Çalikuşu reşat Nuri Güntekin’in Eserleri
Download 1.32 Mb. Pdf ko'rish
|
Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu
-SON-
SÖZLÜKÇE -A- âb ü hava: Su ve hava, iklim. âbide: ibadete düşkün kadın. âcizane: Söz söyleyen bir kimsenin kendi yaptıklarını abartmamak için kullandığı bir nezaket sözü. addetmek: Saymak (Bunu olmamış addetmeli). âdeta: Sanki, hemen hemen. ah ü zara kapılmak: Âh çekip inlemek. ahenk: Uyum. âhir: Son. âhiret: (Ahret) Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağı ve Tanrı'ya hesap vereceği yer. Öbür dünya. ahz: Alma. âkile: Akıllı kadın. aksiyon: Eylem, hareket. âlâ kader il istitaata: Gücün yettiğince. âlâ: iyi, pek iyi. alâka: İlgi. alâmet: Belirti, işaret. alarga gitmek: Açıktan gitmek. alelade: Olağan, sıradan. âlem: Dünya. âli: Yüksek, yüce. alîl: Hasta, sakat. alimallah: Allah bilir. ameliye: işlem. ar: Utanma. arif: Çok anlayışlı, bilgili ve sezgili kimse. arifane: rif olana yakışır biçimde. arife: Bilgili. arız olmak: Sonradan ortaya çıkmak. azil: Görevden alma. azim: Bir işteki engelleri yenme kararlılığı. azletmek: Görevden almak. -B- babayani: Gösterişi ve özentisi olmayan, babacan tavırlı. bahtiyar: Talihli, mutlu, mesut. bahusus: Hele, en çok. bakiye: Artan, geri kalan. battal: Alışılmış olandan büyük. bedbaht: Mutsuz, talihsiz. bedbin: Kötümser, karamsar. behemahal: Mutlaka. belertmek: Gözlerini, akı çok görünecek bir biçimde açmak. beyhude: Boşuna. beyit: Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuş şiir parçası. Bibliotheque Rose: (Fr.) Pembe kitaplık. Metnide "çocuk kitapları" anlamında kullanılmış. biçare: Çaresiz, zavallı kimse. bilâkis: Tersine, aksine. billahi: Tanrı'ya ant içerim. binaenaleyh: Bundan dolayı. bitap: Bitkin, yorgun. bonjur: (Fr.) Günaydın. Merhaba anlamına da kullanılır. bonmarşe: içinde her türlü giysi, süs eşyası, oyuncak vb. satılan büyük mağaza. buse: Öpücük. -C- caiz: Uygun. cariye: Efendisinin her istediğini yapmak zorunda bulunan, alınıp satılan kadın veya kız. cariye: Para ile alınıp satılan, savaşta esir olmuş veya odalık diye alınmış kız. cazibe: Çekicilik, alımlılık. cedide: Yeni. cefa: Büyük sıkıntı, eziyet. celbetmek: Çekmek. celile: Büyük, ulu. celpname: Mahkeme tarafından, dava edene, edilene veya tanıklara gönderilen çağrı belgesi. cerr: Medresede okuyanların üç aylarda köy köy dolaşarak imamlık, vaizlik işleri için para toplamaları. cesamet: Büyüklük, irilik. ceza reisi: Ağır ceza mahkemesi başkanı. cihet: Yön. -Ç- çapul: Yağma, talan. çare-i tesviye: Çözüm önerisi. çehre: Yüz, sima. çiy: Havada buğu durumundayken akşamın ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde toplanan küçük su damlaları. çuha: Tüysüz, ince dokunmuş yün kumaş. -D- dandy: (İng.) (Metinde) Züppe, çıtkırıldım. darbımesel: Atasözü. darülmuallimat: Kız öğretmen okulu. debdebe: Şatafat, gösteriş. delalet: Aracılık. delişmen: Şımarık ve delice tavırlı, zıpır. destlerinden busetmek: Ellerinden öpmek. devain Daireler. dezanşante: (Fr. Desenchante) Hayal kırıklığına