Heilner'i yanma alması kesinlikle yasaklanmıştı. Bunu işitince Hans küplere bindi, atıp tuttu,
söylendi baştakilere
ama ister istemez durumu kabullendi. Hep tek başına gezip dolaşıyor, bundan da belli bir
haz duyuyordu. İlkbahar yeni başlamıştı. Yerden fışkıran bir yeşillik güzelim kavislerle
donatılmış tombul tepeler üzerinden ince bir dalga halinde bir baştan bir başa ışıl ışıl uzanıyordu;
ağaçlar belirgin kenar çizgileriyle
kahverengi bir ağı andıran kışlık giysilerini üzerlerinden sıyırıp atıyor, o körpecik
yaprakların oyunuyla iç içe geçiyor, diri ve canlı bir yeşilden oluşup göz alabildiğine akıp giden
bir sel gibi kendilerini çevreleyen arazinin renklerine karışarak yitip gidiyordu.
Latince okulundayken ilkbaharı şimdikinden bir başka türlü algılamıştı Hans, daha bir canlı,
daha bir ilgiyle ve ayrıntılara daha çok dikkat ederek.
Gittikleri yerden dönen göçmen kuşları gözlemlemişti örneğin, değişik türlerde pek çok
kuş; sonra sırayla ağaçların çiçek açmasını izlemişti; daha sonra da mayıs ayı
gelmiş, oltasını kaptığı gibi balık tutmaya koşmuştu. Oysa şimdi ne kuş
türlerini birbirinden ayıracağım, ne ağaççıkları tomurcuklarından tanıyacağım diye zahmet
ettiği vardı. Yalnızca doğadaki genel kaynaşmayı, dört bir yanda tomurcuklanan renkleri
seyretmek, körpe dalların ve yaprakların kokusunu solumak, eskisinden daha bir yumuşak
havanın içten içe mayalanışını duyumsamakla yetiniyor, kırlar ve tarlalar içinden hayran hayran
yürüyüp gidiyordu. Çok geçmeden bir yorgunluk çöküyordu üzerine; biraz yatıp kestirmek
isteğine karşı duramıyor, hemen her seferinde çevresini saran gerçek nesnelerden bambaşka
şeyler görüp algılıyordu. Bunlar nasıl nesnelerdi, bildiği yoktu pek, kafasını da yormuyordu bu
konuda. Aydınlık, nazlı ve narin, alışılmadık düşlerdi; çeşitli görüntüler ya da hiç tanımadığı
Do'stlaringiz bilan baham: |