Çalikuşu reşat Nuri Güntekin’in Eserleri


Download 1.32 Mb.
Pdf ko'rish
bet50/51
Sana16.06.2023
Hajmi1.32 Mb.
#1492944
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51
Bog'liq
Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu

-SON-
 


SÖZLÜKÇE
-A-
âb ü hava: Su ve hava, iklim.
âbide: ibadete düşkün kadın.
âcizane: Söz söyleyen bir kimsenin kendi yaptıklarını abartmamak için kullandığı bir nezaket
sözü.
addetmek: Saymak (Bunu olmamış addetmeli).
âdeta: Sanki, hemen hemen.
ah ü zara kapılmak: Âh çekip inlemek.
ahenk: Uyum.
âhir: Son.
âhiret: (Ahret) Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağı ve
Tanrı'ya hesap vereceği yer. Öbür dünya.
ahz: Alma.
âkile: Akıllı kadın.
aksiyon: Eylem, hareket.
âlâ kader il istitaata: Gücün yettiğince.
âlâ: iyi, pek iyi.
alâka: İlgi.
alâmet: Belirti, işaret.
alarga gitmek: Açıktan gitmek.
alelade: Olağan, sıradan.
âlem: Dünya.


âli: Yüksek, yüce.
alîl: Hasta, sakat.
alimallah: Allah bilir.
ameliye: işlem.
ar: Utanma.
arif: Çok anlayışlı, bilgili ve sezgili kimse.
arifane: rif olana yakışır biçimde.
arife: Bilgili.
arız olmak: Sonradan ortaya çıkmak.
azil: Görevden alma.
azim: Bir işteki engelleri yenme kararlılığı.
azletmek: Görevden almak.
-B-
babayani: Gösterişi ve özentisi olmayan, babacan tavırlı.
bahtiyar: Talihli, mutlu, mesut.
bahusus: Hele, en çok.
bakiye: Artan, geri kalan.
battal: Alışılmış olandan büyük.
bedbaht: Mutsuz, talihsiz.
bedbin: Kötümser, karamsar.
behemahal: Mutlaka.
belertmek: Gözlerini, akı çok görünecek bir biçimde açmak.
beyhude: Boşuna.


beyit: Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuş şiir parçası.
Bibliotheque Rose: (Fr.) Pembe kitaplık. Metnide "çocuk kitapları" anlamında kullanılmış.
biçare: Çaresiz, zavallı kimse.
bilâkis: Tersine, aksine.
billahi: Tanrı'ya ant içerim.
binaenaleyh: Bundan dolayı.
bitap: Bitkin, yorgun.
bonjur: (Fr.) Günaydın. Merhaba anlamına da kullanılır.
bonmarşe: içinde her türlü giysi, süs eşyası, oyuncak vb. satılan büyük mağaza.
buse: Öpücük.
-C-
caiz: Uygun.
cariye: Efendisinin her istediğini yapmak zorunda bulunan, alınıp satılan kadın veya kız.
cariye: Para ile alınıp satılan, savaşta esir olmuş veya odalık diye alınmış kız.
cazibe: Çekicilik, alımlılık.
cedide: Yeni.
cefa: Büyük sıkıntı, eziyet.
celbetmek: Çekmek.
celile: Büyük, ulu.
celpname: Mahkeme tarafından, dava edene, edilene veya tanıklara gönderilen çağrı belgesi.
cerr: Medresede okuyanların üç aylarda köy köy dolaşarak imamlık, vaizlik işleri için para
toplamaları.
cesamet: Büyüklük, irilik.


ceza reisi: Ağır ceza mahkemesi başkanı.
cihet: Yön.
-Ç-
çapul: Yağma, talan.
çare-i tesviye: Çözüm önerisi.
çehre: Yüz, sima.
çiy: Havada buğu durumundayken akşamın ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde
toplanan küçük su damlaları.
çuha: Tüysüz, ince dokunmuş yün kumaş.
-D-
dandy: (İng.) (Metinde) Züppe, çıtkırıldım.
darbımesel: Atasözü.
darülmuallimat: Kız öğretmen okulu.
debdebe: Şatafat, gösteriş.
delalet: Aracılık.
delişmen: Şımarık ve delice tavırlı, zıpır.
destlerinden busetmek: Ellerinden öpmek.
devain Daireler.
dezanşante: (Fr. Desenchante) Hayal kırıklığına uğramış.
diba: Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş.
diksiyonen Sözlük.
duhul olmak: İçeri girmek.
dülger: Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse.