uğramış. diba: Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş. diksiyonen Sözlük. duhul olmak: İçeri girmek. dülger: Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse. düzgün: (Metinde) Kadınların yüzlerine sürdükleri bir tür krem, fondöten. -E- ebedî: Sonsuz, ölümsüz. ecir: Ücret. eda: (Metinde) Davranış, tavır. edibe: Edepli, terbiyeli. efkâr. Tasa, kaygı. ehemmiyet: Önem. ekseriya: Çoğunlukla. elâlem: Yabancılar. elan: Şimdi, henüz, daha. elem: Üzüntü, dert, keder. elhamdülillah: Allah'a şükür. elzem: Çok gerekli, vazgeçilmez. emniyet: Güven. emrihazın Emir kipi. encümen: Komisyon, komite. endam: Vücut, beden, boy pos. erganun: org. erkânıharp: Kurmay subay. ervah: Ruhlar. esasen: Aslında. esatir Mitoloji. Tarih öncesi dönemden bugüne gelen efsaneleri inceleyen ilim. esef buyurmak: Üzülmek. esef: Acıma, yerinme. eskaza: Yanlışlıkla, kaza ile. esrar. Gizler, sırlar. evrak: Yazılmış kâğıtlar, mektuplar, kitaplar vs. -F- fadıla: Erdem sahibi, üstün. fantezisi: (Metinde) Süslü ve hayalci. Ortamın gerçekliğine uymayan. faraza: Sözgelişi. fasıla: Ara. felekiyat: (Felekiyyat) Astronomi. fen: Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad. fenlenmek: Yaşına göre bilmemesi gereken şeyleri öğrenmiş olmak. ferace: Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst giysisi. feragat: Vazgeçme. ferah: Gönül şenlendiren, iç rahatlığı veren. ferahfaza: Ferah artırıcı. ferda: Gelecek zaman, yarın. fevkalâdelik: Olağanüstülük. fitnelik: Karıştırma, ara bozma. fıtri: Yaradılıştan olan. flört: Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki. fondan: İçinde likör, tatlı veya hoş kokulu maddeler bulunan, ağızda kolayca eriyen bir tür şekerleme. fütursuzca: Önemsemeyerek, aldırmayarak. -G- gaflet: Dalgınlık, dikkatsizlik, aymazlık. gaile: Sıkıntı, dert. gam: Tasa, kaygı, üzüntü. ganaim: Ganimetler, düşmandan alınan şeyler. garez: Kin, düşmanlık. garp: Batı. gayrı: Artık, bundan böyle. gayri ihtiyari: irade dışı. grandiose: (Fr.) Ulu, yüce. güzide: Seçkin. -H- hacer-i esved: (Kara taş) Kabe kapısı yanında bulunan ve hacıların öpmeleri hac şartlarından olan taş. hacet kalmamak: Gereği olmamak. had: Sınır, derece. haiz: Elinde bulunduran, taşıyan. hakeza: Böyle, yine. halayık: Kadın köle, cariye, hizmetçi. hâlim: Huyu yumuşak. halis: Saf, katışıksız. halketmek: Yaratmak. halûk: iyi huylu. hami: Gözeten, koruyan. harcırah: Yolluk. hâre: Dalgalı ya da dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler. harîm: Herkesin giremeyeceği yer. haset etmek: Kıskanmak, çe-kememek. hasılı: Kısacası, sözün kısası. hassaten: Özellikle. hasut: Çok haset eden, kıskanç. haşarı: Çok yaramaz, ele avuca sığmayan çocuk. haşiye: Not. hatip: Konuşmacı. hattat: Güzel yazı yazan. hatun: Kadın. hava tebdili: Hava değişimi. haysiyet: Onur, özsaygı. hazain: Hazineler. hazan: Sonbahar. hazin: Dokunaklı, hüzün veren. helâllik dilemek: Ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak. hengâme: Patırtı. herze: Saçma, saçma söz, zevzeklik. hicran: Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık acısı. hiddet: