yumuşacık havada çıktığı limana dönüp gelen bir gemi gibi aheste ve keyifli süzülerek ilerliyor,
vadiden yukarılara doğru tırmanıyordu.
Akşamın renkli bir doymuşluk içindeki olgun güzelliğinden, şimdiye kadar aşinası olmadığı
tuhaf bir
biçimde duygulanan Hans bahçede geziniyordu. Arada bir durup gözlerini yumuyor, Em-
ma'nm presin başında karşısında duruşunu, kendi bardağından ona şıra ikram edişini, fıçının
üzerine eğilip ardından yine yüzü kızararak doğrulup kalkışını kafasında canlandırmaya
çalışıyordu. Hayalinde saçlarını görüyordu Emma'nın, daracık mavi eteklik içindeki vücudunu,
boynunu ve koyu ayva tüylerinin esmer bir gölgeyle örttüğü ensesini görüyor, bütün bunlar içini
bir haz ve titremeyle dolduruyordu.
Gözlerinin önünde tek canlandıramadığı şey, Emma'nın yüzüydü.
Güneş iyice çekildi derken, bir serinlik çıktı ama serinliği fark etmedi Han s, giderek
karanlığa dönüşen loşluğu ne isim vereceğini bilmediği gizlerden örülmüş bir tül gibi duyumsadı.
Şu Heil-bronnlu Emraa'ya gönlünü kaptırdığını biliyordu; ama içinde yavaş yavaş dünyaya
gözlerini açan erkeksiliğin kanında
kıpırdanışım ancak üstü kapalı biçimde hissediyor, insanı yorgun düşüren* alışılmamış bir
uyarılmışlık durumu olarak bunu algılıyordu.
Akşam, o değişmiş haliyle sofrada, öteden beri alışageldiği bir çevrede oturmak tuhaf bir
duyguyla doldurdu Hans'm içini. Babası, yaşlı hizmetçi Anna, masa, yemek takımı ve bütün oda
gözüne ansızın yaşlanmış, eskimiş göründü; bir şaşkınlık, yadırgama duygusu ve sevecenlikle
baktı hepsine, sanki az önce uzun bir geziden dönüp gelmişti eve. Canına kıymakta
yararlanacağı o ağaçla flört ettiği günlerde aynı insanları ve nesneleri veda edişlerdeki o hüzün
karışımı üstünlük duygusuyla seyretmişti; şimdi ise bir geriye dönüş, bir şaşırma, bir
Do'stlaringiz bilan baham: |