düzgün: (Metinde) Kadınların yüzlerine sürdükleri bir tür krem, fondöten.
-E-
ebedî: Sonsuz, ölümsüz. ecir: Ücret.
eda: (Metinde) Davranış, tavır.
edibe: Edepli, terbiyeli. efkâr. Tasa, kaygı.
ehemmiyet: Önem.
ekseriya: Çoğunlukla.
elâlem: Yabancılar.
elan: Şimdi, henüz, daha.
elem: Üzüntü, dert, keder.
elhamdülillah: Allah'a şükür.
elzem: Çok gerekli, vazgeçilmez.
emniyet: Güven.
emrihazın Emir kipi.
encümen: Komisyon, komite.
endam: Vücut, beden, boy pos.
erganun: org.
erkânıharp: Kurmay subay.
ervah: Ruhlar.
esasen: Aslında.
esatir Mitoloji. Tarih öncesi dönemden bugüne gelen efsaneleri inceleyen ilim.
esef buyurmak: Üzülmek.
esef: Acıma, yerinme.


eskaza: Yanlışlıkla, kaza ile.
esrar. Gizler, sırlar.
evrak: Yazılmış kâğıtlar, mektuplar, kitaplar vs.
-F-
fadıla: Erdem sahibi, üstün.
fantezisi: (Metinde) Süslü ve hayalci. Ortamın gerçekliğine uymayan.
faraza: Sözgelişi.
fasıla: Ara.
felekiyat: (Felekiyyat) Astronomi.
fen: Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
fenlenmek: Yaşına göre bilmemesi gereken şeyleri öğrenmiş olmak.
ferace: Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere
kadar uzayan üst giysisi.
feragat: Vazgeçme.
ferah: Gönül şenlendiren, iç rahatlığı veren.
ferahfaza: Ferah artırıcı.
ferda: Gelecek zaman, yarın.
fevkalâdelik: Olağanüstülük.
fitnelik: Karıştırma, ara bozma.
fıtri: Yaradılıştan olan.
flört: Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki.
fondan: İçinde likör, tatlı veya hoş kokulu maddeler bulunan, ağızda kolayca eriyen bir tür
şekerleme.
fütursuzca: Önemsemeyerek, aldırmayarak.


-G-
gaflet: Dalgınlık, dikkatsizlik, aymazlık.
gaile: Sıkıntı, dert. gam: Tasa, kaygı, üzüntü.
ganaim: Ganimetler, düşmandan alınan şeyler.
garez: Kin, düşmanlık.
garp: Batı.
gayrı: Artık, bundan böyle.
gayri ihtiyari: irade dışı.
grandiose: (Fr.) Ulu, yüce.
güzide: Seçkin.
-H-
hacer-i esved: (Kara taş) Kabe kapısı yanında bulunan ve hacıların öpmeleri hac şartlarından
olan taş.
hacet kalmamak: Gereği olmamak.
had: Sınır, derece.
haiz: Elinde bulunduran, taşıyan.
hakeza: Böyle, yine.
halayık: Kadın köle, cariye, hizmetçi.
hâlim: Huyu yumuşak.
halis: Saf, katışıksız.
halketmek: Yaratmak.
halûk: iyi huylu.
hami: Gözeten, koruyan.


harcırah: Yolluk.
hâre: Dalgalı ya da dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler.
harîm: Herkesin giremeyeceği yer.
haset etmek: Kıskanmak, çe-kememek.
hasılı: Kısacası, sözün kısası.
hassaten: Özellikle.
hasut: Çok haset eden, kıskanç.
haşarı: Çok yaramaz, ele avuca sığmayan çocuk.
haşiye: Not.
hatip: Konuşmacı.
hattat: Güzel yazı yazan.
hatun: Kadın.
hava tebdili: Hava değişimi.
haysiyet: Onur, özsaygı.
hazain: Hazineler.
hazan: Sonbahar.
hazin: Dokunaklı, hüzün veren.
helâllik dilemek: Ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak.
hengâme: Patırtı.
herze: Saçma, saçma söz, zevzeklik.
hicran: Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık acısı.
hiddet: Öfke, kızgınlık.
hikmet: (Metinde) Sebep, gizli sebep.
hilaf: Aykırı, karşıt, ters.