Öfke, kızgınlık. hikmet: (Metinde) Sebep, gizli sebep. hilaf: Aykırı, karşıt, ters. himaye: Koruma. himmet: Yardım, kayırma. hizmet-i vataniye: Vatan hizmeti. hodkâm: Bencil, egoist. hoyrat: Kaba, kırıcı ve hırpalayıcı. hulâsa: Kısacası. hususiyet: Özellik. hülasa: Özetle. hüzün: Gönül üzüntüsü. -I/İ- ıtlak =etmek: Bir kocanın karısını boşaması. iblağ etmek: Vardırma, eriştirme, ulaştırma. ibni (ttm): Oğul. idadi: Lise. idare-i maslahat: İşi şöyle böyle bugünlük görme. idrak: Anlama yeteneği, anlayış. ifa etmek: Yapmak. iffet: Namus. iğfal etmek: Bir kadını aldatmak, baştan çıkarmak. ihsan etmek: Bağışlamak. ihtimam: Özen, dikkatli davranma. ihtiyar: (Metinde) Seçme. ihtiyat: Sakınma, ölçülü davranma. ihtiyatsız: Tedbirsiz. ihtizaz: Titreşme, titreşim. ikâmet: Oturma. ikmal-i nevakıs: Eksikleri tamamlama. iktidar: Bir işi yapabilme gücü. iktifa etmek: Yetinmek. ilanihaye: Sonsuza kadar. ille velâkin: Gelgelelim, bununla birlikte. ilm: Bilim. ilmihal: Din kurallarını öğretmek için yazılmış kitap. iltizam: Kayırma, bir tarafı tutma. imdi: Şimdi, artık. imtizaç etmek: Uyum sağlamak. inha: Resmî bir göreve atama veya bir üst aşama için yazılan yazı. inhimak: Çok düşkünlük, bir şeye fazla düşme. inkişaf: Meydana çıkma, gelişme. insaniyetli: İnsanlığı olan. iptida: Başlangıç, bir işe başlama. iptila: Düşkünlük, tiryakilik. irab: Düzgün konuşma ve gerçeği belirtme. irade: (Metinde) Emir. irfan: Kültür, bilme, anlama. ismet: Namus. istida: Dilekçe. istidad: Yetenek. istifaf: Günahtan, kötülükten çekinme. istihare: Bir inanışa göre, girişilecek işin hayırlı olup olmadığını rüyadan anlamak için aptes alıp dua okuyarak uyuma. istihkâm: Düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş askeri yer, güçlü siperler. istikrar: Kararlılık. istintak etmek: Sorguya çekmek. ıstırap: Sıkıntı, büyük üzüntü. istiskal: Soğuk davranışlarla hoşlanmadığını belli etme. istismar. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme. istizah: Bir işin açık söylenmesini isteme, açıklama isteme. işret: içki. iştirak etmek: Katılmak. itibar: Saygınlık, güvenilirlik. izbe: Basık, loş, nemli, kuytu yer. izdivaç: Evlenme. izzetinefis: Onur, özsaygı. -K- kabil: Mümkün, olabilir. kadr (kadir): Değer, kıymet. kâinat: Evren, dünya. kalem odası: Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü oda. kalfa: Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların başında bulunan kadın, ilkokullarda hoca yardımcısı. kamarot: Gemilerde yolcuların işlerine bakan görevli. kameti artırmak: Bağırarak konuşmak. kâmil: Olgun. kanaat getirmek: inanmak, aklı yatmak. kasavet: Üzüntü, sıkıntı. kati: Kesin. kâtip: Sekreter, yazıcı. kavil: Söz, sözleşme, anlaşma. kelime-i teyyibe: (Kelime-i tayyibe) Yatıştırıcı hoş söz. kepazelik: Rezalet. kerliferli (kelli felli): Kılığı kıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli. kesb-i şeref etmek: Şeref duymak. kibir: Büyüklük, kendini büyük görme. koket: (Fr. Coquette) Güzel görünmeye özen gösteren. Zarif görünmeye, süslenmeye düşkün. kolcubaşı: Bir şeyi korumak için bekleyen