Çalikuşu reşat Nuri Güntekin’in Eserleri


Download 1.32 Mb.
Pdf ko'rish
bet25/51
Sana16.06.2023
Hajmi1.32 Mb.
#1492944
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   51
Bog'liq
Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu

Ç...6 Mayıs
Bu hafta benim kısmetim açıldı. Dünkü vakanın sıcağı sıcağına bugün bir komedyaya daha
kahraman oldum. Fakat, bu dünkünden bin kat daha gülünç, bin kat daha isyan ettirici bir komedya.
Vakayı olduğu gibi yazıyorum. Sahne, bizim aşağı misafir odası, Hafız Kurban Efendi’nin karısı,
arkasında düğünlere giderken giydiği gron çarşafı, boynunda dizi dizi beşibirlikleriyle misafir
geliyor. Mamafih, halinde bir tuhaflık var, gözleri ağlamış gibi. Konuşmaya başlıyoruz.
Ben:
-Galiba teklifli bir yere misafir gideceksiniz.
O:
-Hayır, hemşireceğim, mahsus size geldim.
Ben:
-Ne kadar süslüsünüz bugün. Benim için mi?
O:
-Evet, hemşire sizin için.
Ben gayri ihtiyari eğlenerek:
-O halde, bana görücü geldiniz?
O, saf gözlerinde saf bir hayretle:
-Nereden bildiniz?
Ben, birdenbire şaşaladım:
-Nasıl, siz bana görücü mü geliyorsunuz?
-Evet, hemşireceğim!
Ben:


-Kimin için?
O, dünyanın en sade bir şeyinden bahseder gibi:
-Bizim efendi için.
Bu kadar saf bir kadının, böyle hiç renk vermeden şaka etmesi, tabii hoşuma gidiyor, kahkahalarla
gülüyordum. Fakat o, gülmüyor, bilâkis gözlerinde yaşlar var!
O:
-Hemşireceğim, efendi size göz koymuş, sizi almak için beni boşamaya kalktı. Yalvardım,
yakardım: “Ziyanı yok, o hanımı al, tek beni boşama. Biz, güzel güzel geçiniriz. Ben, sizin yemeğinizi
pişiririm, hizmetinizi ederim!” dedim. Kuzum kardeşim, bana acı!
-Bu Kurban Efendi sizi bırakırsa, beni alabileceğinden emin mi?
O, isyan ettirici bir saffetle:
-Öyle ya! Tam elli beşibiryerde vermeye razıyım, diyor. Ben:
-Zavallı komşum, haydi gönlün rahat etsin. Dünyada, böyle bir şeye imkân yok.
Biçare kadın, dualar ediyor ve perde kapanıyor.
Ç...15 Mayıs
Bu akşam, mektep tatilinde Müdire Hanım, beni odasına çağırdı, çatkın bir çehreyle şu sözleri
söyledi:
-Feride Hanım kızım, ciddiyet ve hayretinizden memnunum. Fakat bir kusurunuz var: Kendinizi
hâlâ İstanbul’da sanıyorsunuz. Güzellik başa beladır, diye meşhur bir söz vardır kızım, siz hem güzel,
hem yalnız bir taze olduğunuz için kendinizi biraz daha iyi korumanız lâzım gelirdi. Halbuki bazı
ihtiyatsızlıklarınız oldu. Telaş etmeyiniz kızım. Kabahat demiyorum, sade ihtiyatsızlık. Mesela, bu
memleket o kadar kapalı bir yer değil, kadınlar epeyce süslü olarak gezebiliyorlar. Muallimlerimiz
de hakeza. Fakat, başkaları için tabii görülen bir şey, sizde nazarı dikkati celp etti. Çünkü, kızım,
gençliğiniz, güzelliğiniz, her rast geldiğiniz erkeğe baş çevirtiyordu. Öyle ki, kasabada gizliden
gizliye bir dedikodu başladı. Ben, burada, hiçbir şey bilmem gibi otururum ama, her şeyi haber
alırım. Mesela, kışladaki zabitlerden, kahvedeki esnaftan tutunuz da, idadi mektebindeki büyük
talebelere varıncaya kadar sizi uzaktan tanımayan, sizden bahsetmeyen yokmuş.
Bunlardan ne hakla ve niçin size bahsettiğim meselesine gelince, buna da iki sebep var kızım.
Birisi tecrübesiz, fakat cidden iyi bir çocuksunuz. Biz, artık insan sarrafı olduk, onun için size bir
analık, ablalık vazifesi yapmak istedim. Sonra, mektebin menfaati meselesi var, kızım. Öyle değil mi?
Müdire, yüzüme bakmadan tereddütle devam ediyordu:
-Mektep, cami gibi mukaddes bir yerdir. Onu dedikodudan, iftiradan, daha sair lekelerden korumak
bizim için en büyük vazifedir. Öyle değil mi? Halbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de,
maatteessüf, söz getirmeye başladı. Akşam üstü kızlarını, kardeşlerini almak için, mektep kapısına
gelen peder ve biraderlerin ne kadar çok olduğuna dikkat ediyor musunuz? Siz, belki farkında