himaye: Koruma.
himmet: Yardım, kayırma.
hizmet-i vataniye: Vatan hizmeti.
hodkâm: Bencil, egoist.
hoyrat: Kaba, kırıcı ve hırpalayıcı.
hulâsa: Kısacası.
hususiyet: Özellik.
hülasa: Özetle.
hüzün: Gönül üzüntüsü.
-I/İ-
ıtlak =etmek: Bir kocanın karısını boşaması.
iblağ etmek: Vardırma, eriştirme, ulaştırma.
ibni (ttm): Oğul.
idadi: Lise.
idare-i maslahat: İşi şöyle böyle bugünlük görme.
idrak: Anlama yeteneği, anlayış.
ifa etmek: Yapmak.
iffet: Namus.
iğfal etmek: Bir kadını aldatmak, baştan çıkarmak.
ihsan etmek: Bağışlamak.
ihtimam: Özen, dikkatli davranma.
ihtiyar: (Metinde) Seçme.
ihtiyat: Sakınma, ölçülü davranma.


ihtiyatsız: Tedbirsiz.
ihtizaz: Titreşme, titreşim.
ikâmet: Oturma.
ikmal-i nevakıs: Eksikleri tamamlama.
iktidar: Bir işi yapabilme gücü.
iktifa etmek: Yetinmek.
ilanihaye: Sonsuza kadar.
ille velâkin: Gelgelelim, bununla birlikte.
ilm: Bilim.
ilmihal: Din kurallarını öğretmek için yazılmış kitap.
iltizam: Kayırma, bir tarafı tutma.
imdi: Şimdi, artık.
imtizaç etmek: Uyum sağlamak.
inha: Resmî bir göreve atama veya bir üst aşama için yazılan yazı.
inhimak: Çok düşkünlük, bir şeye fazla düşme.
inkişaf: Meydana çıkma, gelişme.
insaniyetli: İnsanlığı olan.
iptida: Başlangıç, bir işe başlama.
iptila: Düşkünlük, tiryakilik.
irab: Düzgün konuşma ve gerçeği belirtme.
irade: (Metinde) Emir.
irfan: Kültür, bilme, anlama.
ismet: Namus.
istida: Dilekçe.


istidad: Yetenek.
istifaf: Günahtan, kötülükten çekinme.
istihare: Bir inanışa göre, girişilecek işin hayırlı olup olmadığını rüyadan anlamak için aptes
alıp dua okuyarak uyuma.
istihkâm: Düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş askeri yer, güçlü siperler.
istikrar: Kararlılık.
istintak etmek: Sorguya çekmek.
ıstırap: Sıkıntı, büyük üzüntü.
istiskal: Soğuk davranışlarla hoşlanmadığını belli etme.
istismar. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme.
istizah: Bir işin açık söylenmesini isteme, açıklama isteme.
işret: içki.
iştirak etmek: Katılmak.
itibar: Saygınlık, güvenilirlik.
izbe: Basık, loş, nemli, kuytu yer.
izdivaç: Evlenme.
izzetinefis: Onur, özsaygı.
-K-
kabil: Mümkün, olabilir.
kadr (kadir): Değer, kıymet.
kâinat: Evren, dünya.
kalem odası: Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü oda.
kalfa: Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların başında bulunan kadın, ilkokullarda hoca
yardımcısı.


kamarot: Gemilerde yolcuların işlerine bakan görevli.
kameti artırmak: Bağırarak konuşmak.
kâmil: Olgun.
kanaat getirmek: inanmak, aklı yatmak.
kasavet: Üzüntü, sıkıntı.
kati: Kesin.
kâtip: Sekreter, yazıcı.
kavil: Söz, sözleşme, anlaşma.
kelime-i teyyibe: (Kelime-i tayyibe) Yatıştırıcı hoş söz.
kepazelik: Rezalet.
kerliferli (kelli felli): Kılığı kıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli.
kesb-i şeref etmek: Şeref duymak.
kibir: Büyüklük, kendini büyük görme.
koket: (Fr. Coquette) Güzel görünmeye özen gösteren. Zarif görünmeye, süslenmeye düşkün.
kolcubaşı: Bir şeyi korumak için bekleyen görevlilerin başı.
komünyon: (Fr. Communion) iman birliği.
kötek: Dayak.
krep: Çok bükümlü iplikle dokunmuş bir çeşit ince kumaş.
kurum satmak: Böbürlenmek.
-L-
laden: Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
lâhza: Zamanın bölünmeyecek kadar kısa parçası, an.
lakayt: ilgisiz.


lâkin: Ama, fakat.
lândo: Dört tekerlekli, karşılıklı iki oturma sırası bulunan, atlı binek arabası.
lata: Osmanlılar'da ilmiyenin giydiği bir tür üstlük.
levazım: Gerekli olan şeyler, gereçler.
levha: Bir yere asılmak için yazılmış yazı.
leziz: Lezzetli.
lisan-ı Fransevi: Fransızca.
-M-
maahaza: Bununla birlikte.
Maarif Nezareti: Millî Eğitim Bakanlığı.
maarif: Millî Eğitim.
maateessüf: Ne yazık ki, üzülerek söylüyorum ki.
mabeyinci: Osmanlı Devleti'nde padişahların dışarıyla olan ilişkilerine bakan, buyruklarını
ilgililere bildiren, bazı kişilerin dileklerini kendisine ileten görevli.
mağmûm: Tasalı, üzgün.
mahcup: Utangaç, sıkılgan.
mahdum: Erkek evlât, oğul.
mahdut: Az, sınırlı, sayısı belli olan.
mahfe: Deve, fil gibi hayvanların sırtına konan, üzerinde oturmaya yarayan sepet, bir çeşit eyer.
mahlûk: Yaratık.
mahmurluk: Uykudan sonra duyulan ağırlık ve sersemlik.
mahsub: Hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş.
mahsus: (Metinde) Bilerek.


mahut: Bilinen, adı geçen.
mahzun: Üzgün, üzüntülü.
maişet: Geçim, geçinme.
makale: Bilim, fen konularıyla siyasi, ekonomik ve toplumsal konuları açıklayıcı veya
yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazısı.
makam-nezaret: Bakanlık nezareti.
makbul: Beğenilen, hoş karşılanan.
makbule geçmek: Çok beğenilmek, hoşa gitmek.
mâlik olmak: Sahip olmak.
malûm: Bilinen.
malûmatlı: Bilgili.
manastır: Kesin kuralları olan, rahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıkları
yapı, keşişhane.
manevi: Görülmeyen, duyularla sezilen.
maren: (F. Marin) Denizci.
marifetli: Ustalıklı, hünerli.
mazari: Dilbilgisinde geniş zaman.
mazbata: Tutanak.
mazi: Geçmiş.
mazlum: Sessiz, uysal ve boynu bükük.
mecburiyet: Zorunlu olma durumu.
mecidiye: Eskiden kullanılan ve o zamanın 20 kuruşu değerinde olan gümüş sikke
melâl: Bıkma, usanma.
melun: Kötü, lanetli.
memalik: Ülke.


menazın Manzara.
menazır-ı tabiiye: Tabiat manzarası.
mendebur: Sümsük, sünepe, pis, iğrenç.
menetmek: Yasaklamak.
meret: inatçı, kaba.
meşakkat: Güçlü sıkıntı, zorluk.
meşk: Alışmak ve öğrenmek için yapılan çalışma.
meşru: Yasal. Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu.
meşum: Uğursuz, kötü.
metanet: Metin olma, dayanıklılık.
methetmek: Övmek.
metruk: Terk edilmiş.
meyil: Eğilim. Sevme, gönül verme.
meyus: Ümitsiz, üzgün.
meziyet: Yetenek.
meziyetli: Yetenekli.
mihmandar: Resmî konukları ağırlamak ve onlara kılavuzluk etmekle görevlendirilen kimse.
mihnet: Sıkıntı, zahmet, eziyet.
mihr: Sevgi.
miralay: Albay.
miskin: Çok uyuşuk, zavallı.
mizaç: Huy, yaradılış.
mizer: (Fr. Misere) Zavallılık, yoksulluk.
muahadderat: Örtülü kadınlar, islâm kadınları.