görevlilerin başı. komünyon: (Fr. Communion) iman birliği. kötek: Dayak. krep: Çok bükümlü iplikle dokunmuş bir çeşit ince kumaş. kurum satmak: Böbürlenmek. -L- laden: Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk. lâhza: Zamanın bölünmeyecek kadar kısa parçası, an. lakayt: ilgisiz. lâkin: Ama, fakat. lândo: Dört tekerlekli, karşılıklı iki oturma sırası bulunan, atlı binek arabası. lata: Osmanlılar'da ilmiyenin giydiği bir tür üstlük. levazım: Gerekli olan şeyler, gereçler. levha: Bir yere asılmak için yazılmış yazı. leziz: Lezzetli. lisan-ı Fransevi: Fransızca. -M- maahaza: Bununla birlikte. Maarif Nezareti: Millî Eğitim Bakanlığı. maarif: Millî Eğitim. maateessüf: Ne yazık ki, üzülerek söylüyorum ki. mabeyinci: Osmanlı Devleti'nde padişahların dışarıyla olan ilişkilerine bakan, buyruklarını ilgililere bildiren, bazı kişilerin dileklerini kendisine ileten görevli. mağmûm: Tasalı, üzgün. mahcup: Utangaç, sıkılgan. mahdum: Erkek evlât, oğul. mahdut: Az, sınırlı, sayısı belli olan. mahfe: Deve, fil gibi hayvanların sırtına konan, üzerinde oturmaya yarayan sepet, bir çeşit eyer. mahlûk: Yaratık. mahmurluk: Uykudan sonra duyulan ağırlık ve sersemlik. mahsub: Hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş. mahsus: (Metinde) Bilerek. mahut: Bilinen, adı geçen. mahzun: Üzgün, üzüntülü. maişet: Geçim, geçinme. makale: Bilim, fen konularıyla siyasi, ekonomik ve toplumsal konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazısı. makam-nezaret: Bakanlık nezareti. makbul: Beğenilen, hoş karşılanan. makbule geçmek: Çok beğenilmek, hoşa gitmek. mâlik olmak: Sahip olmak. malûm: Bilinen. malûmatlı: Bilgili. manastır: Kesin kuralları olan, rahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıkları yapı, keşişhane. manevi: Görülmeyen, duyularla sezilen. maren: (F. Marin) Denizci. marifetli: Ustalıklı, hünerli. mazari: Dilbilgisinde geniş zaman. mazbata: Tutanak. mazi: Geçmiş. mazlum: Sessiz, uysal ve boynu bükük. mecburiyet: Zorunlu olma durumu. mecidiye: Eskiden kullanılan ve o zamanın 20 kuruşu değerinde olan gümüş sikke melâl: Bıkma, usanma. melun: Kötü, lanetli. memalik: Ülke. menazın Manzara. menazır-ı tabiiye: Tabiat manzarası. mendebur: Sümsük, sünepe, pis, iğrenç. menetmek: Yasaklamak. meret: inatçı, kaba. meşakkat: Güçlü sıkıntı, zorluk. meşk: Alışmak ve öğrenmek için yapılan çalışma. meşru: Yasal. Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu. meşum: Uğursuz, kötü. metanet: Metin olma, dayanıklılık. methetmek: Övmek. metruk: Terk edilmiş. meyil: Eğilim. Sevme, gönül verme. meyus: Ümitsiz, üzgün. meziyet: Yetenek. meziyetli: Yetenekli. mihmandar: Resmî konukları ağırlamak ve onlara kılavuzluk etmekle görevlendirilen kimse. mihnet: Sıkıntı, zahmet, eziyet. mihr: Sevgi. miralay: Albay. miskin: Çok uyuşuk, zavallı. mizaç: Huy, yaradılış. mizer: (Fr. Misere) Zavallılık, yoksulluk. muahadderat: Örtülü kadınlar, islâm kadınları. muallim: Öğretmen. muallime: Bayan öğretmen. muamelat: Dairelerde evrak üzerinde yapılan işlemler. muamele: Davranış. muamma: Anlaşılmayan, bilinmeyen