değilsiniz. Fakat ben biliyorum. Onlar, çocuklarından ziyade sizi görebilmek için geliyorlar. Bir gün,
fakir talebelerimizden birinin saçlarını örmüşsünüz, ucuna bir de kurdele parçası takmışsınız.
Bilmem kimden duymuşlar, çapkın bir mülazım, sokakta çocuğa para vererek kurdeleyi, elinden
almış. Şimdi ara sıra yakasına takıyor: “Bana artık paşalar paşası demelisiniz, değil mi
Gülbeşeker’den nişan aldım!” diye arkadaşlarını eğlendiriyormuş.
Dün, kapıcı Mehmet Ağa, tuhaf bir haber verdi: Evvelki gece, meyhaneden dönen sarhoşlar,
mektebin kapısında durmuşlar, bunlardan birisi: “Ben duvardaki siyah taşa Gülbeşeker’in elini
sürdüğünü gördüm. Allah hakkı için şu Hacer-i Esved'i bir öpelim!” diye nutuk vermiş. Görüyorsunuz
ki kızım, bunlar ne kendiniz için, ne mektep için hiç hoşa gidecek şeyler değil. Halbuki bu
yetmiyormuş gibi, bir tedbirsizlik daha yapmışsınız. Abdürrahim Paşa’nın evinde Yüzbaşı İhsan
Bey’le konuşmuşsunuz. Hanımefendinin teklifini kabul etmiş olsaydınız, bunda bir beis
görülmeyebilirdi. Fakat, genç bir adamla görüşmeniz, sonra da bu kadar iyi bir kısmeti reddetmeniz
nazarı dikkati çekti: “Madem ki İhsan Beyi istemedi, demek, bir başkasını seviyor, acaba kimi?”
yolunda dedikodular meydan aldı.
Bu sözleri cevap vermeden, hiçbir hareket yapmadan dinlemiştim. Evvela, benim itiraz ve
isyanımdan korkan müdire, şimdi bilakis, sükutumdan şüpheleniyordu. Bir parça tereddütle:
-Bunlara ne dersiniz, Feride Hanım? diye sordu. Hafifçe içimi çektim, düşüne düşüne:
-Sözlerinizin hepsi doğru Müdire Hanım, dedim. Kendim de yavaş yavaş farkına varıyorum. Bu
güzel memlekete acıyorum, fakat ne yapayım? Siz artık idareye yazarsınız, bir sebep göstererek beni
başka bir yere göndermelerini istersiniz. Bu işte bana edeceğiniz en büyük insaniyet ve mürüvvet,
asıl sebebi söylememek... Lütfen başka bir bahane bulunuz: “idaresiz” deyiniz, “Elinden iş gelmiyor,
cahil” deyiniz, “asi” deyiniz, ne derseniz deyiniz, Müdire Hanım, size hatırım kalmaz. Yalnız:
“Şehirde dile düştüğü için istemiyorum!” demeyiniz.
Müdire bir şey söylemeden düşünüyordu. Gözlerimin dolduğunu göstermemek için pencereye
döndüm. Ufukta akşamın uçuk mavi seması içinde, ince ince tüten dumanlara benzeyen karşı dağları
seyretmeye başladım.
Çalıkuşu, bu dağlardan, yine gurbet kokusu almaya başlıyordu. Gurbet kokusu! Bu kokuyu bütün
ruhuyla koklamayanlar için ne manasız bir söz! Hayalimde yollar, gittikçe incelip mahzunlaşan, bitip
tükenmez gurbet yolları uzanıyor, kulağımda Çeçen arabalarının o ince yanık sesli çıngırakları
ağlıyordu.
Ne vakte kadar Yarabbî, ne vakte kadar? Niçin? Hangi emele yetişmek için?

Download 1.32 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   51




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling