pinti Noktası’na gidiyorlar; buradan, hava açıksa ta Islamabad ve Ravalpindi kent merkezi görünüyor. Çimenlerin üzerine bir örtü yayıyor, köfteli sandviçle salatalık yiyip buz gibi zence illi gazoz içiyorlar. Güzel bir hayat bu, diyor Leyla kendine; şükredilesi bir hayat. Işin aslı, Raşit’le en karanlık günlerinde hayalini kurduğu yaşamın ta kendisi. Leyla bunu kendine her gün hatırlatıyor. Sonra, 2002 yılının ılık bir temmuz gecesi, Tarık’la yataktalar; alçak sesle, ülkelerinde olup biteni konuşuyorlar. Oyle çok değişiklik oldu ki. Koalisyon güçleri Taliban’ı bütün büyük kentlerden püskürttü, Pakistan sınırına, Afganistan’ın güneyindeki ve doğusundaki dağlara sürdü. Uluslararası barış gücü ISAF, Kabil’e gönderildi Ulkenin başında şimdi geçici bir devlet başkanı var: Hamit Karzai. Leyla, Tarık’a söyleme vaktinin geldiğine karar veriyor. Bir yıl önce, Kabil’den kurtulabilmek için bir kolunu seve seve verirdi. Ama şu son aylarda, çocukluğunun kentini deliler gibi özlediğini fark etti. Şor Pazar’ın curcunası, Babur Bahçeleri, omuzlarındaki sırıktan keçi derisi tulumlar sarkan, seyyar sucuların haykırışları burnunda tütüyor. Tavuk Sokağı’nda, giysi dükkânlarındaki pazarlıkları, Karteh-Pervan’daki kavun tezgâhlarını özlüyor. Fakat Leyla’nın son zamanlarda sürekli Kabil’i düşünmesinin tek nedeni sıla hasreti ya da geçmişe duyduğu özlem değil. Sanki kanına bir virüs girdi, yerinde duramaz oldu. Kabil’de okulların yapıldığını, yolların asfaltlandığını, kadınların işe döndüğünü duydukça, buradaki yaşamı... ne kadar güzel, keyi li olsa da, Leyla yatıp kalkıp şükretse de, gözüne... yetersiz gibi görünmeye başladı. Amaçsız. Anlamsız. Daha da kötüsü, boşa harcanan. Son günlerde, kafasının içinde habire Babi’nin sesini duyuyor. Ne istersen olabilirsin, Leyla, diyor. Bunu Download 1.16 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling