kızlarla ırmakta yol aldığını görür gibiydi. Heilner devam etti:
"Evet işte, bizim buraya benzemiyordu hiç. Burada böyle şeylerden kim anlar ki! Bir alay
sünepe, işe
yaramaz adam. Ders çalışacağım diye helak eder, yer bitirirler kendilerini. İbranice
alfabeden daha üstün şey tanımazlar. Hani sen de onlardan geri kalmazsın ya!"
Hans sesini çıkarmadı. Ne acayip bir çocuktu şu Heilner! Romantik biri, bir şair! Şimdiye
kadar
0nun davranışlarına şaşmaktan kendini alamamıştı. Herkesin de gördüğü gibi, kendini
vererek ders çalıştığı pek yoktu Heilner'in, öyleyken çok
cevaplar veriyor ama yine de kafasındaki bilgileri küçümsüyor du.
Alaylı alaylı konuşmasını sürdürerek: "Örneğin, sanki Odysseia bir yemek kitabıymış gibi
okuyoruz
Homeros'u," diye ekledi Heilner. "Koca bir derste topu topu iki dize; ardından geviş getirir
gibi kelime kelime tekrarlıyoruz bunları, inceliyor irdeliyoruz, sonunda tiksinti geliyor insana,
kusacak gibi oluyor.
Ders bitince de her zaman şu sözleri işitiyorsun: 'Görüyorsunuz, şair nasıl bir incelikle
kullanmış' ya da 'işte yine sanatsal yaratma eylemindeki gize bir göz atmış bulunuyorsunuz.'
Edatlara, takılara ve geniş zaman kipine bir garnitür gibi değiniliyor yalnızca, bunların seline
kapılıp boğulmaktan kaçınılıyor âdeta. Ho- meros, böyle okunacağına hiç okunmasın daha iyi.
Hem bu eski Yunanca şeylerden bize ne ki?
Aramızdan
biri çıkıp da bir Yunanlı gibi yaşayayım dese, okuldan hemen kapı dışarı edilir. Oysa
kaldığımız odanın ismi
Hellas. İnsanla alay etmek değil de nedir bu! Odamıza ne diye 'kâğıt sepeti' denmemiş
sanki ya da 'köle kafesi', olmadı 'silindir şapka'?
Bütün bu klasik isimlerin hepsi dalavere."
Do'stlaringiz bilan baham: |