muallim: Öğretmen.
muallime: Bayan öğretmen.
muamelat: Dairelerde evrak üzerinde yapılan işlemler.
muamele: Davranış.
muamma: Anlaşılmayan, bilinmeyen şey.
muavenet: Yardım.
muavin: Yardımcı, yardım eden.
muayyen: Belli, kesin olarak belirlenmiş.
mugayir. Uymaz, aykırı.
muhabbet: Sevgi.
muhacir. Göçmen.
muharebe: Savaşma, iki ordu arasındaki savaş.
muharrir: Yazar.
muhasara: Kuşatma, sarma, çevirme.
muin: Yardım eden, yardımcı.
mukabele: Karşılık verme, karşılık.
mukabil: Karşılık, bir şeye karşılık olarak yapılan.
mukadder: Yazgıda var olan, kaçınılmaz.
mukaddes: Kutsal.
mukaşser: Metinde, bir kadın, içi, yüzü, gözü açılmış anlamında kullanılmış.
mukavele: Sözleşme.
muktedir: Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten.
munîs: Cana yakın, sevimli.
musaddak: Geçerli olduğu resmî yazı ile bildirilmiş.


mutaassıp: Bağnaz, tutucu.
mutasarrıf: Tanzimattan sonra idare bölümlerinde vilayetle kaza arasındaki bölümün idare
amiri.
mutat: Alışılan, alışılmış şey.
muteber Saygın, inanılır.
muvaffak olmak: Başarmak.
muvaffakiyet: Başarı.
muvafık: Uygun.
muvakkat: Geçici.
muvazene: Denge.
muvazzah: Bir görev ve hizmetle yükümlü olan kimse.
mücedded: Yeni, yenilenmiş.
müceddet: Yeni, yenilenmiş.
müdde i umumî: Savcı.
müdür-i umumi: Genel müdür.
müebbeden: Ömür boyu.
mükedder: Üzgün, kederli.
mülazım: Teğmen.
münasebet almak: Uygun düşmek.
münasebetsizlik: Uygun olmayan, yakışıksız davranışlarda bulunma, saygısızlık yapma.
münasip: Uygun, yerinde.
münhal vukuunda: (Metinde) Boş kadro olduğunda.
münhal: Boş olan, açık bulunan.
münhasıran: Yalnız, özellikle.


münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.
müptedi: Bir şeyi öğrenmeye yeni başlayan.
mürdumgiriz: Çürümüş. Metinde içi geçmiş anlamında kullanılmış.
mürebbiye: Kendisine bir çocuğun eğitimi ve bakımı verilmiş kadın.
mürüvetsiz: insanlığı olmayan.
müsamaha: Hoşgörü.
müstacel: Çabuk yapılması gereken.
müstahak: Bir kimsenin layık olduğu ödül veya ceza.
müstakim: Temiz, doğru, namuslu.
müstebit Zorba, despot.
müsterih olmak: tçi rahat etmek.
müsvedde: Yazı taslağı, karalama.
müşkül mevki: Zor durum.
müşkül: Zor.
mütalaa: Okuma, ders çalışma, etüt.
mütalaahane: Okuma odası.
müteessir: Üzüntülü.
müteferrika senetleri: Çeşitli küçük harcamaların para senetleri.
mütehayyir: Şaşkın, şaşırmış olan.
mütekaid: Emekli.
mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak.
müyesser: Kolaylıkla ortaya çıkan, kolaylıkla elde edilen.
müzahrafat: (Müzahrefat) Parlak boyalar ve süsler.
müzakere etmek: (Metinde) Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları.


müzakere etmek: Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları.
müzakkere: (Müzekkere) Bir iş hakkında üst makama sunulan yazı.
müzmin: Uzun süreli.
-N-
nadide: Az görülür, değerli.
nadir: Seyrek, az.
nafîa: Bayındırlık.
nafile: Yararsız, boşa giden.
nalça: 1) Ayakkabılar çabuk eskimesin diye altına çakılan demir. 2) Katır, eşek, sığır gibi
hayvanların tırnakları altına çakılan demir parçası.
namünasip: Uygun olmayan.
nan: Ekmek.
nasihat: Öğüt.
nazın Bakan.
nedamet: Pişmanlık.
nefer: Asker.
nekahat: Hastalık sonrası sağlıklı duruma geçme dönemi.
nekin Bilmezlik.
neşretmek: Yaymak.
netice itibarıyla: Sonuç olarak.
netice: Sonuç.
nev'i: (Nevi) Çeşit, cins, tür.
nihayetinde: Sonunda.


nimet: Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
nimetşinas: İyilik bilir.
nispet: (Metinde) Kıyaslama.
nispet: (Metinde) Oran, kıyaslama.
nizam: Düzen. numune: Örnek.
-P-
parloir: (Fr.) Dışarıdan gelenlerle konuşma odası.
payzen: Ayağına pranga vurulmuş.
pederane: Baba gibi. peyda olmak: Ortaya çıkmak.
podösü et: Yumuşak, prezante etmek: Tanıtmak.
pusetmek: Öpmek.
puşide: Örtü.
-R-
rastık: Kadınların kaşlarını veya saçlarını boyamak için sürdükleri siyah boya.
raşe: Titreyiş.
rehavet: Vücutta görülen gevşeklik, ağırlık, tembellik.
rezzak-ı âlem: Bütün yaratıkların rızkını veren.
riayet etmek: Uymak.
rikkat: İncelik, yufkalık.
riyaset âlisi: Yüksek başkanlığı.
riyaset: Başkanlık.
riyaziyat: (Riyazziyat) Matematik.


rızk: Yiyecek, içecek şey, nimet.
römark: (Fr. Remarque) Dikkate alma. (Metinde: Tespit, dikkat çekme anlamında kullanılmış.)
ruhani: Ruhla ilgili.
rüştiye: Ortaokul.
-S-
sadakar: Düz dokunmuş açık saman renginde bir tür ipek kumaş.
saffet: Saflık.
sahih: Gerçek, hakiki.
sair. Başka, öteki, diğer.
saliha: (Metinde) Din buyruklarına uygun davranan.
salisen: Üçüncü olarak.
sallapati: Düşünmeden, saygısızca, kaba saba, patavatsızca.
sefaret: Elçilik.
sekerat: Can çekişirken kendinden geçme.
selametlemek: Yolcuyu, konuğu uğurlamak.
serasker kapısı: Seraskerin resmî görev yeri.
serasker: Sadrazamlık göreviyle yükümlü olmayan ve Osmanlı ordusunun komutanlığını yapan
vezirin unvanı.
sıraca: Deride ve daha çok boyunda görülen değişiklik, lenf düğümlenmelerinin şişkinliğiyle
beliren bir tüberküloz türü.
sirayet: Yayılma.
sitem: Bir kimseye, yaptığı hareketin veya söylediği bir sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi
duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme.
soeur: (Fr.) Kız kardeş, rahibe. Metinde "Ma sor" sözcüğü aynı zamanda "rahibe" olan
öğretmenlere bir hitap şekli olarak geçiyor.


souvenir d'amour: (Fr.) Aşk hatırası.
souvenir: (Fr.) Hatıra.
spleen: (İng.) Terslik, huysuzluk, kin.
sülüs: Bir çeşit yazı.
süperiyor: (Fr. Superieur) Üst. Manastır, dinsel kurum vs. başkanı.
sürme: Kirpik diplerine sürülen siyah boya.
-Ş-
şahadetname: Diploma.
şayan: Uygun, yaraşır.
şefkat: Acıyarak ve koruyarak sevme.
şekerrenk: İki kişi arasındaki dostluk, arkadaşlık ilişkisinin bozuk olduğunu belirtmek için
kullanılır.
şenaat: Kötülük, fenalık.
şer'iye: Şeriat kurallarına uygun.
şeriat: Dinî temellere dayanan Müslümanlık kanunları.
şevk: istek, heves.
şifa: Hastalıktan kurtulma.
şifahi: Sözlü, sözle.
şimendifer: Demiryolu.
şirret: Geçimsiz, huysuz, edepsiz, kavga çıkartmaktan hoşlanan.
-T-
taalluk etmek: İlgili bulunmak, ilgilendirmek.
taarruz: Saldırı.


tabiat: (Metinde) Huy.
tabiatıyle: Doğaldır ki.
tabiî: Doğal.
tabiiye: Tabiat bilgisi.
taciz etmek: Sıkıntı vermek, can sıkmak.
tafsilât: Ayrıntılar.
tahammül etmek: Dayanmak, katlanmak.
tahammül: Kötü, güç durumlara katlanma, karşı koyabilme gücü.
tahassür: Özlem, kavuşmak istenen şey veya kimse için üzülme.
tahayyül: Hayalde canlandırma.
tahkikat: Araştırma.
tahkir: Horlama, alçaltma.
tahrirat: Resmî bir dairede yazılan yazılar.
tahrirî: Yazılı.
tahsisat: Ödenek.
takbil: Öpme.
taksim: (Mat.) Bölme.
talika: Dört tekerlekli, üstü kapalı, bir tür yaylı at arabası.
talkın: (Telkin) Ölü gömüldükten sonra imamın mezar başında söylediği dinî sözler.
tamim: Genelge.
tasavvur etmek: Düşünmek, gözönüne getirmek, hayal etmek.
tashih etmek: Düzeltmek.
tasrif etmek: Dilbilgisinde bir fiilin çekimi.
tavsiye: Öğüt, yol gösterme.