şey. muavenet: Yardım. muavin: Yardımcı, yardım eden. muayyen: Belli, kesin olarak belirlenmiş. mugayir. Uymaz, aykırı. muhabbet: Sevgi. muhacir. Göçmen. muharebe: Savaşma, iki ordu arasındaki savaş. muharrir: Yazar. muhasara: Kuşatma, sarma, çevirme. muin: Yardım eden, yardımcı. mukabele: Karşılık verme, karşılık. mukabil: Karşılık, bir şeye karşılık olarak yapılan. mukadder: Yazgıda var olan, kaçınılmaz. mukaddes: Kutsal. mukaşser: Metinde, bir kadın, içi, yüzü, gözü açılmış anlamında kullanılmış. mukavele: Sözleşme. muktedir: Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten. munîs: Cana yakın, sevimli. musaddak: Geçerli olduğu resmî yazı ile bildirilmiş. mutaassıp: Bağnaz, tutucu. mutasarrıf: Tanzimattan sonra idare bölümlerinde vilayetle kaza arasındaki bölümün idare amiri. mutat: Alışılan, alışılmış şey. muteber Saygın, inanılır. muvaffak olmak: Başarmak. muvaffakiyet: Başarı. muvafık: Uygun. muvakkat: Geçici. muvazene: Denge. muvazzah: Bir görev ve hizmetle yükümlü olan kimse. mücedded: Yeni, yenilenmiş. müceddet: Yeni, yenilenmiş. müdde i umumî: Savcı. müdür-i umumi: Genel müdür. müebbeden: Ömür boyu. mükedder: Üzgün, kederli. mülazım: Teğmen. münasebet almak: Uygun düşmek. münasebetsizlik: Uygun olmayan, yakışıksız davranışlarda bulunma, saygısızlık yapma. münasip: Uygun, yerinde. münhal vukuunda: (Metinde) Boş kadro olduğunda. münhal: Boş olan, açık bulunan. münhasıran: Yalnız, özellikle. münkir: inkâr eden, kabul etmeyen. müptedi: Bir şeyi öğrenmeye yeni başlayan. mürdumgiriz: Çürümüş. Metinde içi geçmiş anlamında kullanılmış. mürebbiye: Kendisine bir çocuğun eğitimi ve bakımı verilmiş kadın. mürüvetsiz: insanlığı olmayan. müsamaha: Hoşgörü. müstacel: Çabuk yapılması gereken. müstahak: Bir kimsenin layık olduğu ödül veya ceza. müstakim: Temiz, doğru, namuslu. müstebit Zorba, despot. müsterih olmak: tçi rahat etmek. müsvedde: Yazı taslağı, karalama. müşkül mevki: Zor durum. müşkül: Zor. mütalaa: Okuma, ders çalışma, etüt. mütalaahane: Okuma odası. müteessir: Üzüntülü. müteferrika senetleri: Çeşitli küçük harcamaların para senetleri. mütehayyir: Şaşkın, şaşırmış olan. mütekaid: Emekli. mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak. müyesser: Kolaylıkla ortaya çıkan, kolaylıkla elde edilen. müzahrafat: (Müzahrefat) Parlak boyalar ve süsler. müzakere etmek: (Metinde) Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları. müzakere etmek: Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları. müzakkere: (Müzekkere) Bir iş hakkında üst makama sunulan yazı. müzmin: Uzun süreli. -N- nadide: Az görülür, değerli. nadir: Seyrek, az. nafîa: Bayındırlık. nafile: Yararsız, boşa giden. nalça: 1) Ayakkabılar çabuk eskimesin diye altına çakılan demir. 2) Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnakları altına çakılan demir parçası. namünasip: Uygun olmayan. nan: Ekmek. nasihat: Öğüt. nazın Bakan. nedamet: Pişmanlık. nefer: Asker. nekahat: Hastalık sonrası sağlıklı duruma geçme dönemi. nekin Bilmezlik. neşretmek: Yaymak. netice itibarıyla: Sonuç olarak. netice: Sonuç. nev'i: (Nevi) Çeşit, cins, tür. nihayetinde: Sonunda. nimet: Yiyecek içecek, özellikle ekmek. nimetşinas: İyilik bilir. nispet: (Metinde) Kıyaslama. nispet: (Metinde) Oran, kıyaslama. nizam: Düzen. numune: Örnek. -P- parloir: (Fr.) Dışarıdan gelenlerle konuşma odası. payzen: Ayağına pranga vurulmuş. pederane: Baba gibi. peyda olmak: Ortaya çıkmak. podösü et: Yumuşak, prezante etmek: Tanıtmak. pusetmek: Öpmek. puşide: Örtü. -R- rastık: Kadınların kaşlarını veya saçlarını boyamak için sürdükleri siyah boya. raşe: Titreyiş. rehavet: Vücutta görülen gevşeklik, ağırlık, tembellik. rezzak-ı âlem: Bütün yaratıkların rızkını veren. riayet etmek: Uymak. rikkat: İncelik, yufkalık. riyaset âlisi: Yüksek başkanlığı. riyaset: Başkanlık. riyaziyat: (Riyazziyat) Matematik. rızk: Yiyecek, içecek şey, nimet. römark: (Fr. Remarque) Dikkate alma. (Metinde: Tespit, dikkat çekme anlamında kullanılmış.) ruhani: Ruhla ilgili. rüştiye: Ortaokul. -S- sadakar: Düz dokunmuş açık saman renginde bir tür ipek kumaş. saffet: Saflık. sahih: Gerçek, hakiki. sair. Başka, öteki, diğer. saliha: (Metinde) Din buyruklarına uygun davranan. salisen: Üçüncü olarak. sallapati: Düşünmeden, saygısızca, kaba saba, patavatsızca. sefaret: Elçilik. sekerat: Can çekişirken kendinden geçme. selametlemek: Yolcuyu, konuğu uğurlamak. serasker kapısı: Seraskerin resmî görev yeri. serasker: Sadrazamlık göreviyle yükümlü olmayan ve Osmanlı ordusunun komutanlığını yapan vezirin unvanı. sıraca: Deride ve daha çok boyunda görülen değişiklik, lenf düğümlenmelerinin şişkinliğiyle beliren bir tüberküloz türü. sirayet: Yayılma. sitem: Bir kimseye, yaptığı hareketin veya söylediği bir sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme. soeur: (Fr.) Kız kardeş, rahibe. Metinde "Ma sor" sözcüğü aynı zamanda "rahibe" olan öğretmenlere bir hitap şekli olarak geçiyor. souvenir d'amour: (Fr.) Aşk hatırası. souvenir: (Fr.) Hatıra. spleen: (İng.) Terslik, huysuzluk, kin. sülüs: Bir çeşit yazı. süperiyor: (Fr. Superieur) Üst. Manastır, dinsel kurum vs. başkanı. sürme: Kirpik diplerine sürülen siyah boya. -Ş- şahadetname: Diploma. şayan: Uygun, yaraşır. şefkat: Acıyarak ve koruyarak sevme. şekerrenk: İki kişi arasındaki dostluk, arkadaşlık ilişkisinin bozuk olduğunu belirtmek için kullanılır. şenaat: Kötülük, fenalık. şer'iye: Şeriat kurallarına uygun. şeriat: Dinî temellere dayanan Müslümanlık kanunları. şevk: istek, heves. şifa: Hastalıktan kurtulma. şifahi: Sözlü, sözle. şimendifer: Demiryolu. şirret: Geçimsiz, huysuz, edepsiz, kavga çıkartmaktan hoşlanan. -T- taalluk etmek: İlgili bulunmak, ilgilendirmek. taarruz: Saldırı. tabiat: (Metinde) Huy. tabiatıyle: Doğaldır ki. tabiî: Doğal. tabiiye: Tabiat bilgisi. taciz etmek: Sıkıntı vermek, can sıkmak. tafsilât: Ayrıntılar. tahammül etmek: Dayanmak, katlanmak. tahammül: Kötü, güç durumlara katlanma, karşı koyabilme gücü. tahassür: Özlem, kavuşmak istenen şey veya kimse için üzülme. tahayyül: Hayalde canlandırma. tahkikat: Araştırma. tahkir: Horlama, alçaltma. tahrirat: Resmî bir dairede yazılan yazılar. tahrirî: Yazılı. tahsisat: Ödenek. takbil: Öpme. taksim: (Mat.) Bölme. talika: Dört tekerlekli, üstü kapalı, bir tür yaylı at arabası. talkın: (Telkin) Ölü gömüldükten sonra imamın mezar başında söylediği dinî sözler. tamim: Genelge. tasavvur etmek: Düşünmek, gözönüne getirmek, hayal etmek. tashih etmek: Düzeltmek. tasrif etmek: Dilbilgisinde bir fiilin çekimi. tavsiye: Öğüt, yol gösterme. tazmin etmek: Zararı ödemek. tecdit: Yenileme. tedris: Öğretim. tedrisat-ı iptidaiye: ilköğretim. teessür: Üzüntü. tefrik: Ayırma, ayırt etmek. tefriş: Bir yeri gerekli eşya ile döşeme. tefsir. Yorumlama. tekaüt: Emekli. tekdirat: Azarlama. tekellüf: Güçlüğe katlanma. teklifsiz: Resmî veya çekingen davranmama. tekmil: Bütün, tüm. telaffuz etme: Söyleme. tembih: Uyarma. temenna etmek: Eli başa götürerek selâmlamak. temin: Sağlama, elde etme. temrin: Alıştırma. teneffüs: Temiz hava, dinlenmek için verilen ara. tenezzül etmek: Kendi durumuna, düzeyine aykırı düşen bir şeyi kabul etmek. tercüme-i hal: Özgeçmiş, biyografi. tereddüt: Kararsızlık. teres: Pezevenk. tesadüf etmek: Rastlamak. teskin etmek: Acı, öfke, heyecan gibi duyguları yatıştırmaya, dindirmeye çalışmak. teşrif etmek: Bir yere gelerek orayı onurlandırmak. teşvik etmek: İsteklendirmek, özendirmek. tetkik etmek: incelemek. tevazu: Alçakgönüllülük. tevdi etmek: Vermek, bırakmak. teveccüh: Güleryüz gösterme, yakınlık duyma. tevekkül: Kadere boyun eğmek, katlanmak. tevil etmek: Söz veya davranışa başka bir anlam vermek. tezevvüç etmek: Evlenmek. -U- ulema: Bilginler. ulûm: ilimler, bilimler. ulum-i diniye: Din bilgisi. ulvî: Yüce. usul: Yöntem. usuletle: Usulüyle. usul-i cedit: Yeni yöntem. -V- vaftiz: Hıristiyan dininde bir kutsal işlem. vakar: Ağırbaşlılık. vakfetmek: Adamak. vâkıf olmak: Bilmek, öğrenmek. vâkıf: Bilen. vakur: Ağırbaşlı, onurlu. varak-ı mıhr-i vefa: Sevgi, bağlılık evrakı. vasıl olmak: Ulaşmak, varmak. vaveyla: Çığlık. vefa: Sevgide sebat, sevide durma, sevgi bağlılığı. vefasız: Sevgisi çabuk geçen, hakikatsiz. vehim: Kuruntu. vekâlet: Birinin yerine bakmak, görevini üstlenmek. velev: Kaldı ki, hatta. veranda: Camlı taraça. vesile: Sebep, bahane. viöjö: (Fr. Vieux'den) Yaşlı işi. virane: Yıkılmış veya harap olmuş yapılardan geriye kalan yıkıntı. vukuf: Bilgi. -Y- yadeller: Baba evinden uzak yerler, gurbet. yadigâr: Bir kimseyi ya da bir olayı hatırlatan nesne ya da kişi. yar: Sevgili. yaşmak: Eskiden kadınların ferace ile birlikte kullandıkları, gözleri açıkta bırakan ince yüz örtüsü. yazıhane: Yazı masası. yegâne: Tek. yeis: Üzüntü, umutsuzluktan doğan karamsarlık. yortu: Hıristiyan bayramı. -Z- zaaf: Düşkünlük, dayanamama. zabit: Subay. zarp: (Mat.) Çarpma. zaruri: Zorunlu. zat: Kimse, kişi. zayi etmek: Kaybetmek. zemzem: Müslümanlarca kutsal sayılan su. zerzevat: Sebze. zevce: Erkeğin nikâhlandığı kadın, eş. zıb: Süs. zikretmek: Söylemek. zillet: Hor görülme, alçalma. ziya: Işık. ziyade: Çok, daha çok. ziynet: Süs. Download 1.32 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling