utanılacak şeydi. Üstelik
Heilner ağladığını gizlemeye çalışmıyordu. Odadan çıkıp gideyim demiyor, hiç istifini
bozmadan oracıkta öylece dikiliyordu; sararmış
yüzünü lambadan yana döndürmüştü; gözlerinden akan yaşları silmeye çalışmıyor, ellerini
pantolonunun ceplerinden çıkarmıyordu bile.
Odadakiler Heilner'in etrafını sarmış, merak ve kızgınlıkla kendisine bakıyorlardı. Sonunda
içlerinden Hartner öne çıkıp dikildi karşısına,
"Baksana Heilner, hiç utanma yok mu sende!" dedi.
Ağlamakta olan Heilner gözlerini ağır ağır çevresinde gezdirdi, az önce derin bir uykudan
uyanmıştı sanki. "Utanmak mı? Sizden mi utanacağım?"
diye yanıtladı. Ardından da sesini yükselterek küçümser bir edayla,
"Hayır, dostum, hayır!" diye ekledi.
Sonra yüzündeki yaşları kuruladı, içerlemiş gülümsedi, lambasını söndürüp çıktı odadan.
Bu sırada Hans yerinden ayrılmamış, sadece korkup şaşırarak göz ucuyla Heilner'i
izlemişti. Aradan on beş dakika kadar bir süre geçtikten sonradır ki, Heilner'in peşinden
gitmeyi göze alabildi. Onu buz gibi karanlık yatakhanede pencere nişlerinin birinde otururken
buldu; hiç kımıldamıyordu Heilner, gözlerini iç avluyu
çevreleyen revaklara dikmişti. Arkadan bakıldığında omuzları ve kesin kenar çizgileriyle
ince uzun kafası
fendine özgü bir ağırbaşlılığı sergiliyor, insanda çocuksu denemeyecek bir izlenim
uyandırıyordu, plans'm yaklaşıp pencerenin yanı başında dikildiğini fark etmişti ama oralı
olmadı. Ancak bir süre sonra başını çevirmeden kısık bir sesle sordu:
"Ne var?"
"Benim," dedi Hans ürkek
ve çekingen. "Ne
istiyorsun?"
"Hiç."
"Ya? Öyleyse çek git!"
Do'stlaringiz bilan baham: |