tazmin etmek: Zararı ödemek.
tecdit: Yenileme.
tedris: Öğretim.
tedrisat-ı iptidaiye: ilköğretim.
teessür: Üzüntü.
tefrik: Ayırma, ayırt etmek.
tefriş: Bir yeri gerekli eşya ile döşeme.
tefsir. Yorumlama.
tekaüt: Emekli.
tekdirat: Azarlama.
tekellüf: Güçlüğe katlanma.
teklifsiz: Resmî veya çekingen davranmama.
tekmil: Bütün, tüm.
telaffuz etme: Söyleme.
tembih: Uyarma.
temenna etmek: Eli başa götürerek selâmlamak.
temin: Sağlama, elde etme.
temrin: Alıştırma.
teneffüs: Temiz hava, dinlenmek için verilen ara.
tenezzül etmek: Kendi durumuna, düzeyine aykırı düşen bir şeyi kabul etmek.
tercüme-i hal: Özgeçmiş, biyografi.
tereddüt: Kararsızlık.
teres: Pezevenk.
tesadüf etmek: Rastlamak.


teskin etmek: Acı, öfke, heyecan gibi duyguları yatıştırmaya, dindirmeye çalışmak.
teşrif etmek: Bir yere gelerek orayı onurlandırmak.
teşvik etmek: İsteklendirmek, özendirmek.
tetkik etmek: incelemek.
tevazu: Alçakgönüllülük.
tevdi etmek: Vermek, bırakmak.
teveccüh: Güleryüz gösterme, yakınlık duyma.
tevekkül: Kadere boyun eğmek, katlanmak.
tevil etmek: Söz veya davranışa başka bir anlam vermek.
tezevvüç etmek: Evlenmek.
-U-
ulema: Bilginler.
ulûm: ilimler, bilimler.
ulum-i diniye: Din bilgisi.
ulvî: Yüce.
usul: Yöntem.
usuletle: Usulüyle.
usul-i cedit: Yeni yöntem.
-V-
vaftiz: Hıristiyan dininde bir kutsal işlem.
vakar: Ağırbaşlılık.
vakfetmek: Adamak.


vâkıf olmak: Bilmek, öğrenmek.
vâkıf: Bilen.
vakur: Ağırbaşlı, onurlu.
varak-ı mıhr-i vefa: Sevgi, bağlılık evrakı.
vasıl olmak: Ulaşmak, varmak.
vaveyla: Çığlık.
vefa: Sevgide sebat, sevide durma, sevgi bağlılığı.
vefasız: Sevgisi çabuk geçen, hakikatsiz.
vehim: Kuruntu.
vekâlet: Birinin yerine bakmak, görevini üstlenmek.
velev: Kaldı ki, hatta.
veranda: Camlı taraça.
vesile: Sebep, bahane.
viöjö: (Fr. Vieux'den) Yaşlı işi.
virane: Yıkılmış veya harap olmuş yapılardan geriye kalan yıkıntı.
vukuf: Bilgi.
-Y-
yadeller: Baba evinden uzak yerler, gurbet.
yadigâr: Bir kimseyi ya da bir olayı hatırlatan nesne ya da kişi.
yar: Sevgili.
yaşmak: Eskiden kadınların ferace ile birlikte kullandıkları, gözleri açıkta bırakan ince yüz
örtüsü.
yazıhane: Yazı masası.


yegâne: Tek.
yeis: Üzüntü, umutsuzluktan doğan karamsarlık.
yortu: Hıristiyan bayramı.
-Z-
zaaf: Düşkünlük, dayanamama.
zabit: Subay.
zarp: (Mat.) Çarpma.
zaruri: Zorunlu.
zat: Kimse, kişi.
zayi etmek: Kaybetmek.
zemzem: Müslümanlarca kutsal sayılan su.
zerzevat: Sebze.
zevce: Erkeğin nikâhlandığı kadın, eş.
zıb: Süs.
zikretmek: Söylemek.
zillet: Hor görülme, alçalma.
ziya: Işık.
ziyade: Çok, daha çok.
ziynet: Süs.


Download 1.32 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling