herkes ötekiler hakkında belli bir bilgi ve fikir*
edinmiş, pek çok kişi birbiriyle dost olmuştu. Öyle dostlar vardı ki, birlikte İbranice
sözcükler öğreniyor, yine öyle dostlar vardı ki, bir araya gelip resim yapıyor, gezip tozuyor ya
da Schiller'in eserlerini okuyorlardı.
Latince'de iyi olup matematikte kötü olanlar, Latincesi kötü olup matematikte iyi olanlar
bir araya gelmiş, ortak çalışmaların meyvelerini birlikte toplamak istiyorlardı. Öyle dostluklar
da vardı ki, bir başka tür anlaşma ve mal ortaklığı temeline dayanıyordu. Örneğin, jambonu
olduğu için pek çok kişinin imrenip kıskandığı oğlan, kendisini bütünleyecek kişiyi, sandığının
dibi nefis elmalardan geçilmeyen Stammheimlı bir bahçıvanın oğlunda bulmuştu. Bir ara jambon
yerken susamış, bahçıvanın oğlundan bir elma ri-elma rica edip karşılığında ona bir parça
jambon ikram etmişti. Sonra oturup konuşmaya başlamışlardı, ihtiyatla sürdürülen konuşmanın
sonunda anlaşılmıştı ki, jambon bitince yerine hemen yenisi gelecekti, ayrıca elmaların sahibi
oğlan da ilkbaharın ta ortalarına kadar babasının elma stokundan gerektikçe elma
getirebileceğini açıklamıştı. Böylece her ikisi arasında sağlam bir dostluk kurulmuş, ideal
nitelikteki daha bir coşkulu pek çok dostluğun zamanla yıkılıp gitmesine karşın, ikisi arasındaki
dostluk uzun süre varlığını korumuştu.
Ancak bir-iki kişi vardı ki, tek başına kalmıştı okulda; bunlardan biri de o vakitler doymak
bilmez sanat aşkını bütün ateşiyle gönlünde yaşatan Lucius'tu.
Birbirine uymayan dost çiftler de vardı öğrenciler arasında. İçlerinde en göze çarpanı da
Her-mann Heilner ile Hans Giebenrath'tı; kendisine hiçbir şeyi dert etmeyen savruk Heilner ile
pek titiz Hans, biri şair, öbürü sınıfın çalışkan öğrencisi. Her ne kadar her ikisi de sınıfın zeki ve
Do'stlaringiz bilan baham: |